Falanca şahıs[52]sizin tasavvuf anlayışınızın değiştiğini, yâni selefî tasavvufun dışına çıktığınızı söylüyor. Bu tür tasavvuf nedir?


O ismini okumadığım şahıs, daha tıfıl bir çocuktur, yâni reşid olmamıştır. Allah ıslah etsin... Bizim durumumuzun nasıl olduğuna ben sizi şahit tutuyorum.

Biz değiştik mi? Kaç senedir burada vaaz ediyoruz, değişmedik. Ama bu tıfıllar değişti, bu çocuklar değişti. Çok yanlış işler yapıyorlar. Çok yanlış gıybetle, iftirayla, dedikoduyla, politikayla kendilerine çok yazık ediyorlar. Terbiyesizlik yapıyorlar, küstahlık yapıyorlar.

Bir kaç bakımdan talebem benim bu, aynı zamanda üniversitede hocalığımdan da talebemdir, Talebenin hocasına karşı:

“—Bana bir harf öğretenin ben kölesi olurum.” denilen bir dinde böyle bir gıybet ve dedikodu hiç uygun oluyor mu?

İlk önce gelip bana söylemesi lâzım:

“—Hocam, sizde, tasavvuf anlayışınızda bir değişiklik olduğunu vehmettim, öyle geldi içime… Şeytan, nefis içime böyle bir duygu soktu, ne dersiniz?” diye bana söylemesi lazım.

Benim gıyabımda böyle bir lafı etrafta söylemesi, hocasının aleyhinde kulis yapmak derler buna, bu terbiyesizliktir edepsizliktir, alçaklıktır. İsmini söylemiyorum, Allah’a havale ediyorum.

 

Tasavvuf, yani bizim selefî tasavvuf veya başka türlü tasavvuf… Tasavvuf iki çeşit; fiilen etrafımıza baktığımız zaman iki çeşit tasavvuf vardır.

Bir, ayetlerle hadîs-i şeriflerle mecburi olan ve doğru olan ve mutlaka yapılması gereken bir şey.

Biz Tasavvuf Sempozyumu diye sempozyum tertipledik ilim adamları konuşsunlar, anlaşsınlar, anlatsınlar diye. İmkân hazırladık, konuşuldu: Tasavvuf Kur’an’dandır, tasavvuf hadîs-i şeriflerdendir.

Hadîs-i şerifleri uyguladığınız zaman; meselâ ne diyoruz:

“—Akşamleyin Ayete’l-Kürsî okuyup öyle yatın, abdestli yatın!”

Bu halleri benimseyip hayatınızı Rasûlüllah’ın emirlerine uygun geçirmektir tasavvuf… Bizim yolumuz Rasûlüllah Efendimiz’in yolunca yürümek yoludur.

Bu yolda yürürken her türlü takvâ ve âdâba riayet etmekle ortaya bir manzara çıkıyor. Ortaya çıkan bu manzara Rasûlullah’a ittibadan hasıl olan görünüm; işte buna tasavvuf yolu deniliyor.

 

Sair insan gibi kıyıdan kenardan kaytarmıyor da, yan yan yamuk yamuk gitmiyor da, Efendimiz’in sünnetine ittiba ederek gidiyor.

İşte bu… Tasavvuf, Rasûlüllah Efendimiz’in hâlidir. Kuru bilgi fayda etmez. Bu çocuk biliyor, İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Bazı âyetleri, bazı hadisleri biliyor ama hâli yok… Hâli ters.

Tasavvuf laf değildir. İnsanın hâlini müeddeb insan hâline getirmektir. Gıybet ederse, dedikodu ederse, iftira ederse, hocasına terbiyesizlik yaparsa, hocasının hakkını inkâr ederse, hocasına muhalefet eden insanlarla beraber olursa, nerede kaldı vefa, nerede kaldı ahde riayet, nerede kaldı önceden vermiş olduğu sözler?

 

Tasavvuf odur. Tasavvuf Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymaktır, Kur’an-ı Kerim’in ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Bizim yolumuz budur. Hiç değişmedi. Allah değiştirtmesin… Allah bizi Rasûlüllah’ın yolundan, Kur’an-ı Kerim’in yolundan ayırmasın…

İşte okuduğumuz kitap Hadîs-i Şerif kitabıdır. Bizim yolumuz bu... Bunun dışında başka yollar var mı? Var…

Cumhuriyet Gazetesi’nin muhabiri Arnavutluk’a gitmiş, orada bir tekkeye girmiş. Bektâşî tekkesiymiş, Türkiye’den geldi diye çok izzet-i ikram etmişler. Belki giden de Arnavut’tur, olabilir yani. Çok izzet ü ikram etmişler. Rakı ikram etmişler. Karşılıklı beraberce içmişler. Gazeteci böyle yazıyor.

Şimdi bu ne tasavvuftur, ne İslâm’dır. Bu İslâm’ın da dışıdır. İslâm’ın da dışındadır. Çünkü tesadüfen işte bak bugünkü hadîs-i şeriflerin içinde geçti.

 

Allah-u Teàlâ Hazretleri içkiye de lânet ediyor, içene de lânet ediyor, taşıyana da lânet ediyor.

Bu hadis-i şerif varken bir insan içiyorsa, onun ne tasavvufu kalır, ne tarikati kalır, ne tekkesi kalır, ne evliyalığı kalır.

 

Eski büyüklerden bir tanesi, “İki çeşit evliyâ vardır” diyor: Bir, evliyâu’r-Rahman, Rahman olan Allah’ın dostları, erenler… Bir de, evliyâü’ş-şeytan, şeytanın avanesi, şeytana maskara olmuş insanlar vardır.

Bir insan Kur’an’a karşı geliyorsa, Allah’a karşı geliyorsa, farzları çiğniyorsa, haramları irtikâb ediyorsa, o şeytanın elinde kukladır, maskaradır. Şeytan onunla dalga geçiyor. Alay ediyor, onu cehenneme sürüklüyor farkında değil. Bu tasnife bile girmez.

 

“Tasavvuf bir şöyledir, bir böyledir.” demeye bile lüzum yok. Tasavvufun bir hakikisi vardır; Kur’an yoludur, hadîs-i şerif yoludur. Bir de sahtesi vardır; işte böyledir.

Kadın erkek bir arada el ele tutuşup şöyle yapmak, böyle yapmak tasavvufta da yoktur, İslâm’da da yoktur, hiçbir şeyde yoktur.

İşte bir böylesi vardır; adına tasavvuf demişler ama, değil.

Şapla şeker, ikisi de beyaz kristal olarak karşında görünür. Şap acıdır, zehirlidir; şeker tatlıdır, baklava yaparsın, başka bir şey yaparsın. Dış görünüşü birbirine benzer. İkisini ayırmak lâzım!

Bir altın vardır som hakiki; bir de yaldız vardır kazıdığın zaman çıkar, altından plastiği çıkar, sırıtır. Bir hakikisi vardır, bir sahtesi vardır.

 

Hakiki tasavvuf Kur’an yoludur, hakiki tasavvuf sünnet yoludur. Bu çok kıymetli olduğundan, siz sevdiğiniz için, biz sevdiğimiz için, cümle cihan halkı sevdiği için ve o yolda yürüyenler Allah’ın sevgili kulu olduğundan, sevgili kulu oldukları çok aşikâr göründüğünden, rağbette olduğundan, bu rağbetin beleşçileri vardır, taklitçileri vardır, bu yolda istismarcılar da vardır.

Bir sahtesi vardır, bir hakikisi; üçüncüsü yok… Gayet kolay bir tasnif. Yeryüzünde bir iman var, bir küfür var. İmanlı insanın dinî hayatı yaşayışı tasavvuftur. İmânı ya tamamen olmayan insanın yaşantısı din dışıdır, ya da var ama kalbi fesat olanın münâfıklıktır.

O da esasında cehenneme gidecek münâfık olduğundan, tasnifte o da öteki gruba dâhil olmuş oluyor, mü’minler grubuna girmiyor. Tevbe etmezse, doğru yolu bulmazsa, o da mahvoluyor.

 

Allah bizi doğru yoldan ayırmasın. Allah bizi rızasının yolundan bir göz yumup açıncaya kadar ayırmasın. Çünkü ayrılabilir insan. Hiç kimsenin övünülecek, gururlanılacak, garantilenilecek bir durumu yoktur.

Her zaman bizim büyüklerimizden öğrendiğimiz dua şu, Peygamber Efendimizden gelen dua, büyüklerimizin bize öğrettiği ve dualarımızın içinde her zaman okuduğumuz dua :

“—Yâ Rabbi! Beni bir an bile, bir göz yumup açıncaya kadar bile nefsime bırakma! Senden gayrının eline de bırakma yâ Rabbi! Ben sana kulluk etmek istiyorum.”

 

Allah insandan tevfîkini çekerse insan zengin olabilir, ağa olabilir, paşa olabilir, general olabilir, başkan olabilir, Kârun olabilir, şah olabilir, melik olabilir ama cennetlik olamaz. Mühim olan Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Allah kötü huylardan korusun, kötü yollara düşmekten insanı korusun. Ârif kullar olmayı cümlemize nasib eylesin…

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[52] Hasan Hüseyin Ceylan