Bir şahıs daha önce bağlandığı, sonra vefat etmiş şeyhe olan bağlılığını sürdürebilir mi? Bir şeyh efendinin şeyh olması kaç yoldan, kaç şekilde belirlenebilir?


Bir insan bir şeyhe çeşitli sebeplerden tâbî oluyor da, öncelikle terbiyesine nezâret etsin diye, tedâvisini yapsın diye tâbî oluyor. Meselâ, “Mazhar Osman çok iyi bir doktormuş... Lokman Hekim çok iyi bir doktormuş...” İyi ama yaşamıyor ki şu anda! Yaşayan kimseye, yaşayan doktora tedâvi olacak, yaşayan hocaya bağlanacak!

Bir insanın bağlandığı kimse vefat etti mi, yeni bir mürşide bağlanması icab eder. Ya o mürşid, eski hocaefendisinin tayin ettiği, “Benim yerime sen makamıma kàim ol! Bu dervişleri sen terbiye eyle, sen nezâret et, hizmetlerine sen bak!” dediği kimsedir. Ya da, bazen mürşid efendiler mânevî bir işâret olmayınca, böyle bir halef bırakmazlar; o zaman orada, o muhitte uygun olan bir mübarek zâta teslim olması ve intisab etmesi lâzım!

Tabii bu intisabda, mürşidin evsafı, “Şeriat-ı garrayı bilmesi, ahlâken müstakîm olması, bu mesleği yapacak şartları hâiz olması, sahih bir yol ile el almış, kendisine selâhiyet verilmiş olması...” diye kitaplarda belirtiliyor. Selâhiyetli bir şeyh efendiden kendisine selâhiyet verildi mi, alan kimse de o vazifeyi yapabilir. Ama verenin selâhiyeti yoksa alanın da durumu selâhiyetsiz kalır. Bir tane şeyhten aldıktan sonra da, birkaç tanesinden almasına lüzum yoktur. Bir tanesi yeter.

 

Bir insanın bir kimseye bağlanması vefat ettikten sonra da yetseydi, bir şeyhe filân bağlanmaya lüzum yoktu, Peygamber Efendimiz’e bağlanılırdı, biterdi. Ama, Peygamber Efendimiz vefat eder etmez, ümmet-i Muhammed’in sıhhat ve selâmeti ve kargaşanın önlenmesi bakımından, daha cenâze defnedilmeden Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’e bey’at edilmiştir. Bu, ümmetin sıhhat ve selâmeti, huzuru ve karışıklık olmaması bakımındandır.

Bazan mânevî işaret olmuyor, şeyh efendiye halife bırakma izni verilmiyor. Misâl: Bana Emin Saraç Hoca anlatmıştı. Onun kayınpederi Yektâ Efendi idi. Onların bağlı olduğu şeyh efendi [Ahıskalı Ali Haydar Efendi] yaşlı, vefat etmek üzere... Sormuşlar:

“—Efendim, yerinize kimi tayin ediyorsunuz?” demişler.

Bir şey dememiş, “Bekliyorum.” demiş. Sonra yine bir sıkıştırmışlar, falanca insan, filânca insan var demişler.

“—Yâhu, ben bu işi düşünmü-yorum mu sanıyorsunuz siz? Bakın, hepsinin icâzetnâmelerini yazdım. Altına bir imza atması kaldı. Bir işaret olursa, imzalayacağım. Yok daha bir işaret!” demiş.

Birisi bu Yektâ Efendi... Ötekiler de başka şahıslar... Bana bunu anlatan Emin Saraç Hoca... Ben tabii, onların bağlı oldukları o hocaefendiyi tanımadım.

 

Sonra o icâzetnameler imzalanmadan, işaret çıkmadan o şeyh efendi vefat etmiş.

Neden işaret çıkmadı? Bundan sonrası benim kendi yorumum:

Hocamız var, mürşid-i kâmil! Herkes kendisinden sonra ille birisini göstermek durumunda değil ki! Halkın, müridlerin irşadı için Mehmed Zâhid Hocamız var... Kesilmiş o taraf...

Zâten Mehmed Zâhid Hocamız’a çok hürmet edermiş o şahıs... Hattâ daha yaşlı olduğu halde; Hocamız bir seferinde babamla beraber o zâtın ziyaretine gitmişler o zâtın... Ayağı felç olduğu halde merdiven başında karşılamış.

“—Efendim kalkmasanız...” filân diyecek olmuş müridleri...

Müridler biraz tarafgirlik yaparlar böyle şeylerde... “O gençtir, ne diye kalkıyorsunuz?” filân gibilerden düşünmüşler. “Kalkma-sanız!” filân demişler.

Babam anlatıyor:

“—Bu zâta mı kalkmayacağım? Bu zâta mı kalkmayacağım? Bu zâta mı kalkmayacağım?” Üç defa böyle söylemiş. “Olur mu öyle şey, kalkarım!” demiş.

Ona işaret olmamış, ben ondan ne mâna çıkartıyorum şahsen:

“—Mânevî işaret yok, demek ki müridler Hocamız’a gelecek! Gelmesi lâzım!”

 

Hocamız’a birçok kimseler gelmiştir zâten... Meselâ, Abdülhay Efendi vardı. Abdülhay Efendi’nin dervişleri Hocamız’a intikal etmiştir. Sonra, Küçük Hüseyin Efendi vefat etmiş, onun dervişleri Hocamız’a gelmiştir. Hocamız hakîkaten mânevi makamı çok yüksek bir zât-ı muhterem olduğu için, zamanındaki birçok hocaefendinin yerine halef çıkmıyor, işaret olmuyor. İşaret olmayınca, ne demek? “Dağılmayın, orada toplanın!” mânâsından dolayıdır diyorum ben, işaret çıkmaması...

Tabii, müridler toplanmışlar kendi aralarında... “Olmuyor böyle başsız...” filân diye, bir tanesini kendi başlarına tayin etmişler.

Müridlerin kendi başlarına tayini, mânevî işaret gibi olmaz! Müridler kendi başlarına birisini tayin etmiş. İyi ama, sen tek bir toplum içinde değilsin ki, etrafında başka kimseler var, yaşayan mürşid-i kâmiller var; sen öyle yapınca olmuyor. Zâten bir mürşid-i kâmil varken, ötekisinin gelip ona tâbî olması lâzım!

 

Hülâsa, sorunun cevabı, bir insanın efendisi ölünce, hayatta olan bir zât-ı muhtereme bağlanması lâzım! Hangi sebeplerden: Tedâvisinin, terbiyesinin devam etmesi bakımından; bir... Sırr-ı bey’atte faullü duruma düşmemesi bakımından; iki...

“—Zamanının imamını, önderini bilmeden ölen, cahiliye ölümüyle ölür.” dendiğinden, bey’atsiz gitmemesi için, cahiliye üzere ölmemesi için hemen birisine bağlanması lâzım!

Vefat etmiş bir kimseye bağlılık olmaz! Onu bahane ederek müstakil yaşamak olmaz! Kendisi bağlanacak!

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2