“Ben itikadda ve amelde selefîyim!” sözü neyi gerektirir, gerçeği nedir?
Suudî Arabistan’da mezheblere karşı bir hareket meydana geldi. Bazı insanlar çıktılar, “Biz selefiyiz, selefin yaptığını yapıyoruz.” dediler.
Halbuki selef demek, bu mezhebleri kuran kimseler; İmam-ı Azamlar, İmam Ahmed ibn-i Hanbeller, İmam Şafîler ve onların kendilerinden hadis aldığı kimseler... Onlar kendilerinden dinî bir şey ortaya koymadılar. Yalnız, topladıkları bilgileri yorumlarken ortaya çıkan ictihadları farklı oldu. Sahabenin bile ictihadlarının farklı olduğu yerler var...
İnsanlar bir şeye karar verirken, herkes aynı kararı veremiyor. Meselâ, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
“—Filânca kaleye doğru gidiyoruz, kaleye gidene kadar kimse namaz kılmasın!” demiş.
Bazıları demişler ki:
“—Rasûlüllah Efendimiz böyle söyledi, kılmayalım!”
Oraya kadar kılmamışlar. Bazıları da demişler ki:
“—Bunu şu maksatla söylemiştir; biz kılalım!” demişler.
Dinlememiş oluyor Rasûlüllah’ı ama, bir ictihad, bir yorum… Buna benzer şeyler olabiliyor.
Meselâ, Peygamber Efendimiz bir keresinde:
“—Seferde iken oruç tutmayın!” buyurmuş.
Bazıları demişler ki:
“—Rasûlüllah Efendimiz tutmayın dedi, tutmayız.”
Tutmamışlar, söz dinlemişler. Bazıları da demişler ki:
“—Efendimiz biz dayanamayız diye, bize acıdığından tutmayın dedi. Biz dayanabiliriz, tutalım!” demişler.
Tutmuşlar ama, baygın düşmüşler, halsiz düşmüşler, başkalarına yük olmuşlar. Yâni, sahabe-i kirâmın Peygamber Efendimiz’in hayatında bile bir mesele konusunda çeşitli görüşleri, anlayış farkları olabiliyor.
Tirmizî ve Ahmed ibn-i Hanbel şöyle rivayet ediyor:[5]
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، لَمَّا بَعَثَهُ إِلَى الْيَمَنِ، فَقَالَ : كَيْفَ
تَقْضِي؟ قَالَ : أَقْضِي بِكِتَابِ اللهِ . قَالَ : فَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِي كِتَابِ
اللهِ؟ قَالَ: فَبِسُنَّةِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ . قَالَ : فَإِنْ لَمْ
يَكُنْ فِي سُنَّةِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ قَالَ: أَجْتَهِدُ رَأْيِي.
قَالَ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الْحَمْدُ للهِ الَّذِي وَفَّقَ
رَسُولَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ (حم. عن معاذ)
(Enne’n-nebiyye SAS, lemmâ beasehû ile’l-yemen, fekàle) “Peygamber SAS Efendimiz Muaz ibn-i Cebel’i Yemen’e kadı ve vâli olarak gönderirken, sordu:
(Keyfe takdî) “Orada ne ile hükmedeceksin?”
(Kàle) O da dedi ki:
(Akdî bi-kitâbi’llâh) “Allah’ın kitabı ile hükmederim.” Yâni, “Kur’an-ı Kerim’i açarım, ahkâmını uygularım orada…
(Kàle) Peygamber Efendimiz tekrar sordu:
(Fein lem yekün fî kitâbi’llâh) “Kur’an-ı Kerim’de aradığın konuya dair bir mâlûmat bulamazsan, o zaman ne yapacaksın?”
(Kàle) Dedi ki:
(Febi-sünneti rasûlü’llàhi salla’llàhu aleyhi ve sellem) “Rasûlüllah’ın sünnetine göre hareket ederim.” Yâni, “Yâ Rasûlallah! Senin sözlerin, senin tavsiyelerin, senin bize öğrettiğin İslâmî hakikatler ne ise, onlara göre hareket ederim.”
(Kàle) Peygamber SAS Efendimiz tekrar sordu:
(Fein lem yekün fî sünneti rasûli’llâhi SAS) “Rasûlüllah’ın sünnetinde de aradığın konuya dair bir mâlûmat bulamazsan, o zaman ne yapacaksın?”
(Kàle) Muaz ibn-i Cebel RA dedi ki:
(Ectehidü re’yî) “O zaman ictihad ederim yâ Rasûlallah!”
(Kàle, fekàle rasûlü’llàhi SAS) Muaz ibn-i Cebel, “İctihad ederim!” deyince, Efendimiz çok memnun oldu:
(El-hamdü li’llâhi’llezî veffeka rasûle rasûli’llâhi SAS) “Rasûlünün rasûlünü bu derece olgun bir fikir seviyesine getiren Allah’a hamd olsun!” dedi.
Demek ki, Peygamber Efendimiz’in vali olarak, kadı olarak, hâkim olarak gönderdiği kimselerin dahi, o anda mevcut olmayan bir mesele hakkında soru sorulduğu zaman, düşünüp karar vermesi olabiliyor. Peygamber Efendimiz bu cevabı beğenmiş, o zât için dua etmiş.
Anlayış farkları olabilir. Tabii kararlar da farklı olur. Kararların farklılığı, alınan bilgilerin farklılığından kaynaklanabilir, zihnin başka türlü çalışmasından olabilir, zevklerden olabilir, niyetlerin farklılığından olabilir. Bunlar, Peygamber Efendimiz zamanında bile olmuşsa, ondan sonraki devirlerde hadis-i şerifler çoğalınca, hadis-i şeriflerin sıhhati, rivâyetlerin kuvveti bahis konusu olunca, adamların güvenilirliği bahis konusu olunca, çeşitli meselelerde alimlerin karar vermelerinde farklılıklar olmuştur.
Gene de olur. Benim bugün size anlattığım şu dersi, siz yarın öbür gün başkasına anlatırken, biriniz başka türlü anlatır, ötekisi başka türlü anlatır. Bu insanların kavrayışındaki farktandır.
Bilimsel çalışma yapmışlar. Bu işin mütehassısı, mezheb imamı olmuşlar, önder olmuşlar. Bunları hiçe sayıp, “Biz selefîyiz!” dediler. Sanki onlar selefî değil mi? Yâni bu İmam Şafî, Ahmed ibn-i Hanbel, İmam Mâlik... Selefe en yakın insanlar onlar... İmam Malik’den daha selefî kim olabilir?
Sanki bunlar hak değilmiş gibi, bir de selefîlik diye bir şey çıkardılar; o da bir mezhep oldu. Onlar da bir konuda şöyle veya böyle yaparak, ayrı bir baş çekmiş oldular, ayrı bir mezheb oldu.
Şimdi bize, dışardaki cereyanların hepsinin nümûnesi geliyor maşaallah... Blue-jean modası da geliyor, saç modası da geliyor, kıyafet modası da geliyor... Fikrî cereyanlar da geliyor, komünizm de geliyor, bilmem ne de geliyor... Tabii Mısır’da, Suud’da, Suriye’de, Irak’ta, Pakistan’da ve sairede okuyan insanlar da, oranın çeşitli fikirlerini getiriyorlar buraya... Ondan sonra:
“—Selefîyim!” diyorlar.
Pekiyi ama niye
selefîsin, hayrola? İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri’nin mezhebinden ne zarar
gördün? Yâni ne var? Sen İmam-ı Azam’dan daha mı alimsin, çok mu daha iyi
biliyorsun? Veya o selefîyim diyen adamlar, selefî cereyanını çıkartanlar,
İmam-ı Azam kadar biliyorlar mıydı bu meseleleri?
Öyle bir şey çıkmış, şimdi taassupla onu götürüyorlar. İtikadda ve amelde selefiyim diyorlar. Hele itikadda selefîyim diyorsa, bayağı bir tehlikededir. Çünkü, o selefî olanlar mücessimeye doğru kayıyor. “Arş, istivâ, vechu’llah, yedu’llah...” gibi tabirlerin izahında mücessimeye kayıyorlar.
Hattâ İbn-i Teymiyye, “Gecenin şu kadarı geçtikten sonra Allah-u Teàlâ semâ-i dünyaya nüzûl eder.” hadis-i şerifini izah ederken, kürsüden inmiş, “Şöyle benim kürsüden indiğim gibi, aşağıya iner.” demiş.
Öyle şey olur mu? Allah’ın nüzûl etmesi, senin kürsüden inmene benzer mi? Bu tamamen mücessimeye kayan, alimlerimizin tasvip etmediği bir izah tarzı olmuş oluyor.
O zamanın alimleri de tasvip etmemişler. İbn-i Teymiyye’yi bu sözünden dolayı muhakeme edip, hapsetmişler.
O bakımdan selefîyim demek, “Ben babamın, dedemin yolunu hiç bir şey anlamadan, falanca yerden esen rüzgâra göre değiştirdim; şimdi yeni bir modayı tutturuyorum.” demek... Yâni, dinî cereyanlar da, Amerika’dan gelen blue-jean modası gibi bir şey bence...
İnsan çok büyük alim olur da, İmam-ı Azam’ı okur, anlar; İmam Şafî’yi okur, anlar; İmam Malik’i anlar... Ondan sonra da, “Şu şurada hata etmiş, ben şu kanaatteyim!” der. Tamam, olabilir; bu bir ictihad meselesidir.
Bunlar, sanki kendileri ayrı bir din çıkartmışlar gibi, selefîyim deyince bunların hepsini inkâr ediyorlar. Yâni, İslâmî gelişmeyi sıfırlayıp tekrar geriye almak demek, selefîyim demek...
Koca koca kitaplar yazmış alimlerimiz, ince ince izahlar yapmışlar. Sil! İmam Matüridî’ye düşman... İmam Eş’arî’ye düşman... Selefî itikadı dedikleri, kendi ayrı itikadları var... İmam-ı Azam’ı çok büyük hasım görüyorlar. Filân filân... Güyâ asla dönüş...
Bizim lise mezunu, Arapçası olmayan, ama okuma heveslisi, biraz eli kalem tutan ukelâ takımı İslâmcı yazarlar, çizerler vardır; onlar getirdiler bu modayı... Bir de oralarda okuyup, oralardan burs alıp, maaş alıp, oralardan mezun olup, o lafları duyup, karşısında ecdadımızın müdafaasını duyma imkânını bulamamış tahsilliler var... Onlar kalktılar, buraya geldiler. Orada duydukları sözleri burada tekrar ediyorlar, bilmeden...
Halbuki orada farklı düşünenleri konuşturmuyorlar. Türkiye’de devletin devrimbazlığı telkin ettiği gibi, orada devletin ideolojisi selefîlik... Onlar onu telkin ediyor. Ona göre propagandayla yetişmiş, karşı fikri kabul etmiyor. İmam Gazalî’nin kitaplarını sokmuyor... Bazı yazarları okutmuyor... Kasîde-i Bür’e’ye bilmem ne diyor... Başlarında bazı alimler var, dünyanın düz olduğunu iddia ediyor. Kafaları böyle...
Olmaz ki! İnsanın bilimsel gelişmeleri, söylenen sözleri anlaması lâzım! Gelişmenin hepsini inkâr edip, geriye gitmemesi lâzım!
[5] Tirmizî, Sünen, c.V, s.162, no:1249; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.236, no:22114; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.170, no:362; Dârimî, Sünen, c.I, s.72, no:168; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.72, no:124; Tahâvî, Müşkilü’l-Asâr, c.VIII, s.118, no:3050; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.X, s.177, no:29710; Muaz ibn-i Cebel RA’dan.