Birisi “Selefîlik nedir?” diye soruyor. Bazı kimselerin selefî olduğunu söylediklerini naklediyor.
Selef, çoğulu eslaf; insanın geçmişleri demek. Selefîlik de, geçmiş müslümanların yoluna tâbi olmak demek. En eski müslümanların yolu nedir? Sahâbe-i kirâmın yolu… İşte o yola uymak.
Bu tabii şundan kaynaklanıyor: Asırlar geçtikçe insanlar dine yeni bazı töreler, âdetler katmışlarsa, din bid’atlerle dolmuşsa bozulmuş oluyor. Bid’atle olan ibadeti de Allah kabul etmiyor, sevmiyor. Her şeyin aslına uygun olması lazım diye, bunlar da “Biz selefiyiz!” diyorlar, “Asla gidiyoruz.” diyorlar.
Fikir bakımından güzel gibi görünse de, aslında bu selefîlerin durumu o kadar güzel değil. Çünkü selefîyiz derken mezhepleri ve saireleri tanımamak gibi bir duruma kadar gidiyorlar. Halbuki İmâm-ı Âzam, İmam Şâfi, İmam Mâlik; onlar çok büyük alimler, çok mübarek insanlar... Onlar hadis-i şerifleri, ayet-i kerimeleri çok güzel inceleyip, dinimizin esaslarını kitaplara inceden inceye, bizim bugün okuyup anlamakta alimlerimizin bile zorluk çekeceği teferruatla, ömürlerini küçük yaştan beri bu işe vererek, çok güzel koymuşlar.
Onun için, onları da inkâr etmek, o zaman o problemleri çözmeyi kendilerinin yüklenmesi demek olur. Onu yüklenecek ilimleri de olmadığı için bocalarlar. Bir de büyük alimleri inkâr etmenin edepsizliği onları çarpar. Nitekim de çarpıyor.
Evet, insanın dinini bid’atlerden sıyırması lazım, yaptığı her şeyi dinin aslına, Kur’an-ı Kerim’e, hadis-i şerifin özüne uygun yapması lazım. Zaten İmâm-ı Âzam Efendimiz de öyle yapmış. Sanki İmâm-ı Âzam’dan daha mı takvâlı bu?
İmam Şâfi Efendimiz de öyle yapmış. İmam Mâlik Efendimiz de öyle yapmış. İnsan, “Ben onların içtihadını beğenmiyorum!” gibi bir havaya girerse, “Onlara itimat etmiyorum.” Derse, o zaman suizan olur, kibir olur, yalan olur, yanlış olur. İlimleri onlar kadar büyük olmadığı için doğruyu da bulamazlar.
Onun için, biz aslında onlardan daha selefîyiz. Biz İmâm-ı Âzam’a tâbi olarak daha selefîyiz. Onlar işi karıştırdığı için, selefîlik derken biraz daha yanlış işler yapıyorlar. Fiilî durumları iyi değil.
Bakın bizim tekke burası... Hocamız Mehmed Zahid Efendi’den sonra biz görevlenmişiz, biz bu vazifeyi yapıyoruz. Ne yapıyoruz? Size ne yapıyoruz? Ne söyledik deminden beri? Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şeriflerini okuyoruz. Bundan daha güzel selefîlik mi olur? Dinin aslına bundan daha güzel nasıl bağlanacaksınız? Kur’an-ı Kerim’e, hadis-i şerife bağlanıyoruz işte, daha ne?
Mezhep imamları ne yapmışlar? Dinin ahkâmını hadis-i şeriflerden çıkartmışlar. O hadis-i şerifler olmasa, onların kitapları olmasa sen abdesti nasıl alacaksın? Orucu nasıl tutacaksın? Zekâtı nasıl vereceksin? O çalışmalara muhtaçsın!
Asırlardır yapılan güzel çalışmaların hepsini bir kalemde doğramak, “Ben fidan yetiştireceğim.” diye yetişmiş bir ağacı kökünden kesmek gibi olur.
Be adam! Ne istiyorsun; yetişmiş ağaç, güzel işte, meyvesi var, herkese faydalı olup duruyor, sahibine para kazandırıp duruyor, güzel güzel meyveler veriyor. Daha ne istiyorsun?
“—Fidan dikeceğim…”
Ya git be adam, öbür tarafa dik! Bunu ne kesiyorsun? Kesmeye lüzum yok ki!