Ayne’l-yakîn, ilme’l-yakîn, hakka’l-yakîn mefhumlarını izah eder misiniz?
“Yakîn, şeksiz şüphesiz imandır.” dedik. İçinde şek olmayan imandır. İlme’l-yakîn, bu imanın bilgi olarak insanda hâsıl olmasıdır. Ayne’l-yakîn, bizzat görme suretiyle tereddütünün kalmayıp kesin olarak bilmesidir. Hakke’l-yakîn, mahiyetini tam kavrayarak, derinlemesine o imanın insanda hâsıl olmasıdır.
Bir misalle anlatmak gerekirse: Bugün içimizde hiç gitmemiş olduğu halde Yeni Zelanda diye bir yerin olduğunu hiç kimse inkâr etmiyor. Ben de gitmedim, sizler de gitmediniz belki, içinizde Yeni Zelanda’yı görmüş olan kimse olduğunu tahmin etmiyorum. Ama dünya üzerinde Yeni Zelanda diye bir yerin olduğunu artık biliyoruz. Bu ilim, ilme’l-yakîn. İçimizde şeksiz şüphesiz, tereddütsüz bilgi var. Ama kendimiz ilim yollarından bir yolla buna kesin olarak inanıyoruz, tereddütümüz yok, “Acaba var mı, yok mu?” demiyoruz. Var ama bu kadar. Bu tevatürle hâsıl olabilir, daha başka delillerle, belgelerle hâsıl olabilir. Tabii bu kadar Yeni Zelanda’nın varlığı gibi bazen kesin olmaz. Ama şeylerde küçük delillerle de hâsıl olur. İlme’l-yakîn derler.
Bir de bizzat görerek; “Evet, o öyledir. Tamam, ben biliyorum, itimat et, öyle, gördüm.” diyecek tarzda olursa, buna da ayne’l-yakîn derler. Bir de mahiyetini tam kavramak şeklinde olursa, bu da hakka’l-yakîndir.
Bu Allah’ı bilmek, Allah’a iman konusuna tatbik edilirse ilme’l-yakîn ma’rifetullahta, Allah’a inanmakta Allah’ın vahdaniyetini bilmektir. İlmihal kitaplarında okuyup da Allah’ın şerîki, nazîri olmadığını bilmesidir. Ayne’l-yakîn; ilminin ilerlemesiyle, çeşitli müşahedeleriyle, gördükleriyle bunu anlamasıdır. Hakke’l-yakînde mahiyetine tam erişip böyle âlim-i hakikî olmasıdır.