Hem dünya hem âhiret için çalışmak konusunda hadis-i şerifler var. Bunu bize biraz açıklar mısınız?
Müslüman bu dünyaya neden gönderilmiştir?
Müslüman bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Ayetler bu konuda sarih, kesin ve açık:
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا (الملك:٢)
(Ellezî haleka’l-mevte ve’l-hayâte li-yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) [O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.] (Mülk, 67/2) gibi ayet-i kerimelerde bildirildiği gibi imtihan için gönderildiği kesin.
Dünyaya imtihan için gönderildik. Allah’ın sevdiği şeyleri yaparak imtihanı kazanacağız. Sevmediği şeyleri yaparsak imtihan başarısız olacak, insan cezaya uğrayacak; bu belli.
Onun için, bu dünyada ana zihniyetimiz, gayemiz, faaliyetlerimiz âhireti kazanmaya yönelik olacak. Fakat bunu yapayım derken, insanlar bazen sorumluluklarını da unutuyorlar. Yüklendikleri sorumluluklar var.
“—Nedir o sorumluluklar?”
Onlar da hadîs-i şeriflerle sabit. Zaten dinde fakih olmak, yani gerçek alim olmak işin her tarafını bilmekle mümkün oluyor. Yani bir nasihati duyup ona göre hareket edip, bir tarafı yapıp öbür tarafı yıkmakla olmuyor. Her tarafı düzeltmek lazım. O da hadis-i şerifte. Bir ayet-i kerimede şöyle bir hüküm varsa, şu tarafta da bu hüküm var; ikisini birden bilirse tam alim oluyor.
İnsan âhiret için çalışacak ama vücudunun kendisi üzerinde hakkı var, bir. Şu vücut davacı olabilir; sahibi iyi kullanmazsa bu vücut ondan davacı olabilir. Yıpratırsa… Ben mesela sigara içenlere, vücudunu yıpratanlara, bakmayanlara acıyorum.
Neden? Vücut bir emanettir. “Emaneti iyi kullanmadı, koruyamadı.” diye sorgu sual olacak. Yıpratmaya hakkı yok mesela, bir.
Ailesine karşı sorumlulukları var. Meselâ evin reisi ise; umumiyetle erkekler evin reisi oluyor, değil mi? Hanımın, çocuğun, evdeki insanların nafakası, iâşesi, giyimi, kuşamı, tahsili, terbiyesi bunun boynuna borç… Bunu ihmal ederse sorumlu olur. Allah çünkü o vazifeyi vermiş:
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَآءِ (النساء:٣٤)
(Er-ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâi) [Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.] (Nisa, 4/34) buyurmuş. Bu vazifenin yapılması lazım.
O halde ailesine helâl lokma getirmesi gerekiyor.
Sonra annesinin, babasının hakları var, onlara riayet etmesi lazım. Sonra Allah’a karşı ibadet borçları var, onları yerine getirmesi lazım. İçinde bulunduğu topluma karşı görevleri var.
Mesela, düşman hücum etti, ne yapıyoruz? Ordu kuruyoruz, düşmana karşı çarpışıyoruz. Herkes cihada gidiyor. Neden yapıyoruz bunu? Topluma karşı vazifemiz var, onun için bunu yapıyoruz. Yani toplumu korumak için. “Ben Ankara’da oturuyorum, düşman Edirne’ye gelmiş, bana ne!” demiyor millet; Kars’ta bile olsa askere gidiyor, çarpışıyor, değil mi?
Topluma karşı vazifeler var. Bunların hepsinde ayetler, hadis-i şerifler var.
“—Ben Allah’ın rızasını kazanacağım?” diye ahirete çalışıp, öteki görevleri ihmal ederse bir insan, o zaman çoluk çocuk perişan oluyor, aç kalıyor, açık kalıyor, hatta ölüyor. Çocuğunu doktora götürmüyor, çocuk hastalıktan ölüyor.
“—Niye tedavi ettirmedin? Niye bakmadın? Niye gıdasını sağlamadın?” diye sorumlu olur. Cihada çağrıldı, savaşa çağrıldı; gitmezse sorumlu olur. Falanca işi yapmasa sorumlu olur. Hatta evli, karısına karşı sorumlulukları var, yapmasa sorumlu olur. Vazifeleri var, yapmasa sorumlu olur.
“—Ben evlendim, zahidâne bir hayat yaşamak istiyorum. Hanım öbür odada dursun, ben de bu odada dururum.”
Olmuyor, o da yasak, o da doğru değil.
İşte bütün bunları dengeli bir şekilde götürmek gerektiğinden. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte de böyle buyurmuş, alimlerimiz de bunu açıkça beyan etmişler. Dünyevî birtakım şeyler için çalışmış, çalışmak lazım. Sahabe-i kiramın da mesleği vardı. Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz bezzaz idi, yani manifaturacıydı. Hz. Osman Efendimiz’in kervan getirip sattığını biliyoruz. Peygamber Efendimiz’in kervan yönettiğini bir kere biliyoruz. Herkesin Medine çarşısında işi gücü vardı, gelip gidiyorlardı, tarlası bahçesi vardı, hurmalara bakıyorlardı, topluyorlardı, aşılıyorlardı, satıyorlardı. Yani bu vazifelerin de yapılması lazım.
Peygamber SAS Efendimiz bir meşhur hadis-i şerifinde Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ne hitaben şöyle buyurdu:[1]
يَا أَبَا الدَّرْدَاءِ! إِنَّ لِجَسَدِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلِرَبِّكَ
عَلَيْكَ حَقًّا؛ وَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ! صُمْ وَ أَفْطِرْ، وَقُمْ وَنَمْ، وَائْتِ
أَهْلَكَ (حل. عن أبي جحيفة)
RE. 492/10 (Yâ ebe’d-derdâ!) “Ey Ebü’d-Derdâ! (İnne li-cesedike aleyke hakkan) Hiç şüphe yok ki bedeninin, vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı bu vücuduna vermezsen, bu elin, bu ayağın, bu vücudun senden davacı olur.”
(Ve li-ehlike aleyke hakkan) “Aile efradının, zevcenin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır.”
(Ve li-rabbike aleyke hakkan) “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır.” Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı görevler var.
(Ve a’ti külle zî hakkın hakkahû) “O halde, her hak sahibine hakkını ver!”
(Sum ve eftir) “Bazı günler oruç tut, bazı günler tutma, iftar et! (Ve kum ve nim) Geceleyin namaza kalk, bazı zamanlarda uykunu da uyu! (Ve’ti ehleke) Eşinin yanına da git!” buyurdu.
Yani, “Senin etrafında bulunan kimselerin hakkına riayet et, hepsinin hakkını ver! Hiçbirinin hakkını vermezlik yapma, hakkını vermekte kusur işleme!” diyor.
İnsanın çocuğuna karşı görevi var, hanımına karşı görevi var, ana babasına karşı görevi var. Kendi canına, vücuduna karşı görevi var. İşte hem dünya için, hem âhiret için çalışmak bu.
Etrafındaki sorumlu olduğun kimselerin gıdasını, yiyeceğini, içeceğini sağlamak, tâlim ve terbiyesini sağlamak beşerî birtakım münasebetleri gerektiriyor. Bunları ihmal edersen târik-i dünya oluyorsun. Ruhbanlık yok İslâm’da, doğru değil.
“—Bunları yapacağım!” diye cumayı bırakmak, namazı bırakmak, helali bırakmak, âhireti bırakmak; o da yok…
Onun için, hem dünya için, hem ahiret için çalışmak gerekiyor.
[1] Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.112, no:285; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.275, no:8128; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.176, no:20; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLVII, s.116; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.188; Ebû Cuhayfe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.45, no:5403; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.27, no:25480.