Kasîde-i Bür’e hakkında bilgi verir misiniz?


Kasîde-i Bür’e, re’den sonra kesme işareti, bür’e.

Kasîde-i Bür’e İmam Bûsîrî Hazretleri’nindir. İmam Bûsîrî, On üçüncü Asır’da yaşamıştır. Mısır’da divanda, yani devletin yüksek mevkiilerinde hizmet görmüş bir edib, şair, fâzıl insandır.

Felç olmuş, felç olunca ayağı tutmamaya başlamış, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i medih yolunda Kasîde-i Bür’e isimli kasîdeyi yazmış. Yani ismi o zaman Kasîde-i Bür’e değil ama böyle bir kaside yazmış. Peygamber Efendimiz’e sevgisini saygısını, Peygamber Efendimiz’in evsâfını anlatan güzel bir kasîde yazmış, uzun bir kasîde…

Bu kasîdenin bölüm bölüm her güne taksim edilmiş şekli bizim Evrâd’ımızda vardır.

 

Bu Kasîde-i Bür’e’yi yazınca, bitmiş yazısı, felçli kendisi, bunu yatağında veya oturduğu yerde yazmış. Gece rüyasına Rasûlüllah SAS Efendimiz gelmiş, rüyada ayaklarını şöyle sıvazlamış, meshetmiş, uykudan uyandığı zaman bakmış ki felci gitmiş. Felçten berî olmuş, kurtulmuş.

Berî olmak mânasından Kasîde-i Bür’e deniliyor. Berî olmak, kurtulmak mânasına; yani felç olması geçmiş, şifa bulmuş, hastalığı kalmamış.

 

Rasûlüllah sevdiği için, rüyasında onu öyle sıvazlamış ayağını, felçli olması gitmiş, izâle olmuş.

Onun için bu Kasîde-i Bür’e’yi sever bizim ecdadımız. Bunu makamla okumuşlardır, güzel makamlarla, ciddi ciddi, çocuklara öğretmişlerdir, ezberletmişlerdir. Hocamız da Kasîde-i Bür’e’den icazeti olduğundan, onu evrâdımızın içine koymuştur. Rasûlüllah madem sevmiş, rüyada iltifat eylemiş, biz de onun sevdiği kasîdeyi şey yaparız diye okurlar.

Biz de seviyoruz, biliyorsunuz nasıl başlıyor?

 

Emin tezekküri cîrânin bi-zî selemi

Mezecte dem’an cerâ min mukletin bi-demi

 

Em hebbeti’r-rîhu min tilkâi kâzımetin

Ve evmeda’l-berku fi’z-zalmâi min idami.

 

diye böyle devam eden bir şiir.

 

Bu Arap kaside sanatına uygun çok güzel bir şiirdir. Yalnız başında hamdelesi, salvelesi, besmelesi olmadığından; bu bir eksiklik diye, daha sonradan yani her işin besmeleyle, hamdeleyle, salveleyle olması lâzım diye şairin birisi başına ekleme yapmış;

 

El-hamdü li’llâhi münşi’l-halki min ademin

Sümme’s-salâtü ale’l-muhtâri fi’l-kıdemi

 

Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedan

Alâ habîbike hayri’l-halki küllihimi.

 

Hamdele ve salveleyi de böyle eklediği için onu da başına şöyle yukarıya doğru ayrıca yazmışlardır, biz bunu okuyoruz.

Güzel bir kasidedir yani bizim Mevlid gibi, Mevlid-i Şerif gibi, Vesîletü’n-Necât, Süleyman Çelebi rahmetlinin eseri gibi güzel bir eserdir.

Buna Suudlular karşıdır. Suudlular şiire karşıdır, sanata karşıdır, böyle şeylerin korunmasına karşıdır, sanat eserlerinin sit alanlarına karşıdır. Eski binaları yıkmışlardır, mezarlıkları yıkmışlardır, türbeleri yıkmışlardır, her şeye karşıdır, aşırıdır onlar. Bu şiire de düşmandır onlar.

 

Bizim Evrâd’ı görürlerse, hacılar oraya götürdüğü zaman, bunun içinde Kaside-i Bür’e var diye bunun içinde bid’atlar var filan diye Evrad’ı da alıyorlar. Halbuki söz normal bir şeydir, sözün güzeli güzeldir, sevaptır, çirkini çirkindir, günahtır. Şiir de sözün bir parçasıdır, şiirin güzeli güzeldir; işte ilahiler, kasideler okuyoruz, Mevlid okuyoruz, bazıları buna karşı çıkıyorlar ama büyüklerimiz bunu tabii mâkul karşılamış.

Bizim Osmanlı alimleri ecdadımız zarif insanlardır. Bizim dedelerimiz hem takvâ ehlidir hem de edip, zarif insanlardır. Lügatı bile manzum yazmışlar. Lügat kitabını manzum yazmış, Türkçe’den Arapça’ya, Türkçe’den Farsça’ya manzum lügat yazmış. Lügatı bile şiirleştirmişler yani, öyle insanlar.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN