Hem dünya, hem ahiret için çalışma konusunda hadis-i şerifler var; bunu bize biraz açıklar mısınız?
Muhterem kardeşlerim! Müslüman bu dünyaya gönderilmiş bir insandır. Müslüman bu dünyaya neden gönderilmiştir? Müslüman bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Ayetler sarih bu konuda, kesin ve açık...
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً (الملك:٢)
(Ellezî haleka’l-mevte ve’l-hayâte li-yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) “Allah-u Teàlâ Hazretleri bizleri, hangimiz daha güzel işler yapacak, ömrünü a’mâl-i sàliha ile değerlendirip güzel geçirecek, bunu imtihan etmek, görmek ve denemek için ölümü ve hayatı yarattı. İnsanları yeryüzüne gönderdi, insanları yeryüzüne çıkardı.” (Mülk, 67/2)
Dünyaya imtihan için gönderilmişiz. Allah’ın sevdiği şeyleri kazanarak imtihanı kazanacağız. Sevmediği şeyleri yaparsa, imtihan başarısız olacak, cezaya uğrayacak insan; bu belli... Onun için, bu dünyada ana faaliyetlerimiz ahireti kazanmağa yönelik olacak!
Ana gaye bu; fakat bunu yapayım derken insanlar, sorumluluklarını da unutuyorlar bazan... Yüklendikleri sorumluluklar var... Nedir o sorumluluklar? Onları da hadis-i şerifler göstermiş. İşte zâten dinde fakih olmak, yâni gerçek alim olmak, her tarafını bilmekle mümkün oluyor işin... Yâni, bir nasihatı duyup ona göre hareket edip, bir tarafı yapıp öbür tarafı yıkmakla olmuyor. Her tarafı düzeltmek lâzım! O da hadis-i şeriften... Bir ayet-i kerimede şöyle bir hüküm varsa, şu tarafta da şu hüküm var... İkisini birden bilirse tam alim oluyor.
Şimdi insan ahiret için çalışacak ama, vücudunun kendisi üzerinde hakkı var... Yâni şu vücut, sahibi iyi kullanmazsa, yıpratırsa, ondan davacı olabilir. Meselâ; ben acıyorum sigara içenlere, vücudunu yıpratanlara, vücuduna bakmayanlara... Neden? Vücut bir emanettir. Emaneti iyi kullanmadı, koruyamadı diye sorgu sual olacak. Yıpratmağa hakkı yok...
Ailesine karşı sorumlulukları var... Meselâ evin reisi ise; hanımın, çocuğun, evdeki insanların nafakası, iaşesi, ibatesi, giyimi, kuşamı, tahsili, terbiyesi bunun boynuna borç... Şimdi bunu ihmal ederse, sorumlu olur. Çünkü, Allah o vazifeyi vermiş:
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ (النساء:٣٤)
(Er-ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâ’) [Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.] (Nisâ, 4/34) buyurmuş. Bu vazifelerin yapılması lâzım! O halde, bunlara helâl lokma getirilmesi gerekiyor.
Sonra, annesinin babasının hakları var; onlara riayet etmesi lâzım! Sonra, Allah’a karşı ibadet borçları var; onları yerine getirmesi lâzım!
İçinde bulunduğu cemiyete, topluma karşı görevleri var... Meselâ, düşman hücum etti; ne yapıyoruz? Ordu kuruyoruz, düşmana karşı çarpışıyoruz. Herkes cihada gidiyor... Neden yapıyoruz bunu? Topluma karşı vazifemiz var, onun için yapıyoruz. Yâni, toplumu korumak için... “Ben Ankara’da oturuyorum. Düşman Edirne’ye gelmiş, bana ne?” demiyoruz. Kars’ta bile olsak, askere gidiyoruz, çarpışıyoruz. Topluma karşı vazifeler var... Bunların hepsi hakkında ayetler, hadis-i şerifler var...
“—Ben Allah’ın rızasını kazanacağım!” diye ahirete çalışıp, öteki görevleri ihmal ederse bir insan; o zaman, çoluk çocuk perişan oluyor, aç kalıyor, açık kalıyor... Ölüyor hattâ...
Çocuğunu doktora götürmüyor, çocuk hastalıktan ölüyor; “Niye tedavi ettirmedin, niye bakmadın, niye tedavisini sağlamadın?” diye sorumlu olur.
Cihada çağrıldı, savaşa çağrıldı; gitmese sorumlu olur.
Hattâ evinde karısına karşı sorumlulukları var, vazifeleri var; yapmasa sorumlu olur. “Efendim, ben evlendim ama, zâhidâne bir hayat yaşamak istiyorum. Hanım öbür odada dursun, ben de bu odada durayım!” Olmaz, o da doğru değil...
İşte bütün bunları dengeli bir şekilde götürmek gerektiğinden, demişler ki, —hadis-i şerifte de böyle buyurmuş Peygamberimiz, alimlerimiz de bunu açıkça beyan etmişler— “Dünyevî bir takım şeyler için de çalışmak lâzım!”
Sahabe-i Kirâm’ın da mesleği vardı. Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz bezzâz idi; yâni, manifaturacıydı. Hazret-i Osman Efendimiz’in kervan getirip, ticaret yaptığını biliyoruz. Peygamber Efendimiz’in kervan yönettiğini biliyoruz. Herkesin Medine çarşısında işi gücü vardı, gelip gidiyorlardı... Tarlası bahçesi vardı... Hurmalara bakıyorlardı, aşılıyorlardı, topluyorlardı, satıyorlardı. Yâni, bu vazifelerin de yapılması lâzım!
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki, bir meşhur hadis-i şerifinde:[8]
إِنَّ لِنَفْسِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلِرَبِّكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلِضَيْفِكَ عَلَيْكَ حَقًّا،
وَإِنَّ لِأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، فَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ (ت. عن أبي
جحيفة)
(İnne li-nefsike aleyke hakkan) “Senin üzerinde nefsinin hakkı var, (ve li-rabbike aleyke hakkan) Rabbinin hakkı var, (ve li-dayfike aleyke hakkan) misafirinin hakkı var, (ve li-ehlike aleyke hakkan) ehlinin de hakki var; (fea’ti külle zî hakkın hakkahû) her hak sahibine hakkını ver!”
Yani, “Senin etrafında sana bağlı olup, hepsine karşı görevin olan kimselerin hepsinin hakkına riayet et, hepsinin hakkını ver! Hiç birinin hakkını vermekte kusur işleme!” diyor.
Çocuğuna karşı görevi var, hanımına karşı görevi var... Ana-babasına karşı görevi var... Kendi canına karşı, vücuduna karşı görevi var vs. İşte bu, hem dünya için, hem ahiret için çalışmakla olur.
Etrafındaki sorumlu olduğu insanların gıdasını, yiyeceğini, içeceğini sağlamak; ta’lim ve terbiyesini sağlamak, beşerî bir takım münâsebetleri gerektiriyor. Bunları ihmal edersen, târik-i dünya oluyorsun. Ruhbanlık yok İslâm’da, doğru değil!
Bunları yapacağım diye cumayı bırakmak, namazı bırakmak, helâli bırakmak, ahireti bırakmak; o da yok! Onun için onu da, onu da yapacaksın.
[8] Tirmizi, Sünen, c.VIII, s.436, no:2337; Ebu Cuhayfe RA’dan.