Bir hoca, peygamberlerin iktidarlara ve saraya muhalefet ettiklerini, dolayısıyla günümüzün müslümanlarının da siyasetin dışında kalamayacağını söyledi. Ne dersiniz?


Bu böyle değildir. Hepiniz bilirsiniz ki Yusuf AS saraya girdi, vezir oldu, nâzır oldu. Mısır’ın hakimi onu çağırdı, hapisten çıkardı, kendisini Tarım Bakanı yaptı. O da sarayda kaldı. Öyle değil mi?

Demek ki hocanın bilgisi eksik. Doğru değil. “İllâ muhalefet edilecek” diye bir şey yok. Hayırlı yoldaysa, doğru yoldaysa desteklenir. Yanlış bir şeyi varsa söylenir, doğru yola irşad edilmeye çalışılır.

Müslümanların siyasetle ilgilenmeleri meselesinde ben dergide yazı yazdım. “Müslümanlar her konuyla ilgilenir.” dedim. Müslümanlık; Ay’a giden insanın namazı nasıl kılacağı ile bile ilgileniyor. Dünya’nın idaresiyle, Türkiye’nin idaresiyle, bir devletin yönetimiyle niye ilgilenmesin?

“—Din bir duygu, ona kimse karışmasın! Dindarlar şöyle bir köşede dursun! Laiklik; din ve devlet işlerini ayırmaktır!” vesaire.

 

İyi ama ben politikayla ilgilenmeyecek miyim? Bu benim hakkım değil mi? Vazifem değil mi?

Hakkımdır ve vazifemdir. İlgileneceksin. Mutlaka ilgileneceksin. Çünkü sana soruyorlar seçimlerde:

“—Efendi, buyur bakalım. Kimi istiyorsun? Başına kimi seçelim?” diye sormuyorlar mı?

Beğen, beğendiğini al! Arz-ı endam ediyor listelerde. Bak bu listede şunlar şunlar şunlar var. Bu listede bunlar bunlar bunlar var. Burada da bunlar bunlar var. “Hangisini istersin?” diyorlar. Ben dedim ki:

 

Bir, Siyasette müslümanların yapması gereken üç iş var. En başta, tamamen müslümanlardan, ahlâklılardan, bilgililerden, ehliyetli insanlardan müteşekkil bir kadroyu kurmak, müslümanların boynuna borç.”

Bunu yapmamışlar, çalışmamışlar, vakitleri geçirmişler, yeni bir teşekkül kuramamışlar. Mevcutlarla idare edecekler. Bu hatalı bir şey. İlk fırsatı kaçırmışlar.

İkinci noktada her parti aday yoklamaları yapıyor, merkez yoklaması yapıyor, adayları tespit ediyor. Birinci tren kaçtı ya hiç olmazsa ikinci trende iyi insanları sokmaya çalışacak, iki… Yani kötü insanı sokmamaya çalışacak.

 

Bu treni de kaçırdı. İstediği iyi insanları sokamadı. Şimdi kaldı üçüncü trene… Üçüncü trende de karşısına ihtimalleri dizmişler. Hani “Kırk katır mı istersin, kırk satır mı istersin?” diye masallarda vardır ya.

Kırk satır istese ne yapacak? Kırk tane satırla doğrayacaklar, öldürecekler.

“Kırk katır istiyorum.” derse ne yapacaklar? Kırk katırın kuyruğuna bağlayacaklar, her birini bir başka tarafa dehleyecekler, adamı yine parçalayacaklar. Katırların arkasından tıngır mıngır yuvarlanırken kafası gözü parçalanacak. Yine ölecek. Yani ölümlerden ölüm beğen.

 

E şimdi bu üçüncü tercihe kalmışsa artık ne yapacak?

Ölümlerden ölüm beğenecek. O zaman bir tanesine gidecek, en uygun gördüğüne “şu olsun bari” diyecek ama bu en iptidai, en kötü şekil. İlk ikisini kaçırdıkları için büyük veballeri var. Üçüncüde de doğru insanı seçemezlerse, seçtikleri insan da seçildikten sonra günahlara, haramlara rey verirse, vesile olursa seçenlerin de hepsine vebal gelir.

Ona oy vermiş olanların hepsi onun aldığı yanlış kararlara, attığı yanlış adımlara oy verdiği her şeye ortak olurlar. Çünkü onlar seçtiler. Çünkü iyiyi seçmek için bir çalışma yapmadılar. O zaman artık âhirette onun hesabını verecekler.

Sen mi verdin bu açıklığa reyi? Sen mi verdin bu içkiye reyi? Sen mi verdin bu zinaya, bu geneleve reyi? Sen mi verdin şunu şunu? Sen mi verdin bu dinsize imansıza bu fırsatı? Sen mi verdin bu hırsıza bu hazineyi? O zaman onun cezası seçenlere mutlaka gelir.

 

Efendim, işte ben tahmin etmiyordum da bilmem ne de. Seçmemek de bir çare değil. Tabi en sonunda hiç birini beğenmezse vermeyecek. O zaman memlekette iyi insanı seçme imkânı varken o fırsat kaçırılmış oluyor. Yönetim bu sefer ahlâklı olmayan, dindar olmayan, namuslu olmayan, memleketini sevmeyen insanların eline geçiyor. Satıyorlar, hazineyi yağmalıyorlar. Çeşitli şeyler oluyor. O da bir vebal.

Akıllıca hareket nedir? İlk önce yüzde yüz iyilerden müteşekkil bir kadroyu kurmaktır. Ben bunu söyledim diye ortada kıyamet koptu.

Yazdım, söyledim. Söylerim. Bin defa sorulsa yine söylerim. Çünkü işin doğrusu bu. Aklın mantığın gereği bu. Onu yapmadıktan sonra, birinci tren kaçtıktan sonra, öteki trenlerle zaten öbür istasyonlara vaktinde yetişilmiyor. İş işten geçmiş oluyor. Gerisi oyalama, eveleme geveleme. “Ölme eşeğim ölme, yonca ektim de büyüyecek de, yedireceğim de kurtulacaksın.” demekten başka bir şey değil.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN