Tasavvufu reddedenlerin durumu ve fıkhî hükmü nedir?


Tasavvufu reddeden Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin, dinin emirlerinin bazılarını reddetmiş olur. Çünkü Allah’ı zikretmek ayetlerde geçiyor. Nefsi terbiye etmek, ayetlerde geçiyor. Ma’rifetullahı tahsil eylemek, irfanı elde etmek, tavsiye ediliyor.

Onun için tasavvufu reddedenin sözüne bakılır. Hangi tasavvufu reddediyor? Ne biliyor tasavvuf hakkında? Hani böyle batıl mezhebler görmüş de, batıl tarikatler görmüş de, haram işler işleyen kimseler görmüş de, ondan mı reddediyor; yoksa işi kökünden mi reddediyor?

Kökünden reddeden, ayetlerde olan şeyleri reddettiği için kâfir olur. Bir ayeti bile inkâr etse, kâfir olur. Kökünden reddetmeyip, “Aslı vardır ama ehli azdır. Şu adamlar kötüdür, bu adamlar kötüdür...” diyorsa; eğer isabet etmişse, ne alâ, doğruyu söylemiş olur. İsabet etmemişse, iftira etmenin cezâsı olur.

İbn-i Teymiye gibi pek çok kimsenin, gerçek tasavvufun Kur’an’ın bir olgusu olduğunu, bir emri olduğunu, dinin bir esası olduğunu ifade ettiklerini biliyoruz. Suudluların, başka kimselerin, selefiyecilerin itibar ettikleri bir kimse olduğu halde, “Gerçek tasavvuf vardır.” diyorlar.

Dini bilip de, gerçek tasavvufu inkâr etmek mümkün değildir. Ya cahillikten inkâr ediyordur, ya da gördüğü misaller kötüdür. Meselâ, kadın erkek bir arada olan veya içki içip de, “Biz bunu şu maksatla içiyoruz.” diyenlerden dolayıdır.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN