“Son kararlarla Türkiye’deki İmam Hatip okullarının durumu ne olacak?”


Muhterem kardeşlerim! Bu konu, benim Ankara Üniversitesi’nde profesör olduğum, doçent olduğum zamanlardan beri vardı ki, ben on yıl önce 1987’de emekli oldum.

Ondan önceki kalkınma planları yapılırken, kalkınma planlarında devlet planlama teşkilatının (DPT) kurduğu komisyonların birisinde, eğitim komisyonunda görevliydim. O zamanlardan beri güncelliği kalkmamış olan, rafa kaldırılmamış olan bir konudur. Hatta daha önceye gidelim. 1960 yılında Türkiye’de askerler darbe yapmışlardır. Zamanın başbakanını, Adnan Menderes’i, hapsetmişler, muhakeme etmişler ve sonra idam etmişlerdir. Büyük bir acı olay, biliyorsunuz. 1960-1997, 37 yıl önce.

 

O zamanlarda Adnan Menderes’e yöneltilen suçlamalar arasında bu da var. Adnan Menderes neden suçlanıyor, ne kabahat yaptı da asılıyor? Adnan Menderes’i asmaya sebep olarak gösterilen suçlamalardan birisi de İmam-Hatip okullarını açmasıdır. 

Bu şu demek: Biraz kapalı konuştuğun zaman, Türkçe’de, “Dilinin altındaki baklayı çıkart.” derler. ”Ne demek istiyorsan söyle.” derler.

Adnan Menderes dindarlara biraz imkân sağladığı için asıldı. Adnan Menderes biraz Türk halkının istediği din hürriyetini sağladı, demokrasiyi getirdi. Seçimle Halk partisinin baskıcı rejimini devirdi. Ezan Türkçe okutulmaya başlanmıştı. ”Bu aslî ibadet diline dönsün.” diye Arapça’ya döndürdü.

Herkes dinini öğrenmek istiyordu. Dinini öğrenmek için çare arıyordu. Ama inkılâp kanunlarından bir tevhîd-i tedrisat kanunu vardı, o mâni idi. İnkılâplar yapıldığı zaman, din okulları kapatılmıştı, medreseler kapatılmıştı. Eğitim bir çeşit hâline getirilmişti.

 

Tevhîd-i tedrisat, eğitimi tek tip yapmak demek. İkili eğitim olmayacak. Medrese eğitimi ve laik eğitim olmayacak; “Hepsi laik olacak.” diye, bir inkılâp kanunu var. Bu varken, halk istese bile onların yanına da kimse yanaşamıyor. Türkiye’nin demokrasisi...

Adnan Menderes bu sorunu, bu meseleyi şöyle aştı:

“—Türkiye’de camiler var. Din eğitimi kökünden kapandığı için artık camilere imam bulunmuyor. Köylerde cenaze namazı kılacak insan bulunmuyor. Ölüyü yıkayacak din görevlisi bulunmuyor. Son görevleri yapacak insan bulunmuyor. Bu bir meslektir, o halde bu mesleğin bir meslek okulunu açıyoruz; tevhîd-i tedrisata aykırı değil.” dedi ve İmam Hatip okullarını öyle açtı;

“—İmam ve Hatip Meslek okulu.”

Sağlık yüksekokulu gibi, ziraat okulu gibi, meslek okulu gibi… Meslek okulları açmak serbest; çünkü tevhîd-i tedrisata uygun. İşi böyle kılıfına uydurdu. İnkılâp kanunlarını çiğnedi. Çiğnedi ama laikler de bir darbe yaptılar, onu astılar.

 

“—Sen İmam Hatip okullarını açtın!” diye asmıyorlar. “Bizim niyetimizi engelledin!” diye asıyorlar.

İşin aslı, dilimin altındaki baklayı çıkardığım zaman söyleyeceğim söz, bu. Türkiye’deki dini gelişmeyi bir dereceye kadar sağlayan Adnan Menderes’in hâkim olduğu devrede, 1950 yılında halk partisi seçimle düşürüldü. 1960 yılında Adnan Menderes ihtilalle devrildi.

1950-1960 arasında Adnan Menderes halka taviz verdi, dincilere taviz verdi, İmam hatip okulları açtı. “Şöyle böyle” diyerek, darbe yaparak, adamı astılar.

Ama bu haksız bir asmaydı, demokrasiye aykırıydı. Sonra devlet törenleriyle Menderes için vatan caddesinde türbe yapıldı. Oraya getirildi, özür dilediler; ama ölen öldükten sonra bir daha geri gelmiyor. Menderes’e bu haksızlık yapılmıştı.

Neden yapılmıştı?

“—Dini eğitime kapı açtı, çanak tuttu, sebep oldu.” diye.

 

O zamandan beri laikliği “dini serbestlik” diye değil de, dinsizlik olarak anlıyorlar.

Protestanlar istediği gibi kilisesinde çalışsın, Katolikler istediği gibi çalışsın, Evangelistler istediği gibi çalışsın. Kimse kimseye sataşamasın, kavga, gürültü, patırtı etmesin diye. Laiklik bu.

Çok kızdılar, haksız bir kızmaydı. Öldürdüler, cinayetti. Çünkü seçilmiş bir başbakan, devrilemez. Bunun kanuni bir dayanağı yoktur. Düpedüz kanunları, anayasayı çiğnemektir. Çiğnediler, adamı öldürdüler. Çünkü önce kuvvetliler işi yapıyor, sonra kanunlarını kendilerine göre ayarlıyorlar. Dünyanın diğer ülkelerinde böyle oluyor. Hatta ileri ülkelerinde bile, kuvvetliler istediklerini yaptırır, kanunlar onların arkasından gelir.

Mesela bir banka, çok uluslu bir şirket, daima hükümete istediğini yaptırır. Amerika’da da, İngiltere’de de. Maalesef…

 

O zamanlar o adamcağızı öldürdüler. Mazlumdu, Allah rahmet eylesin… Çünkü zulmederek öldürdüler, hakları yoktu. Hapsedebilirlerdi, ceza verebilirlerdi. Zaten başbakanlıktan devirmek bir cezadır, yeterli. Ondan sonraki ihtilallerde öldürmece yok, devirmece var. Bowling şişeleri gibi deviriyorlar, tamam; sayı alıyorlar.

Adnan Menderes’i devirdikleri zaman, basında yayında bu zikredildi:

“—Bu adam çok kötü adam, İmam Hatip okullarını açtı.” diye.

Ama o çalışma içinde İmam Hatip okullarını açmakta bir de fitne fesat düşünenler vardı. Ben o zamanların oyunlarını çok iyi bilen, belgeli insanım. O yaşlarda, o şeyleri çok iyi biliyorum.

“—Türkiye’de devrimlere, laikliğe bağlı, Atatürkçü din adamı yetiştireceğiz. Çünkü bıraktığımız zaman yerin altına giriyorlar, gerici eğitim oluyor. Yerin üstüne çıkaralım, kontrol edelim. Böylece ilerici din adamı yetiştirelim.” dediler.

 

İlerici din adamının özellikleri nedir?

En başta gelen özelliği, kravat takmasıdır. Onun için kravattan hiç vazgeçilmedi. O günden beri de buralara gönderdikleri hocalara, ilk boyunlarına taktıkları, sıktırdıkları kravattır. Sonra sakal bıyık düzelecek. Bu da bir şart. Sakal bıraktı mı işinden oluyor. Türkiye’deki bütün camileri müfettişler çok iyi takip eder. İlla kravat takacak. Senin gibi böyle kravatsız dolaşanlara ihtar ettir, sonu kötektir.

Ben İlâhiyat Fakültesi’ndeyken kravatı sevmiyorum, anti kravatistim. Kravatı sevmeyen bir insanım, kusuruma bakma. Boyunlu, yarım balıkçı kazak giyerdim. Çok hoşuma giderdi Yünlüsü veya pamuklusu… Onu giyerdim, beni radyoya veya televizyona konuşmaya çağırırlardı. İlahiyatta hocayım ya, biraz da edebiyatçıyım, Türk İslâm edebiyatı profesörüyüm.

Benim talebem orada, TRT’de görevli Asaf Demirbaş var, şimdi ünlü oldu. Benim talebemdir o, ilahiyattan mezundur. İlerici biridir, onun için onu oraya aldılar. Fakültedeyken de ilerici gençlik hareketinin başındaydı. Gerici olduğum halde o beni çok sever. Bazen zıt olanlar birbirlerini sevebiliyor.

“—Hocam, ne olur konuş.” der, yalvarır yakarır.

Ankara radyosunda da Kafkas kökenli, Düzceli, Faruk Ermemiş vardır; da çok sever.

“—Aman hocam, ne olur gel konuş, hocam!”

Asaf beni çağırdı, ben bir sefer yarım balıkçı kazak giyme-mişim. Yakalı yün gömlekli, aşağı doğru açık değil. Onu giymişim. Vallahi ona kravat taktırdı. Ağzımdan girdi, burnumdan çıktı, yün gömleğin üstüne kravat taktırdı. Halbuki kravat takılan bir kıyafet değil.

Demek ki ilerici olmanın alametlerinden birisi, kravat. ”Ben kravat takmadım.” diye fakültedeki ilerici arkadaşlar; ”Niye kravat takmıyorsun?” diye bana sataşırlardı.

1960’da ihtilal oldu. Bunları yarı şaka söylüyorum. Mizahla, hicvederek söylüyorum. Bunlar acı gerçeklerdir. Yirminci Yüzyıl’da çağdaş bir ülkede, bunlara gülerler, ayıplarlar:

“—Sana ne el alemin kravatından? Sana ne adamın şusundan, busundan, inancına ne karışıyorsun?” derler.

Ben bunları üzüldüğüm için, “Sohbet tatlı olsun!” diye, iğneleyerek, edebiyat yaparak anlatıyorum.

 

Dinci tavır 1960’da Menderes’in başını yaktı. Aynı hava, 1997’de de Erbakan’ın başını yaktı. Halbuki bütçeyi düzeltmişti, havuzu doldurmağa başlamıştı, değil mi? Havuz dolmaya başlamıştı, borçlar ödenmeye başlamıştı, yatırımlar yapılmaya başlanmıştı. 

Dış ticarette iyi bir durum vardı. Dış politikada bağımsız, serbest bir dış siyaset uygulanmaya başlanmıştı. Libya’ya gitmişti, kalktı İran’a gitti hayret edilecek bir cesaret. İran’da bir doğalgaz anlaşması yaptı, Rusya’dan aldığımız doğalgazdan daha ucuz doğalgaz getirmeye kalkıyor. Çok büyük suçlar işledi.

Ondan sonra baktılar ki bu adam İsrail’e yüz vermiyor, İran’la küsüşmüyor, Libya’yla darılmıyor; bu Amerika’nın hoşuna gitmedi, Batının da hoşuna gitmedi.

“—Bu böyle giderse Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde bayağı bir gelişmeler olacak.” demeye başladılar.

 

Ama doğrudan doğruya bunları söyleyerek bir insanı deviremezlerdi. ”İnkılâplar, devrimler elden gidiyor!” demeye başladılar. Halbuki devrimler olduğu gibi duruyordu. Hepsi çarşıda pazarda, kılıkta kıyafette, radyoda televizyonda gazetede mazetede… Devrim her yerde var. Aynen devam ediyordu, aynı hava esiyordu.

Ama devrimbazlar birden, “Devrimler elden gidiyor.” demeye başladılar. Oradan tutturdular. O arada birkaç doğru söz söylediler.

Dediler ki:

“—İmam Hatip okullarını öne çıkardılar. İmam Hatip okulları senede şu kadar mezun veriyor. Bilmem şu yılına gelindiğinde bütün tahsillilerin yüzde şu kadarı İmam Hatipli olacak. Felaket. Milli felaket! Türkiye İmam Hatipli olacak!”

Sen İmam Hatipli gördün mü? Elli ayaklı, saçlı sakallı! İmam Hatipli korkunç mahluktur, bunların adedi çoğalacak. Bunlar adam yerler. Mısır gibi, hatur hutur önüne geleni yerler.

 

İmam Hatip sanki devletin diploma verdiği okul değilmiş, devletin düşmanıymış gibi; acaip! Belki burada da kaç tane teknik eleman olmuş İmam Hatipli vardır. Allah aşkına içinizde kökeni İmam Hatipli olan yok mu? Var. Bunlar sizi bir yerinizden kemirdi, yedi mi? Kulağınızı, mulağınızı...

Ne olmuş? İmam Hatipler artacak. Maksat o değil. Türkiye’nin siyasetini elden kaçırıyorlar. Emperyalizm, Türkiye’de siyaseti elden kaçırıyor. Çünkü Türkiye kendi kendine hareket edecek hâle gelme istidadı gösteriyor.

Kendisinin yetiştirdiği mühendisler var, bilim adamları var. Amerika’da okumuşlar, Avrupa’da doktora yapmışlar. Gelmişler işlerin başına geçmişler, bayağı bayağı hesap yapmasını biliyorlar, kitap yapmasını biliyorlar, memleketin lehine kararlar almaya başlamışlar. “Doğalgaz burada daha ucuz!” demişler. Ucuz olan bir şey için İngiliz, dinine imanına bakar mı? Nerede ucuzsa oradan alır.

Allah aşkına söyleyin, var mıdır böyle saçma kaide! Amerika bir şey alacaksa İran’da daha ucuz olduğunu bilsin, bizden önce balıklama atlar. Yeter ki ucuz olduğunu bilsin.

 

Bu hikâyeydi. Köşedeki bir arkadaşımız malesef acı bir gerçek söylemişti:

“—Bizim halkımız biraz aptaldır!”

Bizim halkımız aptal değildir ama, hukukunu korumakta biraz tembeldir. Bilir, şeytanlığın hepsini anlar, şıp diye anlar. Bizim çarıklı, köylü dayı bir işin kökünü, ciğerinin köşesini üniversitedeki profesörden daha iyi bilir. Ama ne yapacağını bilmez, bizim halkımızın zaafı budur.

Korktukları İmam Hatip okulları. İmam Hatip okulunda okuyanlar darılmasınlar; aslında İmam Hatip okulları hep de dindar yetiştirmiyor. Anasının babasının zoruyla buralara gitmiş çocuklar, anası babası görmezse cuma namazına bile gitmez, kaytarırdı. Biz bizeyiz, doğruyu söyleyelim.

 

İlâhiyat Fakültesi’nden talebelerim vardı. Ben askerliği geç yaptım, doçentken yaptım. Balık gibi ellerinden kaçıyordum, zorla yakaladılar. ”Aman şu doçentliği bitireyim, öyle asker olayım!” diye geç gittim askere. Geç gidince talebelerimle aynı zamanda askerlik yaptım. Benim İlahiyattan mezun talebelerimin içinde içki içip kumar oynayan, namaz kılmayıp, cünüp gezenler vardı. Hocası olduğum halde, piyade okulunda yanıma gelip “Hocam, hoş geldin.” diyemeyip kaçanlar vardı. İlahiyat mezunu…

Bu okulların da tam dindar yetiştirme diye bir teminatları yok. Yalnız bir şey var ki, bunu Mesut Yılmaz da daha birkaç ay önceki konuşmalarında söylemişti. Halkımız çocuklarını oraya “İmam Hatip olsun!” diye göndermiyor. ”Çocuklarım kaybolmasın; dinini, imanını öğrensin!” diye gönderiyor.

 

Dini tahsili kendisi veremiyor, “Dini tahsilini yapsın da ne olursa olsun!” diye gönderiyor.

Ben de çocuğumu öyle gönderdim. Benim oğlum İmam Hatibe gitmek istemedi. “Baba, ben başka yerde okumak istiyorum.” dedi.

“—Evladım, ben ilâhiyat profesörüyüm ama, sana dinini öğretmeye vaktim yok. Günde sekiz tane yere uğruyorum. Bir hava bulur, sen İmam Hatip’te Arapça öğrenirsin, sureleri öğrenirsin, namazı niyazı, orucu, haccı, zekâtı öğrenirsin, edebi öğrenirsin, dini ahkâmını, bir din kültürünü şöyle kabaca öğrenirsin. İmam Hatip lisesini bitirince nereye gidersen git!” dedim.

Ondan sonra hakikaten Amerika’ya gitti, işletme tahsilini yaptı, geldi.

 

İmam Hatip okuluna gidenler; “İmam hatip olacağım!” diye gitmiyor zaten. ”Bu okullar bizim milli cemiyetimize, irfanımıza, mazimize uygun eğitim veriyor; biraz dini bilgiler öğretiyor.” diye gönderiyor.

Ama öteki laik liselerden bir farkı yok. Aynı matematik, aynı fizik, aynı kimya, hepsi okutuluyordu; bir de “Bunlar başarısız olsun!” diye ayrıca dini dersler yükleniliyordu. ”Yükleri ağır olsun da hızlı gidemesinler!” diye.

Fakat çocuklar bu fazla yükleri de çekip, daha kuvvetli yetişiyorlardı. Hani daha fazla halter kaldıranın ötekisinden daha kuvvetli olması gibi…

 

Bunu gördüler. Bu sefer dediler ki:

“—İmam hatip okulları, falanca partinin arka bahçesi haline geldi.”

Bu bir yalan. Vallahi billahi yalan. Hepsi o partiyi tutmaz. Yalan!

Başörtüsünde de yalan söylediler:

“—Başörtüsü bir partinin simgesi olmuş!”

Yalan! Adalet partililerden de CHP’lilerden de başını örten yok mu? Netice itibariyle imam hatip okulu kaynaklıların, milliyetçi, memleketine faydalı insanlar olacaklarını anladıkları için emperyalizm bunlardan çekindi.

Kanada Malkini üniversitesinde İmam Hatipler hakkında hakkında araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalar bilimsel üniversite yayınlarında yayınlandı. Avrupalı, Amerikalı teşkilatlar, misyonerlik teşkilatları bal gibi biliyor. Türkiye’nin nereye kaydığını, ne olduğunu, ne bittiğini biliyor. Memleketini seven insanların nasıl yetiştiğini biliyor. Onu tehlikeli gördüler. ”Türkiye’de hristiyanlık yayılamayacak.” diye onu kısıtlama kararı aldılar.

 

Mesut Yılmaz Amerika’ya gittiği zaman dedi ki;

“—Biz bu sekiz yıllık kararı, kökten dincilerle mücadele için çıkarıyoruz.”

Sekiz yıl olunca, çocuklar hep sekiz yıl okuyacaklar; ondan sonra İmam Hatibin lise kısmı üç sene, onlara yetmeyecek.

“—Önce İmam hatip okulları engellenecek!” diye yapıyoruz, dedi. Ama Türkiye’ye geldiği zaman da milleti kandırmak için; ”Eğitim daha yüksek olsun!” diye demeye başladı.

Halbuki eğitimin İngiltere’deki uygulamasını, Almanya’daki uygulamasını biliyorsunuz. İhtisasa ayırma çok öncelerden başlar, sekiz yıl beklemezler. Çocuğun kabiliyetine göre ayırırlar. Anaokulundan ayırırlar, arkadaşımız söylüyor.

 

Onun için, bu bir aldatmaca ve göz boyama. Bunun ikinci bir yönü var: O da sekiz yıllık eğitimi bir ilericilik gericilik mücadelesine getirip bir sürü vergiyi koydular Vergilere itiraz edenlere, “İtiraz ediyor.” diye değil, “yarasa beyinli” diye hücum ettiler.

Halbuki çok paralar, çok vergiler konuldu. Posta ücretleri belimizi büker hâle geldi. Biz yayın yapıyoruz, sağa sola yayınları gönderiyoruz, kaç misli arttı.

Onun için Ecevit’in huyudur. Kıbrıs’ı fethetmeye giderken “Barış Harekâtı” diye isimlendirdi. Mermileri alırken de böyle bir numara çekti. İşin aslı iki tane kökene iniyor:

Bir, imam hatip okullarını tırpanlamak, kesmek. “Budamak” desek belki işe yarar. Kökünden kesmek, köklerini kazımak.

İki, delik deşik olan bütçeye, taşları çatlamış olduğundan su kaçıran havuza, yeni vergilerle, yeni para toplamak. “Biz vergi yapıyoruz, çünkü memleketin hâli kötü” dese olmaz.

 

İşi anlatırken diyorlar ki;

“—Sekiz yıllık eğitim yapacağız, aydın kafalı insan olacak!”

Şimdiye kadar ki mezun bütün İmam Hatipliler sanki karanlık kafalıymış gibi hepsine hakaret ediyor.

“—Onlar cumhuriyetin okulları olacak.” diyor.

Daha öncekiler nerenin okuluydu? Padişahların okulu muydu?

Böyle bir takım aldatmacalarla işi buraya götürdüler. Ama bu devam etmez, etmesin, etmemesini temenni ediyoruz. Akıl ve mantık hâkim olsun.

 

Soru sorana teşekkür ediyorum. Beni dinlediğiniz için sizlere de “Allah razı olsun!” diyorum.

Bu devam etmez, bir yerden patlayacak; gerçekten öyle olacak. Hatta çok pişman, rezil ve perişan olacaklar. Çünkü bir sel geliyor, bunlar selin önüne duvar yapmaya çalışıyorlar. Olmaz!

Ama eylem yapmayı bilmeyen halkımızı, eyleme alıştırıyorlar. Bir bakıma da faydalı oluyor. Eylemi öğrendi mi durduramazlar. “Ben böyle inanıyorum, kardeşim!” diyecek.

Birisi gelmiş bize faizi methediyordu. Benim arkadaşım vardı;

“—Kes sesini!” dedi, “Ben faizin haram olduğuna inanıyorum, seni dinlemek istemiyorum! Ben müslümanım, bu konuda seninle konuşmak istemiyorum!” dedi, adam kızardı.

İş icabı karşı karşıyaydık, kızardı bozardı.

 

Halk; “Ben şunu istiyorum, bunu istemiyorum!” dediği zaman, 20. Yüzyıl’da halkı baskı altında tutmanın imkânı yok artık. 17. 18. Yüzyıl’da bile olmamış, imparatorluklar bile yıkılmış. Rusya yıkıldı. Yaptıkları olacak şey değil; ben hayret ediyorum. ”Siz bunu ne cesaretle yapıyorsunuz?” diye hayret ediyorum.

Bunu yazılarımda da belirttim. Bunları, eline el bombası almış da oynayan bir çocuk gibi görüyorum. Patlatacaklar! Cahil! Bir şeyden haberleri yok. Toplumu tanımıyorlar, cahiller, çok cahil!

“—Siyasi hayatıma mal olsa bile bu işi yapacağım!” diyor.

Yarın öbür gün bir anarşist çıkacak, vuracak. O zaman siyasi hayatı değil, nebatî hayatı da kalmayacak.. O noktaya gelecek; onu anlayamıyor. Amerika’da Kennedy’i vurdular. Mısır’da Enver Sedat’ı vurdular. O kadar akıntıya kürek çekilmez ki. Müslümanı anarşist yapmaya çalışıyorlar

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

Benzer Sorular

Kaynağa git