4. HATM-İ HÂCEGÂN

5. ÖĞRENCİ MESELELERİ



a. İmam-Hatip Okullarının Geleceği


1. Soru:

“Son kararlarla Türkiye’deki İmam Hatip okullarının durumu ne olacak?”


Muhterem kardeşlerim! Bu konu, benim Ankara Üniversitesi’nde profesör olduğum, doçent olduğum zamanlardan beri vardı ki, ben on yıl önce 1987’de emekli oldum. Ondan önceki kalkınma planları yapılırken, kalkınma planlarında devlet planlama teşkilatının (DPT) kurduğu komisyonların birisinde, eğitim komisyonunda görevliydim. O zamanlardan beri güncelliği kalkmamış olan, rafa kaldırılmamış olan bir konudur. Hatta daha önceye gidelim. 1960 yılında Türkiye’de askerler darbe yapmışlardır. Zamanın başbakanını, Adnan Menderes’i, hapsetmişler, muhakeme etmişler ve sonra idam etmişlerdir. Büyük bir acı olay, biliyorsunuz. 1960-1997, 37 yıl önce.


O zamanlarda Adnan Menderes’e yöneltilen suçlamalar arasında bu da var. Adnan Menderes neden suçlanıyor, ne kabahat yaptı da asılıyor? Adnan Menderes’i asmaya sebep olarak gösterilen suçlamalardan birisi de İmam-Hatip okullarını açmasıdır.

Bu şu demek: Biraz kapalı konuştuğun zaman, Türkçe’de, “Dilinin altındaki baklayı çıkart.” derler. ”Ne demek istiyorsan söyle.” derler.

Adnan Menderes dindarlara biraz imkân sağladığı için asıldı.

Adnan Menderes biraz Türk halkının istediği din hürriyetini sağladı, demokrasiyi getirdi. Seçimle Halk partisinin baskıcı rejimini devirdi. Ezan Türkçe okutulmaya başlanmıştı. ”Bu aslî ibadet diline dönsün.” diye Arapça’ya döndürdü.

Herkes dinini öğrenmek istiyordu. Dinini öğrenmek için çare arıyordu. Ama inkılâp kanunlarından bir tevhîd-i tedrisat kanunu

84

vardı, o mâni idi. İnkılâplar yapıldığı zaman, din okulları kapatılmıştı, medreseler kapatılmıştı. Eğitim bir çeşit hâline getirilmişti.


Tevhîd-i tedrisat, eğitimi tek tip yapmak demek. İkili eğitim olmayacak. Medrese eğitimi ve laik eğitim olmayacak; “Hepsi laik olacak.” diye, bir inkılâp kanunu var. Bu varken, halk istese bile onların yanına da kimse yanaşamıyor. Türkiye’nin demokrasisi...

Adnan Menderes bu sorunu, bu meseleyi şöyle aştı:

“—Türkiye’de camiler var. Din eğitimi kökünden kapandığı için artık camilere imam bulunmuyor. Köylerde cenaze namazı kılacak insan bulunmuyor. Ölüyü yıkayacak din görevlisi bulunmuyor. Son görevleri yapacak insan bulunmuyor. Bu bir meslektir, o halde bu mesleğin bir meslek okulunu açıyoruz; tevhîd-i tedrisata aykırı değil.” dedi ve İmam Hatip okullarını öyle açtı;

“—İmam ve Hatip Meslek okulu.” Sağlık yüksekokulu gibi, ziraat okulu gibi, meslek okulu gibi… Meslek okulları açmak serbest; çünkü tevhîd-i tedrisata uygun. İşi böyle kılıfına uydurdu. İnkılâp kanunlarını çiğnedi. Çiğnedi ama laikler de bir darbe yaptılar, onu astılar.


“—Sen İmam Hatip okullarını açtın!” diye asmıyorlar. “Bizim niyetimizi engelledin!” diye asıyorlar.

İşin aslı, dilimin altındaki baklayı çıkardığım zaman söyleyeceğim söz, bu. Türkiye’deki dini gelişmeyi bir dereceye kadar sağlayan Adnan Menderes’in hâkim olduğu devrede, 1950 yılında halk partisi seçimle düşürüldü. 1960 yılında Adnan Menderes ihtilalle devrildi.

1950-1960 arasında Adnan Menderes halka taviz verdi, dincilere taviz verdi, İmam hatip okulları açtı. “Şöyle böyle” diyerek, darbe yaparak, adamı astılar.

Ama bu haksız bir asmaydı, demokrasiye aykırıydı. Sonra devlet törenleriyle Menderes için vatan caddesinde türbe yapıldı. Oraya getirildi, özür dilediler; ama ölen öldükten sonra bir daha geri gelmiyor. Menderes’e bu haksızlık yapılmıştı.

Neden yapılmıştı?

“—Dini eğitime kapı açtı, çanak tuttu, sebep oldu.” diye.

85

O zamandan beri laikliği “dini serbestlik” diye değil de, dinsizlik olarak anlıyorlar.

Protestanlar istediği gibi kilisesinde çalışsın, Katolikler istediği gibi çalışsın, Evangelistler istediği gibi çalışsın. Kimse kimseye sataşamasın, kavga, gürültü, patırtı etmesin diye. Laiklik bu. Çok kızdılar, haksız bir kızmaydı. Öldürdüler, cinayetti. Çünkü seçilmiş bir başbakan, devrilemez. Bunun kanuni bir dayanağı yoktur. Düpedüz kanunları, anayasayı çiğnemektir. Çiğnediler, adamı öldürdüler. Çünkü önce kuvvetliler işi yapıyor, sonra kanunlarını kendilerine göre ayarlıyorlar.

Dünyanın diğer ülkelerinde böyle oluyor. Hatta ileri ülkelerinde bile, kuvvetliler istediklerini yaptırır, kanunlar onların arkasından gelir.

Mesela bir banka, çok uluslu bir şirket, daima hükümete istediğini yaptırır. Amerika’da da, İngiltere’de de. Maalesef…


O zamanlar o adamcağızı öldürdüler. Mazlumdu, Allah rahmet eylesin… Çünkü zulmederek öldürdüler, hakları yoktu.

86

Hapsedebilirlerdi, ceza verebilirlerdi. Zaten başbakanlıktan devirmek bir cezadır, yeterli. Ondan sonraki ihtilallerde öldürmece yok, devirmece var. Bowling şişeleri gibi deviriyorlar, tamam; sayı alıyorlar.

Adnan Menderes’i devirdikleri zaman, basında yayında bu zikredildi:

“—Bu adam çok kötü adam, İmam Hatip okullarını açtı.” diye.

Ama o çalışma içinde İmam Hatip okullarını açmakta bir de fitne fesat düşünenler vardı. Ben o zamanların oyunlarını çok iyi bilen, belgeli insanım. O yaşlarda, o şeyleri çok iyi biliyorum.

“—Türkiye’de devrimlere, laikliğe bağlı, Atatürkçü din adamı yetiştireceğiz. Çünkü bıraktığımız zaman yerin altına giriyorlar, gerici eğitim oluyor. Yerin üstüne çıkaralım, kontrol edelim. Böylece ilerici din adamı yetiştirelim.” dediler.


İlerici din adamının özellikleri nedir?

En başta gelen özelliği, kravat takmasıdır. Onun için kravattan hiç vazgeçilmedi. O günden beri de buralara gönderdikleri hocalara, ilk boyunlarına taktıkları, sıktırdıkları kravattır. Sonra sakal bıyık düzelecek. Bu da bir şart. Sakal bıraktı mı işinden oluyor. Türkiye’deki bütün camileri müfettişler çok iyi takip eder. İlla kravat takacak. Senin gibi böyle kravatsız dolaşanlara ihtar ettir, sonu kötektir.

Ben İlâhiyat Fakültesi’ndeyken kravatı sevmiyorum, anti kravatistim. Kravatı sevmeyen bir insanım, kusuruma bakma. Boyunlu, yarım balıkçı kazak giyerdim. Çok hoşuma giderdi

Yünlüsü veya pamuklusu… Onu giyerdim, beni radyoya veya televizyona konuşmaya çağırırlardı. İlahiyatta hocayım ya, biraz da edebiyatçıyım, Türk İslâm edebiyatı profesörüyüm.

Benim talebem orada, TRT’de görevli Asaf Demirbaş var, şimdi ünlü oldu. Benim talebemdir o, ilahiyattan mezundur. İlerici biridir, onun için onu oraya aldılar. Fakültedeyken de ilerici gençlik hareketinin başındaydı. Gerici olduğum halde o beni çok sever. Bazen zıt olanlar birbirlerini sevebiliyor.

“—Hocam, ne olur konuş.” der, yalvarır yakarır.

Ankara radyosunda da Kafkas kökenli, Düzceli, Faruk Ermemiş vardır; da çok sever.

87

“—Aman hocam, ne olur gel konuş, hocam!” Asaf beni çağırdı, ben bir sefer yarım balıkçı kazak giyme- mişim. Yakalı yün gömlekli, aşağı doğru açık değil. Onu giymişim. Vallahi ona kravat taktırdı. Ağzımdan girdi, burnumdan çıktı, yün gömleğin üstüne kravat taktırdı. Halbuki kravat takılan bir kıyafet değil.

Demek ki ilerici olmanın alametlerinden birisi, kravat. ”Ben kravat takmadım.” diye fakültedeki ilerici arkadaşlar; ”Niye kravat takmıyorsun?” diye bana sataşırlardı.

1960’da ihtilal oldu. Bunları yarı şaka söylüyorum. Mizahla, hicvederek söylüyorum. Bunlar acı gerçeklerdir. Yirminci Yüzyıl’da çağdaş bir ülkede, bunlara gülerler, ayıplarlar:

“—Sana ne el alemin kravatından? Sana ne adamın şusundan, busundan, inancına ne karışıyorsun?” derler.

Ben bunları üzüldüğüm için, “Sohbet tatlı olsun!” diye, iğneleyerek, edebiyat yaparak anlatıyorum.


Dinci tavır 1960’da Menderes’in başını yaktı. Aynı hava, 1997’de de Erbakan’ın başını yaktı. Halbuki bütçeyi düzeltmişti, havuzu doldurmağa başlamıştı, değil mi? Havuz dolmaya başlamıştı, borçlar ödenmeye başlamıştı, yatırımlar yapılmaya başlanmıştı.

Dış ticarette iyi bir durum vardı. Dış politikada bağımsız, serbest bir dış siyaset uygulanmaya başlanmıştı. Libya’ya gitmişti, kalktı İran’a gitti hayret edilecek bir cesaret. İran’da bir doğalgaz anlaşması yaptı, Rusya’dan aldığımız doğalgazdan daha ucuz doğalgaz getirmeye kalkıyor. Çok büyük suçlar işledi.

Ondan sonra baktılar ki bu adam İsrail’e yüz vermiyor, İran’la küsüşmüyor, Libya’yla darılmıyor; bu Amerika’nın hoşuna gitmedi, Batının da hoşuna gitmedi. “—Bu böyle giderse Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde bayağı bir

88

gelişmeler olacak.” demeye başladılar.


Ama doğrudan doğruya bunları söyleyerek bir insanı deviremezlerdi. ”İnkılâplar, devrimler elden gidiyor!” demeye başladılar. Halbuki devrimler olduğu gibi duruyordu. Hepsi çarşıda pazarda, kılıkta kıyafette, radyoda televizyonda gazetede mazetede… Devrim her yerde var. Aynen devam ediyordu, aynı hava esiyordu.

Ama devrimbazlar birden, “Devrimler elden gidiyor.” demeye başladılar. Oradan tutturdular. O arada birkaç doğru söz söylediler.

Dediler ki:

“—İmam Hatip okullarını öne çıkardılar. İmam Hatip okulları senede şu kadar mezun veriyor. Bilmem şu yılına gelindiğinde bütün tahsillilerin yüzde şu kadarı İmam Hatipli olacak. Felaket. Milli felaket! Türkiye İmam Hatipli olacak!” Sen İmam Hatipli gördün mü? Elli ayaklı, saçlı sakallı! İmam Hatipli korkunç mahluktur, bunların adedi çoğalacak. Bunlar adam yerler. Mısır gibi, hatur hutur önüne geleni yerler.


İmam Hatip sanki devletin diploma verdiği okul değilmiş, devletin düşmanıymış gibi; acaip! Belki burada da kaç tane teknik eleman olmuş İmam Hatipli vardır. Allah aşkına içinizde kökeni İmam Hatipli olan yok mu? Var. Bunlar sizi bir yerinizden kemirdi, yedi mi? Kulağınızı, mulağınızı...

Ne olmuş? İmam Hatipler artacak. Maksat o değil. Türkiye’nin siyasetini elden kaçırıyorlar. Emperyalizm, Türkiye’de siyaseti elden kaçırıyor. Çünkü Türkiye kendi kendine hareket edecek hâle gelme istidadı gösteriyor.

Kendisinin yetiştirdiği mühendisler var, bilim adamları var. Amerika’da okumuşlar, Avrupa’da doktora yapmışlar. Gelmişler işlerin başına geçmişler, bayağı bayağı hesap yapmasını biliyorlar, kitap yapmasını biliyorlar, memleketin lehine kararlar almaya başlamışlar. “Doğalgaz burada daha ucuz!” demişler. Ucuz olan bir şey için İngiliz, dinine imanına bakar mı? Nerede ucuzsa oradan alır.

Allah aşkına söyleyin, var mıdır böyle saçma kaide! Amerika bir şey alacaksa İran’da daha ucuz olduğunu bilsin, bizden önce

89

balıklama atlar. Yeter ki ucuz olduğunu bilsin.


Bu hikâyeydi. Köşedeki bir arkadaşımız malesef acı bir gerçek söylemişti:

“—Bizim halkımız biraz aptaldır!” Bizim halkımız aptal değildir ama, hukukunu korumakta biraz tembeldir. Bilir, şeytanlığın hepsini anlar, şıp diye anlar. Bizim çarıklı, köylü dayı bir işin kökünü, ciğerinin köşesini üniversitedeki profesörden daha iyi bilir. Ama ne yapacağını bilmez, bizim halkımızın zaafı budur.

Korktukları İmam Hatip okulları. İmam Hatip okulunda okuyanlar darılmasınlar; aslında İmam Hatip okulları hep de dindar yetiştirmiyor. Anasının babasının zoruyla buralara gitmiş çocuklar, anası babası görmezse cuma namazına bile gitmez, kaytarırdı. Biz bizeyiz, doğruyu söyleyelim.


İlâhiyat Fakültesi’nden talebelerim vardı. Ben askerliği geç yaptım, doçentken yaptım. Balık gibi ellerinden kaçıyordum, zorla yakaladılar. ”Aman şu doçentliği bitireyim, öyle asker olayım!” diye geç gittim askere. Geç gidince talebelerimle aynı zamanda askerlik yaptım. Benim İlahiyattan mezun talebelerimin içinde içki içip kumar oynayan, namaz kılmayıp, cünüp gezenler vardı. Hocası olduğum halde, piyade okulunda yanıma gelip “Hocam, hoş geldin.” diyemeyip kaçanlar vardı. İlahiyat mezunu…

Bu okulların da tam dindar yetiştirme diye bir teminatları yok. Yalnız bir şey var ki, bunu Mesut Yılmaz da daha birkaç ay önceki konuşmalarında söylemişti. Halkımız çocuklarını oraya “İmam Hatip olsun!” diye göndermiyor. ”Çocuklarım kaybolmasın; dinini, imanını öğrensin!” diye gönderiyor.


Dini tahsili kendisi veremiyor, “Dini tahsilini yapsın da ne olursa olsun!” diye gönderiyor. Ben de çocuğumu öyle gönderdim. Benim oğlum İmam Hatibe gitmek istemedi. “Baba, ben başka yerde okumak istiyorum.” dedi.

“—Evladım, ben ilâhiyat profesörüyüm ama, sana dinini öğretmeye vaktim yok. Günde sekiz tane yere uğruyorum. Bir hava bulur, sen İmam Hatip’te Arapça öğrenirsin, sureleri öğrenirsin, namazı niyazı, orucu, haccı, zekâtı öğrenirsin, edebi

90

öğrenirsin, dini ahkâmını, bir din kültürünü şöyle kabaca öğrenirsin. İmam Hatip lisesini bitirince nereye gidersen git!” dedim.

Ondan sonra hakikaten Amerika’ya gitti, işletme tahsilini yaptı, geldi.


İmam Hatip okuluna gidenler; “İmam hatip olacağım!” diye gitmiyor zaten. ”Bu okullar bizim milli cemiyetimize, irfanımıza, mazimize uygun eğitim veriyor; biraz dini bilgiler öğretiyor.” diye gönderiyor.

Ama öteki laik liselerden bir farkı yok. Aynı matematik, aynı fizik, aynı kimya, hepsi okutuluyordu; bir de “Bunlar başarısız olsun!” diye ayrıca dini dersler yükleniliyordu. ”Yükleri ağır olsun da hızlı gidemesinler!” diye.

Fakat çocuklar bu fazla yükleri de çekip, daha kuvvetli yetişiyorlardı. Hani daha fazla halter kaldıranın ötekisinden daha kuvvetli olması gibi…


Bunu gördüler. Bu sefer dediler ki: “—İmam hatip okulları, falanca partinin arka bahçesi haline geldi.” Bu bir yalan. Vallahi billahi yalan. Hepsi o partiyi tutmaz. Yalan!

Başörtüsünde de yalan söylediler:

“—Başörtüsü bir partinin simgesi olmuş!” Yalan! Adalet partililerden de CHP’lilerden de başını örten yok mu? Netice itibariyle imam hatip okulu kaynaklıların, milliyetçi, memleketine faydalı insanlar olacaklarını anladıkları için emperyalizm bunlardan çekindi.

Kanada Malkini üniversitesinde İmam Hatipler hakkında hakkında araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalar bilimsel üniversite yayınlarında yayınlandı. Avrupalı, Amerikalı teşkilatlar, misyonerlik teşkilatları bal gibi biliyor. Türkiye’nin nereye kaydığını, ne olduğunu, ne bittiğini biliyor. Memleketini seven insanların nasıl yetiştiğini biliyor. Onu tehlikeli gördüler. ”Türkiye’de hristiyanlık yayılamayacak.” diye onu kısıtlama kararı aldılar.

91

Mesut Yılmaz Amerika’ya gittiği zaman dedi ki;

“—Biz bu sekiz yıllık kararı, kökten dincilerle mücadele için çıkarıyoruz.” Sekiz yıl olunca, çocuklar hep sekiz yıl okuyacaklar; ondan sonra İmam Hatibin lise kısmı üç sene, onlara yetmeyecek.

“—Önce İmam hatip okulları engellenecek!” diye yapıyoruz, dedi. Ama Türkiye’ye geldiği zaman da milleti kandırmak için; ”Eğitim daha yüksek olsun!” diye demeye başladı.

Halbuki eğitimin İngiltere’deki uygulamasını, Almanya’daki uygulamasını biliyorsunuz. İhtisasa ayırma çok öncelerden başlar, sekiz yıl beklemezler. Çocuğun kabiliyetine göre ayırırlar. Anaokulundan ayırırlar, arkadaşımız söylüyor.


Onun için, bu bir aldatmaca ve göz boyama. Bunun ikinci bir yönü var: O da sekiz yıllık eğitimi bir ilericilik gericilik mücadelesine getirip bir sürü vergiyi koydular Vergilere itiraz edenlere, “İtiraz ediyor.” diye değil, “yarasa beyinli” diye hücum ettiler.

Halbuki çok paralar, çok vergiler konuldu. Posta ücretleri belimizi büker hâle geldi. Biz yayın yapıyoruz, sağa sola yayınları gönderiyoruz, kaç misli arttı.

Onun için Ecevit’in huyudur. Kıbrıs’ı fethetmeye giderken “Barış Harekâtı” diye isimlendirdi. Mermileri alırken de böyle bir numara çekti. İşin aslı iki tane kökene iniyor:

Bir, imam hatip okullarını tırpanlamak, kesmek. “Budamak” desek belki işe yarar. Kökünden kesmek, köklerini kazımak.

İki, delik deşik olan bütçeye, taşları çatlamış olduğundan su kaçıran havuza, yeni vergilerle, yeni para toplamak. “Biz vergi yapıyoruz, çünkü memleketin hâli kötü” dese olmaz.


İşi anlatırken diyorlar ki;

“—Sekiz yıllık eğitim yapacağız, aydın kafalı insan olacak!” Şimdiye kadar ki mezun bütün İmam Hatipliler sanki karanlık kafalıymış gibi hepsine hakaret ediyor.

“—Onlar cumhuriyetin okulları olacak.” diyor.

Daha öncekiler nerenin okuluydu? Padişahların okulu muydu?

Böyle bir takım aldatmacalarla işi buraya götürdüler. Ama bu devam etmez, etmesin, etmemesini temenni ediyoruz. Akıl ve

92

mantık hâkim olsun.


Soru sorana teşekkür ediyorum. Beni dinlediğiniz için sizlere de “Allah razı olsun!” diyorum. Bu devam etmez, bir yerden patlayacak; gerçekten öyle olacak. Hatta çok pişman, rezil ve perişan olacaklar. Çünkü bir sel geliyor, bunlar selin önüne duvar yapmaya çalışıyorlar. Olmaz!

Ama eylem yapmayı bilmeyen halkımızı, eyleme alıştırıyorlar. Bir bakıma da faydalı oluyor. Eylemi öğrendi mi durduramazlar. “Ben böyle inanıyorum, kardeşim!” diyecek.

Birisi gelmiş bize faizi methediyordu. Benim arkadaşım vardı;

“—Kes sesini!” dedi, “Ben faizin haram olduğuna inanıyorum, seni dinlemek istemiyorum! Ben müslümanım, bu konuda seninle konuşmak istemiyorum!” dedi, adam kızardı.

İş icabı karşı karşıyaydık, kızardı bozardı.


Halk; “Ben şunu istiyorum, bunu istemiyorum!” dediği zaman, 20. Yüzyıl’da halkı baskı altında tutmanın imkânı yok artık. 17. 18. Yüzyıl’da bile olmamış, imparatorluklar bile yıkılmış. Rusya yıkıldı. Yaptıkları olacak şey değil; ben hayret ediyorum. ”Siz bunu ne cesaretle yapıyorsunuz?” diye hayret ediyorum.

Bunu yazılarımda da belirttim. Bunları, eline el bombası almış da oynayan bir çocuk gibi görüyorum. Patlatacaklar! Cahil! Bir şeyden haberleri yok. Toplumu tanımıyorlar, cahiller, çok cahil!

“—Siyasi hayatıma mal olsa bile bu işi yapacağım!” diyor.

Yarın öbür gün bir anarşist çıkacak, vuracak. O zaman siyasi hayatı değil, nebatî hayatı da kalmayacak.. O noktaya gelecek; onu anlayamıyor. Amerika’da Kennedy’i vurdular. Mısır’da Enver Sedat’ı vurdular. O kadar akıntıya kürek çekilmez ki. Müslümanı anarşist yapmaya çalışıyorlar


2. Soru:

Hocam, bir yerde ben sizi dinliyordum. Atla kılıçla ilgili bir hadis açıklıyordunuz. ”Şu anda at, kılıç televizyondur, radyodur.” diyordunuz. Bunların elinde bayağı büyük bir güç var; medya. Ben şahsen köy kökenliyim. İşte toplam yüz kişi nüfusu olan bir köy. Bu insanlar televizyonda bir şeyi dinlediği zaman, hâlâ acaba sorusu

93

soruyor. Adam namaz da kılıyor, oruç da tutuyor ama bilinçli değil.


Dedeleri öyle, torunlar öyle değil. Dedeleri değiştiremiyoruz. Kendilerinin haklarından haberleri yok. Bilseler… Milletvekiline sahip olamıyor. Ben milletvekilini

seçeceğim, milletvekili benim aleyhime bir şey söyleyecek. Milletvekillerine sahip olamıyor. Avrupa’da bu mümkün mü? Seçmeninin arzusunun hilafına bir iş yapacak. Haydi bakalım işçi partisi birazcık bir vergi koysun, Avrupa’da hemen devirirler. Adam menfaatini düşünüyor. “Ben istemiyorum.” diyor. ”Ben istemiyorum sekiz yıllık eğitimi; başına çal!” Bitti!

Şimdi onlar muhalif grupları organize etmeye çalışıyorlar. Ama muhalif grupların hepsini toplasan yine azınlık. Sonuçta birilerini ezdirecekler. Millet sabırlı. Kimler geldi, kimler geçti.


İmam Hatipleri kendileri açtılar, başka amaçla açtılar. Sonra amaçlarına uygun çalışmadığını gördüler, kapatmaya çalışıyorlar.

Bizim ilahiyatta talebelerimiz vardı; açık saçık kızlar. İlahiyatta ama sosyetik kökenden gelmiş bilmem nereden gelmiş. ”İslâm’ı yaşamıyorlar.” diye bizim onlara kaşlarımız çatık dururdu.. Tırnakları boyalı, alengirli gözlüklü, cafcaflı giyimli filan.

Sonradan onlar mezun oldular, gittikleri yerlerde İslâm’ı savunmaya başladılar. Çünkü dini ilimlerin bir özelliği var. Dini ilimleri öğrenen insan, “şu ihlâs, şu riya” diye ihlâsı ve riyayı birlikte öğrenir. İnsanın vicdanı olup da, aklı olup da riyayı seçmesi mümkün değil. Sonunda Allah’ın rızasını düşünür.


b. Okulda Hafızlık


Soru:

İmam-hatip lisesinde okuyorum. Okulda iken hafızlık yapmayı düşünüyorum. Ne tavsiye edersiniz?


Allah razı olsun, çok güzel düşüncesi var... Böyle genç yaşta

94

başlarsa insan, metodlu çalışırsa, hem de kuvvetli hafız olur. Senelere yayınca rahatlıkla olur inşaallah...

Tabii, hafızlık konsantre çalışmak ister. Evine bile gitmeyip Kur’an Kursu’nda devamlı çalışıp, kısa zamanda bitirmek en doğrusudur. Ama, onu yapamayacak, okula devam ediyor; tamam... Devam ederken yapacak; tamam... Yazları çalışacak, akşamları çalışacak; tamam... Bir yolla ilgisini devam ettirip, bu işi başarmağa çalışsın!


c. Okullarda Çeşitlilik


1. Soru:

Üniversiteye hazırlanıyoruz, hangi okulları tavsiye edersiniz?


Biz çeşitliliği tavsiye ediyoruz. Kardeşlerimiz muhtelif yerlere girsinler, girdikleri yerlerde İslâm’a hizmeti düşünsünler; çeşitlilik olsun... El-hamdü lillâh, müslümanlar içinde her dalda yetişmiş elemanlar var... En küçük kasabaya bile gidiyorum, böyle kalabalık toplantılar oluyor camide veya evlerde; çeşitli mesleklerden çok kıymetli kimseler var... Bu iyi bir şeydir.

Çeşitlilik iyidir. Yalnız, herkes kendi mesleğinde İslâm’a nasıl hizmet edeceğim diye düşünecek ve hizmete çalışacak! Meselâ, adam elektronikçidir; gelsin radyolarımızda çalışsın, hizmeti öyle yapsın! Doktordur; tıp konusunda hizmet etsin!


2. Soru:

Allah nasib ederse önümüzdeki dönemde İmam hatip lisesini bitireceğim. Okulu bitirdiğim zaman ticarete mi atılayım yoksa okumaya devam mı edeyim, ne buyurursunuz?


İmam hatip Okuluna girmiş olan bir insanın ana amacı din elemanı olmak olduğundan, sonuna kadar tahsiline devam etmesi, din yolunda, ilim yolunda yürümesi daha sevaplı olur.

Ama bir insanın okuyacak kapasitesi olmadığı anlaşılmışsa; İmam Hatibi zor bitirmiş ama üniversiteye malî imkânı yok,

95

bedenî imkânı yok, zihnî yeterliği yok… Ticaret yapabilir. O zaman helâl, hayırlı ticaret yapsın.

Dinî bilgileri İmam hatipte öğrendi. Din adamlığı yapamayacak. Pekâlâ, hayata atılsın. Ama yine de hangi meslekten olursa olsun, insanların dinî bilgileri iyi öğrenmeye gayret etmesi lâzım.


Eğer ticarete atılacaksam nasıl bir yol izleyeyim, ticareti nasıl yapayım? Eğer okumaya devam edeceksem hangi fakülteye gideyim?


İlahiyat fakültesine ya da ona benzer bir fakülteye gidebilir. Ona benzer fakülteden kastım Edebiyat Fakültesi gibi yerlerdir. Orada Arapça-Farsça öğreniyor. İslâm’a hizmeti mümkün oluyor. Sosyoloji öğreniyor. Topluma yönelik faydalı şeyler yapabiliyor. Hukuk Fakültesine gidiyor, hukuku öğreniyor. İslâm hukukunu öğreniyor. Faydalı oluyor…


3. Soru:

Üniversite imtihanında hukuk fakültesini tercih etmekte tereddütlüyüm. Hukuk fakültesini yazmam ve okumam câiz midir? Başka bir fakülteyi tavsiye eder misiniz?


Bana kalsa, ben ilâhiyatı tercih ederim. Çünkü, insanın dinini öğrenmesi, Kur’an-ı Kerim’i öğrenmesi bu yolla olacaktır. Onu

tavsiye ederim.

Ama, hukuk fakültesine giden insanlar da İslâm’a hizmet edebilir. Çünkü, öyle insanlara da ihtiyaç var...


4. Soru:

Tagutî bir ülkede hakim, savcı, avukat olmanın hükmü nedir?


Bunu hukuk fakültesinden mezun hukukçu kardeşlerim bana sormuşlardı. Ben dedim ki:

“—Ben bu meselelerin detayını iyi bilmiyorum. Hakimlik

96

yapmış olan, şimdi emekli olan, müslüman, mütedeyyin, ihvânımızdan bir kardeşimiz var; gidin ona sorun!” dedim.

Kalktılar, gittiler, İstanbul’da ona sordular. O demiş ki:

“—Ben bu mesleğin içinde yaşadım, emekli oldum. Nice nice müslümanlara nice nice faydalar sağladım. Nice nice adaletsizlikleri engelledim. Aman, bu işi yapın!” demiş.


Sonra bir başka misâl: Eyüp’te, sıkıyönetim zamanında, “Vay, siz izinsiz toplantı yaptınız.” diye otuz-kırk kişiyi tıkmışlar içeriye, nezarete atmışlar. Savcı almış bunları karşısına... Bakmış; hepsi sakallı, nur yüzlü, mübarek, mâsum insanlar... Şöyle onları kendisine getiren adama bakmış, bir bunlara bakmış. Ona demiş ki:

“—Utanmıyor musun, bunları benim karşıma getirmeğe? Bunların hepsi mâsum, karınca ezmez, haram yemez insanlar... Ne istiyorsun bunlardan? Defol karşımdan!” demiş.

Getiren maiyetinde tabii onun... Onu bir azarlamış. Ondan sonra da ötekilere demiş ki:

“—Beyler! Müslüman çocuklarınızı savcı hakim yetiştirin! Eğer benim yerimde bir başka dinsiz imansız birisi olsaydı, sizin epeyce canınızı yakar, sizi güzel terletirdi. Hadi bakalım gidin!” demiş. Onlara böyle nasihat çekip salıvermiş.

Bu cevap olabilir bu kardeşimize... Yâni hangi meslek olursa olsun, bir insan bulunduğu meslekte müslümanlığa, insanlığa, hayra, adalete hizmet edebilir; sıkı durursa...


d. Dikkati Toparlamak


1. Soru:

Ders çalışırken bazı hallerde dikkatimi toplayıp derse çalışamıyorum; çaresini söyler misiniz?


Dikkati dağıtan sebepler vardır. Dikkati toplamanın bir eğitim işi olduğunu, birtakım şartları olduğunu bilmeniz lâzım! Bazı kitaplar bunları yazarlar. İlim ve Sanat dergisini ilk çıkarttığımız

97

zaman, hediye olarak bir broşürümüzü vermiştik; ben de orada “Dikkati toplamanın usülleri nelerdir?” filân diye yazmıştım. (Sonradan Başarının Prensipleri diye kitap haline getirildi.)

Zihninde başka bir şey olursa, insan zihnini toparlayamaz. O işi yapacak, ondan sonra ders çalışmaya oturacak. Etrafında kendisinin dikkatini dağıtacak mûsikî, kalabalık gibi sesler, konuşmalar olmayacak. Bir meseleyle meşgul olacak, çeşit çeşit meseleleri zihnine takmayacak. Bir anda sadece bir mesele üzerine eğilecek. Bunun gibi hususlar var... O kitabı okusun, onlara gayret etsin!


2. Soru: Ben hâlis muhlis tembel bir öğrenciyim. Bu tembellikten ve vurdumduymazlıktan nasıl kurtulabilirim; çareleri nelerdir?


İmam-ı Gazâlî’nin (4 ciltlik) İhyâ’sının 3. ve 4. cildini güzelce okusun, bitirsin.


3. Soru:

İmam-hatip lisesi talebesiyim. Hıfzım pek sağlam değil, hıfzımı nasıl kuvvetlendirebilirim. Her şey hıfzıma kolay girmiyor ve bana verilen zekâyı pek kullanamıyorum. Bunun çaresi nedir?


Bunun çaresi, günahlardan kesilmektir. İnsan günahlara bulaştıkça, haramlara baktıkça, yasak işleri yaptıkça hafızası zayıflar ve çeşitli sıkıntılara düşer. Çaresi takvâdır, günahlardan kesilmektir, haramlardan elini eteğini çekmektir. O zaman düzelir.

Yolu güzel yoldur, çünkü ilim öğrenme yoluna girmiştir. Gençtir, düzelme ihtimali vardır. Ağaç yaşken eğildiği için, işin başından düzeltilmesi sonradan yapılmasından daha kolaydır. Allah gayret versin, iyi olur inşallah...


4. Soru:

Üniversitede okumaktayım. Derslerime çok çalıştığım halde

98

sınavlarda iyi not alamıyorum. İngilizce çalışıyorum, fakat kelime ezberlemekte güçlük çekiyorum. Ne tavsiye edersiniz?


Bu kardeşimizin üniversiteye kadar gelmiş olması, aslında bu işleri yapabilecek bir insan olduğunun isbatıdır. İlkokulda olsaydı, diyecektik ki: “Herhalde bu çocuğun ezberleme kabiliyeti zayıf!” Ama, öyle bir durum olduğunu sanmıyorum. Üniversiteye kadar yükselebilmiş, gelebilmiş; o zaman, çok çalışsın! Bir de insan hiç anlayamayacağım, yapamayacağım diye moralini bozduğu zaman başaramıyor. Azmettiği zaman, öğreniyor. Meselâ, bir hafız tanıdığım kendini yerden yere atarmış. Annesi, “Hadi evlâdım, ezberle sayfayı!.” dermiş. O da, “Yapamıyorum anne!” diye üzülürmüş. Sonunda belli bir miktarda sayfa ezberledikten sonra, kendisi söylüyor ki, hafızası açılmış. Ezberleyememe durumu gitmiş, ezberlemeye başlamış. Demek ki, sebat edeceğiz.

Bunu koşulara benzetiyorum ben... İnsan ilk koşmağa başladığı zaman, 70-80 metre koştu mu, nefesine bir tıkanıklık gelirmiş. Ama, buna rağmen koşarsa, o tıkanıklık geçer daha fazla koşabilirmiş. O aldatıcı bir yorgunluk oluyor, gerçek yorgunluk olmuyor. Devam ettiği zaman geçiyor. Bu hafızaya alamama da, aldatıcı bir alamamadır tahminime göre... Gayret eder çalışırsa, alır.


Ben kendim sınıfın notları iyi talebelerinden, önde gelenlerinden idim. Bir hafta hastalandım, okula gidemedim. Matematikten zor bir bölümü anlatmış hoca... Bir hafta gidemedim, okuyorum, hiç bir şey anlamıyorum. Halbuki daha önce her şeyi anlardım, sınıfta iddialı bir öğrenci idim. Okudum anlamadım, bir daha okudum anlamadım, bir daha okudum anlamadım... Yazmağa başladım. Moralim de bozuldu: “Çalışkan bir talebe iken nasıl okuduğumu anlamıyorum?” filân diye... Kitabın o bölümünü deftere aynen yazdım, kelime kelime öğreneyim diye... O inadımla çok iyi öğrendim o konuyu... Çok zor bir konu idi. Sonradan ömrüm boyunca onun faydasını gördüm.

99

Demek ki, ilk başta insanın karşısına güçlükler çıkıyor ve korkutuyor insanı... İnsan o güçlükten yılarsa, yolundan kalıyor. Güçlüğün üzerine yürürse, bunun sahte bir duvar olduğunu anlıyor, geçebiliyor. Geçtikten sonra da rahat ediyor. Bu kardeşimize de bunu hatırlatırım. Devam etsin, olur.

Lisan öğrenmenin, ezberlemenin teknikleri vardır. Radyoda filân anlatıyorlar: Adam kırk-elli kişiyi diziyormuş da, hepsinin ismini sorduktan sonra, bir defada tekrar ediyormuş. Bunların tekniklerini de öğrensin! Hafızayı iyi kullanma teknikleri... Benim âcizâne yazdığım bir kitapta da (Başarının Prensipleri) böyle bir bölüm var; oraları okusun kardeşlerimiz!


5. Soru:

Kur’an kursunda okuyorum. Zihnimin açılması için ne tavsiye edersiniz?


Bal şerbeti içmesini tavsiye ederim. Balı bardağa koysun, karıştırsın. Biraz tatlı geliyorsa içine yarım limon sıksın, içsin! Çünkü, bal enerji verir ve hafızasını kuvvetlendirir.

Bir de üzüm yesin. Üzümün de şekeri doğrudan doğruya insanın beynine faydalı olur, onun güçlenmesine sebep olur. Kuru üzüm veya taze üzüm yemek suretiyle, enerjisini arttırsın!


e. Çekingenlik


1. Soru:

Üniversitede okuyorum. Bir toplum içine çıkınca kekeliyorum, konuşma zorluğu çekiyorum. Bu sıkıntım yedi sekiz yaşında başladı. İki sene sonra okulu bitireceğim ama, içimde bir endişe var... Bu yüzden okulu bile bırakmayı düşündüm. Ne tavsiye edersiniz?


Hiç lüzum yok! Bu korku normaldir, herkeste olur, hatiplerde bile olur. En hatip insan, meşhur bir hatip bile konuşmaya çıkacağı zaman heyecanlanırmış. Kitaplar böyle yazıyor. Hattâ

100

Amerikan reisicumhurlarından Abraham Lincoln isminde, hitabetiyle tanınmış birisi enteresan bir söz söylemiş:

“—Bir topluluğa karşı bir konuşma yapmaktansa, dövülmeyi, pataklanmayı, dayak yemeyi tercih ederim.” diyor. “Dövsünler, yeter ki konuşmayayım!” diyor, o kadar çekiniyor. “Ama, konuşmaya başladıktan sonra da, sözü kesmektense pataklanmayı tercih ederim.” diyormuş. Başladığı zaman da tatlı geliyor demek ki, o zaman da konuşup duruyor.

Konuşma için hiç endişe etmeyin! Bu bir kusur değildir, normaldir, hayâdan dolayıdır. İnsan, karşımdaki beni ayıplar mı diye ürküyor. O ürküntü kendisine tutukluk veriyor. Normaldir bunlar, anormal bir şey yoktur. Bütün hatiplerin buna benzer sıkıntıları olabiliyor diye düşünüp rahatlayın! Tabii, iyi şeyleri öğrenmeye devam edin! O zaman, konuşacak şeyi, söyleyecek şeyi olan nasıl olsa söyler. Köylü kadın da konuşur, cahil de konuşur, herkes konuşur. Konuşacak bir şeyi oldu mu, konuşuyor. Onun için ben diyorum ki: Şuranızda bir defter, bir de kalem bulunsun; güzel şeyleri, beğendiğiniz şeyleri yazın! Yazarsınız, birikir, böylece konuşacak şeyler artar.


2. Soru:

Sürücü belgesi almak istiyorum. Yazılı imtihanı geçtim. Direksiyon imtihanına iki defa girmeme rağmen aşırı heyecan nedeniyle başaramadım. Dua eder misiniz?


Allah başarmak nasib etsin... Ben nasib oldu, bir kerede başardım ama, çok çalıştım. İmtihan pistine arkadaşla gittik. O bizi imtihan pisti boşaldıktan sonra, altıdan yediden sonra çok çalıştırdı. Bilen bir kimse ile çalıştım, imtihana girdim. Polis kim olduğumu bilmiyordu. Üniversite hocası olduğum yazmıyordu kâğıtta... Özel bir hürmet de göstermedi. “Sür bakalım!” dedi, vitesleri değiştir dedi, şunu dedi, bunu dedi... Her şeyi böyle tıkır tıkır güzel yapınca, anladı:

“—Sen burada daha önce çalıştın mı?” dedi.

“—Çalıştım!” dedim.

101

Çalışınca insan, yavaş yavaş düzeltiyor. Yanındaki hocası, arkadaşı da, “Şurada hatâ ettin, burada hatâ ettin, buna dikkat et!” filân diyor. Öğreniyor insan... Böyle birisiyle çalışsın!


f. İslâm’ı Öğrenmek


1. Soru:

Düz liseden mezun olduğum için İslâmî bilgilerden yoksunum; ne tavsiye edersiniz?


İslâmî bilgileri öğrenmek çok önemli! Hemen boş zamanlarında fırsatları değerlendirip, dinini iyi öğrenmesi lâzım insanın...

İnsan bir konuda mezun olup yetişti mi, başka bir yeni konuya girdiği zaman, o konuya metodlu bakabiliyor ve onu güzel öğrenebiliyor. Onun için bu kardeşlerimiz dini metodlu bir şekilde güzel öğrenebilirler. Ana noktaları yakalayıp işin içine iyi girebilirler. Allah öyle nasib eylesin...


2. Soru:

İslâm’ı gerçek mânâda üniversiteye gelince tanıdım. Üniversiteye başlayalı dört yıl olmasına rağmen, İslâm’ı öğrenmeye nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bazen tefsir okumaya çalışıyorum. İlmihal konusunda eksikliyim. İslâm hukukunu öğrenmek istiyorum. Bu hususta nasıl bir yol izlememi tavsiye edersiniz?


Bu genel bir meseledir. Asıl mesleği İslâmî ilimler olmayan kimse, bu konularda böyle bir soruyla karşılaşır. İnsan ilkönce, çok büyük üstadların yazmış olduğu, gerçekten alim insanların yazmış olduğu genel mânâdaki kitapları okumalıdır. O genel mânâdaki kitapları okuduktan sonra, bir kitaba konsantre olmalıdır. O kitabı bitirmeli, ondan sonra öteki kitaba geçmelidir. Hepsini okumağa kalkıştı mı, bu acelecilikten dolayı hiç birinde tam bir ilerleme olmaz. Üzerine aldığı, eğildiği konuyu tam olarak okumalıdır.

102

Ben meselâ ilkönce, Said Havva’nın İslâm isimli iki ciltlik eserini okumasını tavsiye ederim. Ondan sonra Riyâzü’s-Sâlihîn’i bir okusun, onu bitirsin! Ondan sonra Fikri Yavuz’un fıkıh kitabını okusun, bitirsin! Ondan sonra İhyâu Ulûmi’d-dîn’i bir okusun, bitirsin! Bunları okuduktan sonra yine gelsin, bir daha sorsun!


g. Yurtdışında İhtisas Yapmak


Soru:

Devletten burslu olarak yurtdışında master veya doktora yapmak hususunda ne buyurursunuz?


Tavsiye ederim; çünkü, ilmini irfanını arttırmış olacak insan... Güzel bir şey... Fakat, yurtdışına bekâr gitmeyi tavsiye etmiyorum. Çünkü, Avrupa’nın kızları kandırıyorlar bizimkileri... Evleniyorlar. Onlar rahat ferah yetişmiş oluyorlar, örfleri adetleri bizim gibi olmuyor, flört etmiş olabiliyorlar, hattâ evlilik öncesi münâsebetler yapmış olabiliyorlar.

Burada gül gibi, imam-hatip okulunu bitirmiş, namuslu, örtülü, mütedeyyin kızlarımız durup dururken, gidip oradan bir kız alıp geliyor. Onun için, oraya bekâr gitmemelerini tavsiye ederim. Çünkü, donanıyorlar, boyanıyorlar, kandırmayı başarıyorlar. Bekâr gitmemeğe çalışmak lâzım! Tedbirli gitmeli, çalışmasını yapıp dönmeli...

Sonra, gideceği yeri seçmeli! Bazı yerlerde müslümanların cuma namazlarını kıldığı, cemaatlerin olduğu şehirler oluyor. Oralara giderse; orada bozulmadan, ibadetlerini aksatmadan, o cemaatin arasına katılarak rahat yaşayabilir. Böyle yerleri seçmeğe çalışmalı!


h. Okul Değiştirmek


Soru:

İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği birinci sınıfta

103

öğrenciyim. Tıp fakültesine geçmek istiyorum.


Ben başlanılan bir şeyin bitirilmesini uygun görüyorum ve bir insanın hayatında bir seneyi az görmüyorum. Bir sene geçecek, bir dahaki sene imtihanlara girecek, sonra tıp fakültesi. Gıda mühendisliğine başlamış, bir bitirsin. Bu meslekte nasıl hizmet yapabilir, baksın. Elbette bu meslek ihtiyaç olarak görülmüş ki, Türkiye’de bir kullanım sahası var ki bu mühendislik dalı kurulmuş.


Benim üniversiteye gittiğim zamanda yoktu. Yeni bir dal, önemli bir dal. Şöyle söyleyeyim; harp olsa bir çuval atarsınız bir kenara, bu çuval bittikten sonra ne yapacaksınız? Mesela, “İki sene, üç sene beş sene dayanacak gıda var mıdır, yok mudur? İnsanın tam beslenmesi için neler yapmak lâzım? Nasıl bir üretim yapmak lâzım?” Bunları araştırabilir. Bu meslek dalı çok güzel; müslümanların lehine kullanılabilir. Sebat etmesini tavsiye ederim.


i. İslâm’ı Yaşamak


1. Soru:

Biz üniversite öğrencileri olarak mezun olduktan sonra nasıl bir hayat sürmeliyiz?


Bu konuşma bütünüyle bu sorunun cevabıydı. Bir kere, “Kendinizi ciddi yetiştirmeniz lâzım.” demiştim. Yabancı dil bileceksiniz, mesleğinizde mahir olacaksınız. Önce bir birlik beraberlik teşkil edin ve birbirinize bu soruları sorun.

Mezuniyetten sonra askerlik var, evlenmek, iş kurmak, mesleğinde ilerlemek var. Bunların hepsi İslâmî benliğinizi koruyacak tarzda yapılmalı.


2. Soru:

Kendisini yenilemek; İslâm’ı yaşamak ve günahlardan

104

korunmak isteyen bir talebe ne yapsın?


Yenilenmenin şartı tevbe etmektir. Tevbe de günahların hepsinden kat’i olarak kesilmektir. İşlemekte olduğu günahlardan kesilecek. İlim yoluna girsin; her gün biraz âyet biraz hadis; din ilimlerinden biraz fıkıh okusun. Okuduklarını da uygulasın. Böylece gayet güzel yenilenir.


j. Felsefe Öğrenmek


Soru:

Okulda bu sene gördüğümüz derslerden biri siyaset bilimi. Bu bilimin felsefesinin yapıldığı yerler var. Bu bilimin felsefesiyle uğraşmak haram mıdır? Felsefenin haram veya mendub olan dalları nelerdir, açıklar mısınız? Bu derslere başlarken şeytandan kurtulabilmek için bir dua tavsiye eder misiniz?


Muhterem kardeşlerim! “Felsefe” demek “bir şeyin üzerinde akıl yürütmek” demek. Akıl yürüten insanlara “filozof” demişler. Tarihin çeşitli devirlerinde de akıl yürüten insanlar, akılları erdiği kadar akıllarının ebadı nispetinde bir şeyler ortaya atmışlar, söylemişler. Sonra onun yanlışlığı anlaşılmış, doğrusunu başkası söylemiş. Sonra başkası çıkmış, başka bir şey söylemiş.

Tabi bu gibi eski safsatalarla uğraşıp dinî bilgileri öğrenmezse insan bazen sapıtabiliyor da. Çünkü onlardan bazıları zaten kendileri sapıtmışlar. Düşünelim, kafa yoralım derken; akıl kendi başına her türlü gerçeği bulmaya yetmediğinden sapıtabilmişler.

Ama bir şeyin felsefesini yapmak, üzerinde tefekkür etmek günah değildir. Tefekkür etmek sevaptır. Siyaset biliminin felsefesini yapıyor, üzerinde tefekkür ediyor; bunda bir mahzur yok. Tarihin felsefesi vardır, siyasetin felsefesi vardır, ekonominin çeşitli doktrinleri, felsefeleri vardır. Düşünmek zararlı değildir; yeter ki Allah için düşünsün, yeter ki dinini bilsin, dinine aykırı şeyler söylemesin, dininin yasakladığı kanaatlere sapmasın. Düşünmenin bir zararı yok.

105

Tahsile giderken umumiyetle her sabah 10 defa


رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً،


إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ (آل عمران:٨)


(Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh, inneke ente’l-vehhâb) âyetini okusunlar.

(Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ) “Yâ Rabbi, kalbimizi saptırma; (ba’de iz hedeytenâ) hidayete erdikten sonra… (Ve heb lenâ min ledünke rahmeh) Bize fazl u kereminden rahmetini ihsan eyle… (İnneke ente’l-vehhâb) Biliyorum ki ya Rabbi, şekkim şüphem yok ki sen Vehhâb’sın, lütfedicisin, bahşedicisin!” (Âl-i İmran, 3/8)

Bu âyet-i kerimeyi 10 defa okusunlar; bu o işin duasıdır.

Girdikleri yere besmeleyle girsinler; evden çıkarken dua

etsinler:6


بِسْــــــمِ اللهَِّ وَبِاللهَِّ، تَوَكَّلْتُ عَلَى اللهَِّ، لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهَِّ


الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ (د. ت. حب. ق. عن أنس)


(Bi’smi’llâh, ve bi’llâh, tevekkeltü ale’llàh, lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm) diyerek, Allah adıyla çıksınlar ve Allah’a tevekkül ederek gitsinler. O zaman zararlara uğramazlar


k. Arapça Öğrenmek




6 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.746, no:5095; Tirmizî, Sünen, c.V, s.490, no:3426; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.104,no:822; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.251, no:10090; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.26, no:9917; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Tevekkül Ale’llàh, c.I, s.40, no:20; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.397, no:41536; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.118, no:23111.

106

Soru:

İlahiyat fakültesini kazanmış ama İmam Hatip Lisesi mezunu olmadığı için Arapça öğrenmekte zorluk çekiyormuş.


Muhterem kardeşlerim! Ben İlahiyat Fakültesi’nde profesör idim, emekli oldum, biliyorum. Arapça da okuttum, Farsça da okuttum, başka dersler de okuttum. İmam Hatip’ten gelen çocuklar da, sıfırdan ilahiyata başlayanlar da Arapça’yı çok güzel öğrenebiliyorlar. Moralini bozmasın. Bu mümkündür. Siz de öğrenirsiniz. İyi bir öğretici bulursanız, kolayından bir öğretmeye başlarsa öğrenirsiniz.

Ben lise talebesiyken babamın arkadaşı Mahmud Bayram hoca vardı, Allah razı olsun:

“—Lise talebeleri dilbilgisi okudukları için çabuk anlarlar. Bana gönder de, onlara Arapça öğreteyim!” demiş.

Sağ hâlâ… Bizim caminin yakınında dairesi var, cemaate de gelir, Allah razı olsun… Bana ilk derste hemen çekimleri yazdırdı. İkinci derste cümle kurdurmaya başladı. Yani ben Arapça cümleler kurmaya başladım, cesaret verdi. Çünkü öğretiş tarzı güzeldi.

Dedem o sırada rahatsızdı. “Ben Arapça öğreniyorum.” diye çok seviniyordu. İki aylık Arapça talebesiyim, dedeme Arapça mektup yazdım.

Demek ki öğrenebilir insan, moralinizi bozmayın. Siz de öğrenebilirsiniz. Esnafken, tüccarken, memurken de olur. Yeter ki azmedin. Yeter ki basit usulü ile bir anlatma olsun. Olabilir. Allah kolaylıklar versin.

Sonra insan bir konuyu sevdi mi, çabuk öğrenir. Arapça da sevilir, Kur’an lisanıdır, cennet lisanıdır. Arapça sevilir muhterem

107

kardeşlerim, hepinize tavsiye ederim. Bugün bir İngiliz, bir Fransız müslüman oldu mu yaptığı ilk iş ne? Arapça öğrenmek. Çünkü Kur’an’ı onunla anlayarak, dinini onunla güzel yaşayacak.


l. Erken Kalkmak


Soru:

Öğrenciler ders çalışmak için hem geç yatıyorlar hem de erken kalkmaları gerekiyor. Geç yatıldığında erken kalkmak mümkün olmuyor. Ne tavsiye buyurursunuz?


Erken yatmayı, erken kalkmayı, kalktığı zamanlarda ders çalışmayı tavsiye ederim. Bir de bu durumda olan her insan için Peygamber Efendimiz’in genel tavsiyesi; öğle civarında bir istirahat etmektir. Uyusa da uyumasa da şöyle bir uzanmak, istirahat etmektir; buna kaylûle uykusu denilir. Bu, sıhhat kazanmak için de iyidir. Gece ibadetini yapmakta da faydalıdır. O bakımdan mümkünse, gündüzün öğleye yarım saat, 45 dakika kalan bir vaktinde veya öğle namazından, yemeğinden hemen sonra şöyle bir uzanarak istirahat ettikleri takdirde o sıkıntılar bertaraf olabilir. Bu iki tavsiyeyi kendilerine tavsiye ederim.

Eğer başka hiç çareleri yoksa yatsıdan sonra hemen erken yatıp ders çalışmasını sahurdan sonraya bırakmalarını tavsiye ederim. Çünkü zaten o vakitte hafıza daha kuvvetlidir. Hafız olanlara sorun; umumiyetle hafızlıklarını o vakitte yapmışlardır. Yani zihin müsaittir, dinlenmiş olarak daha iyi yapar. Akşamüstü zaten bütün gün yorulmuş olan zihinle dersi çalışmak için uğraşırsın, uğraşırsın, aklına girmez. Halbuki dinlenmiş olarak yatıp da sahur vaktinde, seher vaktinde ders çalışırsan, iki rekât namazını kıldıktan sonra, öğrenmen daha rahat olur.


m. Çeşitli Sorular


1. Soru:

Üniversitede okuyorum, birinci sınıftayım. Okulda çeşitli

108

İslâmî gruplar var; onlara karşı nasıl davranmamı tavsiye edersiniz?


Grupların bir kısmı, yalan yanlış fikirlere sahiptir. Yalan yanlış fikirlere sahip olanlardan uzak durmağa, onlara kapılmamağa gayret etmek lâzım! Cumayı kılmaz, namaz kılmaz, sigara içer, sünnete uymaz, mezhebi kabul etmez... vs. Onlar yanlış yolda...


2. Soru:

Sınıflarımızda müslüman olduğu halde değişik görüşlere sahip şahıslar var. Bizimle muhatap olmuyor, konuşmuyorlar. Davetlerimize icabet etmiyorlar. Onlara nasıl davranalım? İlişkilerimiz nasıl olmalı?


Onlara bir kere şeyi sormak lâzım: Müslümanlar müslümanların kardeşidir. Müslüman müslümanın kendisini davet etmesi hâlinde davete icabet etmek mecburiyeti vardır. O haktır, davete icabet etmesi lâzım. Bu hadîs-i şerîfi de onlara hatırlatmak lâzım. Siz İslâmî bir şeyi tam tatbik etmiyorsunuz, demek lâzım. Biraz da dört başı mâmur müslüman her yerde kolay bulunmuyor. Yavaş yavaş yumuşatarak çalışmak lâzım. Maalesef bazı gruplar diyorlar ki:

“—Başka gruplarla konuşmayın, karışmayın. Gitmeyin gelmeyin!” Burada cami oluyor, şurada yurt oluyor; yurttan camiye namaz kılmaya göndermiyorlar! Burada adam yiyiciler mi var?!.. Camiye, namaza göndermiyorlar. İslâmî olmuyor, yanlış oluyor.


3. Soru:

“Radikal dinci; sağlam müslüman, Kur’an-ı Kerim’in emirlerini tam olarak uygulamaya çalışan kimsedir.” dediniz. Türkiye’deki radikal İslâmcı denilen gruplar bu tanıma uyuyor mu?

109

Şimdi Cezayir’de, Mısır’da öldürdükleri, orada İslâmî hareketi yapmağa çalışan kimseler... Radikal müslüman diye Avrupalılar onları kötüleyip, halkın nazarında kötü göstermeğe çalışıyorlar.

Bizde o isimdeki şahıslar; tasavvufu reddeden, dînî ahkâmı yanlış yorumlayan kesimler... Bizdekiler hatalı olmuş oluyor.


4.Soru:

Kopya çekmenin hükmü hakkında bilgi verir misiniz?


Kopya çekmek doğru bir şey değildir. Doğru olmayınca mekruh olur, günah olur. Çünkü, bir aldatmaca vardır, hak etmediğin şeyi almak vardır. Bir de, tembelliğe teşvik vardır. Adam dersi çalışmıyor, bütün ömrünü makara hazırlamakla geçiriyor. Bir çeşit sahtekârlık olduğundan, uygun değil...


5. Soru:

Bir bekâr hanımın üniversitede okuması câiz midir?


Eğer İslâm’ın emirlerini çiğnemeden okuyabiliyorsa, okusun; İslâm’a faydalı bir meslek edinsin. Sonra oradan İslâm’a hizmet eder. Allah’ın emirlerini çiğneyerek, ona aykırı olarak olmaz.


6. Soru:

Liseli bir gencim. Tesettürlü bir kızla arkadaşlık yapmamın mahzuru var mıdır?


Vardır! Onun için de, kendisi için de mahzuru vardır. İnsanın iffetli, namuslu ve İslâm’ın emirlerine riâyetkâr olması lâzım! Bu gibi arkadaşlıklar, flört vs. modern insanların işleridir. Bunlar ancak nikâhtan sonra meşrû olan şeylerdir. Onun dışında ötekilere benzemek oluyor.

110
6. EVLENME