Hocam, bir yerde ben sizi dinliyordum. Atla kılıçla ilgili bir hadis açıklıyordunuz. ”Şu anda at, kılıç televizyondur, radyodur.” diyordunuz. Bunların elinde bayağı büyük bir güç var; medya. Ben şahsen köy kökenliyim. İşte toplam yüz kişi nüfusu olan bir köy. Bu insanlar televizyonda bir şeyi dinlediği zaman, hâlâ acaba sorusu soruyor. Adam namaz da kılıyor, oruç da tutuyor ama bilinçli değil.
Dedeleri öyle, torunlar öyle değil. Dedeleri değiştiremiyoruz. Kendilerinin haklarından haberleri yok. Bilseler… Milletvekiline sahip olamıyor. Ben milletvekilini seçeceğim, milletvekili benim aleyhime bir şey söyleyecek. Milletvekillerine sahip olamıyor. Avrupa’da bu mümkün mü? Seçmeninin arzusunun hilafına bir iş yapacak. Haydi bakalım işçi partisi birazcık bir vergi koysun, Avrupa’da hemen devirirler. Adam menfaatini düşünüyor. “Ben istemiyorum.” diyor. ”Ben istemiyorum sekiz yıllık eğitimi; başına çal!” Bitti!
Şimdi onlar muhalif grupları organize etmeye çalışıyorlar. Ama muhalif grupların hepsini toplasan yine azınlık. Sonuçta birilerini ezdirecekler. Millet sabırlı. Kimler geldi, kimler geçti.
İmam Hatipleri kendileri açtılar, başka amaçla açtılar. Sonra amaçlarına uygun çalışmadığını gördüler, kapatmaya çalışıyorlar.
Bizim ilahiyatta talebelerimiz vardı; açık saçık kızlar. İlahiyatta ama sosyetik kökenden gelmiş bilmem nereden gelmiş. ”İslâm’ı yaşamıyorlar.” diye bizim onlara kaşlarımız çatık dururdu.. Tırnakları boyalı, alengirli gözlüklü, cafcaflı giyimli filan.
Sonradan onlar mezun oldular, gittikleri yerlerde İslâm’ı savunmaya başladılar. Çünkü dini ilimlerin bir özelliği var. Dini ilimleri öğrenen insan, “şu ihlâs, şu riya” diye ihlâsı ve riyayı birlikte öğrenir. İnsanın vicdanı olup da, aklı olup da riyayı seçmesi mümkün değil. Sonunda Allah’ın rızasını düşünür.