Risâle-i Kuşeyrî’de Melâmîler’i anlatırken onların görüşü olarak halkın gözünde iyi olanın kesinlikle Hakk’ın gözünde kötü olabileceği ifadeleri yer alıyor. Böyle bir genelleme nasıl yapılır? Melâmîler’in görüşlerini anlatır mısınız?


Bir de İmâm-ı Âzam’ın kadılığı kabul etmeyişi buna örnek veriliyor. “Ehil olan bir zâtın müslümanların ihtiyacı olan kadılık görevini yapması gerekmez mi?” diyenlere nasıl cevap vereceğiz?

 

 

Melâmîler halkın gözünde iyi olanın kesinlikle Hakk’ın gözünde kötü olacağını söylemişler. Halkın gözüne girmeye çalışmak, halka iyiliklerini göstermek gerekmiyor; Hakk’ın rızasını almak, Allah’ın bileceği bir şekilde hayırları ibadetleri gizli yapmak gerektiğini vurgulamak için böyle söylemişler.

 

İmâm-ı Âzam’ın da vazifeyi kabul etmemesinin, Allahu a’lem çeşitli sebepleri vardır. Yönetim Peygamber Efendimiz’in evlâdına karşı, iktidarı gasben almış, Peygamber Efendimiz’in evlatlarına kan kusturuyor, zulmediyor. Buna da resmî bir görev veriyor, “Bak bu da bizim tarafımızda, bizim iktidarımızı destekliyor.” demek istiyor. Bu gibi perdenin arkasında başka birçok şey var.

O iktidara pasif, yapabildiği kadar mukavemet gösteriyor. Bir taraftan, “Ben senin iktidarını meşru saymıyorum!” da demek istiyor. “Ben senin iktidarına ne diye yardakçılık edeyim?” demiş oluyor. Çünkü, yönetime zorbalıkla geçmiş insanların yönetimlerinin meşru olmadığını düşünüyor. Bu var.

Tabii bir insan kendisi bir vazifeye geleceği zaman, enini boyunu düşünür. Yönetim iyi bir yönetim bile olsa, kadılık yapmanın zorluğunu, yanlış karar vermenin vebalini düşünür.

En tehlikeli mesleklerden birisi kadılıktır, ikincisi müftülük. Kadılık daha tehlikelidir çünkü ikisi arasında hükmedecek; yanlış hükmetti mi âhirette vay haline! Müftülük de çok tehlikeli.

 

Bir fıkra anlatayım:

Hasan Basri Çantay vardı, rahmetli, bu Meâl-i Kerîm’i yazan zât-ı muhterem. Benim babamın dostu, tanıştığım kimse. Bir kardeşimiz bir yere müftü olmuş, duasını almaya yanına gitmiş:

“—Efendim ben falanca yere müftü oldum.” diye.

Demiş ki:

 “—Ben sana bir fıkra anlatayım da, müftülüğü bu fıkrayı hiç hatırından çıkartmadan yap!”

Fıkrayı anlatmaya başlamış. Bu çeşit fıkraları ben doğru görmüyorum ama, Hasan Basri Hoca müftüyü ikaz etmek için anlatmış.

Bir müftüyle bir müslüman anlaşmışlar. Demişler ki; “Dünyada kardeşiz, arkadaşız, âhirette de birbirimizi arayalım, kollayalım. Birimiz cennetlik olursa ötekisini arasın bulsun, kollasın, takip etsin. Tamam mı?” “Tamam.” Söz vermişler. Ölmüşler. Ölünce bu müslüman cennete gitmiş.

 

Tabii burasını bilmiyoruz, cennet de fıkra mevzu olamayacağı için ben bunu sevmiyorum. Ama Hasan Basri Hoca, rahmetli, bir şeyi anlatmak için bunu söylemiş. Tabii hoca da değil aslında, edip bir insan, meal yazdığı için “Hasan Basri Hoca” deniliyor.

Cennette müftüyle sözleştiler diye müftüyü aramaya başlamış. Firdevs-i A’lâ’yı aramış, yok; öbür tarafı aramış, sekiz cenneti her tarafı aramış, kıyıyı köşeyi soruşturmuş vs. vs. yahu müftü efendi cennette yok.

“—Ya müftü efendi cehenneme gidecek değil ya!” demiş.

Bir daha aramış, yok; bir daha aramış, yok!

“—Allah Allah, acaba bilmediğimiz bir sebepten cehenneme mi düştü muvakkat olarak?”

Müsaade istemiş... Cehennemi aramaya başlamış; en yukarıdan başlamış, yok; daha aşağıdan, daha aşağıdan, daha aşağıdan... Yedi kat cehennemi aramış, yok; bir daha aramış, yok; bir daha aramış, yok. Nihayet en aşağıdaki, cehennemin en çukur yeri olan Gayya Kuyusu’nda, aşağıda bir kelle görmüş... Bir dikkatli bakmış; eyvah, müftü efendi!

Gitmiş yanına, varmış:

“—Yahu müftü efendi, bu ne haldir?”

Cehenneme düşmüş, cehennemin de Gayya Kuyusu’na düşmüş, ta aşağıda...

“—Bu ne haldir yahu?” demiş.

“—Sus, hiç sesini çıkartma, benim hâlime çok şükür.” demiş.

“—Ne şükrü?” demiş.

“—Yahu altımda kadı efendi var da, ben onun omuzlarına basıyorum, hiç olmazsa başımı dışarı çıkartabildim.” demiş.

 

Kadı tamamen Gayya Kuyusu’nun irinine gark olmuş, müftü de hiç olmazsa onun omuzlarına ayak basmış da, başını çıkarmasına “Çok şükür!” diyormuş, diye bunu anlatmış.

Tabii niye anlatıyor?

“—Müftülük zordur, kadılık daha zordur. Aman müftülüğünü iyi yap, günah işleme, fetvayı bilerek ver, yalan iş yapma!” demiş oluyor, o maksatla söylemiş.

 

Bunu nereden açtık? İmâm-ı Âzam’ın kadılığı kabul etmemesinden… Şimdi bu fıkrayı duyduktan sonra, ben seni kadı yapmak istesem kabul eder misin? Müftü yapmak istesem kabul eder misin?

“—Aman bir başkasını bul! Benden daha alimler var!” dersin.

İmâm-ı Âzam öyle de demiş olabilir. Ama hayatını incelediğimiz zaman, zindanda dövülmüş, işkence de görmüş; asıl işin içinde başka işler de olduğu seziliyor.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN