Tağutî bir ülkede hâkim, savcı, avukat olmanın hükmü nedir?
Bunu hukuk fakültesinden mezun hukukçu kardeşlerimiz bana sormuşlardı. Ben dedim ki;
“—Ben bu meselelerin detayını iyi bilmiyorum. İhvanımızdan hâkimlik yapmış olan, şimdi emekli olmuş olan bir müslüman mütedeyyin kardeşimiz var. Gidin ona sorun!”
Kalktılar gittiler, İstanbul’da ona sordular. O demiş ki;
“—Ben bu mesleğin içinde yaşadım, emekli oldum. Nice nice müslümanlara nice nice faydalar sağladım. Nice nice adaletsizlikleri engelledim. Aman bu işi yapın!”
Bir başka misal:
Eyüp’te sıkıyönetim zamanında; “Vay siz izinsiz oturum yaptınız, toplandınız!..” diye otuz-kırk kişi tıkmışlar içeri, nezarete almışlar. Savcı almış bunları karşısına, bakmış; hepsi sakallı, nur yüzlü, mübarek, masum halktan insanlar, senden benden olan insanlar. Bir onları kendisine getiren adama bakmış bir bunlara bakmış. Ona demiş ki;
“Utanmıyor musun yahu bunları benim karşıma getirmeye? Bunların hepsi masum, karınca ezmez, haram yemez insanlar! Ne istiyorsun bunlardan? Defol karşımdan!..”
Tabii getiren, onun maiyetinde, mâdunu oluyor. Onu bir azarlamış. Ondan sonra da ötekilere demiş ki;
“Beyler! Müslüman çocuklarınızı savcı, hâkim yetiştirin. Eğer benim yerimde bir başka dinsiz imansız birisi olsaydı sizin epeyce canınızı yakar, sizi üzer, terletirdi. Hadi bakalım yallah!..”
Onlara böyle bir nasihat çekip salıvermiş. Bu, bu muhterem kardeşimize cevap olabilir. Hangi meslek olursa olsun bir insan sıkı durursa bulunduğu meslekte Müslümanlığa, insanlığa, hayra, adalete hizmet edebilir.