Kitabınızda intisabın el tutularak, musafaha yapılarak yapılacağını buyurmuşsunuz; şimdi bu kalabalıkta ben ne yapayım?


Bir hatırayla cevap vereyim: Muhterem kardeşlerim! Hocamız Konya’ya gitmişti. Konya’da ricâ etmişler, iki minareli, koca kubbeli büyük bir camide Hocamız konuşma yaptı. Yüksek İslâm Enstitüsü’ydü o zaman... Oranın talebeleri ve cemaat gelmişti, çok kalabalıktı. Onların hepsine orada ders tarifi yaptı. Yâni, müridlik vazifesini onlara verdi. Ders tarifi yaptı ama, böyle uzaktan tarif etti. Neden? Kalabalık olduğundan... Kalabalık olunca, mâzeret oluyor kalabalık... Peygamber Efendimiz de, Vedâ Hutbesi’nde bütün Arafat meydanı doluydu. Hepsiyle musafaha etse, vakit kalır mıydı?

Onun için sakin zamanda, tek başına olsa, protokol olur. Ama tek başına olmayıp kalabalık olduğu zamanda olunca, bunlar mühim değil... Mühim olan müridin mürşidini sevmesi, ona bağlılığı hissetmesi...

 

Hattâ ben size bir şey daha anlatayım: Hocamız’ı Adapazarı’na çağırmışlar. Temiz hava alsın biraz, manzaralı yerdir diye Esentepe’ye götürmüşler. Tam o sırada Esentepe mezarlığına bir cenâze gelmiş. Hocamız gitmiş cenazenin başına... Cenaze namazını Hocamız kıldırmış.

İstanbul’dan Adapazarı’na misafir gidiyor. Adapazarı’nda ev sahibi arabasıyla onu Esentepe’ye götürüyor. Esentepe’de bir cenâze geliyor. Namazı kılınmamış daha, mezarlığın orada namazı kılınacak. Hocamız imam oluyor, namaz kılınıyor.

“—Ne var bunda?”

Öyle bir şey var ki! Bu adam Hocamız’a intisab etmek isteyen bir kimseymiş meğerse... Üç defa gelmiş buraya, Hocamız seyahatte imiş. Üç defa İskenderpaşa’ya gelmiş, Hocamız’ı bulamamış, boynu bükük dönmüş. Ölüm gelmiş, ölmüş.

“—Kim kıldırdı cenâze namazını?”

Hocamız!

“—Anladınız mı şimdi işin esrârını? Bakın Allah’ın işine!”

 

Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki:[4]

 

إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّـيَّاتِ (خ. م. د. ن. ه. حم. عن عمر)

 

(İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) “Ameller niyetlere göredir.” 

Sen kalbinden öyle istedin mi, Allah nasib ediyor. Senin kalbin bozuk olsa, el tutmak fayda etmez!

Münafıklar, Allah’ın sevmediği kimseler, Kur’an’da aleyhinde ayet indirilmiş kimseler, Peygamber Efendimiz’i yalanladılar. Musafaha ettiler mi? Ettiler. Ne oldu, musafaha etmeleri bir fayda verir mi? Vermez! Münafık olduğundan, kalbi fâsit, kalbi fâsık, kalbi bozuk olduğundan vermez. Kalbi temiz oldu mu, Allah cenâze namazında nasib eder.

 

Bir gün ben buraya geldim, pazar günü hadis dersini yapmaya... Evden çıktım ben, şurada bir cenâzecik var dışarda...

“—Allah rahmet eylesin! Bu kimin cenâzesi, kimmiş bu zavallı?” dedim ben...

Kimse bilemedi. İkindi namazını kıldık, cenâze namazını kılacağız. Burası dolu, avlu dolu... El-hamdü lillâh, tıklım tıklım her taraf dolu...

Şimdi aşağıdan kâğıt geliyor: “Hocam! Kadınlar kısmı rutubetli, havasız bir yer... Daha geniş bir yer yapamaz mısınız?” Allah râzı olsun, teveccüh çok, geliyorsunuz ondan... Tenhâ olsa bu hava yeter ama, kalabalık... Bu rutubetin de bereketi var, bu terin de bereketi var...

 

Hocamız zikir yaptıktan sonra camları açmak isteyenlere açtırtmazdı, bereket kaçmasın diye... Kızardı hem de, “Açmayın!” derdi.

Zikir olmuş Hocamız’ın salonunda, ter kokuyor... Ter ceketimizin üstüne çıkmış, sırılsıklam... Cemaat gitti, Hocamız kaldı orda... Evdekiler camları açıp havalandırmak istedikleri zaman, “Açma, havayı değiştirme!” derdi.

 

Şimdi içerisi dolu, dışarısı dolu, avlu dolu... Cenâze namazı kılacağız, çâre ne? “Ey cemaat-i müslimîn, buyurun cenâze namazı kılacağız, dışarı çıkın!” desek, dışarısı dolu... Çare? Cenâzeyi getirdik ön tarafa...

Cenâzenin caminin içinde namazının kılınması mekruh... Burada mecburiyet var... Cemaate dışarı çık desek, çıkamaz; zâten dışarısı dolu... Olmayacak bir şey... Cenâzeyi caminin içine, ön tarafa getirdik, namazını kıldık.

Sonradan içerde öğrendim ki, bizim ihvânımızdan, bir boynu bükük has derviş... İyi dervişti hâ... Cömertti, evinde hep ziyafet verirdi. Râmuz dersleri olurdu evinde... Mücâhiddi, mühendisti, kimsenin sakalı olmadığı zamandan sakallıydı. Şeceresi vardı, Peygamber Efendimiz’in soyundandı, sülâle-i tâhiredendi, seyyid idi. Şeceresi vardı ama, boynu büküktü. Benden yaşı iki kat fazla idi, elimi öpmek isterdi; ben elimi öptürmeğe utanırdım. Mütevâzi idi, dervişliği tamdı.

Ankara’daydı, İstanbul’a gelmiş, vefat etmiş. Cenâzesi aşık olduğu cemaatin camiinde nasib oluyor, içinde nasib oluyor. Kimseye nasib olmaz yâni... Kimseye öyle caminin içinde kıldırmazlar. Ancak Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de kılınır caminin içinde... Burada caminin içinde kıldık. Nasıl yaşarsa insan, ona uygun ölüm oluyor. Soylu insanın hali başka oluyor.

 

Şekil hiç önemsiz değil, şeklin de önemi var! Şeklin önemi olmasa, Peygamber Efendimiz safları düzeltmezdi. Kimisini yakasından öne çekip, kimisini göğsünden geriye itip, “Safları muntazam yapın!” diye meşgul olmazdı.

Şekil önemli ama, öz, iç çok daha önemli! İnsanın kalbi önemli! Allah insanın dışına bakmaz, kalbine bakar. Kalbi temiz oldu mu, cenâze namazını hocasına kıldırtır. İntisab edemediği hocasına cenâze namazını kıldırtır.

Ne diyor Peygamber Efendimiz SAS: “Bir insan candan, içten, samîmiyetle şehid olmayı arzu ederse, yatağında bile ölse Allah onu şehidler makamına çıkartır. (Velev mâte alâ firâşihî) Yatağında bile ölse, Allah onu şehid makamına ulaştırır. Çünkü, niyeti güzel...

Onun için, niyetinizi güzel yapmağa bakın, kalbinize bakın! Şekil de önemli ama, öz, kalp çok önemli!

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[4] Buhàrî, Sahîh, c.I, s.1, no:1; Müslim, Sahîh, c.III, s.1515, no:1907; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.670, no:2201; Neseî, Sünen, c.I, s.58, no:75; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1413, no:4227; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.25, no:168; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.I, s.73, no:142; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.50, no:1; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.9, no:37; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.17, no:40; Bezzâr, Müsned, c.I, s.380, no:257; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.336, no:6837; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.41, no:181; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.79, no:78; Tahâvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.42; Hamîdî, Müsned, c.I, s.16, no:28; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.195, no:1171; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.62, no:188; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.244; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.136, no:656; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXII, s.166; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.171; Tahàvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.488, no:7438; Bezzâr, Müsned, c.I, s.64, no:257; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.380, no:3707; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.48, no:78; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.206, no:483; Hz. Ömer RA’dan.

Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.342; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.422, no:7263; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.1, no:1; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.459, no:8819.