PROF. DR. MAHMUD ES’AD COŞAN

1. ZİKİR DERSi



a. Zikir Dersi Almak


1. Soru:

Lise öğrencisiyim, tarikat dersi alabilir miyim?


Alabilir. Demin söylediğim: Yüz Estağfiru’llah, yüz Lâ ilâhe illa’llah, bin defa Allah der... Yüz salevât-ı şerife, yüz de İhlâs-ı Şerif okur. Herkese umûmî yaptığım tarife göre çalışsın!


2. Soru:

Ders almak istiyorum ama muntazam yapamamaktan korkuyorum; ne yapayım?


O istikbale ait şeytani bir şüphedir, ona itibar etmemek lâzım! Hayırlı işe girişmek lâzım!


3. Soru:

Yıllardan beri gelirim, dersinizi dinlerim. Lâkin bir türlü nefsimi yenip de sizden ders almadım. Bundan daha evvel ehl-i sünnet dışı kitapları okumamın etkisi de var. Bunu biliyorum. Dua buyurun.


“Hayrı acele yapmak lâzım gelir.” diye bildiriliyor. Allah yardımcı olsun.

100 Estağfiru’llah, 100 Lâ ilâhe illa’llah, 1000 defa Allah, 100 salavât-ı şerîfe, 100 Kul hüva’llah çekmeye başlasın.

Madem dua istiyor, buna da başlasın. Nefsini yensin. Nefsinden olduğunu bildiğine göre...

İkincisi:

“—Buradan bütün kardeşlerime sesleniyorum; ehli sünnet hârici, tasavvufa, İslâm alimlerine hakarette bulunan kitapları okumayın!” diyor.

33

Kendisi söylüyor. Yakındakilere gösterebilirim. Ben söylemiyorum. “Ve gerçekten bu mübarek yere...” Artık okuyamayacağım kadar iltifatlar ediyor.


4. Soru:

Zikir dersinde tavsiye edilen tesbihleri ne zaman çekmemiz makbuldür?


Tesbihler için büyük bir serbestlik vardır, günün her zamanında çekilir. Ama, en feyizli zamanı gecenin seher vaktidir. O zaman çekilirse çok sevaplıdır, çok feyizlidir.


5. Soru:

Verilen virdlerin hepsi birden mi yapılmalı; birazı sabah, birazı akşam yapılabilir mi?


Hepsi birden yapılırsa, tesiri iyi olur. Mâzeret olur da yapamazsa, o zaman bölerek de yapabilir.


b. Zikri Aksatmak


1. Soru:

Tarikat dersi almıştım, uygulayamadım, uygulayabileceğimi de sanmıyorum. Çünkü farz ibadetleri bile yerine getiremiyorum, ne yapmamı tavsiye edersiniz?


Muhterem kardeşlerim, zikir keyfi bir şey değildir, Allah’ın emridir:


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا . وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًً

(الاحزاب:١٤-٢٤)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ.) “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin! (Ve sebbihûhu bükreten ve esîlâ)

34

Sabah akşam onu tesbih edin!” (Ahzab, 33/41-42) gibi nice ayetlerle emredilmiştir.

Onun için, bu gibi kardeşlerimiz otuzüçlük bir tesbih alsın eline... Yolda giderken, otobüse giderken, otobüsün içindeyken, vasıtayı beklerken beş dakikada bütün bu zikirlerin hepsi biter. Yüz “Estağfiru’llah” diyecek, yüz “Lâ ilâhe illa’llah” diyecek, yüz “Allah” diyecek, yüz salât ü selâm getirecek, yüz “Kul hüva’llahu ehad” okuyacak.

Yemekte kuyruk beklerken, kantinde kuyruk beklerken, otobüs beklerken, gelirken, giderken, sokağın başından vasıtanın yanına kadar giderken; Erenköy’de oturuyorsa, karşı tarafta oturuyorsa, trene binip Haydarpaşa’ya gelirken, vapur içinde iken bitecek şeylerdir bunlar... Yâni, beş dakikada biter. Şeytan yaptırtmıyor! Zikir çok sevaplı bir ibadet olduğundan, şeytan yaptırtmıyor, muhterem kardeşlerim. Onun için bunları ne yapıp yapıp yapın! Bunun sevabı hakkında size bir bilgi vermek istiyorum.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:1


نَفَقَتُكَ فِي سَبِيلِ اللهِ بِسَـبْعَمِاَئةِ (الديلمي عن أبي هريرة)


(Nafakatüke fî sebîli’llâhi bi-seb’i mieh) “Allah yolunda infak ve masraf yaptın mı, para harcadın mı 700 kat sevap alıyorsun.” Bu bir. 700 rakamı aklınızda kalsın.

Başka bir hadis-i şerifte buyurmuş ki:2


ذِكْرُ اللهِ تَعَالٰى أَفْضَلُ عِنْدَ اللهِ مِنَ النَّفَ قَةِ فِي سَبِيلِ اللهَِّ بِ مِائَةِ دَرَجَةِ




1 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.374, no:1509; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1319, no:43454; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.215, no:3081; RE. 69/11. 2 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.440, no:15685; Muaz ibn-i Enes el- Cühenî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.431, no:1861.

35

(Zikru’llàhi teàlâ efdalü mine’n-nafakati fî sebîli’llâhi bi-mieti dereceh) “Allah’ı zikretmek, Allah Allah demek, Lâ ilâhe illa’llah demek Allah yolunda infak etmekten yüz misli daha üstündür.” diyor.

Ötekisinin 700 kat olduğunu biliyorduk, -demin hatırınızda tutun dedim- bu da ondan 100 kat daha fazla olunca 700 x 100 = 70 000 ediyor. Demek ki zikrullah 70 bin kat sevap oluyor.

Ben şimdi buradan çıkmışım, otobüs durağına, minibüs durağına kadar gidiyorum. Yani Allah Allah desem, bu sevabı kazansam, kim mahzun olur, kim sevinir? Şeytan çatlar, melekler sevinir. Sen sevap kazanırsın, ahirette derecen yükselir.

Yapacaksın bu işi, şeytanı çatlatacaksın, bu sevaplı işi kaçırmayacaksın. 70 bin kat sevap. Şurada Allah yolunda harp oluyor, cihad oluyor, birisi gitse ver paraları dese, 1000 lira verse, 700 bin lira vermiş gibi sevap oluyor. Bu 70 bin kat sevap oluyor. Bu zikir kaçırılır mı, bedava. İnsan durduğu yerden bedavadan, gayet kolaylıkla çok sevap kazanıyor. Onun için bu sevapları kazandıkça müslümanlara şeytan çok kızıyor, çok telaşlanıyor kıskanıyor da bunları yaptırtmıyor. Vakit olmadığından değil, şeytan yaptırtmıyor. Şeytanın bu oyununu bilip zikirden gafil olmamasını kardeşlerime tavsiye ederim.


2. Soru:

Birisi bizden zikir vazifesi dersi almış, aksatmış. “Şimdi bizim halimiz ne olacak?” diyor.


Peygamber Efendimiz; “İnsan yaptığı günahlara pişman olsa, daha diliyle ‘Estağfirullah yâ Rabbi!’ demeden Allah affeder.” diyor. Eh Peygamber Efendimiz böyle buyurduğuna göre, hadîs-i şerîfte böyle dendiğine göre biz de affediyoruz. Ama insan verdiği sözü tutmalı. Sonra bizim söylediğimiz şeyler bizim için değil ki...

Biz size “Zikir çekeceksiniz, 100 Estağfirullah çekeceksiniz.” demişsek bizim için mi bu? Sizin için, sünnet-i seniyeye uygun olsun, günahlarınız affolsun diyedir.

Bu vazifeleri yapmak lâzım. Bunlarda ihmal göstermemek lâzım. Şeytan çok merettir, insanın doğru yola girmesini engellemek için, girmiş insanı da şaşırtmak için çok dolaşır. İşte

36

onunla biraz mücadele etmek lâzım. Nefsi insanın bu zikre pek yanaşmak istemez, ağır, zor gelir. Biraz daha gevşek bıraksan namaza da yanaşmak istemez, namaz da zor gelir. Biraz daha gevşetsen oruç da zor gelir. Her şey zor gelmeye başlar. Sıkmak lâzım, yani zorlamak lâzım, zorla yaptırmak lâzım. O zaman sevabı çok olur.


3. Soru:

Zikir dersine bir veya bir kaç gün ara verilirse, ne yapmak lâzım?


Bir insanın derse ara vermesi günahtır. Çünkü günlüktür dersler; günlük olarak vazifelerini yapması lâzım! Yâni, bir kaç vakit namaz kılmamak gibi bir günahtır. Dersini muntazam yapması lâzım!

Ama, bir insan bir günah işlerse, ne yapacak? Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:3


وَأَتْبِعِ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا (ت. حم. والدارمي، ك. هب. حل.

عن أبي ذر؛ حم. طب. ش. هب. كر. عن معاذ)


(Ve etbii’s-seyyiete’l-hasenete temhuhâ) “Bir kötülük yaptığın zaman, arkasından bir iyilik yap ki, bir sevaplı bir şey yap ki, o onu silsin, götürsün!” Demek ki, böyle bir hata işlemişse tevbe edecek; açacak bir cüz Kur’an okuyacak... Daha fazla tesbih çekecek, gidip birisine bir



3 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.355, no:1987; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.153, no:21392; Dârimî, Sünen, c.II, s.415, no:2791; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.121, no:178; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.245, no:8026; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IV, s.378; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.378, no:651; Ebû Zer RA’dan. Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.236, no:22112; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.XX, s.144, no:296; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.211, no:25324; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.244, no:8023; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.61, no:312; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVII, s.18; Muaz ibn-i Cebel RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.43, no:5246; s.179, no:5629; c.XV, s.1265, no:43296. Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.42, no:82; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.299, no:462; RE. 13/4.

37

sadaka verecek, bir hayır yapacak... Yâni, onu silecek bir şey yapacak.


4. Soru:

Ben sizden ders almıştım, hakkını veremedim. Hattâ iki yıldır sohbetinize gelemedim. Bugün nasib etti Allah... Vazifelerimi bundan sonra yapabilmem için duanızı bekliyorum.


Mesafeler uzak olabilir, gönüller bir olsun derler. Biz hakîkaten her yere yetişemiyoruz. Bizim Almanya’da ihvânımız var, Avustralya’da ihvânımız var, Suud’da ihvânımız var, Orta Asya’da ihvânımız var... Her tarafa yetişilmiyor, her ülkeye gidilmiyor. Türkiye’de de her şehre gidilmiyor. Gönüller bir olunca, vazifeler yapılınca mahzuru yoktur. Allah feyzinizi çok etsin...


5. Soru:

Ders aldık, yapamadık; durumumuz nedir?


Verdiği sözü tutmamış, ahdine vefa etmemiş insan durumundasınız. Bundan sonra vefa gösterin, vefasızlıklarınız için tevbe ve istiğfar eyleyin! Kardeşlikten silinmez de insan, kusurlu müslüman olur. Vazifelerinizi niçin yapmadınız diye Allah sorgu sual sorar. Yapın; çünkü o vazifelerden sevap alacaksınız, sonunda mükâfatlara ereceksiniz, faydasını göreceksiniz.

Hasta doktorun verdiği ilâçları almazsa ne olur? Tedâviyi uygulamadığı için hastalık devam eder.


6. Soru:

Ders aldıktan bir müddet sonra vazgeçen bir zavallı arkadaşımız için ne yapabiliriz? Onun dersini ben çekebilir miyim?

38

Allah razı olsun, çok iyi niyetli bir kardeş... Kimse kimsenin ibadetini yapmaz. Herkesin ibadetinin faydası kendisinedir. Öyle şey olmaz! O kardeşe nasihat edip, bu yolun Peygamber Efendimiz’in yolu olduğunu anlatmak, izah etmek, yanlıştan döndürmek, hak yola getirmek lâzım!


9. Soru:

Müridin dersini yapmaması halinde şeyhi sorumlu olur mu?


Hayır, sorumlu olmaz! Söz veren mürid olduğu için, müridin kendisi sorumlu olur. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de:


وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى (الزمر:٧)


(Velâ teziru vâziretün vizre uhrâ) “Kimsenin vebali kimseye yükletilmez!” (Zümer, 39/7) buyruluyor. Allah’ın adaleti öyledir. Kimsenin suçu kimseye yükletilmez. O söz vermiş, “Allah yolunda

39

gideceğim, sevaplı olan şu vazifeleri yapacağım!” diye; yapmıyor. Yapmayınca vebal kendisine gelir.


10. Soru:

Müridlerinize vermiş olduğunuz derslerde aksama olduğu zaman o verilen dersler geri alınır mı? Ayrıca uzun müddet yapmaz ise ne olacak? Tekrar başa mı dönecek?


Bu dersleri yapamamak ahde vefa etmemek demektir. Tazelenmesi iyidir. Ama aslında kendisinin bağlılığı olduğu müddetçe bağlılık kopmaz. Fakat sohbetimize gelip ders verildiği esnada tazelenmesi o üzüntüsünü de giderir. Bundan sonra muntazam yapmaya çalışsın.


11. Soru:

Dokuz senedir sizi tanıyorum, bazen geldim, bazen gelemedim. Bende aşırı derecede şüphecilik var, üzerimden bunu nasıl atabilirim? Hem şüphelerimden dolayı hem de verdiğiniz dersleri aksatırım veya yapamam endişesi ile sohbetlere ara verdim.


Bu şeytanın bir oyunudur. Şeytan insana güzel şeyleri yaptırmamak için her insanın kafasına uygun bir yalan bir dolan bir dolandırıcılık bir uydurma bir şey sebep bulur onu yaptırmaz.

Bu sohbete gelmek, bu hadisleri dinlemek güzel değil mi? İstifade etmiyor muyuz?

Ben de istifade ediyorum, siz de istifade ediyorsunuz; dinleyenler, seyredenler de istifade edecek, tüyleri diken diken olacak. Mühim şeyler bu, gözlerimiz yaşarıyor, ağlıyoruz. Neden? Rasûlullah SAS Efendimiz’in bereketi.

Bu sofradan mahrum kalır mı insan? Buraya gelmeyip de ne yapacak Allah’ın evi burası.

Burası ne? Cami… Cami nedir? Camilerin hepsi Allah’ın evleridir. Camilere gelen herkes Allah’ın misafiridir, bundan kaçılır mı?

“—Efendim, zikri yapamam!”

40

O da şeytanın bir oyunudur. Zikir sevaplıdır, Peygamber Efendimiz yapılmasını tavsiye ediyor yapacak. Yapamam diye zikirden kaçmak doğru değildir.

Efendimiz günde 100 defa Estağfiru’llah çekin diyor; niye çekmiyorsun? Efendimiz 100 defa Lâ ilâhe illa’llah de diyor; niye demiyorsun?

“—Yapamam bilmem ne…” Yap! Bırakma, şeytanın oyununa gelme! Yapacaksın! Onlar şeytanın aldatmacısıdır, aman aldanmayın.


c. Tarikata Kabul


1. Soru:

Eskiden mürşidler, bir müride ders vermeden onun kabiliyetlerine ve sâiresine bakarlarmış; olmazsa, başka dergâha gönderirlermiş. Şimdi de böyle mi?


Şimdi de öyle olabilir. Bizim Hocamızdan [Mehmed Zahid Kotku Rh.A] gördüğümüz, merhametinin çokluğundan, herkesi kabul etmekti. Ama Gümüşhâneli Hocamızdan görülen; benim dedem Gümüşhâneli Hocamıza amcamla beraber gelmiş, dedeme vermiş, amcama vermemiş. Aynı köyden iki kardeş geliyor, birisine veriyor, birisine vermiyor. Böyle şeyler olabilir.

Bizim Hocamız herkese toptan ders verirdi. Meselâ Konya’da, Yüksek İslâm Enstitüsü’nün kubbeli camiinde, şöyle bir üslupla söyledi hattâ: “Herkes gittiği yere hediye götürür. Bu da benim size hediyem olsun, bu zikirleri yapın!” dedi, dersi öyle tarif etti.

Bu zamana göre değişiyor. Şu sözünü de hatırlıyorum Hocamız’ın:

“—Biz size hakîkî şeyh gibi davransak ve sizden gerçek bir dervişlik istesek, hepinizi savurup atarız, bir taneniz kalmaz!”

Acıdığı için kabul ediyor, kusurunu görmüyor. Yavaş yavaş, zaman içinde belki adam olur diye, beş sene, on sene, yirmi sene sesini çıkartmıyor... İşareten hatâsını söylüyor...

Gördüğü hatâyı yüzüne söylemez mürşid insanın... “Sen şunu

41

yapıyorsun!” demez. Başka türlü söyler. Remiz yoluyla, işaret yoluyla söyler. Başka şeyi anlatıyor gibi söyler. O da hissesini alacak. Herkes vaazı dinlerken, konuşmasını dinlerken hocasının, “Bu bana söyleniyor!” derse, o zaman anlar işin nereye geldiğini...


2. Soru:

Müridin dergâha kabul edildiğini anlaması neyle mümkün olur?


Hoca efendi kabul ettim deyince, kabul edildiği anlaşılır. Mühim olan müridliğin hakîkî müridlik olmasıdır. Allah tarafından sevilen bir mürid haline gelip gelememek durumudur. O da insanın zuhuratından, hallerinden belli olur. İkaz eder Allah... Veyahut taltif eder. Ordan anlaşılır müridin gerçekten mürid olup olmadığı...

Bazısı kabul edilmiştir, çabuk terakkî eder; bazısı etmez. Kabulde bir şey yok da, mühim olan kabul değil... Kabul kapımız açık, herkes girer. Başkalarının da öyle olabilir. Ama mühim olan kapıdan girmek değil, terbiyeyi alıp Allah’ın sevgili kulu olmaktır.

Tasavvufun gayesi nedir? Allah’ın sevdiği bir insan olmaktır. Allah’ı bilen, ârif; Allah tarafından sevilen, mahbûb bir kul olmaktır. İki tarafı var: Kendisi ma’rifetullaha erecek, Allah’ın rızâsını ve sevgisini de kazanmış olacak! Bunu yapamamışsa, maksad hasıl olmamış demektir. Bunu yapmak için çalışması lâzım! Yoksa, kırk dergâha kayıtlansa, gitse gelse, o olmadıktan sonra, Allah sevmedikten sonra kıymeti yok!


3. Soru:

Birisi cemaatimizi, tasavvufu takdir ediyor, seviyor; fakat bağlı değil... Böyle birisini acele edip hemen bağlanmaya mı teşvik edelim, yoksa biraz bekletelim mi?


Peygamber SAS buyuruyor ki:

42

عجلوا بالصلًة قبل الفوت، وعجلوا بالتوبة قبل الموت!


(Accilû bi’s-salâti kable’l-fevt, ve accilû bi’t-tevbeti kable’l-mevt) “Namazı kaçırıveririsiniz, namazı vaktinde hemen kılın! Tevbeyi çabuk yapın; çünkü ölüm geliverir, tevbe edemeden göçüverirsiniz.” buyuruyor.

Hayırlı işlerde çabuk davranılır. “Kızınızı evlendirmekte acele edin!” diyor Peygamber Efendimiz... “Cenâzenizi kaldırmakta acele edin!” diyor Peygamber Efendimiz... Acele etmek iyi değil ama, bazı yerlerde acele etmek iyidir. Hayırlı bir işi yapmakta acele edilir.

Ben, “Birisi falan şehirde, sizden ders almak istiyor.” denilince, “Aman şu kâğıdı gönder, kabul ettim; bunları yapadursun, sonra da görüşürüz.” diyorum.

Neden? Ertesi gün ben ölürsem, korkuyorum vebal altında kalırım diye... O bir istekte bulunmuş, “Biz bir ay sonra, iki ay sonra geleceğiz!” diyerek, geciktirmiş oluruz diye korkuyorum.

Onun için, hayırlı bir iş mi bu? Hayırlı bir iş! Hemen yap! Bir dakika geçirirse, bir gün eksik kalırsa, uygun olmaz! Mâdem seviyor, gelsin hemen başlasın!


d. İntisabın Şekli


1. Soru:

Kitabınızda intisabın el tutularak, musafaha yapılarak yapılacağını buyurmuşsunuz; şimdi bu kalabalıkta ben ne yapayım?


Bir hatırayla cevap vereyim: Muhterem kardeşlerim! Hocamız Konya’ya gitmişti. Konya’da ricâ etmişler, iki minareli, koca kubbeli büyük bir camide Hocamız konuşma yaptı. Yüksek İslâm Enstitüsü’ydü o zaman... Oranın talebeleri ve cemaat gelmişti, çok kalabalıktı. Onların hepsine orada ders tarifi yaptı. Yâni, müridlik vazifesini onlara verdi. Ders tarifi yaptı ama, böyle uzaktan tarif

43

etti. Neden? Kalabalık olduğundan... Kalabalık olunca, mâzeret oluyor kalabalık... Peygamber Efendimiz de, Vedâ Hutbesi’nde bütün Arafat meydanı doluydu. Hepsiyle musafaha etse, vakit kalır mıydı?

Onun için sakin zamanda, tek başına olsa, protokol olur. Ama tek başına olmayıp kalabalık olduğu zamanda olunca, bunlar mühim değil... Mühim olan müridin mürşidini sevmesi, ona bağlılığı hissetmesi...


Hattâ ben size bir şey daha anlatayım: Hocamız’ı Adapazarı’na çağırmışlar. Temiz hava alsın biraz, manzaralı yerdir diye Esentepe’ye götürmüşler. Tam o sırada Esentepe mezarlığına bir cenâze gelmiş. Hocamız gitmiş cenazenin başına... Cenaze namazını Hocamız kıldırmış.

İstanbul’dan Adapazarı’na misafir gidiyor. Adapazarı’nda ev

sahibi arabasıyla onu Esentepe’ye götürüyor. Esentepe’de bir cenâze geliyor. Namazı kılınmamış daha, mezarlığın orada namazı kılınacak. Hocamız imam oluyor, namaz kılınıyor.

“—Ne var bunda?” Öyle bir şey var ki! Bu adam Hocamız’a intisab etmek isteyen bir kimseymiş meğerse... Üç defa gelmiş buraya, Hocamız seyahatte imiş. Üç defa İskenderpaşa’ya gelmiş, Hocamız’ı bulamamış, boynu bükük dönmüş. Ölüm gelmiş, ölmüş.

“—Kim kıldırdı cenâze namazını?” Hocamız!

“—Anladınız mı şimdi işin esrârını? Bakın Allah’ın işine!”


Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki:4



4 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.1, no:1; Müslim, Sahîh, c.III, s.1515, no:1907; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.670, no:2201; Neseî, Sünen, c.I, s.58, no:75; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1413, no:4227; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.25, no:168; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.I, s.73, no:142; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.50, no:1; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.9, no:37; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.17, no:40; Bezzâr, Müsned, c.I, s.380, no:257; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.336, no:6837; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.41, no:181; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.79, no:78; Tahâvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.42;

44

إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنـيَّاتِ (خ. م. د. ن. ه. حم. عن عمر)


(İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) “Ameller niyetlere göredir.”

Sen kalbinden öyle istedin mi, Allah nasib ediyor. Senin kalbin bozuk olsa, el tutmak fayda etmez!

Münafıklar, Allah’ın sevmediği kimseler, Kur’an’da aleyhinde ayet indirilmiş kimseler, Peygamber Efendimiz’i yalanladılar. Musafaha ettiler mi? Ettiler. Ne oldu, musafaha etmeleri bir fayda verir mi? Vermez! Münafık olduğundan, kalbi fâsit, kalbi fâsık, kalbi bozuk olduğundan vermez. Kalbi temiz oldu mu, Allah cenâze namazında nasib eder.


Bir gün ben buraya geldim, pazar günü hadis dersini yapmaya... Evden çıktım ben, şurada bir cenâzecik var dışarda...

“—Allah rahmet eylesin! Bu kimin cenâzesi, kimmiş bu zavallı?” dedim ben...

Kimse bilemedi. İkindi namazını kıldık, cenâze namazını kılacağız. Burası dolu, avlu dolu... El-hamdü lillâh, tıklım tıklım her taraf dolu...

Şimdi aşağıdan kâğıt geliyor: “Hocam! Kadınlar kısmı rutubetli, havasız bir yer... Daha geniş bir yer yapamaz mısınız?” Allah râzı olsun, teveccüh çok, geliyorsunuz ondan... Tenhâ olsa bu hava yeter ama, kalabalık... Bu rutubetin de bereketi var, bu terin de bereketi var...


Hamîdî, Müsned, c.I, s.16, no:28; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.195, no:1171; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.62, no:188; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.244; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.136, no:656; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXII, s.166; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.171; Tahàvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.488, no:7438; Bezzâr, Müsned, c.I, s.64, no:257; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.380, no:3707; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.48, no:78; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.206, no:483; Hz. Ömer RA’dan. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.342; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.422, no:7263; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.1, no:1; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.459, no:8819.

45

Hocamız zikir yaptıktan sonra camları açmak isteyenlere açtırtmazdı, bereket kaçmasın diye... Kızardı hem de, “Açmayın!” derdi.

Zikir olmuş Hocamız’ın salonunda, ter kokuyor... Ter ceketimizin üstüne çıkmış, sırılsıklam... Cemaat gitti, Hocamız kaldı orda... Evdekiler camları açıp havalandırmak istedikleri zaman, “Açma, havayı değiştirme!” derdi.


Şimdi içerisi dolu, dışarısı dolu, avlu dolu... Cenâze namazı kılacağız, çâre ne? “Ey cemaat-i müslimîn, buyurun cenâze namazı kılacağız, dışarı çıkın!” desek, dışarısı dolu... Çare? Cenâzeyi getirdik ön tarafa...

Cenâzenin caminin içinde namazının kılınması mekruh... Burada mecburiyet var... Cemaate dışarı çık desek, çıkamaz; zâten dışarısı dolu... Olmayacak bir şey... Cenâzeyi caminin içine, ön tarafa getirdik, namazını kıldık.

Sonradan içerde öğrendim ki, bizim ihvânımızdan, bir boynu bükük has derviş... İyi dervişti hâ... Cömertti, evinde hep ziyafet

46

verirdi. Râmuz dersleri olurdu evinde... Mücâhiddi, mühendisti, kimsenin sakalı olmadığı zamandan sakallıydı. Şeceresi vardı, Peygamber Efendimiz’in soyundandı, sülâle-i tâhiredendi, seyyid idi. Şeceresi vardı ama, boynu büküktü. Benden yaşı iki kat fazla idi, elimi öpmek isterdi; ben elimi öptürmeğe utanırdım. Mütevâzi idi, dervişliği tamdı.

Ankara’daydı, İstanbul’a gelmiş, vefat etmiş. Cenâzesi aşık olduğu cemaatin camiinde nasib oluyor, içinde nasib oluyor. Kimseye nasib olmaz yâni... Kimseye öyle caminin içinde kıldırmazlar. Ancak Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de kılınır caminin içinde... Burada caminin içinde kıldık. Nasıl yaşarsa insan, ona uygun ölüm oluyor. Soylu insanın hali başka oluyor.


Şekil hiç önemsiz değil, şeklin de önemi var! Şeklin önemi olmasa, Peygamber Efendimiz safları düzeltmezdi. Kimisini yakasından öne çekip, kimisini göğsünden geriye itip, “Safları muntazam yapın!” diye meşgul olmazdı.

Şekil önemli ama, öz, iç çok daha önemli! İnsanın kalbi önemli! Allah insanın dışına bakmaz, kalbine bakar. Kalbi temiz oldu mu, cenâze namazını hocasına kıldırtır. İntisab edemediği hocasına cenâze namazını kıldırtır.

Ne diyor Peygamber Efendimiz SAS: “Bir insan candan, içten, samîmiyetle şehid olmayı arzu ederse, yatağında bile ölse Allah onu şehidler makamına çıkartır. (Velev mâte alâ firâşihî) Yatağında bile ölse, Allah onu şehid makamına ulaştırır. Çünkü, niyeti güzel...

Onun için, niyetinizi güzel yapmağa bakın, kalbinize bakın! Şekil de önemli ama, öz, kalp çok önemli!


e. Zikir Dersi ve İstihare


1. Soru:

Bizim cemaatte niye ders alırken istihare yaptırılmıyor?

47

Ben istihare yapılmaz diye söylemedim. İstihare yapılabilir ama, gel de şimdi sen şu cami cemaatine istihare yaptır da, istiharelerini dinle! Beş yüz kişi ders alıyor. Haydi bakalım hocaefendi geç, bunların istiharelerini dinle; olacak şey değil!

Bu neden? Bu berekettir. Bu tekkenin bereketi var... Siz başındaki kimseye bakmayın, mübarek bir yer burası... Belki dünyanın etkin merkezlerinden birisi burası... Büyüklerin himmeti var burada, ruhâniyeti var...

Hocamız evliyâullahın çok büyüklerinden... Zamanında bilen bildi, bilmeyen bilmedi. Aleyhinde bile konuşan oldu ama, kerametleri silindir gibi ezip geçti. Herkese sorsan, nelerini biliyorlar, nelerini görmüşler!


Kerametlerinden bir tanesini söyleyeceğim: Şu anda belki aramızdadır. İhvânımızdan Dr. Sedat Bey lisede okurken, rüyasında üç defa bir zatı görmüş. Sedat Bey’e demiş ki, o mübârek zat:

“—Evlâdım bana gel, yanıma gel!”

Allah Allah! Üç defa bir şahıs rüyasına girdi, “Gel yanıma!” diyor ama, nereye gidecek? Kim bu? Adres yok, telefon yok... Rüyada “Bana gel!” deniliyor sadece...

Tabii, liseyi bitirmiş, tıbbiyeyi kazanmış, üniversiteye İstanbul’a gelmiş. Kumkapı yakınında, Kadırga Yurdu diye bir yurt var; orda kalıyorlarmış. Yurdun mescidi var... Muhtelif fakültelere giden arkadaşlar da orda namaz kılıyorlar; akşamları, yatsıları, sabahları... Fakat bazı akşamlar, yurttaki dindar arkadaşlar bir yere kaybolup gidiyorlarmış. Bir gün dayanamamış, demiş ki:

“—Siz nereye gidiyorsunuz bazı akşamlar? Kayboluyorsunuz. Aranızda fıs fıs bir şeyler konuşuyorsunuz, topluca bir yere gidiyorsunuz. Nereye gidiyorsunuz?” Demişler ki:

“—Bir hoca var, Mehmed Zâhid Hoca diye... Zeyrek’te Ümmü Gülsüm Camii’nde sohbetler yapıyor. Çok mübarek bir insan... Onun sohbetlerine gidiyoruz. Yâni gizli değil, istersen sen de gel!”

48

demişler.

O da “Pekiyi!” demiş, o da dindar... İlk defa o da kalkmış, o arkadaşlarıyla beraber bizim Zeyrek Ümmü Gülsüm Camii’ne gelmiş. Kendisi birkaç defa anlattı da, ben ondan şu kulaklarımla duydum:

“—Bir de baktım ki, beni rüyada üç defa çağıran şahıs, o şahıs!” diyor. “Namazdan sonra caminin ortasında oturdum. Cemaat biraz dışarı çıktıktan sonra ben hâlâ oturuyordum. Bana işaret etti, ‘Yanıma gel!’ dedi. Yanına gittim.” diyor. “Beni biraz beklettin be evlâdım!” demiş. Yâni, “Gel dedim de, çabuk gelmedin!” demiş. “Otur!” demiş, ders vermiş. Hocamız öyle bir insan...


Bak ben çok aciz bir kardeşinizim... Hiç beni tanımadan, hiç İskenderpaşa’yı bilmeden, rüyada “İskenderpaşa Camii’ne gideceksin, oradaki filânca hocadan ders alacaksın!” denilen ve elinde adresle gelip benden ders alan kardeşlerimiz var...

Onun için kalbinizi temiz bir kalp yapmağa gayret edin! Şekil, merasim önemli değil...


6. Soru:

Bazı hanımlara beyleri derse gelmelerine izin vermiyormuş. “Video-kasetten ders tarifini seyretsek dersli sayılır mıyız?” diyorlar.


Gümüşhaneli Hocamız diyor ki: “Bizi seven, bizim kitaplarımızı okuyan bizdendir.” Bu bir gönül bağıdır, esas itibariyle böyledir. Fakat aynı zamanda, Peygamber Efendimiz’e bağlılık gibi bir bağlılık olduğu için, biraz daha yakın bir tanışma halinde olması temenni edilir. Gelemiyorsa, birisiyle haber gönderir; vekâleten konuşur, ders veririz. Böylece özel olarak, belirli olarak irtibat kurmak faydalıdır.


7. Soru:

Sizden ders almayıp da, sizin tayin ettiğiniz bir kimseden ders

49

almakla tarikata girmiş olur muyuz?


Girmiş olursunuz. O bizim vekilimizdir. Biz vekil tayin etmişiz, bazı kardeşlerimize vekâlet vermişiz. Tamamdır, bu gibi meselelerde vekâlet caizdir.

Nikâhta bile câizdir. Kız gelmiyor karşınıza, birisini vekil tayin ediyor. Onun namına nikâhı kıyıyoruz. Vekâleti sahih olduktan sonra, kıyılıyor. O bakımdan normaldir, tereddüt etmeyin!


8. Soru:

Annem sizden ders almak istiyor.


Tamam, razı oldum. Benim dersimi ona anlatırsınız. Zikirlerini çeksin. Allah mübarek eylesin. Hastaymış, gelemiyormuş, mazereti var. Olur. Vekâleten tarif ediversin. Vekâlet caizdir. Zaten biz birçok vekâletler vermişiz, bizim nâmımıza onlar anlatıyorlar, bazı kardeşlerimizin kaydı öyle oluyor.


9. Soru:

Memleketimiz uzak olduğundan üç kız kardeşim var, gelemiyor.


Evet, vekil ediyoruz, dersimizi onlara tarif etsin. Onları da kabul ettik.


f. Ailenin Zikre Karşı Çıkması


Soru:

Bir hanımefendinin babası ölmeden önce, “Tasavvuf dersi alırsan hakkımı helal etmem.” demiş. Bu hanımefendi ders alabilir mi?


Bu ölen, zavallı, çok cahil bir adammış. Namaz takvâsız kabul olmuyor. İbadet ihlâssız kabul olmuyor. Nefis terbiye edilmeden insan felahı bulmuyor.

50

(Kad eflaha men tezekkâ) diye âyet-i kerîme ile sabit. Sen

bunları kızına nasıl yasaklarsın? Senin kızının üzerinde şu kadarcık bir babalık hakkın varsa; Allah’ın milyarlarca hakkı var, tarif edilmeyecek kadar hakkı var. Sen Allah’a güzel kulluk etmesini nasıl engellersin?

Tasavvuf dersi alınca ne yapacak? Allah diyecek, lâ ilâhe illallâh diyecek, işrak, duha, evvabin, gece teheccüd namazı kılacak. Baba istemiyor. Fesübhânallah, öğrensin. Başka şey sanıyorlar, diyor ama öğrensin o zaman bilmediği şeyi de konuşmasın. “Namaz kılarsan hakkımı sana helal etmem.” veyahut “Al şu içkiyi iç, otur karşıma iç şu içkiyi. İçmezsen babalık hakkımı sana helal etmem.” Bunu diyen baba duydum ben. Delikanlı oğlunu karşısına oturtuyor; “İç ulan! İçmezsen babalık hakkımı helal etmem.” İçmezsem sen babalık hakkını helal etmezsin, içersem Allah beni sevmez. Ben ne yapacağım şimdi; elbette Allah’ın sözünü dinleyeceğim.


Bizim İlahiyat Fakültesi’ndeki talebenin birisi sakal bırakmış, namaza niyaza başlamış. Babası evden kovmuş. Çalgıcı babası, saz imalcisi; belki de bozuk mezheptendir. Çocuk uyanmış, hak yolu bulmuş. Namaz kılıyor, sakallı, hak yola girdi diye baba çocuğunu evden kovuyor.

“—Hocam şimdi bu benim anam, babamdır; ben ne yapayım.” diye geldi sordu.

Ben başımı eğdim düşündüm:

“—Sen ona dosdoğru, dobra dobra bir mektup yaz. ‘Babacığım, sen benim babamsın. Amennâ ve saddaknâ, tamam. Benim sana evlatlık borcum var, tamam. Ben bunu yapmaya hazırım. Elini ayağını yıkayayım. Elini ayağını öpeyim. Sana pervane gibi hizmet edeyim ama, sen benden öyle şey istiyorsun ki, yapmam mümkün değil. Benim Allah’a ibadet etmemi hoş görmüyorsun, Allah’a ibadet ettirtmemek istiyorsun. Bunu yapmamalıyım. Ben seni seviyorum. Senin evladın olduğumu biliyorum. Sana karşı görevlerim, vazifelerim olduğunu biliyorum. Bunları yapmaya da

51

hazırım. Fırsat ver bunları yapayım ama ne olur beni seninle Allah arasında bir tercih yapmaya itme. Allah’ı tercih ederim çünkü. Her şeyden önce ben Allah’ın kuluyum. Seni de, beni de yaratan Allah’ın kuluyum. Ben Allah’ı tercih ederim. Beni böyle bir tercihe zorlama; o zaman ne babalık kalır ne evlatlık kalır. Beni böyle bir tercihe zorlama, fırsat ver, ben sana evlatlık vazifesini yapayım.’ tarzında böyle bir şeyler yaz.” dedim. “Dobra dobra bunu söyle ki yaptığı işin, söylediği sözün yanlışlığı kafasına girsin.” dedim.


Aradan birkaç ay geçti. Tık tık tık, çocuk kapımı çaldı. Yanında kendisi gibi boylu poslu bir genç kızla beraber geldi. Kız örtünmüş, ellerine eldiven giymiş, etekleri taa aşağıya kadar, mantosu da bol. Oturdular:

“—Hocam, bunun kim olduğunu biliyor musun?” dedi.

İnsanın da söylediği söze dikkat etmesi lâzım. Pattadak yanlış şey söylerse sonra pişman olabilir. Yutkundum, ben söylemedim. “Nişanlın mı filan.” diye aklımdan geçti ama demedim. Tebessüm ettim.

“—Hocam bu benim kız kardeşim. Hani siz bana; “Babana bir mektup yaz.” demiştiniz ya ben o mektubu yazdım. Benim mektup evde atom bombası gibi patlamış. Anam ağlamış, babam perişan olmuş, kız kardeşlerim gözyaşı dökmüş. Başlamışlar ağlaşmaya; “Zalim olan, yanlış yolda olan biziz. Bizim yaptığımız yanlış, bu doğru.” demişler, bir mektup yazmışlar; “Gel evladım.” demişler.

O da gitmiş. Bu çocuğun sakal bırakmasına, namaz kılmasına kızan babanın; bu sefer açık olan kızı örtünmüş. “İşte bu mektubun eseri kız kardeşimin bu giyimi.” diyor.

“—Allah yolunda daim etsin, mübarek olsun.” dedim.

Sevindim ben. Çünkü benim nasihatimle böyle olmuş olduğu için hoşuma da gitti.


Bir zaman daha geçti. Çocuk gene geldi:

“—Hocam müjde!” dedi.

“—Hayrola?” dedim.

52

“—Bütün aile karayoluyla hacca gidiyoruz.” dedi.

“—Yahu senin baban yeni dönmüştü eski yoldan. Alışmıştır çalgıya, zevke, sefaya, içkiye. Şimdi karayoluyla; yüznumara bulamaz, su bulamaz, kızar, sinirlenir, sigortası atar. Yine yanlış bir şey yapar. Sen bunu -zengin de- uçakla göndersen olmaz mı?”

“—Yok Hocam, biz mübarek mahalleri göre göre, sahabe kabirlerini, peygamber kabirlerini ziyaret ede ede, Şam’ı, Bağdat’ı göre göre gideceğiz.” dedi.

Hakikaten gitmişler.


Bir insanın baba, lider, reis-i cumhur, bakan, profesör, dekan, rektör, genel müdür, emniyet genel müdürü, asker, general, ağa, paşa olması onu Allah’ın emrine karşı çıkmaya haklı kılmaz! Allah’ın emrine karşı çıkmaya kimsenin hakkı olamaz. Hiç kimse Allah’ın emrine aykırı bir buyruğu aşağısındakine söyleyemez. Baba evladına söyleyemez, koca karısına söyleyemez. “Açıl, boyan, sürüm sürüm sürün, süslen, koluma seni takacağım sokağa gideceğiz.” diyemez.” Neden? Allah; “Örtünün, ziynetlerinizi saklayın. Ancak mahreminize açabilirsiniz, başkasına karşı örtünün.” demiş. Allah’ın o emrine rektör de karşı çıkamaz, kocası da karşı çıkamaz.


Millî Eğitim Bakanlığı müfettişi, şöyle güzel kravatlı, yeşil elbiseli, yakışıklı bir bey geldi eve; Ankara’da bizim damadın evine. Yanında da tıbbiyede okuyan bir kız var; kızıymış. Tanıştık. Ben emekli profesörüm, o da Millî Eğitim’de müfettiş.

“—Hocam bu kız sizin talebenizmiş.” dedi.

Kız bizim ihvanımızdan olmuş.

“—Bu böyle örtülü. Başını örtüyor, manto giyiyor. Fakülte’de müşkülat çıkıyor.” dedi. “Biz söylüyoruz dinlemiyor. Siz aydın bir hocasınız, neremiz aydınsa, söyleyin de bu fakültesini tamamlasın, doktor çıksın, başını o zaman örtsün; daha faydalı olacak.” dedi.

“—Ben söyleyemem. Başörtüsünü örtme emrini ben vermedim ki ben kaldırayım. Benim kaldırma salâhiyetim yok. Ben Allah’ın

53

emrine aykırı bir şey söyleme hakkına sahip bir kul değilim Ben kim oluyorum? Allah örtün demiş, örtünecek. Ben müsaade veremem, açmasın. Fakültesi de gitse, hayatı da gitse aç diyemem!” dedim.


Yemen’de hükümdar, mü’minler Lâ ilâhe illa’llàh dediler diye kızmış. Hendek kazdırmış, içinde ateş yakmış, hendeğin yanına gelip bütün mü’minleri cayır cayır ateşin içine ittiriyor, öldürüyor. Kucağında çocuğu ile kadın oraya kadar gelmiş. O da atılacak. Kadın bir ara tereddüt etmiş: “—Bunların dediğini deyiversem, hiç olmazsa şu çocuğum kurtulsa...” diye içinden geçirmiş.

Yazık, anne kalbi dayanamaz. Kendisi imanından dolayı şehid olacak, razı oluyor ama çocuğu için şöyle bir düşünmüş. “Acaba Lâ ilâhe illa’llah sözünden vazgeçtiğimi söylesem de, ateşe atılmasam mı?” diye.

Kucağındaki çocuk, konuşacak çocuk değil de, hani keramet olarak, olağanüstü bir durum olarak, konuşmuş:

“—Anne, sakın Lâ ilâhe illa’llàh demekten vazgeçme!” demiş.

Peygamber Efendimiz bildiriyor:

“—Beşikte üç kişi konuştu. Birisi bu Ashâb-ı Uhdud, işte bu kadının kucağındaki bebek… İkincisi. Hz. İsa AS beşikteyken konuştu. Üçüncüsü de, Rahip Cureyc’in masum olduğunu göstermek için konuşan bir başka bebek… Üç kişi küçükken konuşmuştu. Olağanüstü bir durum olarak, konuşma kabiliyeti yokken, kundaktayken. Onun için bebek, “Lâ ilâhe illa’llàh demekten vazgeçme.” diyor.


Biz Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin emrettiğinden başka bir şeyi söylemeye kendimizi salahiyetli göremeyiz. Baba olmuş, babalık hakkını kötüye kullanıyor: “—Sen bilmem şu ibadetleri yapma!” diyor.

Hoca olmuş, hocalık hakkını kötüye kullanıyor: “—İmtihana girersen, başı örtülü olarak seni kabul etmem!” diyor.

54

Profesör olmuş, dekan olmuş, rektör olmuş hakkını kötüye kullanıyor. General olmuş, bir yerin komutanı olmuş, hakkını kötüye kullanıyor.

Yok, yapamaz böyle bir şeyi. Allah-u Teàlâ Hazretleri ıslah eylesin. Herkes haddini bilsin, herkes kulluğunu bilsin, herkes Allah’ın emrine gelsin.


g. İlâhî Ente Maksûdî


Soru:

İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî cümlesinin açıklamasını yapar mısınız?


إِلٰهِي أَنْتَ مَقْصُودِي، وَ رِضَ اكَ مَطْلُوبِي!


(İlâhî ente maksûdî) “Yâ Rabbi! Benim hedefim, muradım, maksudum sensin.” demek. (Ve rıdâke matlûbî) “Yâ Rabbi! Benim bütün talep ettiğim, istediğim şey senin rızana ermek.” “Ben senden razı olayım, sen benden razı ol, istiyorum.” demek. Birincisi mârifetullaha işaret ediyor. “Ben mârifetullaha sahip olmak istiyorum. Allah’ın ârif kulu olmak istiyorum.” demek.

İkincisi de; “Allah’ın rızasına ermek istiyorum. Rızâ-ı ilâhîye ermek istiyorum.” demek.


h. Zikir ve Uyku


Soru:

Zikrimde bir türlü sebatlı kalamadım. Virdimi yapamadığım günler oluyor. Yaptığım zaman da virdimin yarısında üzerime bir ağırlık çöküyor. Ben de dayanamıyorum, olduğum yere uzanıyorum, uyuya kalıyorum. Ne yapmalıyım?


Bunlar umumiyetle hayatımızı güzel intizama sokamamış

55

olmamızdan, tanzim edemememizden kaynaklanıyor. Uykumuz tam olmayınca tabii uyunmayacak yerde uyku bastırıyor. İster istemez insanın gözü kapanıyor. Uykunun o halde belirli bir şekilde yapılması lâzım. İkinci bir nokta da, bir insan uyunmayacak olduğunu kesin olarak kararlaştırdığı zaman insana uyku gelmez. Yemek yememesi gerektiğine kesin olarak kâni olduğu zaman acıkmadığı gibi... Mesela Ramazan’ın ikinci, üçüncü gününde insan acıkmaz artık, neden? Biliyor ki akşama, iftar vaktine kadar yemek gelmeyecek; tamam, artık mideden “Ben açım ya, yemek istiyorum.” diye ses gelmez.


Neden? Kesin biliyor ki, bu adam mide ne yaparsa yapsın yemeyecek. O zaman açlık duygusu olmuyor. Demek ki kesin kanaati olduğu zaman uyku gelmez.

“—Tamam ben 2’de, 2,5’ta yatmış olabilirim. 4,5’da, 5’te kalkmış olabilirim. 2,5 saatlik uyku asıl yorgunluğumu izale etti. Şu vakitten şu vakte kadar uyumamam lâzım.” deyip insan sıkı durursa uyumaz. Hakikaten de 2,5 saatlik uyku insana yeter.

Bir de gündüzün bir vakitte, öğlenden biraz evvel Peygamber Efendimiz uyurdu veyahut öğleden sonra uykusu olabilir. Bu ikisi olduğu zaman insan dinçleşir. Meselâ, gece uyku bastırmasın diye Peygamber Efendimiz kaylûle denilen öğle uykusunu tavsiye ediyor. O olduğu zaman insan çok dinç oluyor.

Mesleğiniz, memuriyetiniz, işiniz, günlük programınız uygunsa, günün öğle vaktinde biraz uyuyun. Öğle tatilinde işyerinizde uzanın, uyuyun. O zaman bu yorgunluklar olmaz. Yani hayatınızı iyi tanzim ettiğiniz zaman, programlı olduğunuz zaman uyku olmaz.


Hatta bu insan vücudunun bir garip tarafı vardır. O garip tarafı şudur ki; bir insan adetâ belli gün belli saatlerde kalkmaya alışmışsa, programlanmış bir saat gibi, bilgisayar gibi, herhangi bir alet, cihaz kurmasa bile o saatte kalkmaya başlar. İnsan [yapısı] böyledir.

56

Yani diyelim ki bir insan bugün 3’te kalktı, yarın 3’te kalktı, öbür gün saati hiç kurmasa 3’te bir uyanır. Yani insanın zihnine zamanlama nakşoluyor, programlanıyor adetâ... İnsan bu programlamayı muntazam yaptığı zaman bu çeşit uyuma vesaire olmaz, uyanması gereken zamanda uyanabilir.

O halde, muntazam olmak zorundayız. Yani intizamlı... Başarının Prensipleri diye kitabımız var, orada ne diyoruz:

“—Haftanızın bir programını yapın! Gününüzün programını yapın. Kaçta kalkacaksınız, kaçta yatacaksınız? O programa uyun. O programa uyduğunuz zaman uyumamanız gerektiği saatte uyumazsınız, uykunuzun olması gerektiği saatte de uyursunuz.” Programlı olmak lâzım geliyor.


i. Cemaati Terk Eden


Soru:

Daha önce sizden ders almıştım. Sonra bazı rüyalarla başka bir taraflara kaydım. Şu anda birtakım sıkıntılar içindeyim.


Sanıyorum bu sıkıntılar kendisinin kararsızlığından kaynaklanıyor. Böyle bir bakıma ahdine sadık olmamasından kaynaklanıyor ve devam da edebilir. Bu böyle gelir, böyle de devam eder.

Çünkü insan doğru olan bir yola girdikten sonra bir başka tarafa kayarsa o taraf doğrudan ayrıldıktan sonra nereye gider?


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلًَلُ (يونوس:٣٢)


(Femâzâ ba’de’l-hakkı ille’d-dalâl) [Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır?] (Yunus, 10/32)

Ondan sonra yanlış bir yola gider. Sonradan çeşitli şekilde rahatsızlıklar olur. İnsanların çeşitli rüyalar görmesi mümkündür. Bir kısmı şeytanî, bir kısmı Rahmanî, bir kısmı

57

ilâhî, bir kısmı melekî olur… Biraz insanın aklını mantığını, şer’î bilgisini kullanarak fıkha uygun hâle getirtmesi lâzım.

Söz veriyorsun, ahdediyorsun. Ahdini sonra bir rüyayla bozuyorsun! Allah insanı ahitten sorgu suale tâbi tutar:

“—Niye ahdini bir rüyayla bozdun?” O, yanlış olmuş oluyor.

Tabii biz bir grup olduğumuz için başka bir grup hakkında çeşitli sözler sarf etmek istemiyoruz. Bu bizim hassasiyetimizden dolayı; fitne fesat vs. çıkmasın, gruplar arasında çekişme çatışma vs. olmasın diyedir. Ama el-hamdü lillah yolumuz ta Peygamber SAS Efendimiz’e kadar muttasıl olan hak yoldur. Takvâ yoludur, ihsan yoludur, ihlâs yoludur. İnsan bunu bırakır da keramet ticareti yapılan şeylere kapılır, propagandalarla karar değiştirirse sonunda hatalı durumlara düşebilir.

58
2. ZİKİR DERSİ TARİFİ
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2