İntisab ile bey’atin aynı kişiye yapılması gerektiğinin fıkhî delillerini söyler misiniz?


Peygamber SAV Efendimiz’in çağında, insanların hepsi Peygamber Efendimiz’e bağlanıyorlardı ve bu bağlanmaya bey’at deniliyordu.

Meşhur bey’atlerden birisi Akabe’de olmuştur. Peygamber Efendimiz, hac için Mekke’ye gelmiş olan civar şehirlerin ahalileriyle konuşup, onlara İslâm’ı anlatıyordu. Ve bu anlatmadan sonra, onların müslüman olmasını istiyordu. Bir grup hacı bunu kabul etmişler ve Akabe denilen, Mekke’ye çok yakın bir yerde, kendisine bağlılıklarını beyan etmişlerdi. Buna I. Akabe Bey’atı diyoruz.

Ondan sonra, daha geniş bir grup halinde Mekke’ye gelmişlerdi; II. Akabe Bey’ati olmuştu... Daha sonra Hudeybiye’de bir bey’at olmuştu. Hudeybiye’de bütün ordu mensupları tekrar Peygamber Efendimiz’e bağlanmışlardı.

Demek ki bey’at, bağlılık demektir. İntisab da bağlılık demektir. Peygamber Efendimiz zamanında böyle, bey’at ile intisab kelimeleri arasında bir ayrılık düşünülmüyordu.

Bunu bir siyâsî parti çıkarmıştır bizde... Kendisi politik eğitimini yaparken; “Bey’at başkadır, intisab başkadır, imamette iktida başkadır... Camiye gelen, imamın arkasına ‘Allahu ekber’ diye durur; buna imamette iktida derler. Tasavvuf terbiyesi almak için bir şeyhe bağlanır; buna intisab derler. Ama bey’at, bir politikacıya olması lâzım.” demişlerdir.

Bu kendilerinin görüşleridir, İslâmî görüş değildir. Çünkü, İslâm’da politikacıya tabi olmak yoktur, Allah’a tabi olmak vardır! Allah’a tabi olmak, Rasûlüllah’a tabi olmakla olur... Bir politikacıya bağlanmak, lâik bir şeydir.

Aslında İslâm, dinin esaslarına göre hareket etmeyi amaçladığı için; İslâm fıkhı, “Dinin emirlerini en iyi bilen insanlara bağlanmak, böylece Kur’an’ın emirlerine göre yaşamak mümkün olur.” diye düşünmek durumundadır.

 

İslâm, hangi grup olursa olsun, küçük-büyük, mutlaka birisinin başkan olmasını emrediyor, düzeni emrediyor. Namazda nasıl birisi öne geçip namazı kıldırıyorsa, onun gibi düzenli olmayı emrediyor. Meselâ, siz 10-15 kişilik bir grupsunuz, seyahat ediyorsunuz. Peygamber SAV buyuruyor ki:[59]

 

إِذَا سَافَرْتُمْ فَلْيَؤُمَّكُم أقْرَؤُكُمْ، وَإِنْ كانَ أَصْغَرَكُمْ سِنًّا؛ وَإِذَا أَمَّكُمْ،

 

فَهُوَ أَمِيرُكُمْ  (البزار، والديلمي عن أبي هريرة)

 

RE. 49/11 (İzâ sâfertüm felyeümmeküm akraüküm) “Siz bir sefere çıktığınızda Kur’an’ı en güzel okuyanınız, Kur’an’ı en çok bileniniz size imam olsun; (ve in kâne asgaraküm sinnen) yaşça en küçüğünüz de olsa… (Ve izâ emmeküm fehüve emîruküm) İmam olunca da artık o sizin emirinizdir.” buyuruyor.

Demek ki, imamla emir aynı kimsedir ve Kur’an-ı Kerim’i en iyi bilen kimsedir. Bu bir hadis-i şeriftir. Fıkhî delilini soruyordu soruyu soran...

 

İkinci bir delilim şudur ki, Ebû Hüreyre RA’dan şöyle rivayet edilmiştir:[60]

 

بَعَثَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْثًا، وَهُمْ ذَوُّو عَدَدٍ

 

فَاسْـتَقْرَأَهُمْ، فَاسْتَقْرَأَ كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ مَا مَعَهُ مِنْ الْقُرْآنِ،

 

فَأَتٰى عَلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ مِنْ أَحْدَثِهِمْ سِنًّا، فَقَالَ: مَامَعَكَ يَا

 

فُلاَنُ؟ فَقَالَ: مَعِي كَذَا وَكَذَا وَسُورَةُ الْبَقَرَةِ . قَالَ: أَمَعَكَ

 

سُورَةُ الْبَقَرَةِ؟  فَقَالَ: نَعَمْ . قَالَ: اِذْهَبْ، فَأَنـْتَ أَمِيرُهُمْ!

(ت. خز. حب. ك. ن. عن أبي هريرة)

 

(Bease rasûlü’llah salla’llàhu aleyhi ve seleme ba’sen) “Peygamber SAS Efendimiz bir heyet tertipleyip, bir askeri birlik tertipleyip bir yere göndermeye hazırlandı. (Ve hüm zevvû adedin) Bu gönderilecek mücahid birliği, kalabalık bir topluluk idi. (Fe’stekraahüm) Peygamber Efendimiz onlardan Kur’an-ı Kerim’den bildiklerini okumalarını istedi. (Fe’stekraa külle vâhidin minhüm mâ meahû mine’l-kur’àn) ‘Kur’an-ı Kerim’den sende, hıfzında ne kadar var, nereleri ezbere biliyorsun?’ diye, göndereceği heyetteki kişilerin hepsine tek tek sordu.”

 

(Feetâ alâ racülin min ahdesihim sinnen) “Nihayet sıra bu topluluktaki, bu askeri birlikteki, gönderilecek mücahid topluluğundaki yaşça en gençlerinden olan bir adama geldi. (Ve kàle: Mâ meake yâ fülân) Peygamber SAS o kişiye dedi ki: ‘Ey filanca senin yanında neler var bakalım, Kur’an-ı Kerim’den ezberinde neler biliyorsun?’ diye sordu.

(Fekàle: Maî kezâ ve kezâ ve sûretü’l-bakarah) O genç yaşta olan mücahid Peygamber SAS Efendimiz’e cevaben dedi ki: ‘Yâ Rasûlallah, ben Kur’an-ı Kerim’in şuralarını, şuralarını biliyorum ve Sûre-i Bakara’yı biliyorum!’ dedi.

Bakara Sûresi —biliyorsunuz— Kur’an-ı Kerim’in Fâtiha’dan sonra gelen, 286 ayetlik, 2,5 cüzlük, 50 sayfalık büyük bir bölümüdür. Ve umumiyetle fıkıh ahkâmını ihtiva eden bir bölümüdür.

 

(Fekàle) Peygamber SAS bunun üzerine memnunlukla sordu:

(E meake sûretü’l-bakarah) ‘Sen Sûre-i Bakara’yı biliyor musun? Yâni Sûre-i Bakara’nın tamamı ezberinde mi?’ dedi. Yâni, tasdik makàmında ve takdir ederek sordu. (Kàle: Neam) O genç dedi ki: ‘Evet yâ Rasûlallah, biliyorum!’

(Kàle: İzheb feente emîruhüm!) O zaman, ‘Haydi git bakalım, sen bu topluluğun komutanısın, emirisin!’ buyurdu. Yâni, “Genç olduğun halde, mademki Kur’an’ı en iyi biliyorsun; emirleri sensin!” buyurdu.

 

Çünkü, müslümanın ana mantığı Allah’a itaat etmektir, Allah’ın emirlerine uymaktır. Hadis-i şerifte buyruluyor ki:[61]

 

لاَ طَاعَةَ لِمَخْلوُقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِ (حم. طب. ك. وابن خزيمة،

وابن جرير عن عمران؛ و الحكم بن عمرو، وأبو نـعيم، خط. عن

  أنـس؛ طب. عن النواس)

 

RE. 481/9 (Lâ tàate li-mahlûkin fî ma’siyeti’l-hàlik) “Allah’a isyan edilme durumu olduğu zaman, günah işlemek olduğu zaman, hiç bir kimsenin sözünü dinlemek olmaz!”

 

Allah’a isyan etmekte, kula itaat edilmez! Babası da olsa, kocası da olsa, hocası da olsa, başbuğ da olsa, başkan da olsa... Şu da olsa, bu da olsa; yasak bir şeyi emredemez ve emrederse, ötekisi de dinlemez.

Bu bizim kanunlarımızda da vardır. Amir memuruna, gayr-i kanûnî bir şeyi emredemez. Memur gayr-i kanunî bir şeyi yaparsa yine mes’ul olur diye kanunlarımızda da vardır. Yâni bu doğru bir şeydir.

 

O bakımdan, bir seferde Peygamber Efendimiz bir kimseyi başkan seçmişti. “Sen başkansın, bunların başkanısın!” demişti. Onun üzerine, o şahıs kapris yaptı bir yerde; kızdı yönettiği insanlara:

“—Odun toplayın!” dedi.

Herkes odun topladı, başkan emretti diye...

“—Ateş yakın!” dedi.

Ateşi yaktılar...

“—Girin içine!” dedi. “Ben emrediyorum, emirinizim; Peygamber beni emir tayin etti. Girin bunun içine!” dedi.

Bir onun yüzüne baktılar, bir ateşe baktılar... Dediler ki:

“—Biz ne senin sözünü dinleriz, ne ateşe gireriz, ne de bu işi burada bırakırız! Biz gidip bunu Rasûlüllah’a soracağız.” dediler.

Geldikleri zaman Peygamber Efendimiz’e sordular:

“—Yâ Rasûlallah, sen onu bize emir seçmiştin. O bize ateşe girmeyi emretti. Sözünü tutup ateşe girmemiz mi lâzımdı?” dediler.

“—Hayır!” dedi Peygamber Efendimiz... “Hayır, girmeniz lâzım değildi. İtaat ancak Kur’an-ı Kerim’in, şeriatin uygun gördüğü noktadadır. Ona uygun olmayan noktada itaat bahis konusu değildir.” dedi.

O halde dinini bilmeyen bir kimse başkan olur da dine uygun olmayan emirler verirse, ötekilerin ona itaat etmesi zaten gerekmez. Çünkü, hakimiyet Allah’ındır; kulun Allah’a itaat etmesi gerekir.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[59]Bezzâr, Müsned, c.II, s.445, no:8577; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.265, no:1027; Ebû Hüryre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.706, no:17501; Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.206, no:2322; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.223, no:2091.

[60] Tirmizî, Sünen, c.V, s.156, no:2876; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.5, no:1509; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.V, s.499, no:2126; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.611, no:1622; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.227, no:8749; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.46, no:1216; Ebû Hüreyre RA’dan.

[61] Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.66, no:20672; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVIII, s.170, no:381; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.II, s.632, no:602; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.55, no:873; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.275; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.145; İmran ibn-i Husayn RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.409, no:3889; Bezzâr, Müsned, c.V, s.356, no:1988; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.II, s.383, no:3788; Dâra Kutnî, İlel, c.V, s.155, no:786; İbn-i Abdi’l-Ber, et-Temhîd, c.VIII, s.58; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.131, no:1095; Hàkim, Müstedrek, c.III, s.132, no:4622; Hz. Ali RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.181, no:3917; Hz. Hüseyin RA’dan.

İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.545, no:33717; Hasan-ı Basrî Rh.A’ten.

Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.369, no:3647; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

İbn-i Abdi’l-Ber, el-İstîàb, c.I, s.269; Abdullah ibn-i Huzâfe RA’dan.

Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.X; s.22; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.II, s.109, no:443; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVI, s.322; Temîm-i Dârî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.105, no:14875; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.2077, no:3076; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.427, no:17172.