Hem bizim hayatımıza tatbik etmemiz hem de soranlara cevap verebilmemiz açısından bir günlük hayatınızı eğer mahzuru yoksa kısaca özetler misiniz, lütfen?


Hayır! Özetlemem, anlatmam! Çünkü ölçü ben değilim. Rasûlüllah’ın günlük hayatını öğrenin, öyle yapın!

Örnek kim?

 

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو

 

 اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا (الاحزاب:٢١)

 

(Lekad kâne leküm fî rasûli’llàhi üsvetün hasenetün li-men kâne yercu’llàhe ve’l-yevme’l-ahireh, ve zekera’llàhe kesîrâ) [Andolsun ki, Rasûlüllah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.] (Ahzab, 33/21) ayet-i kerimeleri var...

Bizim örneğimiz, modelimiz Rasûlüllah SAS Efendimiz. O’na uyacağız, sünnet-i seniyyesine uyacağız. Onun gibi yapmaya çalışacağız.

Rasûlullah Efendimiz nasıl yapardı? Büyüklerimiz mümkün olduğu kadar onu yapmaya çalışmışlardır ama bazen bu ölçü şaşırılıyor.

Neden şaşırılıyor?

Meselâ. içimdeki bir acıyı sizinle dertleşerek söyleyeyim.

Derviş, hatta halife veya şeyh sigara içiyor, sigara tüttürüyor. Ezan okununca sigarayı şuraya koyuyor, mihraba geçiyor, namaz kıldırıyor. Ondan sonra sigarası yine ağzında…

“—Hocaefendi! Bu sigara oluyor mu?” deyince de;

“—Sen benim sigarama karışma!” diyor.

Böyle şeyler duydum.

 

Sonra bazı tekkeler duydum; oraya misafirler gittiği zaman sigara ikram ediyorlarmış.

Sigara haramdır. İsraf haramdır. Sıhhate zarar vermek haramdır. Bu sonradan ortaya çıkmış bid’attir, mükeyyefâttır, muzır malzemedir. Bunun içilmesi doğru olmaz. Bu, gün gibi âşikâr bir şey... Bunu camiye getirmek, tekkeye getirmek, fosurdatmak olmaz.

“—E Hocam! Falanca büyük şeyh de içmiş.”

O şeyhin büyük şeyh olduğunu ben de biliyorum, seviyorum da onu ama büyük şeyh ölçü değildir; Peygamber Efendimiz ölçüdür. Ölçü fıkıh kitabıdır, ölçü şeriattır, ölçü Kur’an-ı Kerim’dir.

 

O onu neden yapmıştır, nasıl yapmıştır, ne kadar yapmıştır?

Sen onu anlayamazsın. O orada sigara içenlerle beraber sigara içiyor gibi yapmıştır, onları toplamıştır, öbür tarafa getirmiştir, tevbe ettirmiştir. Üç sene sabretmiştir, dördüncü sene yola getirmiştir. Ama o mekruh; “helâl” mânasına, “Kerahat kalktı.” mânasına gelmez. Eğri oturup doğru konuşmak lazım.

Ölçü ve örnek Peygamber Efendimiz’dir, Kur’an’dır, şeriattir. Onun için herkes ona uyacak. “Şeyhim sigara içiyor.” diye sigara içilmez.

 

Mürid öyle, bildiği bilmediği her şeyde şeyhini taklit ederse helak olur. Çünkü, şeyhin gördüğü bazı mânevî işaretler dolayısıyla yaptığı bazı şeyler olabiliyor.

“—Meyhaneden adam kurtarmak için oraya giriyor.” diye sen de meyhaneye girersen kendin tutulursun. O oradan adam çıkarmak için gider, sen de “Şeyhim meyhaneye gidiyor.” diye gidersin.

El-hamdü lillah biz gitmiyoruz da. Ama “Bazen böyle şeyler oluyormuş.” diye kitaplarda okuyoruz. Bunlar misal olsun diye söyleniyor. Onun için, her şey taklit edilmez. Bilmediği şeyler şeriate aykırı gibi görünüyorsa hüsn-ü tevil edilir.

 

Meselâ Mehmed Zâhid Hocamız, şeyhin birisini anlatırdı. Sadık, ileri bir müridi şeyhe hizmet ediyor. Çarşaflı bir kadın gelmiş. Şeyh efendi;

“—’Hoş geldin!’ demiş, odasına almış, kapıyı kapatmış. Dışarıdaki bekçi müride de;

“—Sakın ha kimseyi içeriye alma, biraz konuşacağız.” demiş. Biraz sonra çıkmış.

“—Su kaynat, kazanda su ısıt.” demiş.

Ondan sonra kadın bir iki saat durduktan sonra çıkmış, gitmiş. Şeyh müridi çağırmış;

“—Hakkımda ne düşündün?” demiş.

“—Estağfirullah efendim!”

 

“—Git, o kadına kim olduğunu sor.”

“—Estağfirullah efendim, sizi kontrol edecek değilim ya!”

“—Hayır! Mutlaka gideceksin, soracaksın.”

Arkasından gitmiş, sormuş;

“—Hanımefendi, siz kimsiniz?”

“—Ben şeyh efendinin kız kardeşiyim, ablasıyım. Onu ziyarete geldim.”

 

“—Niye suyu ısıt dedi?”

Biraz sonra şeyh efendi, İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciûn, ruhunu teslim etmiş. Kazandaki su onun cenazesini yıkamaya yaramış. Yâni, vefat edeceği mâlum olmuş. Kız kardeşi ile helalleşmiş, namazını kılmış, suyunu da ısıttırmış, ondan sonra vefat etmiş.

Ama dışarıdan bakarsan, şeyh efendi bir kadını odasına aldı, iki saat kaldılar. Şeriatte nasıl? Bir yabancı kadınla bir erkek baş başa yalnız kalamaz.

 

Biz kadınlara ders verirken, tarikatı anlatırken Valide hanımı yanımıza alıyoruz veya perdenin arkasından anlatıyoruz veya tedbir alıyoruz veya hanımın beyini de yanına oturtuyoruz. Tabi mantosuyla, sokaktaki kıyafetiyle oturuyor, öyle anlatıyoruz.

Neden?

“—Şeriatin ahkâmı yerini bulsun, aykırı iş olmasın.” diye.

Filanca adamın meclisinde kadın erkek bir arada dururmuş. Adamın mâneviyâtı çok kuvvetliymiş; pamukla ateşi yan yana tutarmış da pamuk yanmazmış.

Öyle şey olmaz! Şeriatin ahkâmına aykırı olduğu için olmaz. Tasavvuf kitaplarımız öyle yazıyor. Birisi böyle yapmış, böyle demiş de, “Olmaz!” demiş.

Peygamber Efendimiz böyle yapmadığı için “Yâ Fatıma! Perdenin arkasına geç.” dediği için öyle yapmak lazım. Efendimiz gibi yapmak lazım.

 

O bakımdan Rasûlullah’ın hayatını okuyun! Ana kaynak odur. Köşe başındaki ana taşına ipi çekiyoruz, şakülü de yukarıdan aşağı sarkıtıyoruz; duvarı örerken o ölçüye, o ipe göre yapıyoruz.

O köşe taşındaki ölçü yeri neresi? Peygamber Efendimiz. O ölçüye bakmaz da yanındaki tuğlaya bakarsan, olmaz. Herkes yanındaki tuğlaya bakarsa, duvara bakarsa yelken gibi eğri büğrü olur.

Saflara durulduğu zaman ne diyoruz?

“—Şu direklerin hizasında olun!” diyoruz.

Onu demediğimiz zaman hava grafiği gibi önde arkada, önde arkada zikzaklı oluyor.

Saf düz olacak! Yapamıyorlar. Ya yere çizgi çizeceksin, ya ip koyacaksın, ya iki direğin arası diyeceksin. Yapamıyorlar; ölçüye dikkat etmek lazım.

Aman kardeşlerim! İnsan yandaki tuğlaya bakarsa yanılır.

Ana çizginin bağlandığı Rasûlüllah’a bakacak, Kur’an-ı Kerim’e bakacak. Herkes ölçüyü ondan alacak. Ondan başka bir ölçü olmaz.

“—Falanca üstad, falanca kimse, falanca şahıs şöyle yaptı.”

Sen onun neden yaptığını bilemezsin. Gitsen sorsan belki işin aslı anlaşılır.

 

Adamın birisi demiş ki;

“—Falanca büyük hoca efendiden duydum; ‘Eşek anırdığı zaman abdest bozulur.’ dedi.”

Hoppala! Şimdi ben burada abdestliyim, dışarıda bir merkep bağırmaya başladı. Benim burada abdestim niye bozulsun?

“—O hoca öyle şey söylemez.” demişler.

“—Yok, söyledi! Şu kulaklarımla duydum.” demiş.

“—Söylemez.”

“—Vallahi söyledi!”

“—Gel bakalım, madem yemin ettin.” demişler; gitmişler, hocaya sormuşlar;

Hoca efendi, şöyle bir düşünmüş; hatırlamak için başını eğmiş, sakalını sıvazlamış, başını sallamış.

 

“—Evet, söyledim.” demiş.

Haydi bakalım! Ayıkla pirincin taşını.

Bu hoca cahil mi? Hayır!

“—Söyledim ama evlâdım, sen herhalde vaazın içinde uyumuşsun; vaazı dinlerken anlatılan şeyin başını duymamışsın, sonunu duymuşsun. Yanlış bilgi edinmişsin. Ben o vaazda neyi anlattım:

Bir insan merkebine bindi. Su tulumu, testisi merkebine asılı. Yolda namaz vakti gelince indi. Abdest bozacak, abdest alacak, namaz kılacak. Merkep bir gürültüden ürktü, kaçtı gitti. Çölde merkebi ara Allah’ım ara; yok. Orada yok burada yok, uğraştı, didindi; yakalayamadı. Su yok. Şimdi bu adam ne yapacak? Namaz vakti geçiyor.

Teyemmüm abdesti aldı. Tam namaz kılacak, merkep geldi, yanında anırdı, bağırdı. Tamam, su geldi. O zaman ne olur? Su geldiği zaman teyemmümle namaz olmaz. Artık oradan suyu alacak, abdest alacak. Ondan abdesti bozuldu.’ dedim.”

 

İnsan anlatınca anlıyor da, anlatmayınca bilinmiyor. O bakımdan gerçekten büyüklerin, evliyâullahın kerametle bildiği bazı şeyler vardır. Onlar görürler, bazı şeyler söylerler; onları taklit etmek olmaz.

Bahaeddin-i Nakşibend Efendimiz ile ilgili bir menkabe anlatırlar. Müridlerine:

“—Haydi gidelim, filanca tüccarın deposundaki malların hepsini alalım!” demiş.

Gitmişler, almışlar. Topları, kumaşları herkes kucaklamış, almış. Depoda bir şey kalmamış. Ertesi gün:

“Haydi, aldığımız topları götürüp yerine koyalım!” demiş.

Tekrar götürmüşler, yerine koymuşlar.

Meğer o gün haramîler gelmiş, oraları talan etmişler. Bu zât iyi bir tüccarmış, mübarek bir insanmış, bunun da dükkânına girmişler ama bir şey yok, daha önce alındı; bir şey yapamamışlar.

 

Böyle şeyler olabilir. Yoksa ilk başta; “Hırsızlık için gidelim.” demedi, korumak için gitti. Böyle menkabeler olabiliyor. İnsan bir şeyin esrarını bilince, o zaman başka türlü düşünür. İşin sonunu bilince başka şeyler yapabilir. Böyle şeyler olabiliyor. İnsan bilmediği şeyi taklit etmeyecek.

İmâm-ı Âzam Efendimiz’in sözü vardır:

“—Benim ahkâmımın hangi hadisten, hangi ayetten ne sebeple çıktığını bilmeyen, benim mezhebimin hükmüne göre cahilce, gözü kara hükmetmesin!” diyor.

Sebebini bilsin. “Sebebini bilmeyince yanlış hükme varabilir.” diye düşünmüş. Bu çok önemli bir noktadır.

 

Bazıları, hocalarına muhabbetten şeriattan çıkıyorlar. Hocasına muhabbet ediyor, hocasının yanlış işlerini taklit ediyor, sigara tiryakisi oluyor ve saire, ve saire; raydan çıkabiliyor, yoldan çıkabiliyor.

Ölçü Rasûlüllah’tır, şeriatın ahkâmıdır. Herkes şeriatın ahkâmına uymak zorundadır.

“—Ben büyük şeyhim; kadınla erkeği yan yana tutarım da bir şey olmaz da...”

Evet, olmayabilir ama, öyle yapmak doğru değildir. Büyüklerimiz de umumiyetle öyle yapmamışlardır. İstisnaî haller de onların bildiği bir şeydir, ötekilere ölçü olmaz.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN