“Hem bir müessese için çalışırsa, hem de Allah rızası için çalışırsa, bundan Allah rızası olmaz.” dediniz, biraz açıklar mısınız?
Muhterem kardeşlerim! Amellerde, niyet esastır. Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki:[10]
إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّـيَّاتِ (خ. م. د. ن. ه. حم. عن عمر)
(İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) “Ameller niyetlere göredir.”
“Niyet ettim Allah rızası için öğle namazının farzını kılmaya, Allahu Ekber.” diyoruz. “Niyet ettim bugün Ramazan orucuna…” diyoruz. “Niyet ettim umre, hac yapmaya…” diyoruz. “Yâ Rabbi, bunu bana kolaylaştır, bunu benden kabul et.” diyoruz.
Niyet her ibadetin temelidir, niyet bozuk olmayacak demek istiyoruz. Niyet bozuk oldu mu, art niyet oldu mu, kötü maksat oldu mu, o ibadet kabul olmaz demek istiyoruz.
Elbette insanoğulları çeşitli müesseselerde çalışıyor, çeşitli hizmetler yapıyor, işte o niyetin sâfî olmasına çok dikkat etmek lazım. Bir de kendi kendisini yoklaması lazım ki:
“—Acaba ben niyetimi sâfî sanıyorum ama işin içinde bir menfaat var mı yok mu? Başka bir şey var mı?” diye yoklamak lâzım.
Bir misal anlatayım bu konuda:
Büyük alimlerden birisi, camide daima imamın arkasında namaz kılarmış. Erken gelirmiş, otururmuş hemen arkasında namaz kılarmış. Ben biraz denedim Medine-i Münevvere’de, Mescid-i Nebevî’de imamın arkasında namaz kılabilir miyim diye. Ne mümkün? Askerler zaten herkesi oturtmuyorlar. Orası parsellenmiş, birinci saflar parsellenmiş herkes arkadaşına yer tutuyor, seccade koyuyor, sen en iyisi gariban arkada oturacaksın, boynunu bükeceksin.
Bu şahıs en önde namaz kılıyormuş. Bir gün bir mazeret olmuş, bir şey olmuş çok arkalarda kalmış, “saffı niâl” “takunyaların safı” derler, pabuçların çıkartıldığı, arkalarda namaz kılmış, çok utanmış. Bir de böyle etrafına bakınmış,
“—Eyvah! Beni böyle en arka safta birisi görse ne kadar ayıplar.” demiş. “Benim gibi hoca, alim, büyük bir zât da en arkada namaz kılıyor, beni herkes ayıplar.” demiş.
Der demez de aklına gelmiş:
“—Ayıplarsa ayıplasın be, hay Allah, ben demek ki bunca yıldır 30 yıldır birinci safta, imamın arkasında namazı insanlar ayıplamasın diye, insanlardan korkumdan mı kılıyormuşum? Vah bana, yazık bana…” demiş, 30 yıllık namazı ödemeye başlamış.
Anlatırlar ki Bâyezîd-i Bestâmî Hocamız, cennet-mekân, rahmetu’llahi aleyh 30 sene yaya hacca gitmiş. Kuvvetli hafızmış, her gün hatim indirmiş. Şu kadar tavaf etmiş, bu kadar ibadet etmiş bir haccında… Bunu da Gencer’in kütüphanesinde kitaptan okudum çok hoşuma gidiyor:
Bir haccında Arafat’tayken, içinden bir ses gelmiş. İçindeki ses ona:
“—Bâyezid yahu hadi gene iyisin, iyi yaşadın, 30 sene yaya hac ettin.” demiş.
Muhterem kardeşlerim! Yaya hac etmenin sevabı ne? Bir adımına 700 Mekke hasenesi veriliyor. Mekke hasenesi ne demek? Başka yerlerin hasenesinden 100 bin misli fazla demektir. 700’ün 100 bin fazlası kaç oluyor? Mehmed Âkif, bir hesapla söyle aklım karıştı, bir adımına bu kadar sevap. Nereden kalkmış Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri? Adım adım nereye yaya hac yapmış? Her gün hatim indirmiş. İçinden demiş ki:
“—Ey Bâyezid! Haydi gene işin iş, yaşadın 30 sene haccettin yaya, ne kadar sevap kazanmışsındır, her gün hatim indirdin, filan oh ibadetin, durumun tamam garantili…” deyince, şöyle bir düşünmüş mübarek; insanın tüyleri ürperiyor.
Muhterem kardeşlerim! Tasavvuf erbabının işi böyle, işte başka türlü. İnsanın tüyleri ürperiyor. Bir düşünmüş:
“—Vay ben ibadetime mağrur oluyorum, ibadetimi beğeniyorum.”
İbadeti beğenmek doğru değil, makbul bir huy değil. Demiş ki:
“—Ey müslümanlar! 30 sene yaya haccettim, her gün hatmettim, bunların sevabını şurada satıyorum, var mı alan?”
Etrafına toplanmışlar. Herkes birbirinin yüzüne bakmış, cevap vermemiş. Nasıl alacaklar, kaç para verecekler? Bâyezîd-i Bistâmî’nin bir haccının değeri ne olur, çok mu istiyor az mı istiyor? Oradan börekçinin birisi cesaret göstermiş demiş ki:
“—Ben alırım.”
“—Kaça alırsın?”
“—İşte, üç tane böreğim var, ona alırım.” demiş.
“—Pekiyi verdim.”
Üç tane böreği almış, 30 yıllık haccını ve o kadar günlük hatmini satmış. Satılır mı? Vallahi, billahi satılır. Söz önemlidir. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzurunda bazı şeylerin şakası yoktur, verdim dersin gider, aldım dersen olur. Oyuncak değil bu…
Hepsini vermiş, çıkartmış gözden. Üç tane çöreği almış, orada bakmış sıcaktan dili sarkan bir köpek. Bir tane atmış, köpek lup diye yutmuş. Daha istiyor, bir tanesini daha atmış, onu da yutmuş. Bir tanesini daha atmış onu da yutmuş. Oturmuş kenara, gözünü kapatmış, kendi nefsine demiş ki:
“—Ey benim zalim nefsim! Söyle bakalım şimdi neye güveneceksin? Var mı? Bir şeyin kaldı mı? Hadi bakalım Allah’ın rahmetinden başka güvenecek bir şeyin kaldı mı? Mağrur nefsim benim! Ey ibadetine mağrur olan nefsim! Her şeyin gitti, hadi bakalım. Allah’ın rahmetinden başka bir şeyin kaldı mı?” demiş.
Muhterem kardeşlerim! İnsan, insaf ederse kendi amelini, amel-i kalbîsini, niyetini kontrol ederse kendi hatalarını bulur, düzeltir. İşler öyle kolay değildir. Peygamber Efendimiz SAS’e soruyorlar:
“—Herkes mücahidiz diyor. Mücahidlerin hangisi Allah yolunda?”
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:[11]
مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللهِ هِيَ الْعُلْيَا، فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللهِ
(حم. م .خ. د. ت. ن. ه. عن أبي موسى)
RE. 432/4 (Men kàtele li-tekûne kelimetu’llàhi hiye’l-ulyâ, fehüve fî sebîli’llâh) “Kim Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sözü en yüksek olsun, Allah’ın dini yayılsın, Allah’ın dinine hizmet olsun diye çarpışmışsa, o Allah yolunda çarpışmıştır.” buyuruyor. Ancak o niyetle savaşırken öldürülürse şehiddir.
Şöhret için, dünyalık için çarpışan mücahid değildir. Nâm u nişân için çarpışan mücahid değildir. Kızgınlık için çarpışan mücahid değildir.
Hz. Ali kendi yüzüne tüküreni öldürmekten vazgeçti. Öldürecekti, yatırdı altına, yüzüne tükürünce bıraktı. O insan o zaman parça parça eder ya, tozunu bırakmaz ya… “Yüzüme de tükürdü.” diye hırsından… Ama Hz. Ali Efendimiz ne yaptı? Bıraktı.
Adam da şaşırdı:
“—Ne oldu? Neden vaz geçtin?” dedi.
“—Şimdiye kadar seni Allah için öldürecektim. Şimdi de yüzüme tükürünce sana çok kızdım, öldürsem nefsim için öldüreceğim, ondan öldürmedim.” dedi.
Adam müslüman oldu.
Bir başka sahabî birini yatırdı, öldüreceği sırada adam:
“—Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlüh.” dedi.
Yatırılan adam müşrik, bastı kılıcı öldürdü, Rasûlüllah’a haberi getirdiler. Rasûlüllah dedi ki:
“—Sen yarın âhirette, Lâ ilâhe illa’llah diyen insanın hesabını nasıl vereceksin, halin ne olacak.”
“—Yâ Rasûlullah, tam öleceği için korkusundan, o anda ölüm korkusundan söyledi.”
“—Niyetini tam anlamak için kalbini yarmalı değil miydin?”Elâ şekakte kalbehû. “Kalbini yarmalı değil miydin? Kalbini mi yardın da niyetinin öyle olduğunu bildin?”
Öldürmeyecektin demek istiyor.
Onun için bu işler çok incedir, güzeldir. İslâm güzeldir ama Allah’a güzel kulluk etmek ve rızasını kazanmak da ince bir yoldur, çok ince bir yoldur, kolay değildir. Dikkat etmek lazım gelir, çok dikkatli olmak lazım. Çok dikkatli olmazsa, insan hata ederse Allah’ın rahmetinden uzak düşebilir. Cezaya uğrayabilir, ayıpladığı insanın durumuna düşebilir, ayıpladığı günahı işler durumuna düşebilir. Gururundan, kibirinden, ucubundan zarara uğrayabilir.
Tasavvuf, işte bu tehlikeleri anlatıyor, bu tehlikelere düşmesin diye… Allah cümlemizi hıfz u himaye eylesin. Allah cümlemizi sevdiği kulların zümresine dahil eylesin. Tevfîkini refîk eylesin. Yanlış iş yaptırmasın. Yolunda daim, zikrinde kaim eylesin.
Söylediğimiz sözleri, birisinin düşmanlığını, ötekisinin dostlarına yağ çekmek için düşmanlık yapmak için söylemiyoruz.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri RA, Abdullah ibn-i Ömer’in düğününe gittiği zaman, duvara asılı kumaş görmüş.
“—Rasûlüllah zamanında böyle duvara kumaş asılması yoktu, siz çıkarttınız bunu, bunu beğenmedim.” Dedi, kalktı düğünden…
Dediler ki:
“—Aman etme, gitme! O kumaşı ordan indirelim.”
“—Hayır! Böyle bir yerde duramam.” dedi.
Muhterem kardeşlerim! Abdullah ibn-i Ömer, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, ebâdile-i erbaadan, fakih sahabi… Abdullah ibn-i Ömer’e kız evinin işini yapıyor.
Allah rızası için emr-i mâruf nehy-i münker, nasihat hakkı söylemek Allah içindir. Allah bizi haktan, hayırdan ayırmasın. Kusurlarımızı bağışlasın, yolunda daim zikrinde kaim eylesin. Cennetiyle cemaliyle cümlenizi cümlemizi müşerref eylesin.
[10] Buhàrî, Sahîh, c.I, s.1, no:1; Müslim, Sahîh, c.III, s.1515, no:1907; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.670, no:2201; Neseî, Sünen, c.I, s.58, no:75; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1413, no:4227; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.25, no:168; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.I, s.73, no:142; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.50, no:1; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.9, no:37; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.17, no:40; Bezzâr, Müsned, c.I, s.380, no:257; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.336, no:6837; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.41, no:181; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.79, no:78; Tahâvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.42; Hamîdî, Müsned, c.I, s.16, no:28; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.195, no:1171; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.62, no:188; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.244; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.136, no:656; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXII, s.166; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.171; Tahàvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.488, no:7438; Bezzâr, Müsned, c.I, s.64, no:257; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.380, no:3707; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.48, no:78; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.206, no:483; Hz. Ömer RA’dan.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.342; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.422, no:7263; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.1, no:1; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.459, no:8819.
[11] Buhàrî, Sahîh, c.I, s.58, no:123; Müslim, Sahîh, c.III, s.1512, no:1904; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.18, no:2517; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.179, no:1646; Neseî, Sünen, c.VI, s.23, no:3136; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.931, no:2783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.392, no:19511; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.493, no:4636; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.66, no:486; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.188, no:7253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.V, s.268, no:9567; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.167, no:18325; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4344; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.V, s.98; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.195, no:553; İbn-i Ebî Âsım, Cihad, c.II, s.588, no:242; Dâra Kutnî, İlel, c.VII, s.227, no:1311; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.486, no:7428, 7429; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.472, no:10493; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1557, no:2560; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.110, no:23091.