Beyler hizmete koşarken evlerini ihmal ediyorlar. Bu konuda ifrat ve tefrit nedir, sınır nedir?


Bizim kardeşlerimizin bir kısmı çok koşturur hakîkaten... Anadolu’ya gider, kasabaları gezer... Veyâhut toplantı olur; pazartesi gün toplantı, cuma günü toplantı, cumartesi gün toplantı, pazar toplantı... Evde hanım bekler, bey gelecek. Saat bir olur, iki olur; yok... “Hay Allah! Yine gelmedi...” Tabii bu bir kere olursa, iki kere olursa, haftada bir gün olursa, iki gün olursa; tamam... Ama, hanım beyi tanıyamayacak, bey çocuklarını tanıyamayacak, “Bunlar benim çocuklarım mıydı?” filân diyecek kadar çok olursa; tabii, o zaman hanım haklıdır.

Çünkü, hadis-i şerifte bildiriliyor ki, Peygamber SAS Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ne hitaben şöyle buyurdu:[22]

 

يَا أَبَا الدَّرْدَاءِ! إِنَّ لِجَسَدِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلِرَبِّكَ

 

عَلَيْكَ حَقًّا؛ وَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ! صُمْ وَ أَفْطِرْ، وَقُمْ وَنَمْ، وَائْتِ

 

أَهْلَكَ (حل. عن أبي جحيفة)

 

RE. 492/10 (Yâ ebe’d-derdâ!) “Ey Ebü’d-Derdâ! (İnne li-cesedike aleyke hakkan) Hiç şüphe yok ki bedeninin, vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı bu vücuduna vermezsen, bu elin, bu ayağın, bu vücudun senden davacı olur.”

(Ve li-ehlike aleyke hakkan) “Aile efradının, zevcenin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır.”

(Ve li-rabbike aleyke hakkan)  “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır.” Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı görevler var.

(Ve a’ti külle zî hakkın hakkahû) “O halde, her hak sahibine hakkını ver!”

(Sum ve eftir) “Bazı günler oruç tut, bazı günler tutma, iftar et! (Ve kum ve nim) Geceleyin namaza kalk, bazı zamanlarda uykunu da uyu! (Ve’ti ehleke) Eşinin yanına da git!” buyurdu.

 

Rabbimizin hakkı sonsuz da, Efendimiz böyle söylüyor. Hakların taksimine müsaade etmiş Rabbimiz... Bedenine karşı vazifeleri olduğuna ve onunla ilgilenmesine müsaade etmiş... Hanımına karşı vazifeleri olduğuna ve onunla ilgilenmesi gerektiğine müsaade etmiş. Her hak sahibine hakkını ölçülü olarak vermeyi, Ebüd Derdâ RA’a Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor, Selmânü’l-Fârisî ile bu konuda aralarında olan tatlı ihtilâftan dolayı...

Selmânü’l-Fârisî onun evine gittiği zaman gördü ki, Ebü’d-Derdâ RA dünyayı terk etmiş, pejmürde... Hanım pejmürde, ev perişan... İbadetten başka bir şey yapmıyor. Uyku yok, durak yok, yemek yok, içmek yok, oruç var... Onun üzerine, ölçülü olmayı tavsiye etti Selmânü’l-Fârisî... Ötekisi de şikâyet etti:

“—Yâ Rasûlallah! Selman benim eve misafir geldi ve beni alışmış olduğum mutad ibadetlerimden alıkoydu. Nafile orucumu bozdurttu, gece uyku uyutturdu bana...” dedi.

O zaman Peygamber Efendimiz, Selman’ı haklı buldu. “Selman haklıdır. Senin üzerinde ailenin hakkı var, çoluk çocuğunun hakkı var... Bedeninin de bir hakkı var; uyku uyuyacak, dinlenecek... Rabbine karşı ibadet borçları da var...” dedi. Her hakkı sahibine ölçülü olarak vermesini tavsiye etti.

 

Biz de bu ölçülerle bağlıyız. Ebü’d-Derdâ RA gibi, biz de görevlerimizi taksim etmeliyiz. Çoluk çocuğumuza karşı görevimiz var... Şu kitapları biz okumazsak kim okuyacak evde?..

Çocuğu yetiştirmemiz lâzım!.. Hanımı yetiştirmemiz lâzım!.. Hanımlar umumiyetle beyler kadar İslâmî bilgileri alabilmiş değillerdir. Camiye gidebilmiş, hutbeyi vaazı dinleyebilmiş değillerdir. Hanımlarımızı yetiştireceğiz, çocuklarımızı yetiştireceğiz.

Tabii, eş ve zevce olmak dolayısıyla o bize vefâkâr, bağlı ve fedâkâr, evimizin işlerini gören bir kimse olduğu için, onun da problemleri olabileceğini, rûhen sıkılacağını filân düşünerek çâreler arayacağız.

 

Mesela biz burada çoluk çocuğuyla, aileleriyle bir toplantı tertip ettik. Diyebilirdik ki; “İskenderpaşa’da bir haftalık bir eğitim programı uygulayacağız. Günde üç tane konferans olacak.” Ama burada yaptık.

Neden? Çocuklar biraz rahatlasın diye.

Hakikaten burada çocukların yanaklarının rengi değişti, kızarmaya başladı. Çünkü İstanbul’un havası kirli. İstanbul’da 100 binde 75 kanser olayı oluyormuş; Karadeniz’de 100 binde çok daha az, 13...

O bakımdan, onların da gönlünü hoş etmeye dikkat edeceğiz. Çünkü ailenin reisiyiz.

 

Sonra bir şey var: Toplantı yapıyoruz, vakıf toplantısı, bilmem ne toplantısı... Toplantının başlangıcı başlıyor da, freni yok, sonu yok... Saat on iki, yarım, bir, bir buçuk, iki... Bıraksan sabaha kadar devam edecek. Metodlu çalışmaya ve iş bitirmeye alışmalıyız.

Rahmetli Numan Kurtulmuş’un oğlu İsmail Bey vardı. Hocamız’ın sohbetlerine gelirdi. Saatine bakar, 9 oldu mu, “Bana müsaade...” der, kalkar giderdi. Babasının kitabının tashihini yapardı. Çok metotluydu rahmetli... Tabii Hocamız’ın meclisinden kalkılmaz da, o öyle bir şey yapmıştı.

Biz de metotlu olmaya çalışalım. Haftanın günlerini ayıralım. Hanımlar da, beylerin Allah rızâsı için hizmet yaptığını, müslümanlığa faydalı çalışma yaptığını bilerek müsterih olsunlar ve onlara destek olsunlar!.. “Hadi ben sabredeyim, sen de o hizmeti yap! Ben de sana kolaylık gösterdiğim için, sevabın bir kısmı da bana gelir.” diye düşünmeleri uygun olur. Ölçüsü bu...

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[22] Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.112, no:285; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.275, no:8128; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.176, no:20; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLVII, s.116; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.188; Ebû Cuhayfe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.45, no:5403; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.27, no:25480.