Tasavvufta müridin mürşide benzeşmesi nasıl olur?


Müridin mürşidine uymaya gayret etmesi. Bu önemli bir noktadır.

Biliyorsunuz İslâm terbiyesinde Peygamber Efendimiz SAS peygamber olarak geldi; etrafına, insanlara İslâm’ı tebliğ etti, onlar da onun ashabı oldular. Etrafına halkalandılar, bir topluluk meydana getirdiler. Bu topluluk Allah’ın dinine, yoluna hizmet etti, gelişti, Mekke’den Medine’ye göçtü, Medine’de organize oldu, İslâm devleti kuruldu. Peygamber Efendimiz’den sonra da bu devam etti.

İslâm’ın yetiştirme sisteminde; sistemin mükemmel örneği ortaya koyması, ötekilerin ona benzemesidir. Ana terbiye sistemi budur. Ondan dolayı, Peygamber Efendimiz için de Kur’an-ı Kerim’de deniliyor ki:

 

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو

 

 اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا (الاحزاب:٢١)

 

(Lekad kâne leküm fî rasûli’llàhi üsvetün hasenetün li-men kâne yercu’llàhe ve’l-yevme’l-ahire ve zekera’llàhe kesîrâ) “Allah’a ve âhiret gününe inanan ve Allah’ı çok zikreden insanlar için Allah’ın Rasûlü’nde örnek bir model olma vasfı vardır.” (Ahzab, 33/21)

Demek ki Peygamber Efendimiz bizim için üsve-i hasenedir. Üsve, “model” demektir. Üsve-i hasene, “en güzel model” dir.

 

Sahabe-i kirâmın işi nedir? Bizim işimiz nedir? Peygamber Efendimiz’e benzemek. Vaazlarımızda söylediğimiz gibi...

Daha başka yerlerde söylediğimiz, her zaman söylediğimiz nedir? Rasûlüllah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak, her şeyimizi ona benzetmek.

Niye sakal bırakmışız?

“—Sakal sünnettir.” diye.

Niye tırnaklarımızı kesiyoruz?

“—Kesmek sünnettir.” diye.

Niye koltuk altlarımızı kazıyoruz?

“—Efendimiz emretmiş.” diye.

 Niye dört rekât öğleden önce kılıyoruz, iki rekât sonra kılıyoruz?

Hep Peygamber Efendimiz’e benzemeye çalışmaktan kaynaklanıyor.

 

Peygamber Efendimiz en güzel model olduğundan bu ümmetin ona benzemeye çalışması... Peygamber Efendimiz’in asr-ı saadetinden sonraki devrelerde de aynı eğitim metodu devam etmiştir. Aynı metot…

Bir insana uzun boylu bir şeyler anlatsan diyecek ki:

“—Ben köylüyüm, tüccarım, yaşlıyım. Ben bu laflardan pek bir şey anlamıyorum, bana şunu kısaca bir göstersene.”

Hacca geleceklere uzun boylu anlatsam;

“—Bak Arafat vardır, Mina vardır, Müzdelife vardır; orada şöyle yapacaksın böyle yapacaksın.”

“—Vallahi hocam, aklım karıştı hiçbir şey anlayamadım.” der.

Neden? Nazarî bilgiler sözle anlaşılmaz ama resmini gösterirsen, uygulamasını yaptırırsan; “Bak şöyle olacak; Kâbe şöyledir, şurasının Kâbe olduğunu kabul et, bu tarafa doğru döneceksin. Kâbe’nin şu tarafında duvar vardır, yastıklar duvar olsun, bu duvarın içinden geçersen olmaz, şu tarafından geçeceksin. Burası da Kâbe’nin içinden sayılır, Hacerü’l-Esved tam şu köşededir, oraya geldiğin zaman şöyle istilam edeceksin.” filan diye gösterirsen anlar.

 

Onun için gösterme, göze hitap etme iyi bir metottur. Buna visual metod deniliyor; “Göre göre, göstere göstere bir şeyi tarif etme metodu” deniliyor. Halkın eğimi için en kolay, en geçerli yöntem budur. Zaten ustaların da çıraklarını yetiştirme metodu budur.

Çırak nasıl yetişir? Ev ödevi mi yapar? Defter mi tutar?

Yok! Ustasının yanında durarak ustasına yardımcı olur.

“—Tut şurasını, ver çekici, ver bir tornavidayı, çevir bakayım bunu, al bakayım bunu, yıka bakayım bunu...”

Çırak böyle yetişir.

Nasıl yetişiyor? Görerek yetişiyor. Bu, görme metodu. Arkadaşlık metodu, yanında bulunma metodu, buna “sohbet metodu” diyoruz.

 

Peygamber Efendimiz ashab-ı kirâmını sohbet metoduyla yetiştirdi. Yoksa gökten pattadak bir kitap inerdi; “Herkes okusun, ona göre imtihan olacaklar, hazırlansınlar.” denirdi.

Öyle olmadı. Peygamber Efendimiz, yirmi üç senede onlara hayatın nasıl olması gerektiğini çırak usta usûlü gibi model olarak anlattı. Model insan. Öğrenecek olan kimseler usûlüyle öğrendi.

Bu metodu en güzel bizim mürşidlerimiz uygulamışlardır. Aynen uygulamışlardır:

“Madem Peygamber Efendimiz ümmeti böyle terbiye etti. O halde ben de böyle terbiye edeyim, bizim de böyle yapmamız lazım.” diye bu yolu sürdürmüşlerdir.

Tıpkı Peygamber Efendimiz’in etrafına ashabını toplayarak onlara anlattığı gibi, şeyh efendi de müritlerini etrafına toplamıştır, İslâm’ı onlara öyle anlatmıştır; aynı metotta, aynı tarzdadır.

 

Müridin de ilk önce gördüğü şahıs olan mürşidine; namaz kılarken, davranışlarında, şeklinde, şemailinde uyması lazım. Benzemek buradan başlayacak. Model ortada; modele göre ötekiler kendisini benzetecekler.

Bu benzeme tamam olduktan sonra buna fenâ fi’ş-şeyh makamı derler, şeyhine benzedi. Ondan sonra fenâ fi’r-rasûl makamı gelir. Ondan sonra fenâ fi’llah makamı gelir.

 

Ona getiren bir yol olduğundan müridin hocasını, mürşidini, alimini aynen taklit etmesi, dediklerini tutması gerekiyor. Tabii taklit, affedersiniz maymun taklidi şeklinde olmayacak.

Hani maymun tam ağacın altında uyuduğu sırada şapkacının, tüccarın, bir sürü şapkasını çalmış. Bakmış ki şapkaların hepsi maymunların kafasında. Bağırmış çağırmış, maymunlardan şapkasını almak mümkün değil. Ağaçların üstünde kovalaması mümkün değil. Aklına bir kurnazlık gelmiş.

Başına şapkayı geçirmiş, onlar da geçirmişler, ondan sonra başındaki şapkayı çıkarmış, yere atmış bütün maymunlar da şapkaları yere atınca toplamış.

 

Bir fıkra ama bu taklit, bu tarzda değil, tavsiyelerini tutmak tarzında. Mürşidin her şeyini taklit etmek bazen tehlikeli olur. Çünkü mürşid, bazı işleri özel sebeplerle yapar. Öteki o özel sebepleri bilmiyorsa onu aynen taklit etmesi uygun olmaz. Buyruğunu ve tavsiyesini tutacak; ötekilerde de gözünün içine bakacak. Yapması gerekeni yapacak, yapması gerekmiyorsa; “Vardır bir hikmeti…” diyecek.

Ben yazı yazıyorum; ayetten, hadisten, delilden örnekleri getirerek, sigara içmenin doğru olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bazıları bana diyorlar ki:

“—Şeyhlerden falanca da içmiş!”

Şeyhlerden falanca içmişse, onun bir başka sebebi vardır. Ya içen insanlara yanaşıp, onları da kurtarmak içindir; ya da onlara göre bir başka sebebi vardır.

 

Sigara içmek mekruhtur. Alimlerin, fıkhın hükmü kesindir. İlk çıktığı zaman, bazı alimler haramdır demişler, şimdi diyenler var. İhtilaflı bir meseledir ama hiçbiri de; “İyidir, hoştur.” dememiştir. Doktorlar da zararlıdır diyor. Bunun karşısına, “Bazı şeyhler içmiş.” diye bir gerekçeyle çıkılmaz.

Çünkü onun o işi yapmasının belki irşadla ilgili bir sebebi vardır. Bir arkadaş, bir başka arkadaşını göstererek:

“—Bu teknik üniversitedeyken çok iyi futbolcuydu, yaman top oynardı. Ben bunu derviş yapıncaya kadar, tekkemize alıştırıncaya kadar, getirinceye kadar bunun yanında az mı top oynadım?” diyor.

Top oynamaya hevesli olduğundan değil; o arkadaşı sevmiş, onu kurtarmak istemiş onun yanında top oynayarak ahbaplığını elde ettikten sonra almış, getirmiş, Abdülaziz Hocaefendi’ye bağlamış. Şimdi ondan daha iyi derviş… Bağlanan birinciden daha iyi derviş şimdi. Bazen böyle olur.

Mesela yaban atını yakalayacak bir usta, eline kemendi aldı; yaban atını kırda yakalayacak. Nasıl yapar? Kovalamaya başlar. Yanına gelir, yanında uzun müddet paralel gider, paralel gider, gider, gider; ondan sonra onun üzerine atlar, yavaş yavaş yorulduktan sonra yavaşlattırır, sonra böyle bir ata sahip olur. Bir müddet paralelinde gidip öyle kazanır.

 

Evliyâullahtan birisini anlatıyorlar, hangi kitaptan okuduğumu şu anda kesin bilemeyeceğim ama Risâle-i Kuşeyriye’de olabilir.

Evliyâullahtan bir zât, namusunu satan kötü bir kadına gitmiş:

“—Senin geceliğin kaç para?” demiş.

“—İki altın, üç altın, beş altın.” neyse...

“—Pekiyi, al parayı, gel benimle.”

Gitmişler, gitmişler, eve gelmişler. Eve gelince demiş ki:

“—Şimdi sen, ben ne dersem yapacak mısın?”

“—Yapacağım.”

“—Tamam, gir şuraya, usûlüne uygun olarak güzel bir gusül abdesti al, ondan sonra şu elbiseleri giy!”

Ona gusül abdesti aldırmış, namaz abdesti aldırtmış, güzelce örttürmüş. Ondan sonra, “Karşıma geç, benim söylediğim sözleri tekrar et bakalım.” demiş, bir güzel tevbe ettirmiş:

 

اَللَّهُمَّ اَنــْتَ رَبىِّ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنــْتَ خَلَقْـتَنِى، وَاَنـَا عَبْدُكَ، وَاَنـَا عَلىَ

 

عَهْدِكَ وَ وَعْدِكَ مَااسْــتَطَـعْتُ، اَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، اَبُوُء

 

لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَـىَّ وَاَبُوءُ بِذَنْبِي، فَاغْفِرْلىِ فَاِنــَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنـُوبَ

 

اِلاَّ اَنْتَ .

 

(Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî, ve ene abdük, ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eùzü bike min şerri mâ sana’tü ebûü leke binîmetike aleyye ve ebûü bi-zenbî, fağfirlî feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente.)[65]

Ondan sonra:

“—Şu karşı odaya git, orada namaz kıl.” demiş.

Yâni, “Paranı vermedim mi? Namaz kıl.” demiş, parayla namaz kıldırmış. Bu tarafta da açmış elini, gözyaşları içinde demiş ki:

“—Yâ Rabbi! Ben senin kullarından bir kulum, onu kötülükten çektim, parasını verdim, gusül abdesti aldırdım, tevbe ettirdim, namaz kıldırttım… Benim yapacağım dışını düzeltmek; ben dışını düzelttim yâ Rabbi, sen de kalbini düzelt, aklını düzelt!” demiş.

İçeriden bir hıçkırık bir ağlama; kadıncağız tövbekar olmuş, ağlayarak kalkmış, gitmiş. Ondan sonra iyi insan olmuş. Kitap böyle yazıyor.

Bu evliyâullahın işlerine akıl ermez. Akıl ermediği için de herkes her şeyini tam anlayamaz. Her sözünü tam anlayamaz; körü körüne taklit uygun değil. Bunu onun için anlattım.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[65] Allahım, sen benim Rabbimsin, senden başka ilâh yoktur. Sen beni yoktan yarattın. Ben senin kulunum, sana verdiğim sözde gücümün yettiği kadar duruyorum. Yaptığım günahların kötülüğünden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ikrar ederim, kusur ve günahlarımı da itiraf ederim. Benim suçlarımı ört, bağışla; senden başka günahları bağışlayacak yoktur, ancak sen varsın. (Zübdetü’l-Buhàrî, 1377; Şeddâd ibn-i Evs RA’dan.)