Süfyân-ı Sevrî Hazretleri bir elbisesini ters giyince; “Ben onu Allah için giydim, insanlar için çıkaramam.” buyuruyor. Bu, günlük hayata nasıl uygulanır? Müslüman kıyafetine dikkat etmeli değil mi? Burada anlatılmak istenen şeyin Allah için yapmak olduğunu biliyorum ama, bundan çıkan yan sonuçlar insanı düşündürüyor.


Bu bir ana duygudur, önemli bir duygudur. İnsan ibadetleri taatleri kim için yapıyor? Allah için yapıyor.

Biraz da kul için yapsa olur mu? Biraz da kullar beğensin. Hem Allah beğensin ama biraz da müsaade et de benim namaz kıldığımı herkes görsün. Biraz da hayır hasenât yaptığımı herkes bilsin. İyi müslüman olduğum biraz dillere dökülsün. Olur mu böyle şey?

Olmaz. Azcığını bile istemek olmaz. Her şeyi sırf Allah rızası için olacak.

Onun için, mü’minin Kur’an-ı Kerim’deki vasıflarından birisi nedir:

 

وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لاَئِمٍ (المائدة:٥٤)

 

(Ve lâ yehàfûne levmete lâim) “Kınayanın kınamasına aldırmazlar.” (Mâide, 5/54)

Müslümanın genel vasfı budur; yaptığı şeyi Allah rızası için yapar, kul rızası için yapmaz.

Giyimi niçin yapıyoruz? Giyimi Allah “örtünün” dediği için, setr-i avret farz olduğundan, avretin örtünmesi farz olduğundan yapıyoruz, bir. İkincisi de, kendimizi soğuktan sıcaktan korumak için yapıyoruz, bir ihtiyaç olduğundan yapıyoruz. Şu anda istersen buyur çıplak gezebilirsen gez, sıfır altında bilmem kaç derece, gezemezsin. Onun için örtünüyorsun. Hava sıcak bile olsa yine örtünüyoruz; hanımlarımız, kızlarımız yine manto giyiyor, biz de yine falanca yerden filanca yere kadar örtünüyoruz.

Niye? Allah “şu kısımdan şu kısma kadar örtün” dediği için.

Ben bunu Allah rızası için yapıyorum, burada başkasının beğenmesi vesaire işin içine girdi mi bu dünya ziyneti, giyim kuşamla böbürlenmek, övünmek olur; İslâm’da makbul olan bir şey değil.

 

Buyurdu ki Peygamber Efendimiz:[43]

 

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ. قيِلَ. إِنَّ

 

الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا، وَ نَعْلُهُ حَسَنَةً؟ قَالَ: إِنَّ اللَّهَ

 

جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ (م. عن ابن مسعود)

 

(Lâ yedhulü’l-cennete men kâne fî kalbihî miskàle zerretin min kibr) “Kalbinde zerre kadar kibir olan, büyüklenme duygusu olan kimse cennete girmeyecek.”

(Kîle) Bunun üzerine korktu dinleyenler, durumun anlaşılması için soru sordular:

(İnne’r-racüle yuhibbü en yekûne sevbühû hasenen) “Kişi elbisesinin güzel olmasını sever, ister. (Ve na’lehû haseneten) Ayakkabısının güzel bir ayakkabı olmasını ister. O da kibir mi?”

(Kàle) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (İnna’llàhe cemîlün yuhibbü’l-cemâl) “Hayır, Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyurmuşlar.

Demek ki, Allah güzelliği sevdiğinden güzel giyineceğiz.

Ama bu güzel giyim, sırmalı giyim demek değil; Allah indinde güzel olan bir giyim. Yani güzelce kendisini örtecek, bol olacak, şehveti tahrik etmeyecek...

 

O, o sebeple giyinmiş ama ters giymiş. Cübbeyi karanlıkta giysem yüzünü tersini nereden anlayacağım? Cübbe incecik bir şey, farkı yok, düğmesi de yok. Ters giymiş. Dışarı çıktığı zaman demişler ki;

“—Ters giymişsin.”

“—Ne yapayım? Ben bunu örtünmek için giydim, Allah rızası için giydim. Allah rızası için giydiğim bir şeyi kul rızası için çıkartmam!” demiş.

“—Siz ister beğenin ister beğenmeyin, aldırmam, eyvallah etmem!” diyor.

Neşesi öyle; mübareğin içinde keyfi, zevki öyle...”Siz ister beğenin ister beğenmeyin...”

“—Beğenmeyen küçük kızını vermesin.” derler, bizim köyde öyle bir tabir vardır. Beğenirse beğensin, beğenmeyen küçük kızını vermesin, ne yapalım?

Yani aldırmaz.

 

O da Allah’ın sevgili kulu, Allah’ı düşünüyor; ters giymişse ters giymiş, ne olacak? “Çıkartmam.” diyor. Belki işi vardı, belki bir yere acelesi vardı.

“—Çıkart.”

“—Niye çıkarayım? Boş ver, öyle gitsin, idare eder.”

Aldırmıyor.

Ben bizim kardeşlerden, ihvandan bir enteresan kardeşi hatırlıyorum: Bizim eve geldiği zaman ilk önce şaşırmıştım. Bir çorabının rengi başka, öteki çorabının rengi başka; aldırmıyor.

İki renkli ayrı çorap giyilir mi? Giyilir, ne olacak? Maksat ayakları soğuktan korumak değil mi? Aldırmıyor. Bunu Amerikalılar sizden bizden daha çok yapıyor.

Millet bir moda çıkartmış; ütülü pantolon, kolalı yaka... Bir zamanlar neydi o nişastalı sular, suda nişasta eritilirdi, yakaya sürülürdü, ütü sürülürdü, kazık gibi kravat buradan takılır, boynunu çeviremez, buradan bukağı gibi...

Ne bu? Moda…

 

Amerikalı boş veriyor onu; blucin giymiş, ütüye mütüye aldırmıyor. Soba borusu gibi kırışık, soba dirseği gibi dizleri çıkmış, hatta delik, hatta saçaklı...

Giymiyorlar mı? Hatta taşlanmış şeyi almıyorlar mı? Yeni blucini kotu giymiyor, taşlanmışını giyiyor.

Moda... Ne modası bu? Aldırmama modası.

O moda bizde çok önceden vardı. İşte Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, aldırmamanın şâhı o!

İnsan biraz efe olmalı, ondan bundan korkmamalı. Biraz efelik iyidir.

 

Müslüman akşama erdiğinde sabaha çıkmayacağını, sabaha çıktığında akşama ermeyeceğini düşünmeli. Pekiyi, bu durumda gelişen dünya içinde yerimizi nasıl alacağız? “Müslüman ilerlemeli, bilimle teknikle, gelişen teknoloji ile ilgilenmeli, beş yıllık on yıllık planlar yapmalı.” diyorsunuz. Bu ikincisinde ölçü nasıl?

Bu sözler doğru. Yarın sabaha çıkacağını kim garanti edebilir?

Ben şimdi buradan kalkacağım, İskenderpaşa’ya, oradan kalkacağım falanca yere gideceğim, arabayla gideceğim. Siz de bir arabaya bineceksiniz, gideceksiniz. Trafik kazası olabilir, insan kalp hastası olur, kriz gelir, serseri bir kurşun gelir, anarşi olur, uçak düşer, yangın olur... Trabzon’da adam dükkânını büyüteyim derken dinamit ata ata kaç tane köyü kaydırmış, kaç tane evi yıkmış, iki tanesi altında kalmış... Bilinmeyen bir şey, evinde yatarken insanın pattadak ev başına göçebilir. Şu oturduğumuz bina başımıza göçebilir. Yani sabaha çıkacağımızı bilmiyoruz.

O halde ne yapacağız? Her zaman hazırlıklı olacağız. Âhirete göç hazırlığı hazır olacak. Daima hazırlıklı, abdestli...

 

Derviş bir bakıma ne demektir? Ölüme hazır insan. Ölecek olsa Azrail’e:

“—Dur bakalım, biraz şu işimi yapayım da geleyim.” demeyecek.

“—Tamam, Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.”  

Yallah, öbür aleme geçecek. Bu duygu tamam.

 

Bir de Allah rızası için, müslümanlar için, sevap kazanmak için yapılacak bir sürü işler var; bu projeleri yapmak serbest. İnsanın dünyalık bakımından projelerinin uzaması kötü. “Ben çok yaşarım da şöyle yaparım da böyle yaparım da...” diye düşünmesi, ahiret işlerini ihmal etmesi kötü. Ama ahiret sevabını kazanmak için ileriye doğru sonsuz büyük projeler yapması iyi. Çünkü mü’min niyetinden dolayı da sevap alır.

“—İnşaallah ben önümüzde şu işleri yapacağım, bu işleri yapacağım. Bin tane talebe yetiştireceğim, on bin tane kitap bastıracağım. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım...”

Temenni edebildiğin kadar et! Neden? Sevap! Yapamazsan bile sevap! Belki yarına çıkmayacaksın ama, temenni ettiğin için sevap alacaksın.

Pekiyi, yarına çıkmamanın sonucu ne? Yarına çıkmamanın sonucu, bu düşüncede olmanın sonucu; ölüme hemen hazır olmak, tevbekâr olmak, günah üzere olmamak, hazırlıklı olmak.

Bu hazırlık, her zaman yanında olmak şartıyla, seyahat çantası yanında olmak şartıyla bin yıllık ileriye dönük proje yap!

“Ben İslâm’a şöyle hizmet edeceğim, böyle hizmet edeceğim... Kur’an’ı ezberleyeceğim inşaallah... Arapça öğreneceğim inşaallah... Tefsir yazacağım... Hadis külliyâtının hepsini Türkçeye çevireceğim... Halkın anlayacağını ilmihâl kitapları yazacağım... İmam-Hatip okulları, yüksek ihtisas okulları, inşaallah yaparsın, o ayrı. Ama iyi şeyler temenni edilebilir, iyi şeyleri temenni etmek serbest.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[43] Müslim, Sahîh, c.I, s.93, no:91; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.361, no:1999; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.399, no:3789; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Muhammed), c.III, s.445, no:945; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.280, no:5466; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.78, no:69; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.160, no:6192; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.367; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.951, no:7747 ve s.959, no:7771; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.109, no:17693.