16. AHLÂK

17. NEFİS TERBİYESİ



a. Nefsi Terbiye Etmenin Yolu


1. Soru:

Nefsi terbiye etmenin ilk yolu nedir?


Tasavvufa girmektir. Girmişse, vazifeleri yapmaktır.


2. Soru:

Nefsi alt etme, terbiye etme yönünde bize bir şeyler söyleyebilir misiniz?


Nefsiye terbiye etmenin, alt etmenin iki yolu vardır:

Birinci yolu, nefsin gücünü, kuvvetini azaltmaktır. Oruç tutarsın azalır, az uyursun kuvveti azalır... Çok konuşmazsın, hatalara düşmezsin... İnsanların arasına çok katılmazsın, tenhada durursun, kendi başına durursun, rahat olursun... Bunlara işte «kıllet-i taâm, kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm, uzlet-i enâm, zikr-i müdâm» demişler. Zikre müdâvim olursun. Böyle tedbirlerle, terbiye ile nefsin arzuları kırılır.

Yâni, arzuları zayıflıyor zaten... Coşkunluğu kalmıyor arzularının... Oruç tuttuğu zaman, az uyuduğu zaman vs. Böyle bir yol vardır.

Bir de zikre kuvvet gidilip, insanın aşkının, şevkinin, muhabbetinin, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yoluna sevgisinin coşması sûretiyle, günahlara nazar etmeyecek hale gelmesi vardır. Aşk ve muhabbet yolu ile terbiye, zikre devam ederek; o da olabilir.

Tabii, hepsinin çeşit çeşit incelikleri vardır. Tarikatte halvet vardır. Şeyh efendinin çeşitli tâlimatı vardır.


3. Soru:

Ben derviş oldum ama, nefsime hàkim olamıyorum; ne tavsiye

429

edersiniz?


Tabii nefis çok azgındır. Nefsi yenmek, gerçekten zordur. İnsan bunun zorluğunu yenmeğe kalkıştığı zaman anlıyor. Peşinde gittiği zaman anlamıyor da, karşısına çıktığı zaman nefsi yenmenin ne kadar zor olduğu anlaşılıyor. Allah hepimize yardımcı olsun...

Zor bir iştir. Abdestli olarak, zikir yaparak, tarikattaki vazifeleri yerine getirerek insan kuvvet bulur, Allah’ın yardımına mazhar olur. Onları muntazaman yapması lâzım!


4. Soru:

Nefsi uysallaştırmanın yolu nedir?


Az yemektir, az konuşmaktır, az uyumaktır, çok zikretmektir.


5. Soru:

Bir insanın kötü huylarından vazgeçmesi için daha çok ne yapması lâzımdır?


Kötü huylardan vazgeçmek kolay bir şey değildir, tasavvuf terbiyesi lâzımdır. Tarikat vazifelerini güzel yapıp, iyi bir derviş olması lâzımdır. Öyle kötü huylardan vazgeçmek, Evliyalık işi yani bu. Öyle herkes kötü huyundan vaz’ geçer mi? Sinirliyken sınırı bırakacak, hasetçiyken hasedinden vazgeçecek, kindarken kini bırakacak; insanın Nefsinin terbiyesi bu. Tasavvuf terbiyesidir. Tarikat terbiyesini güzelce uygulayacak. Kısaca cevabı odur.


6. Soru:

Kitaplarda az yemek tavsiye ediliyor. Fakat, buna riayet ettiğimde, ailemin, çevremin tepkisini çekiyorum. Çok zayıf olduğumu söylüyorlar. Acaba ne yapmalıyım?

430

Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:42


الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ، وَفِي


كُلٍّ خَيْرٌ (حم. م. ن. عن ابي هريرة)


RE. 230/11 (El-mü’minü’l-kaviyyü hayrün ve ehabbü ila’llàhi mine’l-mü minü’d-daîfi, ve fî küllin hayr) “Kuvvetli müslüman zayıf müslümandan daha hayırlıdır. Hepsi hayırlı olduğu halde, kuvvetli müslüman daha hayırlıdır.”

O halde vücudun zaafa düşmemesi önemli... Zayıfsan gerçekten, verem olacağına, ağzın kokacağına, Allah rızası için yemek ye! Yâni kuvvetli olayım da, iyi müslüman olayım diye...

Yemeğin azaltılması şu sebeptendir: Yemeği çok yediği zaman, insanın nefsi kuvvetlenir. İnsanı haramlara, günahlara sevk eder. Oruçlu olduğu zaman, az yediği zaman nefsi kuvvetlenmez. O bakımdandır. Bunun ölçüsü, vücudun zayıf düşmemesidir.


7. Soru:

Birisi, nefsini terbiye edebilmek için daha az yemeye başladığını ve kilo verdiğini söylemiş. Annesi babası, üzülmüşler, buna “Boğazından bu kadar kısma.” demişler.


Bunun ölçüsü, insanın sıhhatidir. Fazla şişmansa kilo vermesi iyidir. Ama zaten ölçüsü yerinde ise, kendisini ayakta tutacak



42 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.142, no:4816; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.87, no:76; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.366, no:8777; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.29, no:5722; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.159, no:10457; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.I, s.216, no:194; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.89, no:20668; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.230, no:6346; Hamîdî, Müsned, c.II, s.474, no:1114; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.266, no:221; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.222, no:443; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.187, no:6580; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.115, no:540; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.298, no:2713; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XXII, s.95, no:24408.

431

miktarda Allah rızası için yiyip; ibadete, taate kuvvet kazanması daha uygun olur. Öbür tarzda olmamak şartıyla belli ölçüde; kendisinin sağlam, sıhhatli, kuvvetli kalacak tarzda yemesi uygun olur.


b. Her Şeyi Allah İçin Yapmak


Soru:

Süfyân-ı Sevrî Hazretleri bir elbisesini ters giyince; “Ben onu Allah için giydim, insanlar için çıkaramam.” buyuruyor. Bu, günlük hayata nasıl uygulanır? Müslüman kıyafetine dikkat etmeli değil mi? Burada anlatılmak istenen şeyin Allah için yapmak olduğunu biliyorum ama, bundan çıkan yan sonuçlar insanı düşündürüyor.


Bu bir ana duygudur, önemli bir duygudur. İnsan ibadetleri taatleri kim için yapıyor? Allah için yapıyor.

Biraz da kul için yapsa olur mu? Biraz da kullar beğensin. Hem Allah beğensin ama biraz da müsaade et de benim namaz kıldığımı herkes görsün. Biraz da hayır hasenât yaptığımı herkes bilsin. İyi müslüman olduğum biraz dillere dökülsün. Olur mu böyle şey?

Olmaz. Azcığını bile istemek olmaz. Her şeyi sırf Allah rızası için olacak.

Onun için, mü’minin Kur’an-ı Kerim’deki vasıflarından birisi nedir:


وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لاَئِمٍ (المائدة:٤٥)


(Ve lâ yehàfûne levmete lâim) “Kınayanın kınamasına aldırmazlar.” (Mâide, 5/54)

Müslümanın genel vasfı budur; yaptığı şeyi Allah rızası için yapar, kul rızası için yapmaz.

Giyimi niçin yapıyoruz? Giyimi Allah “örtünün” dediği için,

432

setr-i avret farz olduğundan, avretin örtünmesi farz olduğundan yapıyoruz, bir. İkincisi de, kendimizi soğuktan sıcaktan korumak için yapıyoruz, bir ihtiyaç olduğundan yapıyoruz. Şu anda istersen buyur çıplak gezebilirsen gez, sıfır altında bilmem kaç derece, gezemezsin. Onun için örtünüyorsun. Hava sıcak bile olsa yine örtünüyoruz; hanımlarımız, kızlarımız yine manto giyiyor, biz de yine falanca yerden filanca yere kadar örtünüyoruz.

Niye? Allah “şu kısımdan şu kısma kadar örtün” dediği için.

Ben bunu Allah rızası için yapıyorum, burada başkasının beğenmesi vesaire işin içine girdi mi bu dünya ziyneti, giyim kuşamla böbürlenmek, övünmek olur; İslâm’da makbul olan bir şey değil.


Buyurdu ki Peygamber Efendimiz:43


لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ. قيِلَ. إِنَّ


الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا، وَ نَعْلُهُ حَسَنَةً؟ قَالَ: إِنَّ اللهََّ


جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ (م. عن ابن مسعود)


(Lâ yedhulü’l-cennete men kâne fî kalbihî miskàle zerretin min kibr) “Kalbinde zerre kadar kibir olan, büyüklenme duygusu olan kimse cennete girmeyecek.” (Kîle) Bunun üzerine korktu dinleyenler, durumun anlaşılması için soru sordular:

(İnne’r-racüle yuhibbü en yekûne sevbühû hasenen) “Kişi



43 Müslim, Sahîh, c.I, s.93, no:91; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.361, no:1999; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.399, no:3789; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Muhammed), c.III, s.445, no:945; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.280, no:5466; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.78, no:69; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.160, no:6192; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.367; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.951, no:7747 ve s.959, no:7771; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.109, no:17693.

433

elbisesinin güzel olmasını sever, ister. (Ve na’lehû haseneten) Ayakkabısının güzel bir ayakkabı olmasını ister. O da kibir mi?” (Kàle) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (İnna’llàhe cemîlün yuhibbü’l-cemâl) “Hayır, Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyurmuşlar.

Demek ki, Allah güzelliği sevdiğinden güzel giyineceğiz.

Ama bu güzel giyim, sırmalı giyim demek değil; Allah indinde güzel olan bir giyim. Yani güzelce kendisini örtecek, bol olacak, şehveti tahrik etmeyecek...


O, o sebeple giyinmiş ama ters giymiş. Cübbeyi karanlıkta giysem yüzünü tersini nereden anlayacağım? Cübbe incecik bir şey, farkı yok, düğmesi de yok. Ters giymiş. Dışarı çıktığı zaman demişler ki;

“—Ters giymişsin.” “—Ne yapayım? Ben bunu örtünmek için giydim, Allah rızası için giydim. Allah rızası için giydiğim bir şeyi kul rızası için çıkartmam!” demiş.

“—Siz ister beğenin ister beğenmeyin, aldırmam, eyvallah etmem!” diyor.

Neşesi öyle; mübareğin içinde keyfi, zevki öyle...”Siz ister beğenin ister beğenmeyin...” “—Beğenmeyen küçük kızını vermesin.” derler, bizim köyde öyle bir tabir vardır. Beğenirse beğensin, beğenmeyen küçük kızını vermesin, ne yapalım?

Yani aldırmaz.


O da Allah’ın sevgili kulu, Allah’ı düşünüyor; ters giymişse ters giymiş, ne olacak? “Çıkartmam.” diyor. Belki işi vardı, belki bir yere acelesi vardı.

“—Çıkart.” “—Niye çıkarayım? Boş ver, öyle gitsin, idare eder.” Aldırmıyor.

Ben bizim kardeşlerden, ihvandan bir enteresan kardeşi hatırlıyorum: Bizim eve geldiği zaman ilk önce şaşırmıştım. Bir

434

çorabının rengi başka, öteki çorabının rengi başka; aldırmıyor.

İki renkli ayrı çorap giyilir mi? Giyilir, ne olacak? Maksat ayakları soğuktan korumak değil mi? Aldırmıyor. Bunu Amerikalılar sizden bizden daha çok yapıyor.

Millet bir moda çıkartmış; ütülü pantolon, kolalı yaka... Bir zamanlar neydi o nişastalı sular, suda nişasta eritilirdi, yakaya sürülürdü, ütü sürülürdü, kazık gibi kravat buradan takılır, boynunu çeviremez, buradan bukağı gibi...

Ne bu? Moda…


Amerikalı boş veriyor onu; blucin giymiş, ütüye mütüye aldırmıyor. Soba borusu gibi kırışık, soba dirseği gibi dizleri çıkmış, hatta delik, hatta saçaklı...

Giymiyorlar mı? Hatta taşlanmış şeyi almıyorlar mı? Yeni blucini kotu giymiyor, taşlanmışını giyiyor.

Moda... Ne modası bu? Aldırmama modası.

O moda bizde çok önceden vardı. İşte Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, aldırmamanın şâhı o!

İnsan biraz efe olmalı, ondan bundan korkmamalı. Biraz efelik iyidir.


Müslüman akşama erdiğinde sabaha çıkmayacağını, sabaha çıktığında akşama ermeyeceğini düşünmeli. Pekiyi, bu durumda gelişen dünya içinde yerimizi nasıl alacağız? “Müslüman ilerlemeli, bilimle teknikle, gelişen teknoloji ile ilgilenmeli, beş yıllık on yıllık planlar yapmalı.” diyorsunuz. Bu ikincisinde ölçü nasıl?

Bu sözler doğru. Yarın sabaha çıkacağını kim garanti edebilir?

Ben şimdi buradan kalkacağım, İskenderpaşa’ya, oradan kalkacağım falanca yere gideceğim, arabayla gideceğim. Siz de bir arabaya bineceksiniz, gideceksiniz. Trafik kazası olabilir, insan kalp hastası olur, kriz gelir, serseri bir kurşun gelir, anarşi olur, uçak düşer, yangın olur... Trabzon’da adam dükkânını büyüteyim derken dinamit ata ata kaç tane köyü kaydırmış, kaç tane evi yıkmış, iki tanesi altında kalmış... Bilinmeyen bir şey, evinde

435

yatarken insanın pattadak ev başına göçebilir. Şu oturduğumuz bina başımıza göçebilir. Yani sabaha çıkacağımızı bilmiyoruz.

O halde ne yapacağız? Her zaman hazırlıklı olacağız. Âhirete göç hazırlığı hazır olacak. Daima hazırlıklı, abdestli...


Derviş bir bakıma ne demektir? Ölüme hazır insan. Ölecek olsa Azrail’e: “—Dur bakalım, biraz şu işimi yapayım da geleyim.” demeyecek.

“—Tamam, Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.”

Yallah, öbür aleme geçecek. Bu duygu tamam.


Bir de Allah rızası için, müslümanlar için, sevap kazanmak için yapılacak bir sürü işler var; bu projeleri yapmak serbest. İnsanın dünyalık bakımından projelerinin uzaması kötü. “Ben çok yaşarım da şöyle yaparım da böyle yaparım da...” diye düşünmesi, ahiret işlerini ihmal etmesi kötü. Ama ahiret sevabını kazanmak için ileriye doğru sonsuz büyük projeler yapması iyi. Çünkü mü’min niyetinden dolayı da sevap alır.

“—İnşaallah ben önümüzde şu işleri yapacağım, bu işleri yapacağım. Bin tane talebe yetiştireceğim, on bin tane kitap bastıracağım. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım...” Temenni edebildiğin kadar et! Neden? Sevap! Yapamazsan bile sevap! Belki yarına çıkmayacaksın ama, temenni ettiğin için sevap alacaksın.

Pekiyi, yarına çıkmamanın sonucu ne? Yarına çıkmamanın sonucu, bu düşüncede olmanın sonucu; ölüme hemen hazır olmak, tevbekâr olmak, günah üzere olmamak, hazırlıklı olmak.

Bu hazırlık, her zaman yanında olmak şartıyla, seyahat çantası yanında olmak şartıyla bin yıllık ileriye dönük proje yap!

“Ben İslâm’a şöyle hizmet edeceğim, böyle hizmet edeceğim... Kur’an’ı ezberleyeceğim inşaallah... Arapça öğreneceğim inşaallah... Tefsir yazacağım... Hadis külliyâtının hepsini Türkçeye çevireceğim... Halkın anlayacağını ilmihâl kitapları

436

yazacağım... İmam-Hatip okulları, yüksek ihtisas okulları,

inşaallah yaparsın, o ayrı. Ama iyi şeyler temenni edilebilir, iyi şeyleri temenni etmek serbest.


c. Şehvetin Kontrolü


Soru:

Şehvet kesilmeden dervişlikte ilerlenilir mi?


Şehvet kesilmez, kesilmesi de gerekmez. Çünkü, normal ölçüler içinde Allah öyle yaratmıştır, normaldir. Onun esiri olmak doğru değildir. İnsan evlenecek, evlât yetiştirecek... Hayırlı evlâtlar insanın dünya ve ahirette sevabının artmasına vesile olur. Ümmet-i Muhammed’in adedi artar... vs. Bunlar normal şeyler...

İslâm’da fıtrata aykırı bir durum yoktur. İslâm, fıtratı doğru bir yola sevk eder. Yaratılışında insanın bu duygular varsa, bunun meşrû yolu da nikâhtır, evliliktir; bu normaldir. Evlendiği zaman, insanın dini bütünleşiyor. Demek ki, doğrudan doğruya bu duygular insanın mânevî ilerlemesine zarar vermiyor. Aklını başından alır da çok meşgul ederse, tabii ilerletmez o zaman... Onun için de oruç tutmak lâzım, gözünü haramdan sakınmak lâzım ve zikre devam etmek lâzım!


d. Çok Uyumak


Soru:

Çok uyuyorum, ne tavsiye edersiniz?


İnsanın çok uyuması, yaşıyla ilgili olabilir. Meselâ, çocuklar çok uyurlar, yaşlılar uyumak istedikleri halde uyuyamazlar. Yaşla ilgili bir meseledir. Sonra delikanlılık çağında büluğ meseleleriyle ilgilidir.

Bazen yemekle ilgilidir. Çok yemek yediği zaman insan, hemen gözleri mahmurlaşır, yatacak yer aramağa başlar.

437

Bazen de uykusuz kaldığı zaman olur. O da normaldir. Olduğu yerde böyle başı yere düşer. Uykuyu normal miktarda uyumak lâzım!

Bunun normal şekli ikidir: Bir yatsıdan sonra yatmalı, teheccüd zamanına kadar uyumalı! Mümkünse bir de öğleden evvel Efendimiz uyurdu; o uykuyu uyumalı! Bu ikisini yaptı mı insan, çakı gibi sıhhatli olur.


Çok uykuya düşmemek için ikinci şey, çok yemek yememeli! Vücuduna lâzım olacak kadar yemeli... Fazla yediği zaman, fazla uyur.

“—Maşaallah bu arkadaşımız pehlivandır, bir oturduğu zaman bir kuzuyu yiyor.” Tamam, bir kuzuyu yerse, üç gün uyur o... Ona da dikkat etmek lâzım!

Büluğla ilgilidir dedim; yâni, bazı cinsel meselelerden dolayı da insan uyku durumuna düşebilir. Her şeyde itidale dikkat etmek lâzım geliyor.


e. Dünya Sevgisi


1. Soru:

“Bu dünyada bir yolcu gibi ol!” sözü bir hadis-i şerif midir?


Evet, bir hadis-i şeriftir. Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet edilmiştir. Rasûlüllah SAS buyurmuşlar ki:44


كُنْ فِي الدنيَا كَأَنَّكَ غَرِيبٌ، أَوْ عَابِرُ سَبِيلٍ، وَعُدَّ نَ فْسَكَ مِنْ



44 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.39, no:5937; Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.323, no:2255; İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.138, no:4104; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.24, no:4764; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.198; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.349, no:10543; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.59, no;63; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.I, s.373, no:644; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.109, no:165; Abdullah ibn-i Mübarek, Zühd, c.I, s.5, no:13; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan, Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.231, no:6299; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.406, no.15822.

438

أَهْلِ الْقُبُورِ (خ. حم. ت. ه. عن ابن عمر)


(Kün fi’d-dünyâ keenneke garîbün) “Dünyada sen yaşıyorken, sanki gurbetteymişsin gibi, gariban bir kimseymişsin gibi, ana yurdundan uzakta olan, diyar-ı gurbette olan bir kimseymiş gibi yaşa dünyada... (Ev àbiru sebîlin) Yahut bir yolcuymuş gibi düşün kendini... (Ve udde nefseke min ehli’l-kubûr.) Ve kendini ha öldüm, ha öleceğim diye kabir ahalisinden say!”

Müslüman burada diyar-ı gurbette olduğunu, asıl yerinin burası olmadığını bilecek! Asıl yerini özleyerek, vatan-ı aslîsi için çalışarak ömür geçirecek! Her yönden doğru...


2. Soru:

“Dünya ve içindekiler mel’undur.” hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız?


Dünya, yâni şu hayatımız... Dünya ve içindekilerin Allah indinde bir kıymeti yoktur. Burada kalacaktır, fânidir. Hayırlı olan, Allah indinde kıymetli olan ibadettir, taattir, hayırdır, hasenattır, ahirette fayda edecek şeylerdir. Böyle anlayacağız.

Hadis-i şerifin tamamı şöyle: 45


الدُّنْيا مَلْعُونَةٌ، مَلْعُونٌ مَ ا فِيهَ ا، إلاَّ ذِكْرَ اللهِ وَمَ ا وَلاَهُ، وَعَالِمًا


أوْ مُ تَعَلِّمً ا (ه. عن أبي هريرة؛ طس. عن ابن مسعود)


45 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.302, no:2244; İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.136, no:4102; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.265, no:1708; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.197; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.491, no:1051; Hakîm-i Tirmizi, Nevâdirü’l- Usül, cI, s.255; Ebû Hüreyre RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.236, no:4072; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.186, no:6084, 6085; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.14, no:12440.

439

RE. 208/3 (Ed-dünyâ mel’ùnetün, mel’ùnün mâ fîhâ, illâ zikra’llàhi ve mâ vâlâhü, ve àlimen, ev müteallimen)

Tirmizî ve İbn-i Mâce Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş, sahih hadistir. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:

(Ed-dünyâ mel’ùnetün, mel’ùnün mâ fîhâ) “Dünya mel’undur, kıymetsizdir, Allah’ın lânetine uğramıştır; içindeki her şey de kıymetsizdir, mel’undur. Allah’ın lânetine uğramış şeylerdir, lânetli şeylerdir, uğursuz şeylerdir.

(İllâ zikra’llàhi ve mâ vâlâhü) Ancak, Allah-u Teàlâ

Hazretleri’nin zikri ile, ona taalluk eden şeyler, Allah’ın sevdiği şeyler müstesnâ... (Ve àlimen) “Öğreten müstesnâ, muallim müstesnâ... (Ev müteallimen) Öğrenci müstesnâ, öğrenen müstesnâ...” Yâni, bunlar iyidir, Allah bunları seviyor.


3. Soru:

Dünya sevgisi kalpten nasıl çıkartılabilir?


Dünya sevgisi demek insanın bu dünya hayatını ana gaye edinmesi, âhireti ihmal etmesi, âhireti ihmal ederek bu dünyaya çalışması demektir. Yani adam iş kurmuş, işe dalmış, para kazanma hırsına düşmüş, harıl harıl harıl böyle şey yapıyor, ömrünü böyle geçiriyor.

E namaz, Cuma, oruç, hac nerede?

Yok. Çalışıyor adam, dükkanı bırakamıyormuş, bilmem neymiş, vesaire...

Ha, dünyaya dalmış, para hırsına dalmış, parayla elde edilecek şeyleri ana amaç edinmiş, işi gücü onunla geçiyor, âhirete ait çalışması vesairesi yok. Dünya sevgisi budur.


Yoksa dünya güzeldir; manzarası vardır, çiçeği vardır, balı vardır, kaymağı vardır, denizi vardır, deresi vardır, kuş sesleri vardır güzel, güzel. Güzel tarafları güzeldir. İnsan müslüman olarak onlara ibretle bakar, sevgiyle bakar, Allah’ın kudretini görür, Allah’a hamdeder, şükreder. Oturduğu zaman bahçesine;

440

“Elhamdülillah yâ Rabbi! Bana güzel bir ev nasip etmişsin. Bak ağaçları ne kadar güzel, şurada çiçekler var güzel kokuyor, hanımelleri, sümbüller, lâleler, kuşlar ötüyor. Elhamdülillah!” Tamam, bu güzellikler dünya sevgisi sayılmaz. Dünya sevgisi diye kastedilen, söylenmek istenen, insanı insana âhiretini ihmal ettiren dünya meyli demektir, bu yasaktır. Yoksa dünyanın sevilecek şeyleri güzeldir.

Nitekim, Peygamber Efendimiz’ buyuruyor ki:46


لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ. قيِلَ. إِنَّ


الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا، وَ نَعْلُهُ حَسَنَةً؟ قَالَ: إِنَّ اللهََّ


جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ (م. عن ابن مسعود)


(Lâ yedhulü’l-cennete men kâne fî kalbihî miskàle zerretin min kibr) “Kalbinde zerre kadar kibir olan, büyüklenme duygusu olan kimse cennete girmeyecek.” (Kîle) Bunun üzerine Peygamber Efendimiz’e sordular:

(İnne’r-racüle yuhibbü en yekûne sevbühû hasenen) “Kişi elbisesinin güzel olmasını sever, ister. (Ve na’lehû haseneten) Ayakkabısının güzel bir ayakkabı olmasını ister. O da kibir mi?” (Kàle) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (İnna’llàhe cemîlün yuhibbü’l-cemâl) “Hayır kibir değildir. Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyurdular.

Tabii herkes giyinmek ister, yenisini giyinmek ister, eskisini



46 Müslim, Sahîh, c.I, s.93, no:91; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.361, no:1999; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.399, no:3789; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Muhammed), c.III, s.445, no:945; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.280, no:5466; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.78, no:69; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.160, no:6192; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.367; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.951, no:7747 ve s.959, no:7771; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.109, no:17693.

441

bırakıp tazelemek ister. Güzel yemek ister, gönlü çeker, başkasında görse imrenir, yutkunmaya başlar, bunlar normal. İnsanın normal arzuları, beğenileri, baktığı zaman hoşuna giden şeyler, bunları sevmek dünya sevgisi değildir. Bunlara dalıp ahireti unutmak, bunlara dalıp Allah’a güzel kulluk etmeyi ihmal etmek dünya sevgisidir.


f. Nafile İbadetler


Soru:

Caminize geldim, sabah namazını kıldım, yapılan duaları ve faaliyetleri sevdim. Merak ettim, bazı kimseler neden kalkıp gidiyor?


Hakikaten sabah namazını camide cemaatle kıldıktan sonra camide oturup zikirle meşgul olmak, Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesidir ve sevaplıdır. Bir hac ve umre yapmış gibi insan sevap kazanır.

Şimdi bu ibadetler sevaplıdır amma, bunları yapmıyor diye giden kardeşlerimizi kınamak doğru olmaz. Hastası vardır, işi vardır... Trene yetişecektir, otobüse yetişecektir... Mazereti vardır, ihtiyardır, idrarı sıkışmıştır, midesi bulanıyordur... Böyle bir mazereti olabilir. Ondan dolayı hüsn-ü zan edecek.

Farz olmayan ibadetler için herhangi bir kimse suçlanırsa, sûizandan dolayı kendisi günaha girer. Bazı insanlar da sevaplarını söylemek ve göstermek istemezler. Çünkü gösterilince, sevabın ecri bir miktar kaybolacağı için göstermek istemezler. Gizli ibadet yaparlar, belli etmezler. Yâni, bir köşeye çekilirler, görünmeden yaparlar.

Onun için büyüklerimiz demiş ki: “Her gördüğünü Hızır bileceksin, her geceni kadir bileceksin!” Yâni, karşındaki insana hüsnüzan besleyeceksin. Kendisi yaşlı ise, “Bu benden çok yaşadı, benden çok ibadet etti; makamı benden üstün!” diyeceksin. Yaşı senden küçükse, “Bu benden az yaşadı, günahı az işledi; bunun günahı benden daha az!” diyeceksin. Herkese güleç yüzle ve iyi

442

nazarla bakacaksın ve gördün olayları hayra yorumlayacaksın, şerre yorumlamayacaksın; “Elbet bir sebebi vardır.” diyeceksin.


Sonra, bazı insanların geniş sorumlulukları olur. Bir tane işi olmaz bin tane işi olur, bin tarakta bezi olur. Senden fazla ister orada kalıp o sevabı kazanmayı ama, o işi vardır, bu işi vardır... Kafasında bin bir tane mesele, problem vardır. Elbette onları da yapması icab ediyordur.

Sonra Allah’ın sevgili bir kulunun, iyi bir insanın yazdığı kitaba baksan, konuşmasını dinlesen;


Buldum demez bulanlar,

Gördüm demez görenler,

Hakîkate erenler,

Gizli sırrı açar mı?


diyor Üftâde Hazretleri... Bazıları da kendisini göstermemeyi tercih eder, kendini saklar, belli etmez. Melâmet meşrebli olur bazıları... “Halk beni günahkâr zannetsin, pek rağbet etmesin, itibar etmesin, izzet etmesin! Şöhret afettir. Parmakla gösterilmek —Allah korursa korur, korumadığı insanlar için— bir felâkete sebep olabilir. Mânevî bakımdan bazı sıkıntıları vardır.” diye düşünen insanlar olur.


Onun için hüsnü zan etmek lâzım, hüsnü zan edin! Siz ibadetleri yapın; eğer kötü halini tahmin ettiğiniz bir kardeş varsa, ona da dua edin!

Kimse kendisini savunmaz, “Ben Allah’ın sevgili kuluyum, velî kuluyum, yüksek kuluyum! Şöyleyim, böyleyim...” demez. “Er yarın hak divanında belli olur!” demiş ilâhide... Yarın rûz-i mahşerde, mahkeme-i kübrâda kulun iyiliği belli olacağı için, Allah’ın hiç bir sevgili kulu, “Şöyleyim, böyleyim...” demez. Ne Ebû Bekr-i Sıddîk RA demiştir, ne Ömerül-Fâruk RA demiştir, ne ötekiler demiştir.

Ebû Bekr-i Sıddîk RA diyor ki:

443

“—Bütün insanların hepsi cennete girecek, bir tanesi cehenneme girecek sadece deseler, ‘Acaba o insan ben miyim?’ diye korkarım!” diyor. Ebû Bekr-i Sıddîk RA...

Yâni kimse, “Ben velîyim, ben evliyâullahın yükseklerindenim, gavs-ı azamım, kutbül-aktâbım!” demez. Niye desin? Allah’ın verdiği sırrı saklar.


Onun için, hüsnü zan edeceksin sen! Eğer aleyhinde bir şey görüyorsan, hakîkaten bir şey varsa; yanına çekersin, söylersin, nasihat edersin veya dua edersin. “Yâ Rabbi, ben bu kardeşimi çok seviyorum, sen bunu hatalardan kurtar!” filân dersin.

Birisi çocuğuyla beraber itikâfa girmiş Ramazan’da... Geceleyin kalkmışlar teheccüde... Çocuk bakmış, öteki itikâf

arkadaşları yatıyorlar yatakta, bunlar kalkmış teheccüd namazına... Abdesti almışlar. Çocuk babasına:

“—Baba, ne olurdu bunlar da kalksalardı. Ne güzel gelmişler böyle, camide ibadet etmeleri lâzım, horul horul uyuyorlar. Kalkıp da namaz kılsalardı, bizim gibi teheccüd kılsalardı ne iyi olurdu.” deyince;

“—Ah evlâdım! Keşke sen de kalkmasaydın, uyusaydın da bu lafı söylemeseydin!” demiş babası...

Onların yatmasını ayıpladığı için...


g. Huzurlu Olmak


1. Soru:

Huzurlu olmak için nasıl hareket etmeliyim? Benim bir arkadaşım var, onu çok seviyorum. Fakat o benimle konuşmak istemiyor, bana kızıyor. Ben de onunla konuşmadıkça rahat edemiyorum.


Huzurlu olmak için insanın takvâ ehli olması, günahlardan kaçınması lazım. İnsan günahlardan haramlardan gözünü, dilini, elini, âzâsını koruduğu zaman içine huzur, zevk, şevk gelir. Haramdan kaçınınca gelir. İbadet yapınca gelir. Onun için, takvâ

444

ehli olun. Haramlardan kaçının. İbadet yapın. Kur’an okuyun. O zaman neşelenir ferahlarsınız.

Zorla güzellik olmaz. Bir insan çok kaçıyorsa üstüne durdukça, yürüdükçe daha çok kaçar. Onun için, sakin olmaya gayret etmek lâzım.

Bir şeyh efendi vefat ederken, kendisinden sonra filanca şahsın irşad vazifesini yürüteceğini müridlerine bildirmiş. Şeyhin vefatından sonra cemaat o şahsa gelmişler:

“—Haydi, geç makama, otur, vazifeyi yap!” demişler.

O zat:

“—Bana bir sene müsaade edin!” demiş.

Bir sene sonra gelmişler:

“—Haydi gel, otur makama, irşad vazifelerini yap!” demişler.

“—Bir sene daha müsaade edin!” demiş.

Ondan sonra gelmiş. Çok güzel de görev yapmış, fevkalâde güzel görev yapmış. Demişler ki:

“—Ya mübarek, bizi niye iki sene mahrum bıraktın?” Demiş ki;

“—Ben kendime bakıyordum, kendimi kontrol ediyordum; hayvanlar benden kaçıyordu. Hayvanlar hayvanlığıyla benden kaçarsa, insanlar haydi haydi kaçar diye hayvanların bile kaçmayacağı bir tavrı elde etmeye çalıştım.” Hakikaten, adamın yürüyüşünden kedi kaçar, köpek kaçar, kuş kaçar. Yumuşak yürüyünce kaçmaz. Yani insanın tavrının itimat telkin etmesi lazım. Kendisinden kaçırtmayacak şekilde olması lazım. Bunlar ibretli şeyler. Bunlardan ibret alalım.


2. Soru:

İstemeyerek her şeye karışıp, konuşuyorum; buna bir çare söyler misiniz?


Eskiden baklayı okurmuş şeyh efendiler, müridin ağzına koyarmış. Erimediği için, dualı bakla ağzında dururmuş. Öylece diline hakim olurmuş. Siz de hakim olmağa çalışın! Zikirle meşgul edin dilinizi, başka şeye vakit kalmasın. Mümkün olduğu kadar az

445

konuşun. Sorun kendinize: “Bu sözü söylemem lâzım mı?” diye... Pek gerekmiyorsa konuşmayın!


h. Kalbi Korumak


1. Soru:

Kalbimize kötü düşüncelerin gelmemesi için ne yapmamız lâzım?


Tabii, bu kötü düşünceler ya nefisten gelir, ya şeytandan gelir. Nefsin vesvesesi veya şeytanın vesvesesi olarak gelir. Abdestli olursanız, zikrullahla meşgul olursanız, zikr-i kalbîye müdâvim olursanız onlar gelmez.


2. Soru:

Vukùf-u kalbî’yi açıklar mısınz?


Allah’ın her yerde hàzır ve nâzır olduğunu bilip, ona göre edebini takınıp, ihsân makamı dediğimiz:47


اْلإِحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ اللهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ، فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ، فَإِنَّهُ يَرَاكَ

(خ. م. ن. ه. حم. خز. حب. ش. حل. عن أبي هريرة؛ م. د.



47 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.27, no:50; Müslim, Sahîh, c.I, s.39, no:9; Neseî, Sünen, c.VIII, s.101, no:4991; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.25, no:64; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.426, no:9497; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.5, no:2244; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.375, no:159; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.157, no:30309; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.528, no:117222; Ebû Hüreyre RA’dan.

Müslim, Sahîh, c.I, s.36, no:8; Tirmizî, Sünen, c.V, s.6, no:2610; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.635, no:4695; Neseî, Sünen, c.VIII, s.97, no:4990; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.24, no:63; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.389, no:168; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.X, s.203, no:20660; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.528, no:11721; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.383; Beyhakî, el-Erbaùne’s-Suğrâ, c.I, s.61, no:23; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.44, no:5249; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.57, no:140; Câmiu’l- Ehàdîs, c.X, s.494, no:10108.

446

ت. ن. ه. حب. ق. عن عمر)


(El-ihsânü en ta’büda’llàhe keenneke terâhü) “İhsan, sanki görüyormuşsun gibi, karşısındaymış gibi Allah’a ibadet etmendir. (Fein lem tekün terâhu feinnehû yerâke) Çünkü, her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor.” dediği gibi edebi takınmak çalışmasıdır. Ona gayret etmeli! Tabii, bu her yerde vardır. İnsanın, banyoda ve yüznumarada bile şeriatın tarif ettiği şeylere dikkat etmesi gerekiyor. Oturmasına, yönüne, temizlenmesine vs. ihtimam etmesi, tamamen her yerde Allah’ın rızâsını gözetmesi gerekiyor.


Soru:

3. Gözyaşı dökemiyorum; çâresini izah eder misiniz?


Gözyaşı dökmek, kalbin rikkati ile ilgilidir. Duygulanacak, gözyaşı dökecek, ağlayacak. Bunun için de midenin boş olması lâzım! Oruç tutar, biraz daha rikkatli olur. Ondan sonra, tefekkürü çok yapmak lâzım!


i. Kibir ve Tevazu


1. Soru:

Kibir nasıl yenilir, nasıl kırılır?


Tasavvufî terbiye ile kırılır. Biliyorsunuz; koca kavuklu, cübbeli, sarıklı, itibarlı, izzetli Aziz Mahmud-u Hüdâî, Bursa kadısı olarak Üftâde Hazretleri’ne gittiği zaman, ona sokaklarda ciğer sattırmış ilkönce... Tasavvufun böyle nefsi terbiye metodları vardır. Onlarla, tasavvuf ilmiyle terbiye olunur. Az yemekle, az konuşmakla, az uyumakla, çok zikretmekle terbiye olur. Ama, bir hocanın nezaretinde olursa, daha iyi olur.

Kendisinin kusurlarını araştırıp, sorup, görmekle terbiye olur. Başka insanların olgunluklarını görüp, “Bak ben şunlar gibi

447

olamıyorum!” demekle, kendi halini bilmekle terbiye olur.

Mâdem zihnine böyle bir şey takılmış kardeşimizin, Allah kibirden kurtarsın... Sevdiği, tevâzû ehli, güzel bir kul olmayı nasib eylesin...


2. Soru:

Tevâzùnun ölçüsü nedir?


Tevâzù, kibirlenmemek, alçak gönüllü olmak demek...

Tevâzùyu Allah sever, tevâzù göstereni yükseltir.

Tevâzùnun ölçüsü, tezellüle düşmemektir. Yâni, kendisini alçaltacak bir şey yapmamaktır. Mütevâzi olur ama, vakarlı, ölçülü, efendice bir tevâzù içinde olur. Böbürlenmez ama, kendisini ayaklar altına aldıracak, horlayacak bir tarzda da tevâzù olmaz.


j. Az Gülüp, Çok Ağlamak


Soru:

Ben gülmeye korkar hale geldim. Çünkü, gülmemin derecesine göre ya o gün ya ertesi gün muhakkak ağlayacak bir hal başıma geliyor. Üzücü olaylarla karşılaşıyorum. Artık sevinirken hemen ardından üzüleceğimi biliyor ve sevinmeye bile korkuyorum.


Muhterem kardeşlerim!

Peygamber SAS bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

“—Benim bildiğim şeyleri bilseydiniz, muhakkak ki çok az gülerdiniz ve çok fazla ağlardınız. Kadınlarınızla telezzüz

edemezdiniz. Feryâd ü figan ederek sahralara çıkar Allah’a yalvarırdınız.” Hakikaten sıratı mı geçmişiz, hesabımız mı hoş olmuş, cennetlik olduğumuz mu tebliğ edilmiş ki güleceğiz. Bu dünya gülme yeri değildir; düşünüp hatalarını anlayıp ağlama yeridir. Allah’a güzel kulluk etme yeridir. Allah üzmesin. Elemlere, kederlere uğratmasın ama vazifesini ve mesuliyetini idrak edip de ona göre güzel kulluk yapmaya da cümlemizi muvaffak eylesin.

448

Peygamber SAS, geceleyin namaza kalkardı. Kıyamda ağlaya ağlaya sakalı ıslanırdı, rükûda ağlaya ağlaya yerler ıslanırdı, secdede ağlaya ağlaya secde mahalli ıslanırdı. Allah’ın en sevdiği kulu olduğu halde. Onun için ağlamak, rikkat-i kalb güzeldir.

Allah bizi ağlatacak duruma düşürmesin ama, duygulu müslüman olmaktan da uzak etmesin. Kalbimizi yumuşak kalpli eylesin.


k. Halvet


Soru:

Halvet görmek nedir?


Halvet görmek, dervişin 40 gün bir kenara çekilip hocasının nezaretinde koyu bir ibadet yapmaktır. Her türlü âdâbına riayet ederek, kendine göre şiddetli bir usul erkanı olan, 40 gün süren, dışarıya çıkılmadan devam ettirilen ibadet demektir. Arapça’da erbaîn de derler. Farsça’da çile derler, çile çekmek deniliyor da oradan gelmiş.


l. Tevbe


1. Soru:

Tevbenin şekli ve şartları nelerdir? Küfre düşenin tevbesi nasıl olacak?


Küfre düşenin tevbesi, gözyaşı döküp tekrar kelime-i şehâdet getirmektir. Allah’tan afvü mağfiret istemektir. “Bir hatâ işledim yâ Rabbi! Ben senin varlığını, birliğini ikrar ediyorum.” demektir.

Tevbenin şartları için, meselâ Tenbihül Gàfilîn, Riyâzüs Salihîn veya İhyâu Ulûm’a bakarak şartlarını öğrenebilirsiniz. Günahına pişman olmak, bir daha işlememeğe kesin kararlı olmak, günahta ısrar etmemek... filân gibi şartları vardır. Detayını oralardan öğrenirsiniz.


2. Soru:

449

Nefsime uyarak bazı günahları işliyorum, arkasından pişman olarak tevbe ediyorum. Daha sonra tekrar işliyorum. Bazı günahlardan kendimi kurtaramıyorum. Acaba günahta ısrar etmiş oluyor muyum, ettiğim tevbeler kabul olur mu?


İnsanoğlunun nefsi olduğundan, şeytan olduğundan, bu tarif edilen durumu sıkça yaşar insanlar... Buna benzer hastalıklar maalesef yaygındır. Peygamber Efendimiz SAS Efendimiz buyuruyor ki:48


مَا أَصَرَّ مَنِ اسْتَغْفَرَ وَإِنْ عَادَ فِي الْيَوْمِ سَبْعِينَ مَرَّةً

(د. ت. عن أبي بكر)


RE. 370/16 (Mâ esarra meni’stağfera ve in àde fi’l-yevmi seb’ine merreten) “Günde yetmiş kere günah yapsa da, tevbe ve istiğfar eden günahta ısrar etmiş sayılmaz.”

Pişman oluyor, tevbe ediyor; ama yine nefse uyuyor, günah işliyor. Tabii, ısrar sayılmaz. Yalnız tevbe ederken, “Ben bunu yine yaparım.” diye düşünmeyecek, yapmamaya azmedecek. Yaparsa, yine Allah tevbesini kabul ediyor.

Bu durumun devam etmemesi, insanın bir takım koruyucu tedbirler alması lâzım! Bu koruyucu tedbirler de tasavvuf ilminin içine giriyor.

İnsanın günahlara düşmemesi, kendisine hâkim olması için ne yapması lâzım? Az uyuması lâzım, az yemek yemesi lâzım! İnsanlarla az oturup konuşması lâzım! Günah muhitlerinden uzak durması lâzım! İbadetini tâatini yapması lâzım, abdestli olması



48 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.471, no:3482; Ebû Dâvud, Sünen, c.IV, s.310, no:1293; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.188, no:20554; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.I, s.124, no:137; Bezzâr, Müsned, c.I, s.20, no:93; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.13, no:788; Hz. Ebû Bekir RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.216, no:10230; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.177, no:2170; Câmiü’l-Ehâdis, c.XVIII, s.414, no:19764.

450

lâzım! İşte bunlara dikkat ederse insan, inşaallah günahlardan korunabilir.


3. Soru:

Yalnız başına kalınca günah işlememek için ne yapmak gerekir?


Abdestli olursunuz. Abdestli gezdi mi, Allah’a sığındı mı insan, mümkün olduğu kadar mahfuz olur. Zikr-i kalbîye devam eder, zikirde olursanız, yalnız başınıza günah yapmaktan korunursunuz. Allah-u Teàlâ Hazretlerine sığının, ilticâ edin; yardımcı olsun.


4. Soru:

Kul hakkını affettirmek için ne yapmak lâzım?


Helâlleşmek lâzım! Gidip, “Ben senin hakkını yemiştim, al!” demek lâzım! Mânevî hakkı ise; “Ben sana şöyle yapmıştım, böyle yapmıştım; senin haberin yok! Beni affet kardeşim!” demek lâzım! Helâlleşmezse, ahirette gelip yakana yapışacak. O bilmiyorsa bile Allah bildirecek. Onun için, dünyada iken halletmek lâzım!


m. Nefsi Yenmek


1. Soru:

Nefsimden şikâyetim var; ne tavsiye edersiniz?


Burada herkesin nefsinden şikâyeti var... Allah nefislerimizi ıslah eylesin... Tabii, nefsin ikmâlini yapıp yapıp da, ondan sonra ıslah etmek zordur. Yâni, bir taraftan nefse silahı vereceksin; bazukayı, Kaleşnikof’u, dinamiti ve sâireyi vereceksin, ondan sonra da nefisten şikâyet edeceksin... Nefsin bir kere arpasını kesmek lâzım! Nefsi riyâzetle yere düşürmek lâzım! Bir de nefisle mücadele edecek olan insanın ruhunu kuvvetlendirmek lâzım! Ruhu kuvvetlendirmek de zikirle olur. O yolla nefsin

451

karşısında ruhu kuvvetlendirip, ona galip gelecek hale getirmek;

öbür taraftan nefsin ikmal yollarını, can damarlarını kesip kuvvetlenmesini engellemek lâzım!


2. Soru:

Şeytanı yenebilmem, mânen güçlü ve iradeli olmam için ne tavsiye edersiniz?


Bu tasavvufî bir çalışmaya bağlıdır. İnsan riyâzet yapacak, nefsinin emirlerine, arzularına karşı çıkmağa devam edecek... Ramazan orucu gibi çalışmalar olacak, nafile oruçlar olacak... Böyle çalışmalarla yavaş yavaş kendi nefsini yenmeyi öğrenecek, şeytanı yenmeyi öğrenecek. Tasavvufî vazifelerini güzel yapmağa çalışsın!


3. Soru:

Nefse ibadetleri sevdirebilir miyiz, bunu nasıl yaparız?


Evet, bir zaman gelir, nefis ibadetleri sever. O zaman ona nefs- i râdıye derler. O makama yükseldiği zaman, ibadetleri seve seve yapar. Her şeyinden hoşnut olarak Rabbini sever, ibadetlerini yapar.

Onun için, tasavvufî eğitime devam etmek lazım! Nefs-i emmâre’yi geçip, nefs-i levvâme’yi geçip nefs-i mütmainne’ye ulaşmak, nefs-i râdıye makamına gelmek lâzım!


6. Soru:

İhlâsımı kaybediyorum, acaba ne yapmam gerekir?


İhlâsın başı helâl lokma yemektir. Tevbeye, estağfirullah

demeye, zikre devam ederse, Allah yardım eder.


n. İnsan-ı Kâmil


1. Soru:

452

“İnsân-ı kâmil neden meleklerden daha efdaldir?”


Şu bakımdan daha efdaldir. Allah melekleri kendisine hiç âsî olmayan ve (yef’alûne mâ yü’merûn) “emredildikleri şeyleri icra eden” varlıklar olarak yaratmıştır. Melekler vazifeli varlıklardır.

Benzetmek gibi olmasın, diyelim ki bir jeneratör çalışıyor, vazifesi nedir? Çalışıp elektrik üretmektir. Dönüyor dönüyor, çalışıyor, elektrik ve enerji sağlıyor. Yaratılışı odur. Yapılış gayesi odur. Meleklerin de vazifeleri vardır. Yaratılış şekli öyle olduğundan o vazifeleri yaparlar.

İnsanoğluna ise Allah hem iyi olma kabiliyeti vermiştir; akıl vermiştir, kalp vermiştir hem de yanında kötülüğe kayacak imkânlar, tehlikeler vardır. Nefis vermiştir, şeytanı musallat etmiştir. Dünyada ayağına takılan, onu yoldan çıkaracak çeşit çeşit şeyler vardır.

Binaen aleyh iyi de olabilir, kötüye de gidebilir. Aklının, kalbinin gösterdiği istikamette çalışıp fedakârlıklar yapıp da kendisini zorlayarak iyi tarafa gittiği zaman daha büyük bir gayret sarf etmiş olduğundan, yaratılışında iyiye de kötüye de meyil olduğu halde iyi tarafı tercih etmiş olduğundan insân-ı kâmil meleklerden de üstün oluyor.


2. Soru:

Nefsini terbiye eden müslümanlar, tüm tasavvufî kurallara uyarak keşfe ve yakîn ilmine ulaşabilir mi? Bazıları, “Keşif ve yakîn için kabiliyet gerekir. Nefsini terbiye eden herkes yüksek iltifatlara nâil olup, ilhama mazhar olamaz!” diyorlar; ne buyurursunuz?


“Bu keşif ve kerâmet evliyâlığın şartından değildir.” der kitaplarımız... Gerçekten de öyledir. İnsanın bir keramet göstermemesine rağmen Allah’ın çok sevgili kulu olması vâkîdir ve böyle olabilir. Kerâmet gösterdiği halde, sû-i hâtime ile ahirete göçenlerin olduğu da vâkîdir, böyle de olabilir.

Keşif ve kerâmet bu yolun esası değildir. Bu yolun esası

453

istikamettir, müstakîm olmaktır. Sırat-ı müstakîmde yürümektir. Şeriatin çizgisinde, Kur’an-ı Kerim’in yolunda, Rasûlüllah’ın yolunda yürümektir. En büyük kerâmet istikamettir. Yâni, bu yolda yürümektir, velev ki başka kerâmeti görülmese bile... Ama Allah gösterir. Bazen gösterir, bazen göstermez. Göstermek şart değildir.


o. Kızmak


10. Soru:

Kardeşin kardeşe ufak şeyler için kızması doğru mudur?


Kızmak doğru değildir. Peygamber Efendimiz’e birisi geldi, “Bana nasihat et yâ Rasûlalah!” dedi.

Peygamber SAS Efendimiz dedi ki:49



49 Buhàrî, Sahîh, c.XIX, s.74, no:5651; Tirmizî, Sünen, c.VII, s.313, no:1943; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.362, no:8729; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.105, no:20776; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.307, no:8277; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.VI, s.363; Bezzâr, Müsned, c.II, s.480, no:9000; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.III, s.25, no:1731; Ebû Hüreyre RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.484, no:16006; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.501, no:5689; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.II, s.261, no:2093; Taberânî, Mucemü’l-Evsat, c.VII, s.277, no:7491; Hàkim, Müstedrek, c.III, s.713, no:6578; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.307, no:8279; İbn-i Kàni’, c.I, s.157; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.344, no:25889; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.69; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.II, s.351, no:1167; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XII, s.226, no:6838; Câriye ibn-i Kudâme RA’dan. İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.531, no:296; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.51, no:5685; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.175, no:6635; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.VIII, s.69; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.308, no:8281; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.69, no:6399; Süfyan ibn-i Abdullah es- Sakafî RA’dan. Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.105, no:20067; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Taberânî, Mucemü’l-Evsat, c.III, s.25, no:2353; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.36, no:21; Ebü’d-Derdâ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.521, no:7708; Câmiü’l-Ehàdîs, C.XVI, s.230, no:16666.

454

لاَ تَغْضَبْ (حم. خ. ت. عن أبي هريرة؛ حم. والبغوي، والباوردي،

وابن قانع ، ع. ، طب. ، ك. ض. عن جارية ابن قدامة السلمي؛

ابن أبي الدنيا في ذم الغيبة عن ابن عمر؛ حم . وابن أبي الدنيا، حب. عن ابن عمرو؛ طب. عن سفيان بن عبد الله الثقفي)


(Lâ tağdab) “Kızma!” dedi. “Başka bir nasihat et!” dedi. (Lâ tağdab) “Kızma!” dedi. “Başka bir nasihat et!” dedi. (Lâ tağdab) “Kızma!” dedi.

Kızmamak için nasıl tutar insan kendisini? Araplarda bir adet var, (Sallü alen nebiyyi) “Peygamber Efendimiz’e salevat getir!” diyor. Karşı taraf da mecbûren “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed” diyor. Şeytan gidiyor, kızgınlık biraz geçiyor.

Bizim köyde birisi vardı, kızdığı zaman “Lâ ilâhe illa’llah” derdi. O da stresi, gerginliği atıyor. Yâni zikredersiniz, salevat getirirsiniz, kızgınlık geçer. “Hasbuna’llah” dersiniz, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh” dersiniz.


Bizim rahmetli fakülte sekreteri çok iyi bir insandı. Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin, ona da... Bir Arap elçiliğinden telefon açmışlar. Arapça bir şeyler söylemişler ama, bizim sekreter çok iyi Arapça bilmiyor. Birazcık biliyor, çat pat... Kırık dökük bir şeyler söylemeye çalışmış. Arap da hızlı konuşuyor. Anlayamamış sözlerini... Biraz daha uğraşmış, terlemeye başlamış. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh” demiş, medet istiyor Allah’tan...

“Bir kızdı diyor karşı taraftaki... ‘Ne diye Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh diyorsun, ben sana ne yaptım da, bilmem ne...’ diye bir yığın laf söyledi Arap” diyor. Meğer hakaretmiş, “Sen ne laf anlamaz adamsın!” mânâsına kullanılıyormuş Araplarda... Böyle şeyler oluyor. Ama, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh” demek,

455

“Estağfiru’llah” demek, “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed” demek, “Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm” demek gibi tedbirler, şeytanı uzaklaştırır, kızgınlığı uzaklaştırır. Ayakta ise oturmak, abdest almak gibi şeyler vardır.


p. Feyze Engel Olan Şeyler


1. Soru:

Bir müridin feyz almasına neler mânî olur?


Mânîler çoktur. Bir kere haram lokmalar, günahlar, harama bakmalar... vs. Bunlar çeşitli şekillerde müridi yükseldiği yerden aşağıya düşürür. Yâni, biraz terakkî etmiş ise, geri götürür.

Onun için, bizim kaidelerimizden birisi Nazar ber kadem’dir. Yâni, bakışı pabucunun ucunda olacak; etrafa bakmayacak, harama bakmayacak... Televizyonun karşısına geçer, şarkıcıyı dinler, filmi seyreder... Açık saçık kadınlar gelir geçer. Meyhane sahnesi gelir, başka kötü sahneler gelir... O zaman insanın içi allak bullak olur, feyzi kaçar, yükseldiği yerden aşağı düşer.

Haramlardan, günahlardan kaçınmağa çok dikkat edecek! İnsanın feyzinin çok olması ve ilerlemesi için, mutlaka günahlardan titizlikle kaçınması lâzım!


2. Soru:

Tanıdığım insanlar arasında, uzun zaman namazda niyazda olan kimseler, gün geliyor içki içiyor, harama giriyor. Neden daha ileri gidecekleri yerde dinden böyle gevşeme durumuna geliyorlar?


İnsanın dikkat etmesi lazım, gevşememesi lâzım. Şeytan çünkü gevşemiyor. Şeytan seni aldatmakta hiç boş durmaz, gevşek zamanını yakalar.

Muhterem kardeşlerim! Umumiyetle haram yemekten böyle olur. Haram lokma yedi mi insanın dengesi bozulur. Müslümanlığı bozulur. İbadetleri yapamamaya başlar, zor gelmeye başlar. En çok bundan olur. Ama haram yemek bir haram çeşididir.

456

“—Hocam haram lokma yemiyorum, tamamen helâl yiyorum.” İyi ama, bu sefer gözünle harama bakıyorsundur. Gözüyle harama bakıyordur, oradan günaha giriyordur.

“—Hocam, benim iki gözüm de kör, hiçbir yere bakamıyorum.” O zaman, dilinle günaha giriyorsundur da ondan oluyordur.


Yani, bir günahtan veyahut da bir edepsizlikten dolayı Allah tevfîkini çeker. Tevfîkini çekince insan böyle bozulur. Bir günah olmuştur da ondan.

Hatta evliyâullahın hayatını okuyoruz, Cumartesi günleri karşı tarafta Söğütlüçeşme camiinde… Orada okuduğumuz kitapta diyor ki:

“—Geceleri ibadet ediyordum, çok zevk alıyordum, o zevkler kalmadı.” diye şeyh efendiye soruyor. Şeyh efendi diyor ki;

“—Belki dünyalık bir şey eline geçti diye ona sevindin, ondandır.” Dünyalığa sevinmeyi bile kusur görüyor mübarekler… İnsan sevinmez mi; bir yerden bir para gelse hoşuna gitmez mi? Bir yerden bir mal gelse, mülk gelse?

“—Dünyalığa sevinmekten bile ibadetin zevki kaçar.” diye düşünüyor. Dünyaya hiç dönüp bakmamışlar. Dünyaya itibar etmemişler.


Ama bu zamanın insanları dünyaya itibar ediyor, günahı işliyor, yalanı söylüyor, edepsizlik yapıyor… E kaçar tabii... Zevki keyfi kaçar tabii… Bir insan günah işlerken imanı bile yanında durmuyor, içinden çıkıyor gidiyor. İçki içerken, zina ederken iman içinde durmuyor, dışarıya gidiyor. Ondan sonra geliyor. Onun için, dikkat etmek lazım.

Günahtan olur. Günaha bulaşmaktan olur. Edepsizlik yapmaktan olur. Misal; akşam gıybet edersin, sabah namazına gelemezsin. Akşam bir yere misafirliğe gidersiniz, birisini gıybet edersiniz; sabah namazına kalkamazsınız. “Tüh yahu! Saati de kurmuştum, pili bitmiş!” Onun pilini Allah bitirdi. Çünkü sen akşam gıybet ettin. Böyle olur muhterem kardeşlerim. Sebebi

457

budur.

Ne yapacağım? Günahlardan korunacağım. Edebe riayet edeceğim. Edepli kul olacağım.

Edep nedir? Sözün edebi var, bakışın edebi var. Oturmanın edebi var, konuşmanın edebi var, ziyaretin edebi var. Müridliğin edebi var, talebeliğin edebi var. Kocalığın edebi var, karılığın edebi var. Öğrenciliğin edebi var, hocalığın edebi var. Her şeyin edebi var, âdâbı var. Âdâbına uymaya çalışacak, âdâbıyla yapmaya çalışacak. Oturmanın kalkmanın, her şeyin âdâbı var.


r. Sabah Namazı


Soru:

Sabah namazına kalkamıyorum; çaresi nedir?


Sabah namazına kalkamamak bir cezadır muhterem kardeşlerim! Allah’ın cezâsıdır, Allah affetsin... Bir cezâya müstehak oluyor da, Allah huzuruna almıyor yâni... İşin aslı böyledir mânevî bakımdan... Onun için edebe dikkat edecek; bir... Akşamleyin abdestli yatacak; iki...

Abdestli yatmadığı zaman şeytan gelir, âzâlarına düğüm vurur. Hadis-i şerifte böyle bildiriliyor. Yâni gözünü bağlar, kulağını bağlar, her âzâsını düğümler... Ezanı duymaz, gözünü açamaz, ibadete kalkamaz! Onun için, abdestli yatmağa dikkat edin! Bir de nefsi çok kuvvetlendirdiğiniz zaman, yemek yiyerek vs.

o zaman nefis gàlip gelir. Uykuyu sevdiği sevdirttiği için kaldırtmaz. Akşam yemeklerini hafif yeyin, erken yatın! O zaman, sabah vaktinde nefis kuvvetini kaybetmeye başlar. Nefsin tâkati kalmaz, yat desen yatmaz duruma gelir. Karnı acıktığı için, bir mutfağa gideyim diye kendisi kalkar. Bakalım akşamdan neler kalmış diye dolabın başına gider.

Onun için bir çaredir bu da... Akşam az yedirirsiniz. Sabahleyin o mutfağa gideyim derken, siz de onun yolunu çevirtip, lavaboda abdest aldırırsınız, camiye götürtürsünüz.

458

2. Soru:

Sabah namazını, İşrak namazını camide kılmak nefsime zor geliyor; ne yapmalıyım?


Akşam erken yatsın! Hakîkaten zor geliyor. Gece saat ikide yatmışsa bir insan, sabah kurşunlanmış gibi oluyor, yataktan kalkması zor oluyor. Akşam erken yattığı zamanda karnı da acıkıyor, midesi de boşalınca, —aç tavuk rüyasında yem görürmüş— o zaman erken kalkıyor.

Akşam yemeğini hafif yerse, akşam erken yatarsa... Sahabe-i Kirâm akşam erken yatardı. Yatsıdan sonra çok oyalanmaz, hemen yatardı. Az yeyince, yatsıdan sonra hemen yatınca, hele hele böyle kış günlerinde çok rahat kalkarsınız. Teheccüde bile kalkarsınız evvelallah...

Bir de duası vardır:


اَللَّهُمَّ أَيْ قِظْنِي فِي أَ حَبِّ السَّاعَةِ إِلَيْكَ، وَاسْتَعْ مِلْنِي بِأَحَبِّ اْلأَعْمَالِ يَدَيْكَ

459

(Allàhümme eykıznî fi ehabbi’s-sâati ileyke, ve’sta’milnî bi’l- ehabbi’l-a’mâli yedeyk) “Beni en mübarek zamanda uyandır yâ Rabbi! En sevdiğin ibadeti işlemeye muvaffak eyle yâ Rabbi!” demek.

(Allahümme eykıznî fî ehabbis saati ileyke vesta’milnî bi ehabbil a’mâli yedeyke.) “Yâ Rabbi, beni en mübarek zamanlarda kaldır, ibadet yapabileyim! En güzel ibadetleri, sevdiğin ibadetleri yapmayı nasîb eyle yâ Rabbi!” diye böyle dua eder yatarsınız. Abdestli yatarsınız, kalkarsınız.

Uykunuzu alarak kalkınca da, İşrake de kalırsınız, o hac ve umre sevaplarını da kazanırsınız, rızkınız da bol olur.


s. Akıllı İnsan


Soru:

Sabırsızlıktan ve ahmaklıktan kurtuluşun çaresi nedir?


Bu bir eğitim meselesi. Sabırsızlıktan kurtulmanın çaresi, küçük küçük meselelerde sabır ede ede, şöyle sakin olmayı, yavaş yavaş alıştırma yapa yapa geliştirmektir.

Tabii ahmaklık, -bu kelimeyi kullanmış kendisi- ahmaklıktan

kurtulmak... Ahmaklık, hamâkat doğuştan değilse yani zihnî kabiliyetlerin geriliğinden değilse, eğitimle düzelebilir.

Hadis-i şerifte bildiriliyor ki:50



50 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.638, no:2459; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1423, no:4260; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.124, no:17164; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.125, no:191; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.153, no:1122; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.VII, s.281, no:7141, 7143; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.II, s.107, no:863; Bezzâr, Müsned, c.II, s.18, no:3489; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.350, no:10546; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.369, no:6306; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.I, s.267; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.266, no:463; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.140, no:185; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s:56, no:171; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.310, no:4930; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.184, no:354; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Muhàsebetü’n-Nefs, c.I, s.19, no:1; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.50, no:6430; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.39; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXI, s.186, no:7741; Şeddâd ibn-i Evs RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.679, no:7036; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1024, no:2029;

460

الْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ، وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ؛ وَالْ عَاجِزُ مَنْ


أَتْبَعَ نَفْسَهُ هَوَاهَا، وَتَمَنَّى عَلَى اللهِ اْلأَمَانِيَ (ت. عن شدَّاد بن أوس)


ME. 898 (El-keyyisü men dâne nefsehû, ve amile limâ ba’de’l- mevt) “Zekî insan nefsini hakimiyeti altına alıp, zabt ü rabt altına alıp, nefsine hakim olup ahireti için hazırlanandır.

(Ve’l-àcizü men etbea nefsehû hevâhâ) Aciz kul da, nefsinin arzusu peşine kendisini takıp, sürüklettiren; (ve temennâ ale’llàhi’l-emâniye) ve ‘Allah Gafur’dur, Rahim’dir, beni affeder, onun rahmeti çoktur!’ diye Allah’a temenni besleyen kimsedir.” Nefsinin hevâsına tâbi oluyor, ondan sonra da Allah beni affeder diye düşünüyor. Bu tabii ahmaklık… Ahirete hazırlanmıyor, günahları işlemeye, nefsinin peşinde gitmeye devam ediyor ve ondan sonra da, “Allah Gafûru’r-rahîm’dir, affeder.” diyor.

Tabii bunun çaresi nefse muhalefettir, onun dediklerini yapmamaktır. Nefsin arzularını meşrû yollardan yerine getirmeye çalışmak, meşrû ölçülerde yerine getirmektir. Zikirlerine, ibadetlerine müdâvemet etmektir. İbadetlerin her birisi bu hastalıkların çaresidir.


t. Kur’an ve Sünnet


Soru:

Acaba insanın nefsini tam olarak hayra, güzele yönelik amellere itebilecek meta’ nedir? Allah’a yönelebileceği en güzel yol nasıl olmalı?


Muhterem kardeşlerim, tabii bu hayatımızın gayesidir. Bu


Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.458, no:15935; RE. 229/7.

461

sorulan şey oyuncak değil, teferruat değil, hayatımızın gayesidir. Hepimiz iyi yola yönelip Allah’ın sevgisini, rızasını kazanmak istiyoruz. Hayatımızın amacı bu, çok önemli bir şeydir.

Bunun için Kur’an-ı Kerim’in yolunda ve Peygamber Efendimiz’in yolunda yürümek lazımdır. Onun dışındaki yollarda yürününce ne maddî ne mânevî hayır ve feyiz olur. Mutlaka Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimiz’in yolunda yürümek lazım. İnsan Kur’an-ı Kerim yolunda yürüyünce, Peygamber Efendimiz’in yolunda yürüyünce, ölse şehid olur; kalsa şehid sevapları alır, yüzlerce şehid sevabı alır. Onun için, Kur’an’ı öğreneceğiz. Peygamber Efendimiz’in hadislerini okuyacağız, öğreneceğiz, uygulayacağız.


Görüyorsunuz, Peygamber Efendimiz’in hayatın her konusuyla ilgili emirleri var. Ben mahsustan böyle çeşitli konuları ihtivâ ettiği için bu kitabı okuyorum. Karşımıza bazen şu konu geliyor, bazen bu konu geliyor; cemaat görsün... Bu hazinenin içinde her şey var. Burada her türlü gıda var; ruhun gıdası var, bedenin gıdası var, ailenin gıdası var, cemiyetin gıdası var, gencin gıdası var, yaşlının gıdası var... Herkese faydalı.

Onun için, Kur’an-ı Kerim’in yolunda, Kur’an-ı Kerim’i okuyarak, tefsirini okuyarak yürümeli. Hadis-i şerifi okuyarak yürümeli. Ahlâkı güzelleştirmeye dikkat etmeli. Zikir ile ahlâkı güzelleştirme, tezkiye-i nefis çalışmasıyla çalışmalı ki bu gaye

kolay elde edilen bir şey değil. Elde edildiği zaman da insanın hem dünyasını hem ahiretini mutlu eden şeydir.

“— Kısaca —sözümün çok olmasından dolayı belki unuturlar, insanların akılları farklıdır— bu soruyu soran kardeşime söyleyeceğim; her gün Kur’an-ı Kerim okusun, birkaç âyet okusun ve anladığı, öğrendiği ayetleri uygulasın. Her gün birkaç hadîs-i şerif okusun.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çok bastığı ve ucuz olan bir Riyâzü’s-Sâlihîn kitabı var. Onu alsın, birer sayfa, ikişer sayfa her gün okusun. Okuduğunu uygulasın, tatbik etsin. Okusun,

462

okuduğunu tatbik etsin, uygulasın; kurtulur. Her türlü derde yavaş yavaş çareler gelecek. İlim yolunda olduğu için sevap alır, ayetleri hadisleri okudukça bilgisi artar, uyguladıkça Allah’ın kendisinden hoşnutluğu artar. Hem de gerçekleri öğrenmiş olur. En güzel yol bu.


u. Takvâ ve Kibir


Soru:

Takvâ ile vesvesenin, kibir ile vakarın farkı nedir? Bunların karışmasını nasıl engelleyebiliriz?


Takvâ; “Haramdan kaçınmak harama bulaşmamaya dikkat etmektir.” Vesvese; “Mahzurlu olmayan bir şeyde; ‘Şu şöyle mi bu böyle mi?’ diye tereddüt etmektir.” Takvâ, sevaptır; vesvese yoktur, vesvese şeytandandır. Bir şey doğruysa vesvese gelse de yapacak, vesveseye aldırmayacak.

Kibir; “Kendini beğenmektir, hak sözü kabul etmemektir.”

Vakar; “Halim selim, ciddi durmaktır.”

Kibir günahtır, vakar sevaptır. Kibirlenmeyecek, başkasını hor görmeyecek, kendisini büyük görmeyecek ama “Ben Müslümanım. Halime hareketime dikkat etmem lazım.” diye vakarlı hareket etmeye dikkat edecek. İslâm da incedir, her şey de incedir.

Trafikte, yolda giderken yeşil ışıkta geçersen iyi oluyor; kırmızı ışıkta geçersen polis cezayı yazıyor. Aynı yoldan bir an önce geçtin mi bir şey yok; bir an sonra geçtin mi cezayı yiyorsun. “Sağa dönülmez.” denen yerde dönersen cezayı yiyorsun. Her şeyin kaidesi var; herkes ona uyacak.


v. Takvâ ve Fetvâ


Soru:

Müslümanlar için İslâmî yaşamda takvânın ve fetvanın yeri neresidir?

463

İslâm’da iki yoldan bahsedilir. Tarih boyunca Müslümanlıkta bir takvâ yolu vardır. “İhtiyatlı dindarlık, garantili yol” demek. Fetva yolu da; müftülüğe soruyorsun, “Yap, mahzuru yok canım.” diyor. Takvâ yolu şüphelilerden kaçıp ihtiyatla gitmek, garantili sevaplı yoldan yürümektir. Fetva yolu da “Müftü fetva verdi, yapılabilirmiş.” deyip yapmaktır.

Büyüklerimiz bize takvâ yolunu tavsiye etmişlerdir. Çünkü tehlikesi yok. Fetva yolunda, “Fetva ya yanlış verilmişse…” diye bir tehlike vardır. Takvâ yolu nefse ağır gelir ama garantilidir, sevaplıdır. Fetva yolu bazı tehlikelere açıktır. O bakımdan büyüklerimiz takvâyı tavsiye etmişlerdir.

Ama İslâmî yaşamda, tabi bazen sıkışık durumlar oluyor. İster istemez, istemeden insanın karşılaştığı durumlar oluyor. O zaman da takvâ ehli bir müftüye yani vicdanı olan, ilmi olan, irfanı olan bir salahiyetli alime gidip mesele sorulur. Yeri gelince ona göre, onun nasihatine göre hareket edilebilir. Eğer serbestsek önümüzde iki ihtimal var, ikisini de yapabiliriz.

“—Hangi yolu tercih edeyim?” Takvâ yolunu tercih edin, garantilidir. Ama sıkışıksak o zaman fetvadan istifade edebilirsiniz. Fetva da hiç olmayan şey değil.


y. Ricâlullah


Soru:

Rical seviyesi, yâni gerçek adam olmak seviyesinden maksat nedir? Bir derviş böyle demiş, sebebi nedir? Özellikle sizden bunun mânasını yazmanızı istiyorum.


Ricâl, Arapça’da “adamlar” demek. Racül, “adam” demek; ricâl, “adamlar” demek. Ama adamlık sıradan adamlık değil, ricâlullah yani “Allahu Teàlâ Hazretlerinin erenlerinden olmak, Allah ehli, ehlullah, evliyâullahtan olmak” demek.

Ricâlullahın, Allah ehli evliyâullahın kademeleri vardır. Hani hep duyuyorsunuz; kutb-u âzâm, gavs-ı âzâm, üçler, yediler, kırklar diye onların her birisinin mertebeleri, seviyeleri ve

464

teşkilâtı olmuş oluyor. İmam Suyûtî Hazretleri bu hususta kitap da yazmış. Bazı kitaplarda bu hususta teferruatlı bilgi de bulmak mümkün oluyor, tasavvuf kitaplarında yazılmış oluyor.

O seviyeye gelmenin yolu tasavvuftur. Tasavvufî çalışmalardaki ihlâs derecesine göre, o dereceler kendisine Allah

tarafından verilir. Tasavvufî çalışma olarak nefsi terbiye etmek, Allah rızasını kazanma yolunda çalıştıkça, Allah o dereceleri kullarına ihsan eder.

Ama ille istemekle de olmaz. Bazen bir insan 70 yıl bir kapıda duruyor da hiçbir şey alamıyor. 40 yıl çalışıyor da hiçbir şey alamıyor. Üç tane, dört tane şeyhin yanında bulunuyor da tasavvufun ‘t’sini öğrenemiyor. Allah’ın hikmeti... Kabiliyeti yok veya bir kusuru var...


اَلْعُجْبُ حِجَ ابُ التَّوْفِيقَ .


(El-ücbu hicâbü’t-tevfîk) denmiş; “İnsan ücublu, kibirli olursa o zaman ucubu tevfikât-ı samedâniyyeyi engelliyor, gerçeği görmesi mümkün olmuyor.”

Bu gibi sebepler olabiliyor. Bazısı alamıyor. Bazısı da kabiliyetsiz oluyor. Bazısı da bir çıkıyor bir düşüyor, bir sevap işliyor bir günah işliyor, biraz kazanıyor kaybediyor... Güzel huyları alamamış, kötü huyları atamamış... Meselâ hasetçi; bu taraftan sevap kazanıyor kazanıyor; öbür taraftan hasedi onu yakıp bitiriyor, kibri öyle yapıyor... Kötü huylar mâni oluyor.

Demek ki, kötü huylardan kendisini sıyırması lâzım! Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sevdiği işleri yapar bir insan hâline gelmesi lazım. Takvâya çok riayet etmesi lazım. Günahlardan ve haramlardan kaçınmaya çok dikkat etmesi lazım. Böyle yaptığı zaman; ibadetleri, vazifelerini yapıp günahlardan kaçınıp ahlâkını tasfiye ettiği zaman, kendisine mânevî mertebeler birer birer açılır. Derecesine göre, kabiliyeti, gayreti, himmeti nisbetinde mesafe alır, bir dereceye gelir.

465
18. TASAVVUF