16. AHLÂK
a. İnsanların Sevmesi
1. Soru:
Bir kimsenin insanlar tarafından sevilmemesi, Allah tarafından da sevilmemesi midir?
Hayır! İyi insanlar tarafından sevilmemek tehlikelidir. Yoksa, peygamberleri bile sevmeyen insanlar çıkmıştır. İnsanlar tarafından sevilmemek bir ölçü değildir. Firavun ve avanesi Mûsâ AS’ı sevmediler. Mühim değil... İyi insanlar sevmezse, o zaman fenâ...
İbrâhim AS’ı kavminden kimse sevmedi. Üvey babası bile sevmedi. Herkes düşman oldu, ateşe atmağa kalktılar. İnsanların sevgisi önemli değil, Allah’ın sevgisi önemli! Sen Kur’an yolunda yürü, Rasûlüllah’ın yolunda yürü; isterlerse sevsinler, istemezlerse sevmesinler! İnsanların sevmesi önemli değil...
2. Soru:
Bir insanın çok mizah yapması, çok gülmesi, insanları hafife alarak konuşması, Allah tarafından sevilmediğinin bir belirtisi olabilir mi?
Bunlar gaflet alâmetidir. Gaflet tehlikeli bir şeydir. Mizah yapmayı tavsiye etmiyor Peygamber Efendimiz... Çok gülmeyi de tavsiye etmiyor. Hümeze Sûresi’nde, insanlarla alay etmemekle emrolunuyoruz. Alay etmek, hafife almak iyi huylar değildir. Bunları bırakmak lâzım! Tabii, bunları yapıyorsa, şeytanın eline tutulmuş demektir. Şeytan’dan yakayı kurtarması lâzım! Bu haliyle, Allah sevmiyor sayılabilir. Devamlı sevmeyecek demek değil ama, bunlar iyi huylar değil...
b. Selâm Verilmeyecek Kimseler
1. Soru:
Hangi durumlarda selâm vermemek daha uygundur?
Günah işleyen bir insana selâm verilmez. Bunun dışında Kur’an okuyan, vaaz veren, namaz kılan, abdest alan, yemek yiyen insana selâm verilmez. Çünkü meşguldür. O zamanlar selâm alma mecburiyeti de yoktur.
Diğer zamanlarda, müslümanın bildiğine bilmediğine selâm vermesi sevaptır. Konya’da Hacı Veyiszâde’nin (Allah mekânını cennet eylesin) bir menkabesini duymuştum: Çarşıya gidermiş; -
sağa, sola, önüne, yanına, bildiğine, bilmediğine “Es-selâmü aleyküm! Es-selâmü aleyküm! Es-selâmü aleyküm!” diye selâm vere vere gidermiş. Bu, Abdullah ibn-i Ömer RA gibi hareket etmek oluyor.
Abdullah ibn-i Ömer bir keresinde diyor ki, sahabeden bir arkadaşına:
“—Kalk çarşıya gidelim!”
O da kuşkulu kuşkulu bakıyor, diyor ki:
“—Ey Ömer’in oğlu! Ben senin huyunu, hâlini bilirim. Sen çarşı pazarı pek sevmezsin. Orda yalan yere yemin edilir, eksik tartılır, aldatmaca filân olur... Çarşı pazar şeytanın çok dolaştığı yerdir. Sen niye çarşıya, pazara gitmek istiyorsun; anlat bakalım!” diyor.
Abdullah ibn-i Ömer RA diyor ki:
“—İnsan çoktur; selâm veririz, sevap kazanırız.” diyor.
Bilmediğine de selâm vermek ve böylece sevap kazanmak lâzım! Ama günah işliyorsa veya müslüman değilse; o zaman selâm verilmez.
2. Soru:
Bizim oturduğumuz binada bir aile var; İslâm’dan habersiz, kötü huylu... Bu aile ile ilişkilerimiz nasıl olmalı?
Selâmlaşırsınız. Kötülüğe karşı iyilikle mukabele edersiniz. Hediyeleşme, tebrik ve sâir fırsatlardan istifade ederek, yavaş yavaş ölçülü bir tarzda ona kendinizi sevdirmeğe, saydırmağa çalışırsınız.
c. İyiliği Emretmek, Kötülükten Alıkoymak
1. Soru:
Babamın kötü huylarını bırakması için dua eder misiniz?
Tabii, biz kötü insanların, günahkârların iyi insan olmasını, hidayete ermesini isteriz daimâ... Ama, asıl o kötü insanın kendisinin işi bu... Yâni, o insan eğer Allah’ın sevdiği bir duruma kendisi gelmezse, başkasının ona dua etmesi tesir etmez. Kendisinin zihniyetinde değişiklik olması lâzım! Onun için biz dua ederiz, onun iyiliğini temenni ediyoruz, Allah hidâyet versin... Allah şaşıranları doğru yola hidâyet eylesin... Şu vatanın evlâtları hepsi müslüman çocuklarıydı ama, şaşırdılar. Memleket sanki gayrimüslim memleketi gibi... Giyim, kuşam, yeme, içme, içki, kumar, eğlence vs. bakımından bir gâvur diyarından farkı kalmadı. Bütün haramlar yapılabiliyor, Allah’ın farzlarında ihmal edilebiliyor, kimse de bir şey demiyor.
Bunların söylenmesi lâzım! Günahkârlara yapmayın diye ikaz etmek lâzım! Devamlı bir çalışma içinde olmak lâzım! O kişilere bunları söyleyen olmazsa, kendilerinin de bu işi anlaması zor olur.
Birisi birisine misafirliğe gitmiş. Alış-veriş ediyorlar. Seyyar pazarlamacıymış. Akşam olmuş gittiği köyde... Otel filân da yok... O müşterisi demiş ki:
“—Bizim evde yat!”
“—Peki, kabul ettim, yatayım!” demiş.
Hazırlanmış, abdest almış. Sormuş:
“—Seccadeniz var mı?” “—Yok...” “—Kıble ne tarafta?”
“—Bilmiyorum...” “—Vallàhi kıblenin ne tarafta olduğunu bile bilmeyen bir insanın evinde kalmam! Sokakta yatarım, kalmam!” demiş.
“—Yâhu etme, eyleme...” “—Yok!” demiş. Almış çantasını, yemin de ettiği için evden çıkmış gitmiş.
Bu ev sahibine öyle tesir etmiş ki! “Yâhu, bu adam haklı... Hakîkaten ben ne biçim insanım? Evde seccâde yok, kıblenin tarafını bile bilmiyorum.” demiş, tevbekâr olmuş, doğru yola gelmiş.
Tabii, biraz da böyle müslüman, yanlışların karşısında aktivite gösterecek, söz söyleyecek, ikaz edecek ki, kötüler de hatâsını anlasın, düzeltsin. O çalışmayı yapmak lâzım!
2. Soru:
Bir seyyidin kötü yolda olması mümkün mü? Hakkı tavsiye etmeyen seyyide nasıl davranılır?
Hak söylenir, hakkı tavsiye et denilir. Çünkü, bu devirde kimin seyyid olduğunu çok iyi bilmemiz mümkün değildir. Herkes çıkıyor, ben seyyidim diyor. Mümkündür, seyyid olabilir; olmayabilir de... Kimin ne olduğunu bilmiyoruz. Yanlış yolda ise doğru yola gelmesi için nasihat edilir. Yanlış söz söylüyorsa, dinlemeye gerek olmaz.
d. Münafığın Alâmetleri
1. Soru:
Münafıklığın alâmeti nelerdir? Bunları açıklar mısınız?
Hadis kitaplarında bildirilmiştir. Çeşitli hadis-i şerifler vardır. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:37
37 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.21, no:33; Müslim, Sahîh, c.I, s.78, no:59; Tirmizî, Sünen, c.V, s.19, no:2631; Neseî, Sünen, c.VIII, s.116, no:5021; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.357, no:8670; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.406, no:6533;
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ: إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَ خْلَفَ، وَإِذَا
اؤْتُمِنَ خَانَ (حم. خ. م. ت. ن. عن أبي هريرة؛ ابن النجار عن ابن مسعود)
RE. 5/4 (Âyetü’l-münâfikı selâsün) “Münâfığın alâmeti üçtür:” 1. (İzâ haddese kezebe) “Konuştuğu zaman, yalan söz söyler.
2. (Ve izâ vaade ahlefe) “Vaad ettiği zaman, vaadinden cayar, vaadini yerine getirmez.
3. (Ve ize’tümine hàne) Kendisine emniyet olunduğu, güvenildiği zaman, güveni boşa çıkartır, emanete hıyanet eder.” diye buyurmuş.
Ama bunların hepsi, yani verdiği sözde durmamak, sağ gösterip sol vurmak. genel olarak göründüğü gibi olmamak huyuna geliyor. Münafıklık budur; yani “içi başka dışı başka, göründüğü gibi değil, itimada şayan değil, sözüne güvenilmez, işine güvenilmez, emin olunamaz kimse” demek oluyor.
Onun için, Allah’tan münafıklıktan kurtulmayı isteyeceğiz. Dinimizi korumaya dikkat edeceğiz. Niyetimize dikkat edeceğiz. Söz verdik mi sözümüzü yerine getireceğiz. Birisi bize bir şey emanet etmişse ona hıyanet etmeyeceğiz. Olur olmaz şeyi vaad etmeyeceğiz. Vaad ettik mi vaadimizi ifâ edeceğiz. Yani devamlı bir uyanıklık hâlinde olmamız gerekiyor.
2. Soru:
Hocam, münafıklara “sayın, beyefendi, hanımefendi” demek bir sakınca teşkil eder mi?
Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.206, no:4803; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.85, no:11240; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.329, no:11127; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.59; Bezzâr, Müsned, c.II, s.426, no:8315; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, c.I, s.46, no:118; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.35, no:53; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.35; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.IV, s.475, Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.167, no:842; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.19, no:22; Câmiü’l- Ehàdîs, c.I, s.53, no:60.
Münafıklara seyyid, efendi vesaire denmeyeceği hadîs-i şerifte geçiyor. Ama bugün çevremizde birçok insan var, ne olduğunu bilmiyoruz. Hüsn ü zan ederiz, kibarca davranırız. Kötü hâli alenen bilinen kimseye iltifat etmemek gerektiği hadîs-i şeriften anlaşıldığından, hatta ona kusurunu söyleyip de vazgeçmesini sağlamak gerektiğinden olmaz. Ama bilmediği kimseye insanın hüsn ü zan etmesi uygun olur.
“—Belki benim bilmediğim gizli, güzel huyları vardır, ibadetleri vardır; ben geceleyin yanında değilim ki. Belki gece uyumamış, nice ibadetler etmiştir.” diye hüsn ü zan etmek iyidir.
Aşikâre kötü bir hâlini görmedikçe insanları iyi sanmak, iyi farz etmek uygun olur.
e. Musafahada Tevazu
Soru:
Cemaatimizin yüksek mevkilerinde görevli bazı ağabeyler
maalesef birçok kardeşimizle parmaklarının ucuyla musafaha yapıyor ve yüzlerine bakmıyorlar. Bu durumdan birçok kardeşlerimiz büyük bir üzüntü içindedirler. Bu durumun düzeltilmesini umuyoruz.
Yüksek mevkilerdeki ağabeyler, bu dilekçe size. Parmaklarınızın ucuyla musafaha yapıyormuşsunuz. Musafaha yaptığınız insanlara tepeden bakıyormuşsunuz. Haberiniz olsun, şikâyet var.
Onun için, biraz daha tuttunuz mu sağlam tutun. Biraz boynuna sarılın. Biraz güleç yüzlü olun. Tatlı dilli olun. Çünkü mü’minin mü’minin yüzüne gülmesi sadakadır:38
38 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.213, no:1879; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.287, no:529; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.220, no:3377; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.183, no:8342; Bezzâr, Müsned, c.II, no:108, no:4070; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.307, no:891; Taberânî, Mekârimü’l-Ahlâk, c.I, s.26, no:20; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.70, no:2396; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.275;
تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أَخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ (ت. عن ابى ذر)
(Tebessümüke fî vechi ahîke leke sadakatün) “Senin kardeşinin yüzüne güleç yüzle bakman bile, senin için sadakadır.” buyruluyor.
Beleşten bedavadan bir sadaka istemez misin? Cebinden para çıkmıyor, bir şey olmuyor, sadaka sevabı alıyorsun. Tebessüm ediver.
Büyük ağabey, yüksek mevkide, kibrinden bu tarafa bakmıyorsa... Kibir hakkında:39
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ، مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْ قَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ
(م. ت. حم. عن ابن مسعود)
(Lâ yedhulü’l-cenneh, men kâne fî kalbihî miskàle zerretin min kibrin) “Kalbinde zerre kadar kibir olan, cennete girmeyecek!” diye Efendimiz’in bir tehditli hadis-i şerifi var.
Onun mütevâzı olmayı öğrenelim. Hepimiz Allah’ın kullarıyız. Topraktan yaratıldık. Testi de topraktan yaratıldı, biz de topraktan yaratıldık. Ne olacak, testi kırıldığı zaman toprak olur,
Ebû Zerr-i Gıfârî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.410, no:16305; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.202, no:10571.
39 Müslim, Sahîh, c.I, s.93, no:91; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.361, no:1999; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.399, no:3789; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Muhammed), c.III, s.445, no:945; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.280, no:5466; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.78, no:69; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.477, no:5066; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.75, no: 10000: Bezzâr, Müsned, c.I, s.258, no:1512; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IX, s.89, no;7110; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.V, s.160, no:6192; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.XII, s.225, no:4836; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.V, s.2, no:3; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXIII, s.280, no:4762; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.951, no:7747 ve s.959, no:7771; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.372, no:3117; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.107, no: 17689-17693; RE.486/2.
biz de mezara gömüldüğümüz zaman toprak oluruz.
İnsanı insan yapan güzel duygulardır. Güzel duyguları olmadıktan sonra kıymeti yok. Mevki makam burada kalır. Para pul burada kalır. İnsanın iyilikleri âhirete gider.
f. Utangaçlık
Soru:
İstediklerimi dile getirmede, ifadede zorlanıyorum. Bazen bildiğim konuyu bile karşımdakine tam anlatamıyorum. Bu konuda ne önerirsiniz?
Tabii, bunun çeşitli sebepleri vardır. Bir sebebi, hayâ ve utangaçlık duygusudur. Alışmamış olduğu için utandığı için bu gibi şeyleri yapamaz. Utanır. Konuşamaz. Kızarır bozarır. Bu normal bir şey. Bütün müslüman gençlerde böyle bir durum olabilir. Bilhassa ergenlik çağında daha fazla olabilir.
Çalışa çalışa, okuya okuya, yaza yaza, zorlaya zorlaya insan yavaş yavaş bu gibi şeylere alışabilir. Biraz zorlaya zorlaya egzersiz yapmak, açılmak için iyi olur.
g. Gıybet
1. Soru:
“Gıybetin ne olduğunu her halde tam bilmiyorlar. Bilgi verirseniz memnun olurum.” demiş birisi.
Gıybetin ne olduğunu herkes bilir. Gıybet bir insanın arkasından konuşmaktır. Hem de haklı şeyi konuşmaktır, onda olan bir şeyi konuşmak demek. Olmayan bir şey değil; olmayan bir şeyi söylersen iftira olur, olan bir kusurunu söylersen gıybet olur. O yokken aleyhinde konuşmak gıybet olur. Konuşmayacaksın. Ama kusur var... Olsun, kusur olsa da konuşmayacaksın. Kusuru varsa git onun yanına; “Sende ben şöyle bir kusur görüyorum kardeşim.” diye güzelce beyan et; “Anlamadığım bir taraf varsa
izah et.” İkiniz arasında kalabilir. Ne diye cemaate söylüyorsun. İslâm’da bu yok, gıybet yok, yasak, haram.
Allah yasak etmiş, haram, Şeytan haram şeyleri insana tatlı gösteriyor. İçki tatlı görünüyor. Namaz kılmamak tatlı görünüyor. Adam alay ediyor, Rafızî bizimle alay ediyor. Birisi ona; “Kırk gün namaz kılarsan sen de namaza alışırsın, iyi insan olursun.” demiş. Rafızî; “Sen üç gün namaz kılma, namaz kılmamanın keyfini aldın mı, bir daha kılar mısın?” demiş. Alay ediyor. Namaz kılmayacaksın, abdest almayacaksın. Cehennemin yolu keyiflidir, zevklidir.
Gıybet de çok tatlıdır. Ortaya hiç baklava getirme, börek getirme, bal kaymak getirme, gıybetlik bir konu getir. Herkes oradan buradan çekiştirir. Sohbetlerde gıybetten tatlı şey yoktur. Hacı babalar da yapar, hacı anneler de yapar. Sen de yaparsın, ben de yaparım. Allah bizi kurtarsın.
Halbuki Peygamber SAS Efendimiz diyor ki:40
إِذَا وُقِعَ فِي الرَّجُلِ وَأَ نْتَ فِي مَلإٍ، فَكُنْ لِلرَّجُلِ نَاصِرًا، ولِلْقَوْمِ زَاجِرًا
أَوْ قُمْ عَنْهُمْ (ابن أبي الدنيا في ذم الغيبة عن أنس)
ME. 132 (İzâ vukıa fi’r-racüli ve ente fî melein) “Sen bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, (fekün li’r-racüli nâsıran) o kimse için yardımcı ol! (Ve li’l-kavmi zâciren) Cemaatı da ondan men etmeye çalış! Gıybet edenlerin karşısına çık, onları sustur! (Ev kum anhüm) Eğer onları engelleyemiyorsan, oradan kalk git!” Peygamber Efendimiz üç şey tavsiye ediyor:
1) Gıybeti yapılana yardım et!
40 İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l-Gıybeh, c.I, s.112, no:103; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.586, no:8028; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.141, no:2956.
2) Gıybet edenleri sustur!
3) O toplantıda durma, kalk git!
Biz böyle yapmıyoruz. Ali’yi, Veli’yi, haklıyı haksızı gıybet ediyoruz. Ondan sonra oturuyoruz; hac yaptık, umre yaptık. Camide yapıyor bir de, belki Mescid-i Haram’da yapıyoruz, belki Mescid-i Nebevî’de yapıyoruz.
Kimsenin aleyhine konuşmayacaksınız. Bu kulların hesabı size ait değil. Sen kendi ayıbına bak, ben kendi ayıbıma bakayım. Herkes kendisini düzeltirse ortalık gül-gülistan olur. Ben hocayım, geçmişim buraya bir vaaz veriyorum. Elbet bazı şeyleri söylemem lazım. Söylemesi gereken insanlar söylesin ve söylerken usulünce, insaflı, severek söylesin. O zaman olur. İnatla, tenkit ederek değil. Kenarda, sessiz, ima yoluyla, belli etmeden söylesin. Peygamber Efendimiz bazen; “Ne oluyor bazı kavimlere ki şöyle yapıyorlar?” derdi. “Ey filanca, sen şöyle yapıyorsun.” demezdi, yüzüne vurmazdı. Böyle bir dolambaçlı ifadeyle söylerdi ki kimse darılmasın, kimse de günahlıyı bilmesin.
Mûsâ AS’ın zamanında kıtlık olmuş; yağmur yağmıyor, otlar bitmiyor, yemek yok, aş yok, sıkıntı... Demiş ki: “Yâ Rabbi! Kıtlık var.” Allah; “İçinizde gıybet eden birileri var da, ben de ona kızdığım için bereketi aldım. Kıtlıkla sizi böyle cezalandırıyorum.” buyurmuş.
Hz. Mûsâ:
“—Yâ Rabbi! Bildir o herifi bana, çıkartayım atayım şehirden.”
Mûsâ AS celâlli ya, biraz asabî. “Ben burada yokken sen bunlara niye müsaade ettin böyle altından buzağı yapmalarına?” diye nasıl yapışmış Harun AS’ın sakalına... Celâlli.
“—Yâ Rabbi! Müsaade et, o gıybet edeni bildir, alıp atayım.”
Allah buyurmuş ki;
“—Yâ Mûsâ! Ben kullarıma gıybeti yasaklamışken, gıybet eder miyim? Ali’nin oğlu Veli bu işi yapıyor diye isim verir miyim?”
Allah peygamberine o gıybet yapanı söylememiş. Sonra ortalık
düzelmiş, bereketlenmiş.
Hz. Mûsâ AS:
“—Yâ Rabbi, bereket geldi.” demiş.
Allah-u Teàlâ Hazretleri:
“—Gıybet eden bugün öldü de onun için bereket geldi.” buyurmuş.
Demek ki gıybet, bereketi de götürüyor. Kötü huyların çok zararı var. Hemen cenazelerin olduğu yere, “Kim öldü?” diye bakmaya gitmiş. Sekiz-dokuz tane ölü varmış. Allah orada da saklamış.
Ayıpları örteceğiz, dilimizi tutacağız, kendimize bakacağız.
2. Soru:
Gıybet için ne tavsiye edersiniz?
Gıybet konusunda benim bir şey söylememe lüzum yok. Gıybet haramdır. Bir kişinin aleyhinde onun arkasından konuşulmaz. Konuşmayacaksınız. Haklı olduğu halde konuşmayacak. Yani o insanın kusuru olduğu halde konuşulmayacak.
Ama —belki bunu soran öğretmen, bu kadar sözü biliyordur— eğer fâsık-ı mücâhir ise, yani fısk u fücûrunu utanmadan, arlanmadan âşikâre söylüyorsa, o zaman onun kusurunu söylemek gerekir.
Neden? Âşikâre çalışarak zarar veriyor. Onun için, zararını engellemek için âşikâre konuşulur.
Ne dedik “O falanca kadın” filan dedik, niye?
Âşikâre suçu söyledi.
“—Falanca doçent” dedik, niye?
Âşikâre söyledi. Yanlışlığı söyledi. Düzeltme çalışması yapmak gerekiyor. O zaman gerekir.
O zaman o yapmasaydı, fâsık-ı mücâhir olmasaydı, fısk u fücûrunu, günahını âşikâre yapmasaydı. Âşikâre yapınca zararını engellemek için söylenir.
Aksi takdirde söylenmez. Özel toplantıda falancanın kusuru söylenmez.
Peygamber SAS Efendimiz diyor ki:41
إِذَا وُقِعَ فِي الرَّجُلِ وَأَ نْتَ فِي مَلإٍ، فَكُنْ لِلرَّجُلِ نَاصِرًا، ولِلْقَوْمِ زَاجِرًا
أَوْ قُمْ عَنْهُمْ (ابن أبي الدنيا في ذم الغيبة عن أنس)
ME. 132 (İzâ vukıa fi’r-racüli ve ente fî melein) “Sen bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, (fekün li’r-racüli nâsıran) o kimse için yardımcı ol! (Ve li’l-kavmi zâciren) Cemaatı da ondan men etmeye çalış! Gıybet edenlerin karşısına çık, onları sustur! (Ev kum anhüm) Eğer onları engelleyemiyorsan, oradan kalk git!” Böyle yapılır. Normal olarak gıybet yapılmayacak.
41 İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l-Gıybeh, c.I, s.112, no:103; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.586, no:8028; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.141, no:2956.
3. Soru:
Gıybet yapmak büyük günahlardan sayılıyor. Devlet adamlarının veya devleti yönetmeye talip olan siyaset adamlarının olumsuz, kötü olarak bilinen taraflarını başkalarına anlatmak gıybet sayılır mı?
Bir insan fıskını, fücurunu, günahını aleni yaparsa ona fâsık-ı mücâhir derler. Onun fıskını söylemek gıybet sayılmaz. Çünkü zaten kendisi sakınmıyor, alenen yapıyor. Sonra politika meselesinde de, adam kendini halka arz eden bir kimse olduğu için, onun özelliklerini söylemek gerekiyor.
“—Bu iyidir, bu kötüdür.” diye tenkidini yapmak, ölçmek biçmek ve hatası varsa söylemek. Kendisine de yazmak uygun olur. Çünkü mesleğin gereği o oluyor. Adam beğenilmiş bir kimse ise seçilecek, beğenilmemiş tarafları varsa; “Şurası yanlış.” denilecek ki doğrusu bulunsun, seçilsin.
h. Kardeşine Sarılmak
Soru:
İki müslüman sarmaş dolaş gezebilir mi?
Biraz sarmaş dolaş gezmenin şekli şemâiliyle ilgili. Nasıl gezerler, pek bilemiyorum. Omuzuna elini atar; “Arkadaşım, nasılsın? Askerlikte ne güzeldi durumun...” der. Samimiyetten böyle bir şey oluyor. Bir şey değil.
Sarmaş dolaş, uzun boylu fitneye fesada sebep olacak tarzda olmaz da, uzaktan gelen iki insan birbiriyle mesela kucaklaşıp muanaka yapabilir. Sonra kolunu omzuna atsa, ben pek bir mahzur bilemedim... Hakikaten ötekisi de sormuş; “Delilin ne?” diye. Sarmaş dolaşmanın bir şeklini bilelim, ondan sonra da o olmaz meselesine bakalım!
Uzaktan gelene sarılmak oluyor. Yakından, her zaman olana değil de “Hoş geldin!” diye sarılıyoruz ya hani, o olabiliyor.
i. Gayrimüslime Sövmek
Soru:
Bir kâfire, gayrimüslime ticarî bir sebepten dolayı sövülse dînen vebal var mıdır? Yapılan davranış İslâm ahlâkına yakışır mı?
Sövmek İslâm ahlâkında yoktur. Sövmek doğru bir şey değildir. Dili pis, çirkin bir kelimeyle meşgul etmek doğru değildir. Ama ticarî bir sebepten dolayı ihtilaf olursa hak ettiği şey söylenebilir de İslâm’da sövmek yok. Sövmek yani küfretmek, böyle bir şey yok. İslam ahlâkına yakışmaz.
j. Komşu Hakkı
Soru:
Hocam, “komşuların senden razı olmazsa” sözünü açıklar mısınız?
İyi komşuluk münasebetleri içinde olmamız lâzım! Mümkünse ona bir zararımızın, kötülüğümüzün dokunmaması lâzım! Onun bir kötülüğü bir zararı varsa sabretmemiz lâzım! Komşu haklarına riayet etmemiz lazım.
Bütün bunlara rağmen, komşu bizden razı olmuyorsa, çünkü binbir çeşit insan var. Komşu haksız şeyler söylüyor, haksız işler yapıyorsa... Razı olmazsa olmasın. Köpeğin duası kabul olsa, gökten kemik yağarmış. Haksız olduğu zaman, razı olsa ne olacak, razı olmasa ne olacak? Bir kıymeti yok. Ama haklı olarak senden bir şikâyeti varsa, ona bir zulmün, bir haksızlığın varsa, o zaman kul hakkıdır, onu alabilir.
Genel olarak biz, komşularımızla iyi geçinmeye çalışacağız, hıristiyan bile olsa... Eğer bir komşu Müslüman ise hakkı bir kat daha katmerleniyor; daha iyi davranmamız lazım. Hem komşudur hem müslüman kardeşimizdir. Bir de akraba ise üç misli
katmerleniyor; “Hem komşudur, hem müslümandır hem de akrabadır.” diye daha çok dikkat etmek lazım.
Ama bazen olmadık sebeplerden hır çıkaranlar olabiliyor. Komşu sinirli oluyor. Mesela ben hatırlıyorum; aşağıdaki komşu hırsla çıktı yukarıya, “Bizim mutfağı su bastı.” dedi. Olabilir, ben onların mutfağına su dökmüyorum ama borular tıkanmış olabilir, geri teper, su basabilir, bu mümkün. “Gel içeriye” dedim, aldım içeriye. Onların mutfaklarının üstündeki bizim mutfağı gösterdim.
“Bak” dedim; “Ben bu mutfağın musluğunu, tezgâhını yeniden yapacağım diye, kırdım. Burayı kaç haftadır kullanmıyorum. Bizden bir damla su gitmesi bahis konusu değil.” dedim.
Kendi kusuru! Ama çocuğunu göndermiş. Kendi su yolunu kendisi tıkamış, musluğundan döktüğü su aşağıdan dışarıya çıkmış; ben yukarıdan döktüm sanıyor.
Öyle bile olsa ne olacak? Benim kabahatim yok ki, genel gider borusu tıkanmış oluyor. Ben onun mutfağına dökmedim ama taşmış. Tamam, açarız, düzeltiriz, bir şey değil. Ama ben mutfağı zaten hiç kullanmamışım, yukarıyı hiç kullanmamışım; hışımla bize oğlunu gönderiyor. Memnun değil, kızıyor.
Ne yapayım? Ben bir şey yapmadım ki. Yapmadan kızıyor. Böyle şeyler olabilir. O zaman bir şey icap etmez. Haksız olduğu zaman bir şey gerekmez.