Namazı kasden terk etmenin hükmü nedir? Terk eden kimse kâfir olur mu?
Kasden terk etmek tabirini izah etmemiz lâzım! Adam namazın farz olduğunu biliyor. Kılması lâzım. Ama üşeniyor, tembellik ediyor, kılmıyor. Unutmuş değil, vakit birden geçivermiş değil; kılmadı işte. Suçlu, kabahatli olur, kâfir olmaz. Günahkâr olur ama kâfir olmaz.
“—Namaz da neymiş canım? Ben böyle şeye inanmıyorum.” derse kâfir olur. Hükmünü inkâr ederse kâfir olur.
Vazifesini yapamıyorsa ihmal ediyorsa günahkâr olur, ama dinden çıkmaz. Farz olduğunu biliyor ama yapamıyor, nefsini yenemiyor.
Hadis-i şerifte geçtiğine göre biliyoruz ki Peygamber Efendimiz’in Mi’racında 50 vakit emrolunmuş. Mûsâ AS ile karşılaşınca, onun tavsiyesi üzerine geri dönmüş; onar onar inmiş. Nihayet beş vakte kadar inmiş. Mûsâ AS ondan sonra yine;
“—Bunu da yapamazlar.” deyince;
“—Artık utanıyorum Rabbim’den!” diye dönüp bir daha, “Azalt!” diye niyaz etmemiş. Hadis-i şerifte böyle bir rivayet vardır:
Allah-u Teàlâ Hazretleri:
“—Benim huzurumda söz değişmez. 50 vakit emrettim, beş vakte indirdim. 50 vaktin sevabını vereceğim.’ diyor.” buyurmuş.
Vaadi böyledir. Beş vakit namazı ihlâs ile kılana, 50 vakit sevap verilir. Bunu zaten başka ilâhî kanunlardan da biliyoruz.
Allah indinde, yapılan ibadetlerin, iyiliklerin mükâfatları en aşağı bire ondur:[16]
اَلْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا (خ. د. ه. حم. عن أبي هريرة؛ خ. م.
ن. حب. عن ابن عمرو)
(El-hasenetü bi-aşri emsâlihâ) “Yapılan iyiliğin mükâfatı en aşağı on mislidir.” Bire on verildiğinden, beşin on misli zaten elli eder. Oradan da biliyoruz.
Pekiyi, niye böyle oldu?
Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle buyurmuş, böyle istemiş, elli vakit emretmiş. Ondan sonra Musa AS ile karşılaşılmış. Onu da biliyordu. Beş vakte indirilmiş. Onu da biliyordu. Bizler bu işin önemini bilelim; beş vaktin Allah’a ibadet etmek için güzel ve kâfi miktarda bir ibadet olmadığını bilelim. Aslında elli vakit kılmamız lazım, hep kılmamız lazım!
Elli vakit ne demek? Bir gün içinde, 24 saatte, yani yarım saatte bir Allah’ın huzurunda olmamız lâzım aslında. Bu onu remzediyor. Aslında hep Allah’ın huzurunda olmamız lâzım, ama hadi bunun böyle olduğunu bilin.
“—Sizin için beş vakit yapıyorum. Ama hiç olmazsa beş vakti bırakmayın!” demektir.
İnsanoğlunun tabiatında vardır. Doğrudan doğruya beş vakit dersen, bu zamanın cahilleri gibi, “Bir olsa olmaz mı?” diye pazarlığa kalkar. Ama bunun zaten pazarlığı yapılmış; 50’den beşe indirilmiş. “Artık bunun ikinci bir seçeneği olmadığı bilinsin.” diye Allah böyle murad etmiş. Hikmeti var. Beş vaktin tamam olduğu anlaşılsın.
[16] Buhàrî, Sahîh, c.II, s.670, Savm 36/2, no:1795; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.148, no:343; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.525, no:1638; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.234, no:7194; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.419, no:1046; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.290, no:950; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.353, no:5947; Dârimî, Sünen, c.V, s.148, no:21353; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.130, no:1762; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.164, no:2676; Bezzâr, Müsned, c.II, s.399, no:7973; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.325, no:665; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.345; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.273; Ebû Hüreyre RA’dan.
Buhàrî, Sahîh, c.II, s.697, Savm 36/55, no:1875; Müslim, Sahîh, c.II, s.812, Savm 13/39, no:1159; Neseî, Sünen, c.IV, s.210, no:2391; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.64, no:352; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.156, no:3859; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.128, no:2700; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.172, no:3032; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.380, no:773; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Buhàrî, Sahîh, c.I, s.24, İman 2/30, no:41; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.419, no:1046; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.297, no:957; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.V, s.175, no:2910; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.195, no:1690; Hàkim, Müstedrek, c.III, s.297, no:5153; Dârimî, Sünen, c.II, s.405, no:2763; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.31, no:227; Ebû Ubeyde ibni’l-Cerrah RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.148, no:21353; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.269, no:7605; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.265; Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl c.I, s.69, no:265; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.319, no:1359-1362.