İnâbe ve bey’at nedir, aralarındaki fark nedir? Dindeki konumları nedir?


İnâbe, Allah’a dönmek demek... Münîb, derler, inâbe eden kimseye... Tevbe de dönmek demek... Tevbe ve inâbe, yanlış yolu bırakıp Allah’ın sevdiği yola yönelmek demektir.

İnâbe, bir insandaki iç değişikliğini sembolize ediyor, onu gösteriyor. Bey’at ise; bir mürşide, bir şeyhe gidip onun eğitimini kabul ettiğini, onun ustalığını, hocalığını kabul ettiğini bildirip, “Ben sana tâbîyim!” demektir. Bey’at bir anlaşmadır, sözleşmedir. Hattâ el tutularak yapılır.

Peygamber Efendimiz’in sahabesi (Rıdvânu’llahi aleyhim ecmaîn), Peygamber Efendimiz’in yanına gitmiş, elini sıkarak sözleşmişlerdi.

“—Nerede?”

Birinci Akabe Bey’ati, İkinci Akabe Bey’ati, Hudeybiye Bey’ati gibi umûmî bey’atler var... Şahsî bey’atler var, grup bey’atleri var... El tutarak söz vermek sûretiyle... Kadınların bey’ati var, erkeklerin bey’ati var...

Bey’at demek, sözleşme demek... Yâni, hukûkî bir form kazandırıyor inâbesine, dönüşüne... Ve birisine bağlandığını ifade ediyor. Fark budur aralarında...

Dindeki konumları: Peygamber Efendimiz SAS’e bey’at etmeyi ayet-i kerimeler bildiriyor:

 

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللهَ (الفتح:١٠)

 

(İnne’llezîne yübâyiûneke innemâ yübâyiûna’llàh) [Muhakkak ki sana bey’at edenler, gerçekte Allah-u Teàlâ’ya bey’at etmişlerdir.] (Fetih, 48/10)

 

إِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰى أَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا

 (الممتحنة:١٢)

 

(İzâ câeke’l-mü’minâtü yübâyi’neke alâ en lâ yüşrikne bi’llâhi şey’en) [Mü’min hanımlar Allah’a hiç bir ortak koşmamak üzere bey’at etmek için sana geldikleri zaman...] (Mümtahine, 60/12) gibi ayet-i kerimelerde mübâyaa vardır.

 

لَقَدْ رَضِيَ اللهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ

(الفتح:١٨)

 

(Lekad radıya’llàhu ani’l-mü’minîne iz yübâyiùneke tahte’ş-şecereti) [Allah ağaç altında baş eğerek sana bey’at eden mü’minlerden râzı olmuştur.] (Fetih, 48/18) ayet-i kerimesi gibi ayet-i kerimeler vardır.

Yâni, Kur’an-ı Kerim’den bir hakikattir. Elbette o devrin insanının Peygamber Efendimiz’e bağlanması gerekli idi. Kur’andandır, dinin esaslarındandır.

 

Bu zamanın insanı ne yapacak? Peygamber Efendimiz var iken, bir müslümanın Peygamber Efendimiz’e bağlanması gerektiğini hepimiz kabul ediyoruz, itiraz duygusu gelmiyor içimizden... Peygamber Efendimiz’den sonra ne olacak?

Ne olduğuna bir bakalım: Peygamber Efendimiz’den sonra Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’e bağlanılmıştır. Ondan sonra, Hulefâ-yı Râşidîn’e bağlanılmıştır. Ondan sonra, bir zorbalık devri gelmiştir. Medine-i Münevvere’nin mescidinin kapılarında silâhlı askerlerin durup, “İlle Emevî hükümdarına bey’at edeceksiniz! Etmezseniz kafanızı keseriz!” diye zorbalıkla, zorla tâbî kılmaları olmuştur. Tabii, bu esas bey’at değildir.

Bu bakımdan, alimler ile yöneticiler arasında zaman zaman çeşitli ihtilâflar çıkmıştır. Haccâc-ı Zâlim Mekke-i Mükerreme’yi muhasara edip, Abdullah ibn-i Zübeyr’i şehid etmiştir. Yezid ibn-i Muâviye zamanında, Peygamber Efendimiz’in torunu Hazret-i Hüseyin Irak’a çağrılmışken, çoluk çocuğu ile beraber katliama uğratılmıştır.

Tabii, o zaman onlara yapılan bey’at, sağlam, hakîkî ve kalbi rahatlatan bir bey’at olmuyor. O zamandan itibâren evliyâullaha, din alimlerine bey’at etmişlerdir ve edilmesi gerekir.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN