Hazırlayıp yayınladığınız Makàlât kitabı, Alevîler tarafından beğenildi mi? Size böyle bir müracaat oldu mu? Böyle bir sevgi adına Alevîler’i biraz anlatır mısınız?
O şahısların sevdiği Hacı Bektâş-ı Velî... Hürmet ettikleri, büyük bir şahsiyet. Ben de Hacı Bektâş-ı Velî ve Makàlât’ı üzerine bilimsel bir araştırma yapmışım. Araştırmayı bilimsel buldukları için çok kimse beğendi ve bunu ifade ettiler.
Bizim esas görüşümüze göre; Hacı Bektâş-ı Velî mü’min, namazlı niyazlı bir kimse. Kitabından o bilgiler çıkıyor. Biz bunları; “Bak, Hacı Bektâş-ı Velî sizin sandığınız öteki Bektâşîler gibi değil, içki içen öteki Alevîler gibi değil. Fikirleri şöyle; bak içkinin aleyhinde, namaz kılmayanı uzak sayıyor. Tasavvuf erbabı. Gönül terbiyesini, ahlâk sahibi olmayı teşvik ediyor.” diye şimdiye kadar bilinmeyen güzel yönlerini delillendirerek anlattık. Çok çalışarak anlattık. Dört beş sene kasaba kasaba dolaşarak kütüphane kütüphane çalıştık. Tabi bilimsel olduğu için kimse bir şey diyemiyor, delille konuşuyoruz. Delilsiz ve subjektif bir şey katmamaya çalıştım. Onun için beğeniliyor.
Çok takdirler oldu. Profesörlerden, rektör yardımcılarından çok müraacatlar oldu; “Gel bizim üniversitede profesörlük yap, gel bizim şehrimizde bulun.” diyenler oldu. “Hocam bu eseri basmakta zorluk çekiyorsanız biz basalım, destek olalım.” diyenler oldu. Radyoda, televizyonda epeyce bir methiyesi oldu. Hacı Bektâş-ı Velî’nin iyi anlaşılmasına yardım etti. Sanıyorum Alevîler’in de bazı hatalarını anlamasına; bir tebliğ mahiyetinde namaz, oruç, ibadet, vesaire hususunda Allah’ın razı olacağı bir durumun kavranmasına faydası oldu. O bakımdan inşaallah iyi oldu.
Alevîler, Türkiye’de Hz. Ali Efendimiz’in sevgisiyle tanınmış kimseler. Ama bu zümre bu sevgi dolayısıyla ifrata vardığından, Kur’an-ı Kerim’in çizgisindeki müslümanlardan farklı bir çizgi içinde bulunuyorlar. Ve haram olan bir takım şeyleri açıkça icra ettikleri için, tasvib edilemeyecek bir durumda bulunuyorlar. Birkaç tanesi ile görüştüm.
“—İçki içer misin?” diyorum.
“—İçeriz.” diyor.
“—Allah ‘İçmeyin!’ buyurmuş, niye içiyorsun?” Bir hata.
“—Namaz kılar mısınız?” diyorum.
“—Kılmayız.” diyor.
“—Allah ‘namaz kılın’ buyurmuş, niye kılmıyorsun?”
“—Kur’an’a inanır mısınız?” diyorum.
“—İnanırız.” diyor.
Kur’ân-ı Kerîm’e inanıyorlar. İnanmasalar onlara da söyleyeceğim, deliller var.
“—Kur’an’a inanıyor musunuz?”
“—İnanıyoruz, biz sizden fazla okuyoruz.”
Okuyorsun da; içinde Allah, “Namaz kılın!” diyor, niye kılmıyorsun?
“—Bizim namazımız evvelden kılınmış.”
“—Olmaz! Evvelden kılınma diye bir şey olmaz. Herkesin şahsen, günde beş vakit namaz kılması gerekiyor. O bakımdan hatalarının anlaşılmasına daha da gayret etmek lâzım.”
Hz. Ali’ye intisap güzel bir şey… İsevîler’in, hıristiyanların Hz. İsâ’ya intisabı da güzel ama Hz.İsâ onlardan memnun mu? Değil.
“—Yâ İsâ! Bunlara, ‘Beni ve annemi tanrı edinin, put edinin!’ diye sen mi söyledin?”
“—Hayır! Ben söylemedim.” diyor.
Böyle diyeceği, ahirette böyle olacağı Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor. Nasıl Hz. İsâ bugünkü hıristiyanların bâtıl inançlarını uygun görmüyorsa, Kur’an-ı Kerim onu tenkit ediyorsa; bu çizgiye, Allah’ın varlığını, birliğini kabule çağırıyorsa; bizim de, “Madem sen Hz. Ali’yi tanıyorsun, seviyorsun, bak Hz. Ali’nin hayatı budur, sözleri budur, icraatı budur” diye anlatmamız lâzım.
Biz bu tarzda anlatma çalışmasına giriştik. İlk önce Hacı Bektâş-ı Velî’den başladık. Bu bir serinin başlangıcıdır. Hacı Bektâş-ı Velî’yi tanıdılar. Gördüler ki o, kendilerinin kafasında değil. Oradan bir şey tutturamazlar. Şimdi de Cafer-i Sâdık Hazretleri’ni anlatmamız lâzım.
“—Sen Câfer-i Sadık Hazretleri’ni sever misin?” diye sorsak; severler, baş tacı ederler. “On iki imam” deyince eriyip giderler.
Cafer-i Sâdık Hazretleri hakkında bir kitap yazmamız lâzım.
Hz. Ali Efendimiz’le ilgili bilimsel ama hiç inkâr edemeyecekleri gerçekleri anlatan kitaplar yazmamız lâzım.
Allah onları da nasip eder inşaallah.