29. RÜYALAR

30. DİNî GRUPLAR



a. Radikal Dinciler


Soru:

Türkiye’deki radikal dincilerden maksadınız nedir, kimlerdir?


Türkiye’de radikal dinci dediğimiz kimseler diyorlar ki;

“Şimdiye kadar ecdadımızın söyledikleri, yaptıkları hepsi doğru değildir, hatalıdır. Binâen aleyh, tenkit edilebilirler, ediyorlar. Dinin aslına, köküne dönmek lâzım.” Radikalizm, yani “köküne inmek” demek. “Köküne inelim” derken yapılan bütün

gelişmeleri kökünden kesiyorlar, yapılan ilerlemeleri hiçe sayıyorlar ve inkârcı bir duruma düşüyorlar.

Nasıl düşüyorlar? İmâm-ı Âzam’ı tenkit ediyorlar. İmâm-ı Maturidî’yi tenkit ediyorlar. Tasavvufu tenkit ediyorlar. Kerameti inkâr ediyorlar. Mutezile’yi tutuyorlar, Ehl-i Sünnet’e çatıyorlar. Şia’yı tutuyorlar. Neden? Bilgi olmadığından. Köktencilik yapacağız, işi aslından düzelteceğiz derken birçok iyiyi de, doğruyu da şey yapıyorlar.

Radikal dinciler bunlar. Asıl radikalizm, asıl köke, öze dönüş tasavvuftadır. Tasavvuf insanların dünyaya dalmasının üzerine, dünyaya meyletmeyip Allah’ın yoluna girmesinin mücadelesidir.

Hele hele -ben söylemiyorum- bizim Nakşî tarikatini kötülüyor. Hürriyet gazetesi “Tarikatler” diye bir broşür çıkartmış, hepsini methediyor. Bektaşîler’i çok methediyor; “Bunlar hoşgörülü bir tarikattir.” diyor, “Kadın erkek beraber otururlar. İçkiye de bazen müsaade ederler.” diyor.

“Nakşibendîler, aman Allah, bunlar devrim düşmanıdır, isyanları bunlar çıkartmıştır...” diyor, “Bunlar şeriate çok bağlıdır.” diyor.


Nakşî tarikati de sünnî tarikatler de tasavvuf yolundaki bid’atleri engelleme mücadelesini veren yollardır. Yol cumaları

646

kılmamakla, gelişmeleri yok farz etmekle, büyük alimleri suçlamakla gitmez. Bu adamların o alimlerin okudukları eserleri anlamaya gücü yoktur.

“Kur’an’dan bahseden insanların” diyor Elmalılı Hocaefendimiz rahmetullahi aleyh, “Kur’ân-ı Kerîm’i hiç olmazsa harekesi olmadığı zaman bile doğru okuyabilecek kadar bir bilgisi olması lâzım.” diyor.

Elmalı’nın tefsirinin Türkçesini anlayacak derecede olmadıklarını iddia ederim. “Anlıyorum.” derlerse alınlarını karışlarım. Öyle “Elinin hamuru ile erkek işine karışma!” dedikleri gibi, bilmedikleri işlere karışmasınlar.


Onun için yanlış yapıyorlar, çok hatalı şeyler yapıyorlar, hatta bazen dinden, imandan ibreleri çıkıyor. Ehl-i sünnet itikadında, (Kerâmâtü’l-evliyâu hakkun) “Evliyanın kerameti haktır.” der. Biz biliyoruz, görüyoruz ve Kur’an-ı Kerim’de, hadis-i şerifte var. Hz. Ömer’in, (Yâ sâriye, el-cebel) sözü herkes tarafından biliniyor.

Meryem Validemiz’in kerametini anlatan:


كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِ زْقًا (آل عمران:٧٣)


(Küllemâ dehale aleyhâ zekeriyye’l-mihrâbe vecede indehâ rizkà) [Zekeriya AS, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulurdu.] (Âl-i İmran, 3/37) ayet-i kerîmesi…

Süleyman AS’ın vezirinin, kraliçe Belkıs hatunun Saba ülkesinden Filistin’e kerametle getirmesi Kur’ân-ı Kerîm’de vardır:


فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِر ا عِنْدَهُ قَالَ هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي (النمل:٠٤)


(Felemmâ raâhü müstekırrran indehû kàle hazâ min fadlı rabbî) [Süleyman AS melikenin tahtını yanıbaşına yerleşmiş

647

olarak görünce: ‘Bu, Rabbimin gösterdiği lütfundandır.’ dedi.] (Neml, 27/40)

Kerameti sen nasıl inkâr edersin? Arapçası yok, dinî ilmi yok ama kalemi var, küstahlığı var, çatıyor. Olmaz! Yanlıştır, yanlış şeyler yaptıkları için onları uyarıyoruz.


b. Alevilik Hakkında


1. Soru:

Bir güzel kâğıt geldi, onu okuyacağım. Altında imzası var, mertçe kardeşimiz imzasını da atmış, Allah razı olsun. “Selamünaleyküm, değerli hocam.” diyor. Bakın ne diyor arkasından. Oyun değil, şimdi ben ismini okusam, kalk ayağa desem, kalkacak bir arkadaş. Mecmuada da neşredeceğim bunu.

“Ben Aleviyim. Caferî mezhebindenim. Tunceli doğumluyum. Burada hem okuyorum, hem de başsız bırakılan, Marksistlerce kullanılan ve aldatılan Alevî kardeşlerimi özüne döndürmek, ehl-i beytin yoluna döndürmeye çalışıyorum. İyi ağabeylerle görüşüyorum. Bizim adımıza konuşanlar Alevî değil, dinsiz kişiler. Bizlere de yardımcı olur musunuz?”


Başüstüne, yani severek, elimizden geldiği kadar kardeşlerimizin hizmetindeyiz.

Muhterem kardeşlerim! Benim İstanbul’da da tanıdığım Alevî ihvanım, kardeşlerim var. İhvanımız, yani eli tesbihli kardeşlerimiz var. İnsaflı, tahsilli insanlar, doktor oldular. Böyle dindar kızlarla evlendiler, güzel aileler kurdular.

Şunu bir kere söyleyeyim; Alevî deyince herkesi defterden silmeyin! Bu düşmanlığı kaldıralım. Bak, görüyorsunuz namazlı, niyazlı, tesbihli kardeşlerimiz var içlerinde. Yani, kim ne söylüyor, söylediği söze bakın. Hz. Ali Efendimiz’in güzel bir sözü var, çok güzel bir sözü var. Diyor ki;

“—Hakkı insanlara bakarak tespit etmeye çalışma, hakkın ne olduğunu bil, kimin hakkı söyleyen insan olduğunu anlarsın, insanları o zaman iyi değerlendirirsin.”

648

Hakkı bilmek, doğruyu bilmek, çok önemli.


Doğru nedir? Doğru Allah’ın yoludur, Kur’an-ı Kerîm’in yoludur, Peygamber Efendimiz’in yoludur. Tamam, bunu bildik mi, her şey düzelir. Bak, ne kadar güzel kardeşlerimiz var. Allah razı olsun, ismi bende, şimdi ben bunu böyle katlayacağım, koyacağım, dergimde de inşaallah bunun yazısını yazacağım. Allah razı olsun, Allah hayırlı hizmetlere muvaffak etsin.

Ben Avustralya’da da görüşmeler, konuşmalar yaptım. Avustralya’ya gittiğim zaman orada duydum ki bu Sivas hadiseleri olunca, bizim aleyhimize konuşmalar olmuş.


Muhterem kardeşlerim!

Sivas hadiselerini biz yapmadık. Yani biz dediğim ehl-i sünnet yapmadı, Sivas hadiselerinde oteli yakan insanın sarhoş olduğu ortaya çıktı ve böyle başka gayeli insanlar olduğu ortaya çıktı, bu işin tertip olduğu ortaya çıktı. Neyse, o ayrı bir fasıl, mahkemede filan… Ama Sivas olaylarının arkasından Avustralya’da çok aleyhte sözler söylenmiş; Türk radyosunda dine, imana, Kur’an’a, şeriata çok sövülmüş. Sövmüşler açıkça… Böyle çok dinsizlik yapmışlar yani. Ben dedim ki:

“—Kimler yapmış bunu?”

“—Aleviler!” Kimse cevap da verememiş. Dedim ki: “—Tamam, Alevîlerin merkezine gidelim, hangi şehirdedir bunlar?” “—Falanca şehirde…” dediler.

Oraya gittik, onların derneklerine gittik. Dedik ki; “Biz sizi ziyarete geliyoruz.” Geçtik karşılarına oturduk, böyle kalabalık, onlar da karşımıza oturdu. İçlerinde tahsillileri, şairleri, ozanları, yazarları var, hepsi var. Dedim ki;


“Ben Câfer-i Sâdık Efendimiz’in yolundanım.” Hani, bizim

Nakşî Tarikatında pirimiz Hz. Ali Efendimiz bir pirimiz, bir pirimiz de Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz. Ama iki kanaldan da

649

silsile devam ediyor, Câfer-i Sâdık Efendimiz’de birleşiyor, oradan da devam ediyor. Yani ben onların talebesiyim, bizim silsilemizde o var. Eh, bizim ailemiz de bildirildiğine göre, Osmanlılar zamanında biz Buhara’dan gelmişiz Çanakkale’ye, dedelerimiz yanlarında Arap hizmetçiler, halayıklarla Buhara’dan göç edip gelmişler. Peygamber Efendimiz’in, Hz. Ali Efendimiz’in soyundanmışız. Onu da söyledim orada. Dedim ki: “—Hz. Ali Efendimiz’in de evladındanız. Yani, Hz. Ali Efendimiz’i sevmek hem tarikat bakımından, hem sülale bakımından bizim şiarımız. Onun yolundanız biz.

Ama ben duydum ki, sizin yaptıklarınız, burada radyoda ve

sairede söyledikleriniz Hz. Ali Efendimiz’in hoşuna gidecek şey değil. Hz. Ali Efendimiz’in yolu değil. İslâm değil sizin yaptığınız, sizin yaptıklarınızla siz İslâm’dan çıkıyorsunuz, dinden, imandan çıkıyorsunuz.

Ben buna üzüldüğüm için, Hz. Ali Efendimiz’in evlâdından olduğum için, Ca’fer-i Sâdık Efendimiz’in yolundan olduğum için size kardeşlik vazifemi yapmak üzere, nasihat etmek üzere geldim. İlahiyat Fakültesinde profesör idim. Yirmi yedi sene hizmet gördüm, emekli oldum, Arapça bilirim, Kur’an-ı Kerim’i bilirim, ne soracaksınız sorun, cevabını vereyim; bu yanlışlık kalksın.” dedim.

Saatlerce konuştuk. Her sorularına cevap verdim. Tatmin oldular. Memnun oldular ziyaretimden. Güzelce ayrıldık. Ondan sonra da namaz kıldık, tekrar gittik yanlarına… Yemeğe davet ettiler, çaya davet ettiler filan… Oradan da ihvânımız var. Tanıdığımız kimseler var.

Şimdi şu anlaşılıyor ki, Alevî diye hemen defterden silmek, düşmanlık yapmak yok. Tanıyacağız, doğruyu bileceğiz, doğruyu söyleyeceğiz, doğruyu öğreteceğiz, doğruda birleşeceğiz.

Bu kâğıt çok hoşuma gitti. Allah razı olsun o kardeşimizden, sizlerden de...


2. Soru:

Hazırlayıp yayınladığınız Makàlât kitabı, Alevîler tarafından

650

beğenildi mi? Size böyle bir müracaat oldu mu? Böyle bir sevgi adına Alevîler’i biraz anlatır mısınız?


O şahısların sevdiği Hacı Bektâş-ı Velî... Hürmet ettikleri, büyük bir şahsiyet. Ben de Hacı Bektâş-ı Velî ve Makàlât’ı üzerine bilimsel bir araştırma yapmışım. Araştırmayı bilimsel buldukları için çok kimse beğendi ve bunu ifade ettiler.

Bizim esas görüşümüze göre; Hacı Bektâş-ı Velî mü’min, namazlı niyazlı bir kimse. Kitabından o bilgiler çıkıyor. Biz bunları; “Bak, Hacı Bektâş-ı Velî sizin sandığınız öteki Bektâşîler gibi değil, içki içen öteki Alevîler gibi değil. Fikirleri şöyle; bak içkinin aleyhinde, namaz kılmayanı uzak sayıyor. Tasavvuf erbabı. Gönül terbiyesini, ahlâk sahibi olmayı teşvik ediyor.” diye şimdiye kadar bilinmeyen güzel yönlerini delillendirerek anlattık. Çok çalışarak anlattık. Dört beş sene kasaba kasaba dolaşarak kütüphane kütüphane çalıştık. Tabi bilimsel olduğu için kimse bir şey diyemiyor, delille konuşuyoruz. Delilsiz ve subjektif bir şey katmamaya çalıştım. Onun için beğeniliyor.

Çok takdirler oldu. Profesörlerden, rektör yardımcılarından çok müraacatlar oldu; “Gel bizim üniversitede profesörlük yap, gel bizim şehrimizde bulun.” diyenler oldu. “Hocam bu eseri basmakta zorluk çekiyorsanız biz basalım, destek olalım.” diyenler oldu. Radyoda, televizyonda epeyce bir methiyesi oldu. Hacı Bektâş-ı Velî’nin iyi anlaşılmasına yardım etti. Sanıyorum Alevîler’in de bazı hatalarını anlamasına; bir tebliğ mahiyetinde namaz, oruç, ibadet, vesaire hususunda Allah’ın razı olacağı bir durumun kavranmasına faydası oldu. O bakımdan inşaallah iyi oldu.


Alevîler, Türkiye’de Hz. Ali Efendimiz’in sevgisiyle tanınmış kimseler. Ama bu zümre bu sevgi dolayısıyla ifrata vardığından, Kur’an-ı Kerim’in çizgisindeki müslümanlardan farklı bir çizgi içinde bulunuyorlar. Ve haram olan bir takım şeyleri açıkça icra ettikleri için, tasvib edilemeyecek bir durumda bulunuyorlar. Birkaç tanesi ile görüştüm.

“—İçki içer misin?” diyorum.

651

“—İçeriz.” diyor.

“—Allah ‘İçmeyin!’ buyurmuş, niye içiyorsun?” Bir hata.

“—Namaz kılar mısınız?” diyorum.

“—Kılmayız.” diyor.

“—Allah ‘namaz kılın’ buyurmuş, niye kılmıyorsun?” “—Kur’an’a inanır mısınız?” diyorum.

“—İnanırız.” diyor.

Kur’ân-ı Kerîm’e inanıyorlar. İnanmasalar onlara da söyleyeceğim, deliller var.

“—Kur’an’a inanıyor musunuz?”

“—İnanıyoruz, biz sizden fazla okuyoruz.” Okuyorsun da; içinde Allah, “Namaz kılın!” diyor, niye kılmıyorsun?

“—Bizim namazımız evvelden kılınmış.”

“—Olmaz! Evvelden kılınma diye bir şey olmaz. Herkesin şahsen, günde beş vakit namaz kılması gerekiyor. O bakımdan hatalarının anlaşılmasına daha da gayret etmek lâzım.”

652

Hz. Ali’ye intisap güzel bir şey… İsevîler’in, hıristiyanların Hz. İsâ’ya intisabı da güzel ama Hz.İsâ onlardan memnun mu? Değil.

“—Yâ İsâ! Bunlara, ‘Beni ve annemi tanrı edinin, put edinin!’ diye sen mi söyledin?” “—Hayır! Ben söylemedim.” diyor.

Böyle diyeceği, ahirette böyle olacağı Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor. Nasıl Hz. İsâ bugünkü hıristiyanların bâtıl inançlarını uygun görmüyorsa, Kur’an-ı Kerim onu tenkit ediyorsa; bu çizgiye, Allah’ın varlığını, birliğini kabule çağırıyorsa; bizim de, “Madem sen Hz. Ali’yi tanıyorsun, seviyorsun, bak Hz. Ali’nin hayatı budur, sözleri budur, icraatı budur” diye anlatmamız lâzım.


Biz bu tarzda anlatma çalışmasına giriştik. İlk önce Hacı Bektâş-ı Velî’den başladık. Bu bir serinin başlangıcıdır. Hacı Bektâş-ı Velî’yi tanıdılar. Gördüler ki o, kendilerinin kafasında değil. Oradan bir şey tutturamazlar. Şimdi de Cafer-i Sâdık Hazretleri’ni anlatmamız lâzım. “—Sen Câfer-i Sadık Hazretleri’ni sever misin?” diye sorsak; severler, baş tacı ederler. “On iki imam” deyince eriyip giderler.

Cafer-i Sâdık Hazretleri hakkında bir kitap yazmamız lâzım. Hz. Ali Efendimiz’le ilgili bilimsel ama hiç inkâr edemeyecekleri gerçekleri anlatan kitaplar yazmamız lâzım. Allah onları da nasip eder inşaallah.


c. Bahâîlik


Soru:

Bâhâîler Küçükçekmece’de faaliyet gösteriyor. Bu din hakkında bilgi verir misiniz?


Bu 19. Yüzyıl’da ortaya çıkmış olan Bahâullah adlı bir şahsın ortaya attığı bir şeydir. Bu şahıs Kur’an’dan sonra kendine vahiy geldiğini söylemiştir. Osmanlı makamları kendisini muhakeme etmiştir. “Hayır, ben öyle şey demedim.” demiştir. Ama taraftarları halen öyle söylüyorlar. Yani o zaman baskı üzerine

653

“Öyle demedim.” diyor.

Kur’an-ı Kerim’in sûrelerine benzer laflar söyleyerek, “İşte bana da vahiy geliyor.” demiştir. Kıbrıs’a sürülmüştür. İran’a gitmiştir. İslâm’ı, müslümanları bozmak ve şaşırtmak için ortaya çıkmıştır.


Şimdi her çeşit sapık inancı Türkiye’ye yaymak suretiyle müslümanları parçalamak ve müslümanlardan bazı kimseleri kendi taraflarına çekmek isteyen İslâm düşmanı gruplar böyle buna benzer şeyleri teşvik ediyorlar.

Bu kesinlikle şeriatin ahkâmına, fıkhın ahkâmına aykırı halleriyle İslâm dışıdır. İslâm’dan başka bir din Allah indinde makbul olmadığından, bu da ayrı bir din iddiası olduğundan, Bahaullah adlı şahıs da “Peygamberim!” dediğinden, inananlar da ona peygamber dediğinden, sözlerine de “Kur’an gibi vahiy” dediklerinden kâfir durumdadırlar, İslâm’a göre. Bunların dinle imanla ilgisi yoktur.

Kendileri “Bâhî, Bahâî dini” diyorlar, O kendilerinin yalanları ve iftiraları ve iddialarıdır. Aslı esası yoktur.

Ansiklopedilerde bilgi vardır. Ankara İlahiyat Fakültesi’nde, Dinler Tarihi kürsüsünde onlar hakkında yayınlanmış bir kitap da vardır.

654
31. ÇEŞİTLİ SORULAR