Bir güzel kâğıt geldi, onu okuyacağım. Altında imzası var, mertçe kardeşimiz imzasını da atmış, Allah razı olsun. “Selamünaleyküm, değerli hocam.” diyor. Bakın ne diyor arkasından. Oyun değil, şimdi ben ismini okusam, kalk ayağa desem, kalkacak bir arkadaş. Mecmuada da neşredeceğim bunu.


“Ben Aleviyim. Caferî mezhebindenim. Tunceli doğumluyum. Burada hem okuyorum, hem de başsız bırakılan, Marksistlerce kullanılan ve aldatılan Alevî kardeşlerimi özüne döndürmek, ehl-i beytin yoluna döndürmeye çalışıyorum. İyi ağabeylerle görüşüyorum. Bizim adımıza konuşanlar Alevî değil, dinsiz kişiler. Bizlere de yardımcı olur musunuz?”

 

Başüstüne, yani severek, elimizden geldiği kadar kardeşlerimizin hizmetindeyiz.

Muhterem kardeşlerim! Benim İstanbul’da da tanıdığım Alevî ihvanım, kardeşlerim var. İhvanımız, yani eli tesbihli kardeşlerimiz var. İnsaflı, tahsilli insanlar, doktor oldular. Böyle dindar kızlarla evlendiler, güzel aileler kurdular.

Şunu bir kere söyleyeyim; Alevî deyince herkesi defterden silmeyin! Bu düşmanlığı kaldıralım. Bak, görüyorsunuz namazlı, niyazlı, tesbihli kardeşlerimiz var içlerinde. Yani, kim ne söylüyor, söylediği söze bakın. Hz. Ali Efendimiz’in güzel bir sözü var, çok güzel bir sözü var. Diyor ki;

“—Hakkı insanlara bakarak tespit etmeye çalışma, hakkın ne olduğunu bil, kimin hakkı söyleyen insan olduğunu anlarsın, insanları o zaman iyi değerlendirirsin.”

Hakkı bilmek, doğruyu bilmek, çok önemli.

 

Doğru nedir? Doğru Allah’ın yoludur, Kur’an-ı Kerîm’in yoludur, Peygamber Efendimiz’in yoludur. Tamam, bunu bildik mi, her şey düzelir. Bak, ne kadar güzel kardeşlerimiz var. Allah razı olsun, ismi bende, şimdi ben bunu böyle katlayacağım, koyacağım, dergimde de inşaallah bunun yazısını yazacağım. Allah razı olsun, Allah hayırlı hizmetlere muvaffak etsin.

Ben Avustralya’da da görüşmeler, konuşmalar yaptım. Avustralya’ya gittiğim zaman orada duydum ki bu Sivas hadiseleri olunca, bizim aleyhimize konuşmalar olmuş.

 

Muhterem kardeşlerim!

Sivas hadiselerini biz yapmadık. Yani biz dediğim ehl-i sünnet yapmadı, Sivas hadiselerinde oteli yakan insanın sarhoş olduğu ortaya çıktı ve böyle başka gayeli insanlar olduğu ortaya çıktı, bu işin tertip olduğu ortaya çıktı. Neyse, o ayrı bir fasıl, mahkemede filan… Ama Sivas olaylarının arkasından Avustralya’da çok aleyhte sözler söylenmiş; Türk radyosunda dine, imana, Kur’an’a, şeriata çok sövülmüş. Sövmüşler açıkça… Böyle çok dinsizlik yapmışlar yani. Ben dedim ki:

“—Kimler yapmış bunu?”

“—Aleviler!”

Kimse cevap da verememiş. Dedim ki:

“—Tamam, Alevîlerin merkezine gidelim, hangi şehirdedir bunlar?”

“—Falanca şehirde…” dediler.

Oraya gittik, onların derneklerine gittik. Dedik ki; “Biz sizi ziyarete geliyoruz.” Geçtik karşılarına oturduk, böyle kalabalık, onlar da karşımıza oturdu. İçlerinde tahsillileri, şairleri, ozanları, yazarları var, hepsi var. Dedim ki;

 

“Ben Câfer-i Sâdık Efendimiz’in yolundanım.” Hani, bizim Nakşî Tarikatında pirimiz Hz. Ali Efendimiz bir pirimiz, bir pirimiz de Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz. Ama iki kanaldan da silsile devam ediyor, Câfer-i Sâdık Efendimiz’de birleşiyor, oradan da devam ediyor. Yani ben onların talebesiyim, bizim silsilemizde o var. Eh, bizim ailemiz de bildirildiğine göre, Osmanlılar zamanında biz Buhara’dan gelmişiz Çanakkale’ye, dedelerimiz yanlarında Arap hizmetçiler, halayıklarla Buhara’dan göç edip gelmişler. Peygamber Efendimiz’in, Hz. Ali Efendimiz’in soyundanmışız. Onu da söyledim orada. Dedim ki:

“—Hz. Ali Efendimiz’in de evladındanız. Yani, Hz. Ali Efendimiz’i sevmek hem tarikat bakımından, hem sülale bakımından bizim şiarımız. Onun yolundanız biz.

Ama ben duydum ki, sizin yaptıklarınız, burada radyoda ve sairede söyledikleriniz Hz. Ali Efendimiz’in hoşuna gidecek şey değil. Hz. Ali Efendimiz’in yolu değil. İslâm değil sizin yaptığınız, sizin yaptıklarınızla siz İslâm’dan çıkıyorsunuz, dinden, imandan çıkıyorsunuz.

Ben buna üzüldüğüm için, Hz. Ali Efendimiz’in evlâdından olduğum için, Ca’fer-i Sâdık Efendimiz’in yolundan olduğum için size kardeşlik vazifemi yapmak üzere, nasihat etmek üzere geldim. İlahiyat Fakültesinde profesör idim. Yirmi yedi sene hizmet gördüm, emekli oldum, Arapça bilirim, Kur’an-ı Kerim’i bilirim, ne soracaksınız sorun, cevabını vereyim; bu yanlışlık kalksın.” dedim.

Saatlerce konuştuk. Her sorularına cevap verdim. Tatmin oldular. Memnun oldular ziyaretimden. Güzelce ayrıldık. Ondan sonra da namaz kıldık, tekrar gittik yanlarına… Yemeğe davet ettiler, çaya davet ettiler filan… Oradan da ihvânımız var. Tanıdığımız kimseler var.

Şimdi şu anlaşılıyor ki, Alevî diye hemen defterden silmek, düşmanlık yapmak yok. Tanıyacağız, doğruyu bileceğiz, doğruyu söyleyeceğiz, doğruyu öğreteceğiz, doğruda birleşeceğiz.

Bu kâğıt çok hoşuma gitti. Allah razı olsun o kardeşimizden, sizlerden de...

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN