Eskiden mürşidler, bir müride ders vermeden onun kabiliyetlerine ve sâiresine bakarlarmış; olmazsa, başka dergâha gönderirlermiş. Şimdi de böyle mi?
Şimdi de öyle olabilir. Bizim Hocamızdan [Mehmed Zahid Kotku Rh.A] gördüğümüz, merhametinin çokluğundan, herkesi kabul etmekti. Ama Gümüşhâneli Hocamızdan görülen; benim dedem Gümüşhâneli Hocamıza amcamla beraber gelmiş, dedeme vermiş, amcama vermemiş. Aynı köyden iki kardeş geliyor, birisine veriyor, birisine vermiyor. Böyle şeyler olabilir.
Bizim Hocamız herkese toptan ders verirdi. Meselâ Konya’da, Yüksek İslâm Enstitüsü’nün kubbeli camiinde, şöyle bir üslupla söyledi hattâ: “Herkes gittiği yere hediye götürür. Bu da benim size hediyem olsun, bu zikirleri yapın!” dedi, dersi öyle tarif etti.
Bu zamana göre değişiyor. Şu sözünü de hatırlıyorum Hocamız’ın:
“—Biz size hakîkî şeyh gibi davransak ve sizden gerçek bir dervişlik istesek, hepinizi savurup atarız, bir taneniz kalmaz!”
Acıdığı için kabul ediyor, kusurunu görmüyor. Yavaş yavaş, zaman içinde belki adam olur diye, beş sene, on sene, yirmi sene sesini çıkartmıyor... İşareten hatâsını söylüyor...
Gördüğü hatâyı yüzüne söylemez mürşid insanın... “Sen şunu yapıyorsun!” demez. Başka türlü söyler. Remiz yoluyla, işaret yoluyla söyler. Başka şeyi anlatıyor gibi söyler. O da hissesini alacak. Herkes vaazı dinlerken, konuşmasını dinlerken hocasının, “Bu bana söyleniyor!” derse, o zaman anlar işin nereye geldiğini...