Bir hanım, kocasının hidayete ermesi, kalp gözünün açılması için dua rica ediyor.
Bunlar iyi insanlar. Dua istedikleri kimseler tam bu yolda değiller. “Allah onları hidayete erdirsin.” diye dua isteniyor. Hem bu isimleri buraya yazılmış olan kimseler için, hem de bizim, sizin tanıdığınız, yakınlarımız için cân u gönülden dua ederiz ki Allah lütfeylesin, içlerine pişmanlık versin, kalplerine yumuşaklık, rikkat versin, yanlışlarını göstersin; yanlışın yanlış olduğunu anlayıp tevbekâr olmalarını, Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girmelerini nasip eylesin, Allah tevfîkini refîk eylesin, hidayet eylesin.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Bizim Allah’tan bu yakınlarımız için istediğimiz hidayet denilen şey çok kıymetlidir. Çünkü insan hidayete erdi mi cennete gider. Cennete gitmenin anahtarıdır, yoludur, başlangıcıdır. Allah herkese bu güzel işi nasip etmez. Sevmediği insanlara bunu nasip etmez. Ayetlerden biliyoruz.
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (التوبة:٢٤)
(Va’llàhu lâ yehdi’l-kavme’l-fâsikîn) [Allah fâsık kavimleri doğru yola çıkartmaz, hidayet eylemez.] (Tevbe, 9/24)
Fâsık günaha devam eden demek. Günaha devam eden adama Allah hidayet vermez.
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (الصف:٧)
(Va’llàhu lâ yehdi’l-kavme'z-zàlimîn.) [Allah zàlimler topluluğunu hidayete erdirmez.] (Saf, 61/7)
Zulmüne devam eden, zulüm üzere olan insana Allah hidayet vermez. Neden? Çünkü hidayeti verince kerata cennete gidecek. Suç işliyor, suça devam ediyor, suçu bırakmamış, halen suçun üzerinde. O zaman hidayet vermez.
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ (البقرة:٢٦٤)
(Va’llàhu lâ yehdi’l-kavme’l-kâfirîn.) “Allah kâfirlere hidayet vermez.” (Bakara, 2/264)
Bu işin ilk çaresi ne? Suçu işleyen kişi pişmanlık duyacak; yaptığı işin suç olduğunu bilecek, hatasını anlayacak, pişmanlık duyacak. Allah o zaman nasib eder. Tabi insan; oğlu, anası, babası, yakını doğru yola girsin istiyor ama, onlar severek, isteyerek eğri yolda yürümeye devam ediyorlar. O zaman Allah o âsilere bu ikramı yapmaz. Allah gönüllerine, yaptığı işin yanlışlığını belirten işaretler göndersin.
Allah, herkese kendisine mahsus işaret gönderir. Herkese işaret gönderir. Rüyada görür, birisinden duyar, birisi bir nasihat eder, gözünün önünde ibretli bir olay geçince aklına düşer. Aklına düşüren Allah’tır, onu gösteren Allah’tır, o adamı ona gönderen Allah’tır. Onun için büyüklerimiz; “Söyleyene bakma söyletene bak.” demişler.
Böyle bir vesile olur. Rüya görür, kan ter içinde kalkar, kıyamet kopmuş Mahkeme-i Kübrâ’da hesap verememiş. Allah; “Cehenneme atın bunu!” demiş. Kan ter içinde uyanır. “Benim halim ne olacak?” diye bir pişmanlık gelir, tevbe eder.
Ya da bir güzel iş yapar. Bir güzel işten dolayı Allah onu sever, o zaman yeşil ışık yanar, yolu açılır.
Meselâ, evliyâullahtan birisi, önceki halinde dağda yol kesen, adam öldüren, kervan soyan bir şakî imiş, dağda eşkıyâ imiş. Bir gün yolda çamurun içinde “Bismi’llâh” yazılı bir kâğıt görmüş. “Burada Allah’ın adı yazılı.” diye çamurun içinden çıkarmış, yıkamış, izzet etmiş, güzel bir yere koymuş.
Gece rüya görmüş:
“—Ey kulum, sen benim adıma hürmet ettin, izzet, itibar eyledin; ben de senin günahını bağışladım.” diye rüyada kendisine müjdelenmiş.
Sabahleyin gözyaşları içinde kalkmış, eşkiyâlık yolunu bırakmış, tevbekâr olmuş, hak yola girmiş, ilerlemiş, yükselmiş.
Hacca gelirken Alman patronu ona:
“—Muhammed’e benden selâm söyle.” demiş.
O da, “Olur.” demiş. Medine’ye gittiği zaman ziyarette Peygamber Efendimiz’in türbesinin önünde dururken:
“—Yâ Rasûlallah! Benim patron Hans sana selâm söyledi. Müslüman değil ama ne yapayım, selâmı tebliğ etmek lâzım, kusuruma bakma, Hans’ın sana selâmı var. “ diye içinden geçirmiş.
“—Vallahi, daha Almanya’ya gitmeden Hans’ın müslüman olduğu haberi geldi.” diye bana söyledi.
Peygamber Efendimiz’e selâm göndermesini Allah sevmiş. İnsan böyle bir şeyden dolayı kurtulabilir. Onun için nasihat etmek lâzım.
Bana birisi bir şey anlattı. Hem söylemeye çekiniyorum hem de ibretli bir olay: Bana anlatanın yakını bir yerde imam. Hayal değil. Hem imam, hem de haftanın belli günü kafa dengi arkadaşlarla buluşurlar, içerlermiş. Yanlış duymadınız; içki içerlermiş. Ama nerede içerlermiş, meyhanede mi? Hayır, her hafta birisinin evinde içerlermiş.
Bana anlatan diyor ki:
“—Hocam! Hayret edilecek bir şey. İçmek için geldikleri evde abdest alıp yatsı namazını da kılarlardı.”
Mantığa bak! Akıl mantık alır iş değil. Madem namaza hürmet ediyorsun, madem hocasın, madem sen ve senin kafa dengi o arkadaşların namazı da kaçırmıyor; yatsı namazını da kılıyorsunuz; bu mereti niye içiyorsunuz? Bu zıkkımı niye zıkkımlanıyorsunuz? Niye Allah’a asi oluyorsunuz? Bu kadar güzel, bu kadar tatlı meşrubat var. Onları bırakıp da bu zıkkımı niye zıkkımlanıyorsunuz? Akıl almaz.
Hoca yatsı için abdest almış. Evin hanımı, hoca efendiye havlu tutmuş. Demiş ki:
“—Bu ne biçim hocalık? Hem abdest alıyorsun, namaz kılıyorsun; hem de biraz sonra içki içeceksiniz! “
Kadının burasına gelmiş, kocası da o takımdan. “Ne biçim müslümanlık?” diye söylenmiş. Yüreği yanıyor ya, candan söylemiş demek ki. Yüreği yanan insan candan konuşur. Hocaya karşı zehir gibi konuşmuş.
Emr-i ma’ruf, nehy-i münker… Bu laf Hoca’ya bir tesir etmiş. Demek ki zamanı gelmiş. Hoca tevbekâr olmuş. O gün içkileri bırakmışlar. Ondan sonra bir daha içmemişler.
Bazen böyle oluyor. Bir sebep oluyor. O sebep oluncaya kadar o kusurlu işi yapıyorlar. Sonra Allah doğru yola sevk ediyor.
Peygamber SAS Efendimiz zamanından misâl verelim. Demişler ki:
“—Yâ Rasûlallah! Şu delikanlı hem namaz kılıyor hem de kabahatli işler yapıyor.”
Peygamber SAS Efendimiz de demiş ki:
“—Kıldığı namaz, onu o kötülüklerden kurtaracak!”
Hakikaten de bir zaman geçmiş, çocuk tevbekâr olmuş.
Yapılan ibadetler insanı kurtarır. Ayet-i kerîmede var:
إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنْ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ (العنكبوت:٤٥)
(İnne’s-salâte tenhâ ani’l-fahşâi ve’l-münker) [Muhakkak ki, namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.] (Ankebut, 29/45)
Eğer doğru düzgün kılıyorsa, hatalarını yavaş yavaş düzeltir. Doğru düzgün kılmıyor, gösteriş için kılıyorsa; kıldığı namaz onu Allah’a yaklaştırmaya değil, onu Allah’tan uzaklaştırmaya yarar.
Nice namaz kılan insan vardır ki, kıldığı namaz onu Allah’a yaklaştırmaya yaramaz; Allah’tan uzaklaştırmaya yarar. Nice oruç tutan insan vardır ki, akşama aç ve susuz kalmaktan başka eline bir şey geçmez, boşa gitmiştir. Nice gece kalkıp namaz kılan insan vardır ki, uykusuzluktan başka bir kârı olmamıştır, uykusunu bırakmıştır ama namazı makbul değildir. Böyle durumlar oluyor.
Muhterem kardeşlerim, bunlar çok mühim konular. Bir insan namaz kılıyor da niye kabul olmuyor? Bir insan namaz kılıyor da, niye Allah’tan gittikçe daha çok uzaklaşıyor? Bu ibadetlerin âfetleri nelerdir? Namazı nasıl kılmamız lâzım, orucu nasıl tutmamız lâzım, haccı nasıl yapmamız lâzım? Bu çok önemli. Çok önemli!
Haccın ilk şartı neydi? Okuduğumuz kitaplardan, hadislerden, şimdiye kadarki sohbetlerden anladığımıza göre haccın ilk şartı, helâl paradır. İlk şartı o... Helâl parayla, helâl kazançla olmayınca havaya gidiyor. Haram lokma yediği zaman, kırk sabah namazı, duası kabul olmuyor. Oruçluyken gözüyle harama baktığı, diliyle yalan söylediği, kulağıyla günahı dinlediği zaman, orucu kabul olmuyor.
“—Lâ ilâhe illa’llah… Lâ ilâhe illa’llah… Lâ ilâhe illa’llàh…” diye zikrederken, isyana, günaha devam ediyorsa; Allah ona:
“—Sen yalan söylüyorsun! Lâ ilâhe illa’llàh diyorsun da isyana niye devam ediyorsun?” diyor.
Eğer bir insan isyana devam ediyorsa, zikir yapsa bile yapmamış sayılıyor. Allah’ı asıl zikreden insan; ona itaat eden, muti olan, söz dinleyen, onun yolunda yürümeye çalışandır. Çünkü Allah’ı hatırında tutuyor da günahtan kaçınıyor, isyandan kaçınıyor, Allah’a isyan etmiyor.
Onun için helâl lokma yenilecek; temiz bir kalple, iyi bir niyetle Allah’a güzel kulluk yapılmak istenecek. Öyle olunca yavaş yavaş düzelir. Ama haramla beslenilirse; ibadetlerin afetleri dediğimiz, ibadetleri iptal eden, bâtıl eden, boşa çıkaran kusurlar işlenirse; insanın içinde kibir varsa, burnu büyükse, bir takım böyle şeylerden dolayı hasedi varsa:[74]
الْحَسَدُ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ، كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ (د. هب.
عن أبي هريرة؛ ه . ع . ش. هب. والديلمي عن أنس)
(El-hasedü ye’külü’l-hasenâti, kemâ te’külü’n-nâru’l-hatab) “Haset, insanın yaptığı iyiliklerin sevabını ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi yiyip bitirir.” Hasetçi olmayacak. Haset ehli, haset eden bir kimse olmayacak. Kötü bir huy ibadetlerini yok ediyor.
لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْأَذَى (البقرة:٢٦٤)
(Lâ tübtılû sadakàtiküm bi’l-menni ve’l-ezâ) [Başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın!] (Bakara, 2/264)
Demek ki, o zaman Allah kabul etmiyor. “Sen fukarayı üzdün.” diye kabul etmiyor. Onun için temiz kalple ibadet edeceğiz, halis düşüneceğiz, helâl yiyeceğiz, boynu bükük olacağız; mütevazı, güzel huylu olacağız.
Haccın mebrur olması için cömertlik lâzım, (it’àmü’t-taàm) yemek yedirmek lâzım. Bir de tatlı dil lâzım, (tîbu’l-kelâm) Tatlı konuşacak, gönül alıcı konuşacak, gönül yapacak.
Başka hadislerde bir şartı daha vardır: (Ve ifşâu’s-selâm) “Herkese selâm verecek.”
“—Selâmün aleyküm, nasılsın kardeşim, neredensin, memleketinizde ne var ne yok?”
Selâm verecek; dostluk, ahbaplık, sevgi içinde olacak. Öyle olursa olur.
Yakınlarının hidayeti için bizden dua isteyen kardeşlerimiz için dua ettik. Yine dua etmeye devam edelim, onlar da etsin. Ama onların da kendilerinin pişmanlık duyması lâzım. Günahı sevmeyip vazgeçmesi lâzım. Günahta ısrar ederken tevbe etmek, Allah’la alay etmek gibidir.
Allah-u Teâlâ Hazretleri münafıklar hakkında Peygamber Efendimiz’e dedi ki:
إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللهُ لَهُمْ (التوبة:٨٠)
(İn testağfir lehüm seb’îne merreten felen yağfira’llàhu lehüm) “Yetmiş defa da istiğfar eylesen, Allah onları mağfiret etmeyecektir.” (Tevbe, 9/80)
Allah onları kabul etmeyecek. Münafık çünkü… Münafık olduğundan kabul etmeyecek.
İbrâhim AS babasına:
سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي
(Sevfe estağfiru leke rabbî) “Senin için Rabbime istiğfar edeceğim.” dedi; söz verdiği için böyle söyledi ama İbrâhim AS demesine rağmen, babası veya babalığı, ateşe tapan, puta tapan Âzer kurtulamadı.
Demek ki, ibadetlerin âfetlerini öğrenmek lâzım. İbadeti öğrendiğimiz gibi ibadetleri boşa çıkaran şeyleri de öğrenmemiz lâzım. Bu çok önemli. Biz bazı kitaplarımızda dilimizin döndüğünce bunları yazdık. Şimdi de kısaca bazılarını söyledik. Bunları öğrenmek lâzım. Bir de helâl lokmaya çok dikkat etmek lâzım. Bir de huyların güzel olması çok önemli. Güzel huylu, güzel ahlâklı olacak; kötü huylu olmayacak.
[74] Ebû Dâvud, Sünen, c.II s.693, no:4903; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.266, no:6608; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.418, no:1430; Ebû Hüreyre RA’dan.
İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1408, no:4210; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.330, no:3656; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.330, no:26594; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.267, no:6610; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.136, no:1049; Bezzâr, Müsned, c.II, s.271, no:6212; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.2, s.159, no:2812; İbn-i Abdi’l-Ber, Temhîd, c.VI, s.124; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.247; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.227; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIV, s.170; Enes RA’dan.
Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.136, no:1048; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.833, no:7438; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.117, no:1132; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XII, s.193, no:11738.