Bir grup Müslüman, müslümanlara çatmak için geliyor. “Müslüman böyle yapar mı?” deyince, “Ashab zamanında olan şeyler. Çünkü Hz. Âişe validemiz de Hz. Ali Efendimiz’le tartışmıştır.” deniliyor. Bunun açıklamasını yapar mısınız?
Şimdi bir şey diyeceğim ama, dokuz defa yutkunayım da kötü bir söz söylemeyeyim diye yutkunuyorum. Alimin birisi diyor ki:
من تفقه بغير فقهٍ، فهو حمارٌ.
(Men tefakkaha bi-gayri fıkhin, fehüve hımârun) “Fıkıh bilgisi olmadan ahkâm kesmeğe kalkan, eşektir.” diyor. Yani, uzun kulaklı, kuyruklu, dört ayaklı, nallı bir hayvan var ya hani; öyle demektir. Çünkü fıkıh oyuncak değildir.
Yâni, ashabdan örnek alacağın zaman, bula bula Hz. Âişe Validemiz ile Hz. Ali Efendimiz’in ihtilafını mı buldun be dangalak adam? Hiç mi aklın yok ya?
Hiç sevgiden, muhabbetten, ilimden, irfandan, güzellikten bir şey anlamadın da bunu mu anladın? Bu kadar ashâb-ı kirâmın yaşayışından, hayatından bunu mu anladın? Böyle şey olur mu?
Müslümanlar müslümanlarla iyi geçinmekle emrolunmuştur, affetmekle, ihtilafları kapatmakla, biribirini sevmekle emrolunmuştur; dargın durmak haramdır, kalp kırmak Kâbe’yi yıkmaktan beterdir. Bunlardan hiç ibret almadın da bula bula Hz. Âişe Validemiz ile Hz. Ali Efendimiz ihtilaf etti diye iki insanın ihtilafını mı örnek olarak göstereceksin?
Onlar ihtilaf etmiş biz de ihtilaf edelim mi diyeceksin? Böyle fıkıh mı olur? Böyle ahkâm çıkartmak mı olur? Böyle anlayışsızlık mı olur?
Bu işi bilmeyen insanlar sussun! Çünkü uzun kulaklı, dört ayaklı, uzun kuyruklu gibi olur. Bilenler, bu işi iyi bilenler konuşsun.
Bak iki gün önce ne dedim: Hasan-ı Basrî Hazretlerine birisi bir mesele sormuş, çok güzel cevabı almış memnun kalmış, ondan sonra demiş ki;
“—Efendim, niye size zamanın öteki fakihleri itiraz ediyorlar hep?
Bu da diyor ki:
“—Evladım senin gözün hiç fakih mi gördü? Etrafta fakih mi kaldı?
Fakih nasıl kimsedir? Dünyaya meyletmeyen, ahirete rağbet eden, takvâ ehli olan, kimsenin malına göz dikmeyen, kimseyi istismar etmek istemeyen kimsedir.. Şartlarını geçen gün okudum ya, fakih odur diyor.
Yani insanın aklında bin bir türlü fitne fesat, menfaat kaygısı oldu mu, o insanın kafası doğru çalışmaz. Çalıştırmaz, Allah zaten doğru çalıştırmaz, doğruyu göstermez. Doğruyu görmek ve anlamak mü’mine Allah’ın ikramıdır.
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:[19]
اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ، فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ (خ. في تارخه، ت. غريب،
وابن السني في الطب، حل. عن أبي سعيد؛ طب. خط. والحكيم،
وسمويه عن أبي أمامة؛ ابن جرير عن ابن عمر)
RE. 14/12 (İttekù firâsete’l-mü’mini) “Mü’minin ferasetinden korkun! (Feinnehû yenzuru bi-nûri’llâhi) Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar; gerçekleri çok güzel görür, iyiyi kötüyü anlar.”
Allah mü’mine o ferâseti veriyor, ferâseti olmayan da, bak Hasan-ı Basrî zamanı tâbiin zamanında ya. Tâbiin zamanında, “Fakih kalmadı, fakih mi gördü senin gözün?” diyor soru soran insana. Çünkü dünyaya dalmış, zevke dalmış, mevki makam hırsı... Tabii yiyeceğini bulamayan insanlar nerdeyse vali oldu. Değişti devir, zenginlik arttı, fütühat oldu, itibar arttı. Zenginlikten şımarmamak, iyi müslüman olarak kalmak, kolay bir şey değil...
Müslümanlar birbirlerini sevecek, birlik ve beraberlik içinde çalışacak ve ihtilaflarını halledecek. Kâfirler birbirleriyle ihtilaflarını hallediyor, ittifak edip müslümanlarla çarpışıyor, mü’minler birbiriyle anlaşmıyor, ihtilaf edip fırka fırka olup perişan oluyor.
Şu Bulgaristan’da üç tane parti ayrı ayrı seçime girdiler, seçimi Yunanlı komünist tarafı kazandı. Doğrudan doğruya iktidara gelecek; birleşmediler, kaptırdılar. Üçü birleşselerdi karşı taraf kazanamayacaktı. Anahtar parti olacaklardı, kendileri iktidarda yer alacaklardı. Öteki tarafta Sırp yanlısı, Yunan yanlısı, zalim, komünist taraf ekseriyete gelemeyecekti. Bu üç tane şeyin bu kadarına kafası çalışmıyor.
Bu hıyanet değil midir ya? Birlik beraberlik olacak, aklını mantığını kullanacak. Onun için diyorum ki ben; “Liderlik filan önemli değil. İnsanların takva ehli, evliyâ insanlara tâbi olması lâzım. Öyle olmadı mı, her lider bir başka tarafa çekiyor parçalıyor.”
Ondan sonra çıkıyor birisi, böyle olmadık laf söylüyor. Kavga gürültü, senin karını dul bırakacağım, çocuğunu öksüz bırakacağım diye camide kavgaya kalkıyor. İslâm’da var mı böyle şey? Allah böyle şeye razı gelir mi?
Allah ıslah etsin. Allah bizi yolundan ayırmasın. Hakkı hak olarak görmeyi nasip eylesin. Ona uymayı nasip etsin. Batılı bâtıl olarak görüp ondan korunmayı nasip etsin. Feraset versin, nur versin, takvâ versin, ilim irfan versin.
[19] Tirmizî, Sünen, c.X, s.399, no:3052; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.312, no:3254; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.VII, s.354, no:1529; Ukaylî, Duafâ, c.VIII, s.95, no:1856; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.191, no:1234; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.67, no:1537; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.V, s.351, no:1154; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.102, no:7497; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.183, no:2042; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.387, no:663; Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, c.I, s.374, no:370; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, c.III, s.86; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.207; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.99, no:2500; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.118; Ebû Ümâme RA’dan.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.94; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.88, no:30730; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.41, no:80; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.334, no:531.