Yalnız Kur’an-ı Kerim’in mealini esas alarak hüküm vermek ne derece doğrudur?
Son derece yanlıştır. Kur’an-ı Kerim’in mealinden hüküm çıkmaz. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’den hüküm çıkartacak babayiğit yoktur. Kur’an-ı Kerim’in açıklaması mahiyetinde hadis-i şerifler vardır; alimlerin, fakihlerin beyanları vardır. Kur’an-ı Kerim’in mânâları incedir. Kur’an-ı Kerim’in esrârı çoktur. Kur’an-ı Kerim’in ifadesi vecizdir. Oradan ahkâm çıkartmak için, İmam-ı Azam gibi olmak lâzım, İmâm-ı Şâfiî gibi olmak lâzım!
Mealden ahkâm çıkartan kimse, çıkartırsa da yanlış olur. Çünkü o konudaki hadis-i şerifleri de bilmesi lâzım gelir. Çok yanlış bir şey yapar. Yukarıda geçti:
“—Kur’an-ı Kerim’i kendi re’yiyle te’vile, tefsire kalkan, cehennemdeki yerini hazırlasın!” diye hadis-i şerif vardır.
Kur’an-ı Kerim oyuncak değildir. Kur’an-ı Kerim’deki hatâ başka şeye benzemez. Elektrik şebekesi yapan insan, yüksek voltajla çalışan usta, elektriği bağlarken yanlış bir şey yapsa, iki tarafı tutsa, elektrik hatâyı affeder mi? Affetmez; çarpılır, kömür olur. Kartal bile uçarken, bir kanadı oraya değiyor, bir kanadı öbür tarafa değiyor; çarpılıp aşağıya düşüyor. Neden? Elektriğin şakası yoktur, oyuncak değildir.
Kur’an-ı Kerim’in hiç şakası yoktur! Kur’an-ı Kerim çocuk oyuncağı değildir. Zibidilerin oyuncağı da değildir. Kur’an-ı Kerim, çok büyük alimlerin üzerinde konuşabileceği bir şeydir. Öyle mealcilikle, yarım yamalak bilgi ile bu iş olmaz; müctehid olmak lâzım!
Müctehid olmadan, öyle Kur’an-ı Kerim’i okuyacak da, anlayacak... Sen gel bakalım, ben sana Kur’an-ı Kerim’i harekesiz yazayım, harekesiz doğru okuyabilecek misin bakalım? Kur’an-ı Kerim’i harekesi olmadan doğru okuyamayan bir insan, Kur’an-ı Kerim üzerinde hiç konuşmağa kalkmasın, haddini bilsin! Okuyabilecek misin doğru düzgün?
Ben nice insanlar gördüm, üniversitede doçentlik imtihanına girdiler tefsir kürsüsünde; önünde yazılı Kur’an-ı Kerim ayetlerini, harekesiz doğru düzgün okuyamıyorlar. Öyle profesörlükle, doçentlikle de olacak değil, bayağı büyüktür bu iş... Ateşle oynuyorlar. Yanlış bir hüküm verirsin, kendini de mahvedersin, başkasını da...
Bu konuda Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:[28]
إنّ اللهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا يَنْـتَزِعُـهُ مِنَ الْعِبَادِ، وَلٰكِنْ يَـقْبـِـضُ
الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَماءِ، حَتَّى إِذَا َلمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤَساءَ
جُهَّالاً، فَسُئِلُوا َفأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا (خ. م. ت. ه.
حم. ش. عن ابن عمرو؛ والخطيب عن عائشة)
RE. 91/11 (İnna’llàhe teàlâ lâ yakbidu’l-ilme intizâan yenteziuhû mine’l-ibâd) “Allah-u Teàlâ Hazretleri insanlara ilmi verdikten sonra kulların akıllarından, gönüllerinden ilmi çekip almaz.” İlmi alınması nasıl olur? (Ve lâkin yakbidu’l-ilme bi-kabdı’l-ulemâ’) “Alim, fâzıl, kâmil kimseleri, mübarek insanları alır. Yâni vefat ederler.”
(Hattâ izâ lem yübkı àlimen) “O evliyâ, mübarek alimler gidince, geriye cahil insanlar kalır. Hindi gibi kabaran, davul gibi öten, içi boş cahil insanlar kalır. (İttehaze’n-nâsü ruesâen cühhâlâ) Onlar da, cahil insanları önder edinirler.”
(Fesüilû) “İnsanlar dini öğrenmek için onlara soru sorarlar. ‘Şu iş nasıl olacak, bu iş nasıl olacak?’ diye onlardan fetva sorarlar. (Feeftev bi-gayri ilm) Onlar da, ilim olmadan, atarak, tahminen fetvâ verirler.”
Tabii, ilim olmadığı zaman, cahilin fetvası çok yanlıştır, çok tehlikelidir. (Fedallû ve edallû) “Onlar hem kendileri dalâlete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalâlete düşürürler, saptırırlar.” buyuruyor.
Onun için, din ahkâmı şakaya gelmez! Bu işin şakası yoktur. Meal ile iş olmaz! Meal ile iş olmadığı gibi, derin Arapça bilgisi olacak, tefsirleri okuyacak, hadisleri okuyacak... O da yetmez; o konudaki bütün ahkâmı inceleyecek. Yine de edeple, hürmetle konuşacak, “Allàhu a’lem bi’s-savab” diyecek.
[28] Buhàrî, Sahîh, c.I, s.50, no:100; Müslim, Sahîh, c.IV, s.2058, no:2673; Tirmizî, Sünen, c.V, s.31, no:2652; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.20, no:52; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.162, no:6511; Dârimî, Sünen, c.I, s.89, no:239; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.432, no:4571; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.21, no:55; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.279, no:459; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.401, no:2423; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.505, no:37590; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.252, no:1660; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.455, no:5907; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.181; Hamîdî, Müsned, c.I, s.264, no:581; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.163, no:1107; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.15, no:26; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.459, no:2998; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.V, s.477, no:240; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.392, no:2677; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.95, no:172; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.131; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.312, no:2828; Hz. Aişe RA’dan.
İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.223, no:1379; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.187, no:28981; Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.472, no:980; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.135, no:6979.