Son zamanlarda bir adam çıkmış televizyonlarda konuşmalar yapıyor, çok tartışmalara sebep olan sözler söylüyor. Görüşlerinizi rica edebilir miyiz?
Türkiye’de İslâm’a bir hücum var. Başörtüye saldırı var. İmam hatip okullarını kısıtlamaya başladılar. Kur’an kursları, cami yapımı vs. engellemeler yapıp bizi üzen kararlar almak isteyenler var. Bunların esas amacı İslâm’ı besleyen muslukları kapatmak olduğundan, İslâm’ı durdurmak istediklerinden, kimin kafasında, gönlünde hakikî İslâm varsa onu da bozmak gerekiyor. Muslukları kapatacaklar, su gelmeyecek, ama daha önce gelmiş olan suları da bozmak lâzım, bir çuval inciri berbat etmek lâzım.
Onun için de gazeteler, radyolar, televizyonlar, dergiler harıl harıl çalışıyor. Sizin cevherinizi çalmaya, mücevherinizi elinizden almaya çalışıyor. Neye çalışıyor? Nedir sizin mücevheriniz, bizim mücevherimiz? İman… Elimizdeki iman cevherini, iman mücevherini bizden almak istiyorlar, bizi imansız bırakmak istiyorlar. Mü’min insanı imansız yapmak istiyorlar.
Böyle kâfirlik olur mu? Oluyor. Kâfirin işi müslümanla uğraşmak değil mi? Hem İslâm’ı söndürecek, hem de mevcut müslümanların kafasını karıştıracak. Karıştırmak için ne yapacak? Birtakım ajanlar, adamlar bulacak. Kendi gizli teşkilatına mensup bu adamları çıkaracak, televizyonda konuşturacak. Millet de onları dinleyip şaşıracak, aldanacak.
Dünyanın her devrinde, her zaman aldatmaca olmuştur ama galiba bu devirde en çok bizim bizim memleketimizde oluyor. Neden? Çünkü Türkiye müslüman bir Türkiye olarak kalırsa, İslâm Alemine önderlik eder. 65 milyon iyi, mücahid müslüman, kâfirlere çok korku verir. Bu müslümanların evlâtları gâvurlaşmalı, müslümanlıktan kopmalı!
Bunlar müslümanlığı bırakmalı; içki içmeli, bira içmeli, cumaya gitmemeli, haram yemeli, faiz yemeli… Dinleri gevşemeli, kızlar saçlarını açmalı, laubali olmalı, dinleriyle irtibatları kalmamalı, din müesseselerine karşı sevgi, muhabbet kalmamalı… Hep bunları sağlayacak konuşmalar yaparlar.
İmâm-ı Azam’ı sevmemeli, din büyüklerini sevmemeli! Kimi sevsin? Gitsin artistleri sevsin, Amerika’nın, Avrupa’nın meşhur sinema artistleri, tiyatro artistleri kimse, onları sevsin. Onları sevmek varken, gidip de İmâm-ı Âzam sevilir mi, Abdülkàdir-i Geylânî, Bahaaddin-i Nakşibend, Yunus Emre gibi mübarek insanlar sevilir mi? Olur mu böyle şey? Onları severse cennete gider. Halbuki bunların cehenneme gitmesi lâzım…
O zaman ne yapacak? Aldatmaca… Çocuk aldatır gibi aldatırlar. Neden? Aldanacak insanların olduğu yerde, aldatıcılar her zaman olur. Buraya (Mekke’ye) paralı, zengin müslümanlar geliyor. Cebinde az çok dolar, mark, para var mı? Var. Hırsızlar var burada, yankesici. Çantasını kesiyor, parasını alıyor. En bilgili, en uyanık, en açıkgöz kardeşlerimizin bile parasını çaldılar.
Adam usta hırsız… Mısır’dan, Pakistan’dan niye buraya geliyor? “Burada paralı, yankesicilik yapılabilecek insanlar var!” diye geliyor. Tavafa giriyor. Hırsız tavafa girer mi? Allah korkusundan girmiyor, sevap kazanmak için girmiyor; tavaf eden adamın kuşağındaki parayı jiletle kesip almak için giriyor. Aldanacak insan olan yerde, mikrobun üremesi gibi, aldatacak insan türer. Aldanacak insanların olmadığı yerde yaşayamaz.
Doktorlar bilir, mikrop her yerde vardır. Elimizde, yüzümüzde, havada her şeyde vardır. Ama sıhhatli insan bu mikropları yenebilir, bir şey olmaz. Beden zayıfladı mı bu mikroplar o bedeni mahveder.
Türkiye’de, Almanya’da müslümanın dini bilgisi zayıf… Kur’an bilir mi? Bilmez. Bilse bile Kur’an okumasını bilir, anlamını bilmez. Hadis bilir mi? Bilmez. Fıkıh bilir mi? Bilmez. Namazı bilir mi? Bilmez. Orucu bilmez, ibadeti bilmez. Bu ortamda bunları aldatacak insanlar türer. Niye? Çünkü ortam müsait. Ortam müsait olduğu için aldatacak insanlar türer, televizyona çıkarlar her türlü yalanı dolanı söylerler.
“—Birayı iç kardeşim! Faizi ye, yemiyorsan bana getir...”
Böyle diyorlar. Doktor hastaya:
“—Sen içkiyi iç, günahı varsa vebali benim!” diyor.
Böyle diyenler var, çok duymuşsunuzdur. Halbuki onun cevabı Kur’an-ı Kerim’de var:
اتَّبِعُواْ سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ، وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم
مِنْ شَيْءٍ، إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (العنكبوت :١٢)
(İttebiù sebilenâ velnahmil hatàyâküm) [Kâfirler, iman edenlere: “Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim!” derler. (Ve mâ hüm bi-hâmilîne min hatâyâhüm min şey’in) Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. (İnnehüm lekâzibûn) Gerçekten onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.] (Ankebut, 29/12)
Kimse, kimsenin hatasını yüklenemez. O günahı işledi mi; o içkiyi içti mi, doktor ondan o günahı alamaz. Ama doktor bu sözünden dolayı, onun günahı kadar günahı da yüklenir. O adam, o içki içen doktorun sözünü dinleyip günaha girecek, o doktor da ona öyle söylediği için, bir o kadar günah da onun defterine yazılacak. Kur’an-ı Kerim’de böyle bildiriliyor. Müslüman Kur’an-ı Kerim okusa, bilecek.
İyi müslüman Deccal’i bilir, Deccal’in alnında:
هٰذَا كَافِرٌ
(Hâzâ kâfir) “Bu kâfirdir!” diye yazıldığını basiret gözüyle görür, Deccal’in Deccal olduğunu anlar. Ama ötekisi Deccal’i bir şey sanır. Deccal ilâhlık iddia edecek; bakacak olağanüstü şeyler yapıyor, milletin bir kısmı aldanacak.
Bugünkü medeniyet olağanüstü şeyler yapıyor, millet medeniyete aldanıp İslâm’ı bırakıyor, medeniyete tapıyor. Havada uçuyor, televizyon yapıyor, telsiz telefonlarla [cep telefonlarıyla] geziyor. Ne yapalım? Bunlar kıymetli ama İslâm daha kıymetli, daha önemli; İslâm’ı bırakmamak lâzım.
Millet, Avrupalılar medenî, ileri diye Batı’ya dönmüş, İslâm’ı bırakıyor. İşte bir fitne… Ama hakikî müslüman onun kâfir olduğunu bilir; onun, peşinden gidilecek bir şey olmadığını bilir.
İslâm’ı güzel öğrenirseniz, böyle adamların söylediği sözlerin doğru mu, yanlış mı olduğunu anlarsınız. Kılığına kıyafetine, palavralarına aldanmazsınız. Ama İslâm’ı bilmezseniz aldanırsınız.
Millet abuk sabuk şeylere inanıyor:
“—Ah kardeşim bugün gazetenin yıldız falında şöyle yazmış.” diyor.
“—Benim de burcum kova burcu, bugün tam dediği gibi oldu. Çok doğru söylüyor kardeşim.” diyor.
Ötekisi de diyor ki:
“—Hakikaten öyle, benim de geçen gün böyle oldu.” diyor.
Peygamber Efendimiz:
“—Kim bir kâhini, falcıyı tasdik ederse, Muhammed’in getirdiğine kâfir olur.” diyor.
Mü’min onu bilecek. Radyonun, televizyonun, gazetenin yıldız falından medet umuyor. Bir kere aklını kullansana; o burçta doğan milyonlarca insan var, milyonlarca insanın başına hep aynı olay mı gelir? Kafanı kullansana, hiç mi aklın yok? Ama millet inanıyor, Neden? İslâm’ı bilmeyince aldanıyor, ona çare yok. İslâm’ı bilmeyene çare yok. O, kıyamette İslâm’ı bilmediğinin cezasını çekecek. İslâm’ı iyi öğrenecek.
Diyanet İşleri’nin neşrettiği herkesin makbul olduğunu bildiği kitaplar var. Riyazü’s-Sàlihîn, Elmalılı Hoca Efendi’nin tefsiri Hak Dini Kur’an Dili, Ahmet Hamdi Aksekili Hoca’nın İslâm Dini kitabı… Onları oku. Onlara uygun mu değil mi anla; gayet kolay.
Bu profesör çok okumuş da, bilmem kaç fakülte bitirmiş de, dört tane yabancı dil biliyormuş da… Dört değil beş; bir de şeytanca konuşmasını biliyor. Şeytan kadar fasih şeytanca konuşuyor, onu da eklesene. İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça biliyormuş, bir de şeytanca dili ekle.
Allah CC, tevfîkini refîk eylesin… Hakkı hak olarak görüp uymayı nasip etsin… Bâtılı bâtıl olarak görüp korunmayı nasib etsin…
.
İnsanın doğruluğunu, eğriliğini anlayamadığı meseleler olabilir. O zaman takvâ ehli, müttakî bir alime gidecek. ”Ben Allah’tan korkan, hakiki bir alim arıyorum.” diyecek. Ne yapacak? Soru soracak. Çok iyi bir alim var, çok bilgili.
“—Karısı nasıl?”
Mutlaka karısını sorun.
“—Sana ne, el âlemin karısından.”
“—Öyle değil işte. Sorun karısını: Karısının başı açık mı, kapalı mı? Tayyörlü mü, mantolu mu? Boyalı mı, oyalı mı? Soyun boyan mı, sayın bayan mı? Bir sorun bakalım!”
“—Ne olacak, onunla onun ne ilişkisi var? O onun karısı… “
“—Adam olsaydı, alim olsaydı karısı ona uygun olurdu. Öyleyken, o kadınla başı hoş olduğuna göre, sana doğru cevabı veremez. Önce bir ailesini, karısını sorun!”
Hakiki alime sorun:
”—Kur’an-ı Kerim’e, hadis-i şerife göre Allah’ın rızasının yönü nedir? Şu meselenin hükmü nedir?” diye sorun, cevabı versin.
Hakiki alime gitmezseniz, başkaları sizi aldatır, yalan yanlış şeyler söyler. Hangi alimler nelere fetva verir, nelere vermez; bazıları biliyor.
“—Filanca alim çok iyi, ne istersen gönlüne göre fetva veriyor.” diye herkes ona gidiyor.
Sosyetikler belli alimlere gider; tin tin tin, tıkır tıkır tıkır topuklu ayakkabıyla, başına şifon örtmüş, saçı görünüyor. Çünkü onun kendi gönlüne uygun cevap vereceğini biliyor.
“—Ojeyle namaz kılsam olur mu?”
“—Olur olur, hanım kardeşim! Sen bırak softaların, yobazların, sakallıların fetvalarını...”
“—Ben saçlarımı altı aylık ondülasyon, perma yaptırıyorum da, şimdi gusül abdesti alacağım diye saçlarımı yıkasam bunun dalgası bozulacak, fiyakam bozulacak, berbere tekrar yaptırmam gerekecek. Saçlarımı yıkamazsam guslüm olur mu?”
“—Olur, olur.”
Neden? Çünkü kendisini karşı tarafa beğendirmek istiyor, ne isterse o fetvayı veriyor. Onlar da bilirler:
“—Ah kardeşim! Ben çok iyi bir hoca buldum, sosyetiklerin hayatına uygun güzel fetvalar veriyor.”
Tamam, sosyetiklerin, asortiklerin hocası bellidir.
Olmaz öyle şey! Dindar, müttakî, Allah’tan korkan bir insan bulacaksın ve Allah’tan korktuğunu karısından, çocuğundan ölçeceksin!