Resim çektirmek ve resmi saklamakta herhangi bir sakınca var mı? Bu tereddütten dolayı, hacda kendisi herhangi bir resim bile çektirmemiş.


Mahzur var diyenler olduğu gibi, resim sadece tabiattaki ışıkların fotoğraf kâğıdına mercekten geçip aksetmesidir. Binâen aleyh hadis-i şerifte bildirilen şey değildir diye câiz görenler de vardır. Bu meseleyi alimler incelemişler.

Burada resmin cinsinin de tabii önemi var, kullanılış amacının da önemi var. Resim çektirmek tamamen yasaklansa, hacca gidemeyecek adam. Hacca gitmiş gelmiş, yani pasaportları nereden, ne yaptı? Nüfus kâğıdı, pasaportu resimsiz mi?

Bazı yerlerde mecburiyetler var, mecburiyet olan yerde;

 

اَلضَّرُورَاتُ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتَ

 

(Ed-darûrâtu tubîhu’l-mahzûrât) “Zaruretler mahzurları bertaraf eder, onun yapılmasına müsaade kapısı açar.” kaidesi vardır.

Tabii bu işi de çığırından çıkartmak doğru değildir. Duvarlara asmak doğru değildir.

“—Bak bu benim babamın resmi. Bu benim anamla babamın yan yana resmi. Düğün günü çektikleri resim. Bu benim hocamın resmi…”

Olmaz öyle şey! Zaruret miktarı zaruri işlerde lâzım. Fotoğraf makinesi bir takım tesbitler yapıyor. Mimar için gerekli, şart. Bu resmi, bu binayı çekecek, trak burasını çekecek, bir makale için, bilim adamı için gerekli tamam. Bunun bir mahzuru yoktur ama böyle almak, büyütmek, odaya asmak, ve saire; o da câiz değildir, uygun değildir.

Bazıları şöyle bir şey söylemişler; eski alimlerden yani 40-50 yıl önce yazı yazan profesörlerden birisi diyor ki; “Canlı olsa, yaşaması mümkün olmayan bir parçanın resmini çekmek caizdir. Mesela vesikalık caizdir, çünkü bu kadar bir insan, kesilse buradan yaşamaz. Binâen aleyh caizdir ama, boy olursa câiz değildir.” demişler.

 

Özetlemek gerekirse; zaruri haller vardır, ilmî mecburiyetler vardır, tıpta, mimarlıkta, çeşitli haritacılıkta ve sâirede lâzımdır. Böyle bilimsel amaçlarla faydalı istikamette fotoğraf çekilmesinin mahzuru yoktur.

Bunun dışında, fotoğrafın az çok bir mahzuru olduğunu bilip de ihtiyatlı davranmak da gerekir. Çünkü böyle bu benim anamdı, bu benim dedemdi, bilmem ne diye duvarlara asarak, sonra zamanla gittikçe ona hürmet etmek suretiyle iş çığırından çıkabiliyor. Eski ümmetler böyle bir zamanki babalarının, bir zamanki kahramanlarının, komutanlarının resimlerini sonunda put edinmişler, karşısında tapınmaya başlamışlar; bu bakımdan uygun olmuyor.

Ölçülü bir müsaade var, ihtiyatlı davranmak lâzım diyebiliriz.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN