19. HARAM / HELÂL
a. Selâm Vermek
1. Soru:
Kimlere selâm verilmez, lütfen söyler misiniz?
Lâ ilâhe illa’llah diyen kimseye verilir. Günah üstünde olan bir kimseye verilmez. Abdest alıyorsa, dua ediyor diye verilmez. Kur’an okuyorsa, Kur’an okuyor diye verilmez. Namaz kılıyorsa, namazın içinde sana cevap veremeyecek diye verilmez. Vaaz ediyorsa, vaaz dinleyenlere ve söyleyenlere verilmez. Onun dışında bir münkerât, günah üzerinde duran bir kimseye selam verilmez.
2. Soru:
Hıristiyanın birisi bize “Selâmün aleyküm!” derse biz ona ne karşılık vereceğiz?
Peygamber Efendimiz, “Ve aleyküm…” derdi. Onlar Peygamber Efendimiz’e gelirlermiş; (Es-selâmü aleyküm) der gibi yapıp, biraz lafı bozup (Es-sâmü aleyküm) derlermiş. (Es-sâmü aleyküm) demek, “Sana ölüm olsun!” demek. Selâm’la sam, biraz karışıyor. Peygamber Efendimiz de, (Ve aleyküm…) diye cevap verirmiş.
Kendisi gayrimüslim hükümdarlara mektup yazdığı zaman, (Es-selâmü alâ meni’ttebea’l-hüdâ) diye yazmıştır; yani “Selam olsun hidayete tâbi olanlara!” demek.
Kâfire selâm olmaz. Kâfire Allah’ın selâmı, selâmetliği gelmez. Onun için, (Es-selâmü alâ meni’ttebea’l-hüdâ) demek lâzım, doğrusu o... Veya idare edip, “Teşekkür ederim, merhaba...” diye cevap vermek lâzım! Çünkü selâma kâfir iken müstehak değiller.
3. Soru:
Arazide yolda giderken vesaitle, motorla selâm vermek için el kaldırıyoruz. Sesimizin duyulmayacağı yerlerde elimizi
kaldırdığımız zaman olur mu?
İnşaallah olur. O zaman bir mecburiyet olmuş oluyor. Yahudilerin şeklinde değil de, kendimize mahsus şekillerle selamımızı ifade ederiz. Ben bazen yolda geçenlere, yolda biz geçerken giderken yolda duranlara veya öbür taraftan bu tarafa geçenlere korna çalıyorum veya kendim kenarda oturuyorsam, süren arkadaşa, “Yolda duranlara korna çal!” diyorum, öyle geçiyoruz. Diyorum ki;
“—Bu Selâmün aleyküm yerinedir.” Yani “dıt” yapıyor ama Selâmün aleyküm demek. Ne yapalım, başka türlü duyuramayız.
b. Rüşvet
1. Soru:
Ben mâlî müşavirin yanında staj görüyorum. Vergi dairelerine gidiyorum. Burada istemeyerek rüşvet vermek durumunda kalıyoruz. Bu konuda ne tavsiye edersiniz?
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:42
الرَّاشِي وَالْمُرْتَشِي فِي النَّارِ (طس. عن ابن عم رو)
ME. 649 (Er-râşî ve’l-mürteşî fi’n-nâr.) “Rüşveti veren de, alan da cehennemdedir.” Râşî ve mürteşî, rüşvet kelimesinden gelen iki kelime... Biz rüşvet diyoruz, Araplar daha ziyade rişvet diyorlar. Yâni, haksız işini yaptırmak için, işin başındaki memuru vazifesini yapmaktan saptırmak, haksızlığa göz yummasını sağlamak için verilen para...
42 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.296; Mu’cemü’s-Sagîr, c.I, s.57, no:58; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.284, no:3314; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Bezzâr, Müsned, c.III, s.247, no:1037, Abdurrahman ibn-i Avf RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.113, no:15077; Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.359, no:7026; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.160, no:12817.
Râşî, rüşveti veren kimse... Mürteşî de, rüşveti alan kimse...
Aslında bununla mücadele etmek için, vermemeye de direnmek lâzım! Almamak gibi vermemek de bir direnmedir, savaştır. Mümkünse vermeyecek.
Bir yerde rüşvet almak istemişler. Bizim bir arkadaşımız: “—Vermiyorum. İşimi yapmayacaksanız yatağı yorganı getireyim, şuraya yerleşeyim, burada kalayım.” demiş. Bakmışlar ki çok sağlam duruyor;
“—Geç.” demişler.
Biraz direnmek lâzım. Ama en son parantez içinde bir şeyi de, fetvayı da söyleyeyim.
“—Bir insanın zaten kendisinin hakkı olan normal bir işlemini karşı taraf yapmıyorsa onun da işi acilse o zaman kendi hakkının yerine gelip de işinin yürümesi için verebilir.” diyorlar ama bu iyi bir şey değil.
Çünkü alıştırmış oluyorsunuz. Belediyede bizim bir arkadaş anlatıyor. Fen İmar müdürlüğüne gelmiş, oturmuş. Önüne gelen evrakları hemen imzalıyor, hallediyor, bitiriyor. Bir daireye, bir apartmana gidecekler, oraya iskân ruhsatı verilecek. “Usulüne uygun yapıldı mı yapılmadı mı?” bakılacak. Gitmiş, bakmış; usulüne uygun. Meslekten mahzuru yok. Basmış imzayı. Arabayla dönerken müteahhit: “—Beyefendi! Allah razı olsun. Sizden önce şu kadar zamandır, bu kadar aydır bu iş için müracaat ediyordum, uğraşıyordum, olmuyordu. Siz bir günde hallettiniz. Şu zarfı kabul buyurun.” demiş. Eline bir zarf vermiş. Bizim arkadaş şoföre:
“—Arabayı kenara çek!” diyor.
Adamın yakasına yapışıyor:
“—Be herif! Ben senden bir şey istedim mi? İşi yaptım bitirdim, imzayı da attım.” “—Beyefendi! İstemediniz ama ne yapayım ötekiler beni çok uğraştırdılar. Sen işimi hemen hallettin.” Bizimki kızıyor:
“—Ben senden bir şey istedim mi? Siz bu kötü huyunuzla bu
rüşvete alıştırıyorsunuz. Vermeyeceksiniz! Ben senden istemedim ama herkes benim gibi sağlam olmaz ki. Dayanamaz alır. ‘Yan cebime koy bari!’ deyiverir.” En iyisi almamak. Almak haram.
Rüşveti alan da veren de ikisi de cehennemlik. Çünkü bir işlem iki taraflı tamam oluyor. Faiz almak da günah, vermek de günah. İçki içmek de günah, taşımak da günah. İçtirmek de günah, sunmak da günah; hamallığı bile günah. Faiz işleminde faiz alan da veren de günahta. Kâtibi de günahta.
Hadis-i şerifler böyle bildiriyor. Haram bir işin teşekkülünde hangi halkasında noktasında olursan ol; doğru olmuyor.
2. Soru:
Serbest mühendis olarak çalışıyorum. Resmi dairede işimi para vererek yaptırabiliyorum. Yoksa, mağdur durumda kalıyoruz. Bu durumda ne yapmamız gerekli?..
Tabii, “Rüşveti alan da veren de cehennemdedir.” diye hadis-i şerif var; rüşvet vermek haram... Fakat, hakkı olan bir şeyi karşı taraf yapmıyorsa, o iş yapılmadığı zaman da bir mağduriyet olacaksa... Meselâ, adam huduttan geçecek; rüşvet almak için bir şeyi bahane ediyor, geçirtmiyor, haksızlık yapıyor. Bu gibi durumlarda cevaz vermiş alimler... Çünkü, burada bir rüşvet bahis konusu değil; kendi asıl hakkının verilmesini sağlamak bahis konusu oluyor.
Bazıları böyle müsaade vermiş ama, esas itibariyle eğer durumu müsaitse, vermeyip mücadele etmek daha iyidir. Ki, rüşvet yayılmasın, şımarmasın öbür taraf...
3. Soru:
Hocam, rüşvet vermeden binamızın inşaatını tamamlaya- mıyoruz. Babam vermek istiyor, ben karşı çıkıyorum. Bu durumda rüşvet verilir mi? Ben babama karşı nasıl davranmalıyım?
Buyurun, içtimaî bir dert... Bina tamamlanamıyor. Ölür
müsün öldürür müsün? Rüşvet haram, bina da tamamlanmıyor. Ne yapsan olmuyor, “İlle o parayı vereceksin.” diyor. Rüşvetin verilmemesi esas.
Allah’tan yardım istemeli; vermemeli be! Bina yarım kalsın; harama girmemeli!
“—Şu insafsıza insaf ver yâ Rabbi! Benden rüşvet istemesin de şu işi bitirsin, sebebini halk et yâ Rabbi!” diye Allah’a yalvarmalı.
Allah kendisine tevekkül edenleri sever.
Bir deneyin bakalım, tevekkülün ne güzel şey olduğunu görün. Haram para vermeyin!
c. İçki
1. Soru:
İşyerinde arkadaşlar beni zorluyorlar: “Sen içmiyorsun, bize rakı, bira ısmarla!” diyorlar. Ben günah diye ısmarlamıyorum, “Biz kola niyetine içeriz.” diyorlar. Ne dersiniz?
Öyle saçma şey olmaz! Kola niyetine içeriz demekle içki içmek helâl olmaz. İçkiyi ne içecek, ne içirecek, ne sunacak, ne taşıyacak, ne alacak, ne satacak; hepsi yasak İslâm’da... Her çeşidi yasak... Müslümanlarla alay ediyorlar, dalga geçiyorlar, haberiniz olsun!..
Parayı senden alacaklar, günahı sana yükleyecekler. Öyle şey olmaz!
2. Soru:
Ben içki satan bir otelde çalışıyorum. Otelin bir mescidi var; orada kıldığmıız namaz kabul olur mu?..
Otel esas itibariyle yatmak içindir, meyhâne değildir. Ama oteller lüks olduğu zaman, Turizm Bakanlığı mecburiyet koymuş, ille içki bulunacak filân diye... İçki de bulunduruyor ama, otel aslında yatmak için yapılmış bir binadır. Mescidi de olması, otel sahibinin nisbeten iyi bir kimse olduğunu gösteriyor.
O mescidde namaz caizdir. Otelin sahibi mescid açtığı için
sevap alır, içki sattığı için vebal alır. Ama, bu kişinin ordaki namazında bir mahzur yoktur.
Esas itibariyle hepimizde bir kusur var ki, Turizm Bakanlığı böyle bir mecburiyet koymuş ve kredi vermiyor. Bizim biraz aktif olmamız, isteğimizi söylememiz lâzım!.. Gittiğimiz yerlerde içkili otellere, “İçki olduğu için kalmıyorum. İçki olmasaydı kalırdım.” dememiz lâzım!.. Bir de Turizm Bakanlığı’na bu hükmü koydurtmamamız lâzım!.. Beşyıldızlı bir otel olmalı ama, içki
koyma mecburiyeti olmamalı!.. Bizim memleketimizde içmesin adam, kendi memleketinde ne zıpırlık yaparsa yapsın... Biz zorlayalım!..
Suudî Arabistan’da içki satmak yasak... Adamlar bizden ileri bu konuda... Yaptırtmıyorlar, içki satanı cezalandırıyorlar.
d. Mezar Yaptırmak
1. Soru:
Kabir etrafında yapılan mermerlerin hükmü nedir? Müslümanların kabirleri nasıl olmalıdır?
Müslümanların kabirleri sade olmalıdır, mermerlemeye ve
saireye lüzum yoktur, gerek yoktur. Sadece kabir olduğunu belirten bir işaret kafidir. Sade olması daha iyidir ama mesela çok mühim bir zât, mesela hocamız, ziyaret edenleri var. Eh, kim olduğu, vefat tarihi ve sairesi yazılmış; bunu da câiz görmüşler.
Netice itibariyle külfettir tabii bu, parası olur insanın veya olmaz, yapabilir veya yapamaz. Şöyle bir kabri olması, başına ucuna mümkünse ağaç dikilmesi ve öylece kabir olduğunu belli edilmesi daha iyi.
2. Soru:
İslâm’da türbe olayı var mıdır; bu konuyu aydınlatır mısınız?
İslâm’da kabre gömülmek vardır. Üstüne kabir olduğunu belirten bir çubuk veya işaret koymak vardır. Kabirlerin süslü
olması yoktur. Türbe yapılması hiç yoktur. Peygamber Efendimiz’in zamanında olan bir şey değil...
Ama, bazı çok mübarek, meşhur kişilerin kabri üzerine böyle şeyler yapılmıştır. Bunlardan birisi de Peygamber Efendimiz’in kabridir. Sonra Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali Efendimiz’in, Fâtımatü’z-Zehrâ Anamızın ve diğerlerinin türbeleri yapılmış. Sevgiden, saygıdan, hürmet görsün diye yapmışlar.
Aslında kabirlerin sâde olması esastır.
3. Soru:
Melbourne’da müslüman Arnavutların bazıları ölülerini tabutla gömüyorlar, bunun İslâm’da yeri nedir?
Tabutla gömmek diye bir şey yok. Tabutu kim bulmuş ki tabutla gömecek. Tabut mecburiyeti yok yalnız kefen mecburiyeti var. Eski zamanda geride kalanlar kefen olmadığı zaman ölünün üstüne elbisesini örterdi. Bazen elbise de kısa olurdu. Başını ötse
ayağı açık kalırdı, ayağını örtse başı açık kalırdı. Bir örtüyle örtülecek o kadar.
Öyle tabut mecburiyeti yoktur. Kadınlar için tabutuyla gömülse daha iyi olur. Tabutun içinden çıkartılmadan, vücudunun şekli belli olmadan gömülmüş olur diye tabutuyla gömülse olur demişler ama tabutla gömmek mecburiyeti yok.
e. Gayr-i İslâmî Yayınlar
1. Soru:
Gayr-i İslâmî bir gazete üç ayrı ansiklopedi veriyor. Ansiklopedileri para ile alsak daha fazla tutuyor. O ansiklopedileri almak için, bu gazeteyi alabilir miyiz?
O gazetelerin bir çok muzır tarafları var, yalan yanlış tarafları var... Onları yutturmak için, bu taraftan hediye veriyor; millet de onu alıyor. Alınca da o çıplak, müstehcen resimleri görüyor, o yalan yanlış fikirleri okuyor.
Bunları alın diyemeyiz, alın demek câiz olmaz. Müsbet bir gazete olsa, onun zaten gazete diye alsa, kupon verdiği için kesse bir de ansiklopedi alsa, olur. Müsbet olmayınca almak câiz olmaz.
O kitapların da ne derecede doğru olduğunu Allah bilir. Ben bazı maddelerine bakıyorum, oralarda da sabotajlar olabiliyor.
2. Soru:
Gayr-i İslâmî yayınları, “Nasıl olsa alan alıyor.” diyerek satmak câiz midir?
Câiz değildir. İçinde günah olan şeyleri satmak da caiz değildir. İçkiyi içmek de haramdır, satmak da haramdır. Günah olan bir şeyi yazmak da haramdır, yaptırmak da haramdır, satmak da haramdır. Satamaz!..
f. Yılbaşı Kutlamak
1. Soru:
Yılbaşında müslüman nasıl hareket etmeli? Çerez satan bakkal o gün çerez satabilir mi?
Satar. Müslüman yılbaşı eğlencelerine katılamaz. Evinde bu eğlenceleri yapamaz. Evini o gece için hazırlayamaz. Çam ağacı alamaz. Hindi kesemez. Gâvurlara benzemeyiz. Kâfirlerin yaptığı işleri yapamaz. Noel Baba’ya itibar edemez. Böyle saçma şeyler tamamen İslâm’ın dışındadır, yapmaması icap eder.
Hıristiyanlar çam ağacını koyuyorlar çünkü “Hz. İsa çam ağacına inecek.” diye düşünüyorlar. Hıristiyan âdetidir. Noel Baba hıristiyanların bir ne idüğü belirsiz şahsiyetidir, bizimle hiçbir ilgisi yoktur. Yılbaşı eğlencelerini yaparsak büyük günahlara girmiş oluruz.
Biz o gün sâir günlerden daha erken yatalım. İbadetimize daha düşkün olalım. Yatsı namazından sonra hemen yatalım, bizim ışıklar sönsün. Geceleyin 3’te, 4’te teheccüd namazına kalkalım: “—Yâ Rabbi, bu gafillerin yaptığı ile benim hiç alâkam yok! Ben onlara hiç razı değilim. Onlar gibi de yaşamadım.” diye dua edelim.
Yatsı ve sabah namazlarına dikkat edelim. Ve onların hiçbir şeyine uymamaya gayret edelim.
2. Soru:
Milâdî yılbaşında sırf müslüman dostlarımızı hatırlamak, onları aramak maksadıyla tebrik gönderilmesine ne dersiniz?
“Doğru olmaz.” derim. Çünkü müslümanların gayri İslâmî âdetleri uygulaması yanlış bir şeydir. Bizim onların her şeylerine karşı tavır koymamız lâzım; kendi yolumuzu, kendi tavrımızı bilmemiz lâzım! Kılıkta, kıyafette, örfte, âdette, yaşayışta, evde barkta...
Bu evi, bu binayı seviyoruz. Neden? Bu bizim kendi mimarimiz diye. Ben betonarmeyi sevmiyorum. Tabii mecbur kalıyoruz, oturuyoruz da...
Her şeyin bize mahsus olanını tercih etmeliyiz. Kaldı ki burada
bizim kendi an’anevî, dinî değerlerimize karşı gayrimüslimlerin değerleri var. Onların revaçta olma meselesi var. Hurafe var, bâtıllar var. Onun için, onlara uymak hiçbir şekilde gerekmiyor.
Eğer kardeşler arasında muhabbeti arttırmak istiyorsanız, Mevlid Kandili münasebetiyle, daha başka mübarek günler münasebetiyle veya o kardeşimizin bir mutlu gününü defterinize kaydedip onu bahane ederek dinî vesilelerle tebrikleri öyle yapın. Çocuklarınıza hediyeleri dinî günlerde alın!
“—Bugün Mi’rac Kandili, ben sana bunu getirdim oğlum, yavrum...” diyerek onların zihinlerine dinî günlerin yerleşmesine gayret edin.
Meselâ, kardeşlerinizi de “Cuma mü’minin bayramıdır!” diye cuma günü tebrik edin.
Üç Aylar gelecek, Regaip Kandili olacak; o vesileyle yaparsınız. “Receb-i Şerîf’iniz, Üç Aylarınız hayırlı olsun!” dersiniz. Kandil günlerini tebrik edersiniz. Bir başarısını tebrik edersiniz... Başka vesileler, İslâmî vesileler bulun; her vesileyle İslâm’ı hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışın!
3. Soru:
Yeni yılı kutlamak müslümana caiz midir?
Caiz değildir. Çünkü, Peygamber SAS Efendimiz, kâfirlerin adetlerine uymamayı pek çok hadis-i şerifinde emrediyor. Özellikle uymamak lâzım, inadından söylememek lâzım. Çünkü, bu adetler çok önemlidir. Özellikle yılbaşı gecesinde, onlar on ikiye kadar duruyor mu? Bizim tavuk gibi yatsı namazını kılıp yatmamız lâzım! Bizim inadına teheccüde kalkmamız lâzım. O vakitte uyuyun! Yani özellikle muhalefet etmek de, çocuğumuza da korumak bakımından önemlidir.
Perdeleri kapatacaksın.
“—Aman evlâdım, bugün şeytanın cirit attığı zamandır, günahların çok olduğu zamandır. Gel biz erkence yatalım da, sahura, teheccüde kalkalım! Bir de yarın oruç tutalım da, geçemiz
bu günahkârlar gibi geçmesin; biz Allah’ın emrini tutalım!” diyeceğiz, muhalefet edeceğiz.
Muhalefet ne demek? Aykırı iş yapmak demek… Kâfirin adetine, örfüne aykırı iş yapmak sevaptır. Uymak günahtır.
“—Efendim, eve çam ağacı alsak, süslesek, olur mu?”
Olmaz, büyük günah…
“—Yılbaşını kutlamak olur mu?”
Olmaz.
“—Pekiyi, komşumuzdur. Ne yapacağız?” “—Allah seni mutlu etsin!” dersin.
Mutlu olması için müslüman olması lâzım. Müslüman olursa mutlu olur. Olmazsa olmaz, geçiştirirsin.
4. Soru:
Yılbaşı gecesini hristiyanlar gibi kutlayan hacının hükmü nedir? Buna müslüman diyebilir miyiz, kâfir olur mu?
Günahkâr oluyor. Kâfir olması için Allah’ın bir emrini, bir ayeti veya Peygamber Efendimiz’den sübûtu kat’î olan bir şeyi, “Ben böyle şey istemiyorum, kabul etmiyorum, muhalifim.” diye inkâr etmesi lâzım!
Bunlar cahillikten neş’et ediyor. Günah kazanıyorlar, büyük günahlar kazanıyorlar.
5. Soru:
Bu zamana kadar bilmeden yılbaşlarını kutlamış, o gecelerde eğlenmiştim. Hâlim nedir? Ne tavsiye edersiniz?
Yanlış olan şeyler için tavsiye, tevbe etmektir. “Yâ Rabbi! Ben bilmeyerek veya bildiğim halde nefsime mağlup olarak, şeytana uyarak şu hatayı, bu günahı işledim. Affet yâ Rabbi!” dersiniz, sadaka verirsiniz, hatim indirirsiniz.
Günahları affettirmenin vesileleri vardır. Peygamber
Efendimiz SAS Efendimiz buyuruyor ki:43
عِنْدَ كُلِّ خَتْمَةٍ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ (كر. عن أنس)
RE. 320/6 (İnde külli hatmetin da’vetün müstecâbetün) [Her hatimden sonra müstecâb bir dua vardır.] Yâni, “Bir hatim sonunda yapılan dualar makbuldür.” Bir hatim indirirsiniz, dualar makbul olduğundan, o zaman açar elinizi, dua edersiniz; güzel bir vesile... Sonra bir namaz, kendinden önceki namazla aradaki günahların affına sebeptir. Tutulmuş olan bir ay Ramazan orucu, kendinden önceki tutulmuş olan Ramazan’la aradaki günahların affına sebeptir. Bir hac ve umre, kendinden evvelki hacla umreyle aradaki günahların, eğer daha önce hac ve umresi yoksa evvelki günahların affına sebeptir.
Demek ki, büyük silme yapmak istiyorsanız, hacca umreye gidersiniz. Senelik silmeler, affedilmeler Ramazan’la oluyor.
Cuma namazlarına gittiğiniz zaman, cuma günleri Kehf Sûresi’ni okuduğunuz zaman, gusül abdesti alıp camiye gittiğiniz zaman; bunlar da bir haftalık günahın üç gün ziyadesiyle yani on gün olarak affına sebep oluyor.
Haftalık silme cumada oluyor. Yıllık silme Ramazanlarla oluyor. Ömürdeki büyük silmeler hac ve umrelerle oluyor.
Bunlar vesilelerdir. Çeşitli şekillerde bunları kullanarak hatalardan sıyrılmaya, günahlardan kurtulmaya gayret edebilirsiniz.
43 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.416, no:2254; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, c.VII, s.260; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.VI, s.279, no:985; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.125; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IX, s.390, no:4984; İbn- i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.271, no:1577; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.47, no:4121; Zehebî, Lisânü’l-İ’tidal, c.IV, s.412, no:9643; Enes ibn-i Malik
RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.160, no:3340; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.777, no:1786; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIV, s.328, no:14396.
g. Camide Çan Sesi
Soru:
Camilerde bulunan bazı saatler belirli zamanlarda çalıyor. Bazı kimseler bunların sesini kilise çanının sesine benzetip, bunların camide bulundurulmasını haram sayıyor. Bu konuda bizlere İslâm’ın hükmünü bildirir misiniz?
Doğrudur. Adamlar saaati sesini kilisenin sesine tam benzetmişler. Münih’te kilise çanı nasıl çalıyorsa, aynen o kilise çanının sesini saate vermişler.
Onun için, bu saatleri kullanmak doğru değil... O sesi çıkarttırmak doğru değil... Ama kullanılmışsa, haram değil de mekruh diyebiliriz. O sesi iptal etmesi uygun olur diyebiliriz. Kısarsınız, başka bir sisteme döndürürsünüz. Veyahut o saatleri hiç almazsınız, herifler o saati imal etmez. O kilise sesini saate koyan adamlar iflâh olmaz, daha da batar. Ne diye o saati alacaksınız, öbür saati alırsınız. Başka saati alın!..
Doğru değil, benim de sinirime dokunuyor. Münih aklıma geliyor, başka gâvur diyarı aklıma geliyor. Orada duyduğum şeyler aklıma geliyor. Oralarda evlerde vs. kilisenin çanı çalıyor.
Mehmet Akif ne demişti?
Ne zillettir ki nâkûs inlesin beyninde Osman’ın
Müslümanların beyninde çan seslerinin çınlaması ne kadar büyük zillettir!
Biz Türkiye’de saat yapmaktan âciz miyiz? Türkiye’de teknoloji yok mu? Âlâsı var. Biz zevkten mahrum muyuz? Böyle bir kilise sesi, çan sesi olmayan bir saat yapmaktan âciz miyiz? Nasılsa girmiş camimizden içeri, kulağını burup, sesini kesmekten âciz miyiz? Zor bir şey mi?
Hiç de zor bir şey değil! Onun için bu gibi şeylere dikkat etmeli!
Bütün halıların üstünde put deseni var!.. “Nereden oluyor
bunlar?” diye sordum. “Desenler İtalya’dan geliyor.” dediler. Adam koyuyor kendi putunu, tam göbeğine halının... Her tarafta haç, put... Her taraf haç dolu... Dikkat et, “Ben böyle deseni istemiyorum!” de!.. Mümkünse hilâlli olsun, İslâmî desenler olsun...
h. Kola’da Alkol
1. Soru:
Bazı kolalarda alkol olduğu söyleniyor; doğru mu?
Alkol olduğunu bilmiyorum. Yalnız bazı markalarda uyuşturucu ve alışkanlık yapıcı maddeler olduğu söyleniyor.
Sorunun tam cevabı olmaz da, bu konuda umûmî bir şey söylemek istiyorum kardeşlerime... Bakkaldan gidip iki tane limon alın, bir tencere limonata olur. Şu kadarcık bir şey alıyorsunuz, dünyanın parasını veriyorsunuz. Yazık, günah... Limonları alın, şişeye sıkın; şekerle iyice karıştırın! Ondan sonra gittiğiniz yerde, plastik bir bardağın içine biraz su koyup, ondan karıştırıp içtiniz mi, otuz kişiye yetecek limonata olur. Biz hacca giderken filân böyle yapıyoruz, bozulmuyor da...
Bunun dut şurubu böyle oluyor, vişne şurubu böyle oluyor. Tabii olarak sıkıyorsunuz, hiç kaynatma filân yok... Kevgirden geçiriyorsunuz. Üstüne boca ediyorsunuz toz şekeri... Böyle kıvamlı koyu bir şey oluyor. Koy şişeye... Gittiğin yerde, bardağın dibine bir parmak dök ondan... Üstüne su koy, içine bir buz at... Kaç kişi istifade ediyor.
Benim şu anda midemde gastrit var, onikiparmak barsağında ülser var... Bizim gibi insanların stresli hayatından, telâşımızın çokluğundan oluyormuş. Hacca filân gittiğimiz zaman, ordaki kolalı içecekleri içince hasta oluyorum. İçindeki malzemeler zararlı malzemeler oluyor, asidi fazla geliyor. Veyahut içinde bir başka boya malzemesi oluyor, kanserojen bir şey olabiliyor.
En iyisi her şeyin tabiisi... Pamuklu giyinmek, yünlü giyinmek, deri giyinmek... Has ekmek, kepekli ekmek yemek... Tabii meyva
suyu içmek...
Sütü al, yoğurdu kendin çal... Çünkü, Allah bilir o yoğurdu yapanlar nasıl yapıyorlar!.. İçine kireç mi koyuyorlar, salyangoz mu koyuyorlar... Kendin göre göre yap!.. Sütü al süt kurumundan, yoğurdu kendin mayala!..
Tabii gıdaya alıştırın kendinizi... Alıştıralım hepimiz, prensip edinelim!
2. Soru:
Kola gibi meşrubatlarda alkol olduğunu duydum. Bunun aslı var mıdır? Şayet alkol varsa içmek caiz midir?
Bunlarda alkol olduğunu değil de içinde kanserojen, kanser meydana getiren bazı maddeler olduğu müzakere ediliyormuş Amerika’da. Kola galiba bir bitkinin sıkmasından elde ediliyormuş. Biraz böyle uyuşturucu havası varmış deniliyor. Fakat bunların içilmesinde sırf kola olmasından dolayı bir mahzur olduğunu sanmıyorum. Yalnız, kanser yapan zararlı maddeler var diye söyleniyor.
i. Kolonya Kullanmak
1. Soru:
Kolonya sürüyoruz, içinde alkol olduğunu söylüyorlar. Bu durumda kolonya sürmek câiz mi?
Diyanet’e sormuşlar. Onun olabileceğini söylemiş. Ama ihtiyaten onu da sürmekten kaçınan takvâ ehli kardeşler de var. Tam alkol değil, yani başka bir şey olduğu için, “olur” diye, itimat ettiğimiz, fıkıh bilgisine güvendiğimiz kimseler de “Mahzur olmaz.” diye söyleyenler var... ”Atılması ayrı da, atılmadan da kullanılmasında bir mahzur yok.” diyenler var.
Ben şahsen çekiniyorum. Kendi üstüme de damlatmamaya gayret ediyorum, sürmemeye de gayret ediyorum.
Ama şimdi bizim çekinmemiz ayrıdır, halka kolaylık tarafı varsa onu söylemek gerekir. Fetva kolaylaştırıcı tarzda verilir. Diyanet’teki şahıslar fetvayı vermişler. Fakat benim ayrıca itimat
ettiğim, fıkıh bilgisine iyice güvendiğim kimselere de sorduk, ”Olabilir.” dediler.
2. Soru:
Kolonya kullanmak caiz midir? Misafire kolonya dökmekte bir vebal var mıdır?
Misafire kolonya hakkında ihtilaf vardır. Kolonyanın içinde alkol olduğu için, ”O alkol necistir.” diyen alimlere göre kullanmak ihtiyata uygun olmuyor. Necaset sürülmüş oluyor, necislik elbiseye geçmiş oluyor.
Fakat caizdir; çünkü doğrudan doğruya alkolün, içkinin, hamr’ın kendisi değildir. Hamr’da da bulunan bir kimyevî maddedir. ”Bizzat kendisi olmadığından ve başka bir maksatla kullanılan ve içilmeyen bir şey olduğundan uygundur, mahzuru yoktur.” diyen de vardır. Onlara göre kullanılabiliyor, misafire de ikram edilebiliyor.
İnsan ihtiyaten, mümkünse kullanmaz. Esans şişelerinden
ikram eder, gül yağı ikram eder. Ama madem böyle bir müsaade vardır, kullananları da pek aşırı suçlamamak lâzım. İhtiyata uygun olan, mümkünse kullanmamaktır.
Diyanet İşleri’nde sorulduğu zaman “Kullanılabilir.” diye fetva vermiş ama ihtiyaten, takvâ cihetiyle kullanılmasa daha iyi olur.
j. Sigara İçmek
1. Soru:
Sigara haram mıdır?
Sigara, bizim mezhebimize göre kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur. Bazı mezheplere göre haramdır. Suudlulara göre haramdır.
Sigara ilk çıktığı zaman, İslâm ülkesinde yapılan bütün sorgulamalarda bütün mezheplerin müftülerine sorulduğu zaman; “Sigara haramdır.” demişlerdir, “Duhandır, israftır, sıhhate zararlıdır.” demişlerdir.
Ama buna rağmen askerler, yeniçeriler içmiştir; Trakyalılar
içmiştir, Bektâşîler içmiştir, İstanbul’un tulumbacıları içmiştir; ayaktakımı, baldırı çıplaklar içmiştir. Sonunda yüksek şahsiyetler de içmeye başlamıştır; tömbeki, nargile diye vezirler, ağalar, beyler, paşalar da içmeye başlamıştır. Yaygın bir belâ haline gelmiştir.
Ulemâmız bu meseleyi araştırmış, incelemişlerdir. Özeti: Kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur.
İnsanın sıhhatine zarar vermesi bakımından haramdır. İnsanın vücuduna zarar vermemesi lâzım! Damar sertliği yapıyor, damarları tıkıyor, kalp hastalığı yapıyor, kansere yol açıyor. Doktorların hepsi bilir, bütün tıp ilmi ittifak etmiştir, hastahanelerin kapılarında yazar; “Sigara içmeyiniz. Sigara insanı yavaş ölüme götüren bir şeydir.” diye... Binânenaleyh, ölüme götürücü bu şey zararlı olduğu için doğru değildir, haramdır. Parası israftır, haramdır.
Dinî bakımdan da sigara içmek, “Azıcık içiyorum.” ve saire denilirse, kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur. İçilmemesi lâzımdır.
2. Soru:
Sigara içilmesi hakkında ne dersiniz?
Sigaranın hiç içilmemesi gerektiği ve sigara içmekle mücadele edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Müslümanlardan çok sigara içenler var, hacılardan da var. Camiden, kendisini dışarıya zor atıyor, hemen cebine davranıyor, çakmağını, sigarasını çıkartıyor, sigarasını tellendiriyor.
Sigara, öldürücü bir hastalık, öldüren bir hastalık, ama yavaş yavaş öldürüyor, ölüme götüren bir alışkanlık, son derece kötü. Sigara içen kimse kendisine çok zarar veriyor, vücudunu kendi eliyle zehirliyor, sorumluluk yükleniyor.
Arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, sigaranın zararını ilerici, gerici, bütün herkes, bütün doktorlar kesin söylüyorlar. Amerika’da adamın birisi akciğer kanseri olmuş, sigara fabrikalarını dava etmiş. Ben bu sigara içmeye bunlar reklam yaptığı için alıştım, şimdi kanser oldum, bunların yüzünden
kanser oldum diye davayı kazanmış, bilmem ne kadar milyar para almış. Onun üzerine, şimdi mecburen sigara şirketleri sigaraların üzerine, ”Bu sağlığa zararlıdır!” diye Amerika’da yazmak zorundaymış. Birisi daha dava etmesin diye. Televizyonlardan, radyolardan reklamı kaldırtılmış, yasaklanmış. Yani, onlar böyle uğraşmaya çalışıyor.
Şimdi ben de sigara içilmesin diye sigaranın aleyhinde uğraşıyorum. Bazıları bana mektup yağdırıyor, hocam sen karışıyorsun bizim sigaramıza diyor. Hele bir hocadan bahsettiler, sigarasını içiyormuş böyle, en son bir nefesi alıyormuş, ondan sonra camın içinde mermerin üstüne sigarayı koyuyormuş: “—Allahu ekber!” deyip namaza duruyormuş.
Namazı kılıyormuş:
”—Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llah, Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llah!” deyip, hemen sigarasını alıyormuş, içiyormuş.
İnsaf! Ben bunu duyunca, tabii çok aleyhinde bir şeyler söyledim. Bana 5 sayfa, 10 sayfa mektup gönderenler oldu. Hocam, işte tanınmış, meşhur, veli, hoca, hacı kimselerden sigara içenler var bilmem ne… İşte senin de hürmet ettiğin, tarihte adı geçen filanca mübarek zat, filanca içmiş filan.
Ben onu bunu bilmem. Bizim nümûne-i imtisalimiz, Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa SAS Efendimiz. Öyle, “İyi bir insan bir şey yaptı, o halde ben de o işi yapayım!” diye bir mantık İslâm’da yok. İslâm hukukunun kaynakları, ahkâm-ı şeriyenin kaynakları; Kur’ân-ı Kerim, hadis-i şerifler, kitap, sünnet, icmâ-yı ümmet, kıyas-ı fukaha, işte birkaç fer’î delil daha var.
Şimdi bunun dışında, “Falanca adam bunu yapmış, ben de yapayım!” öyle şey yok. Adam iyidir, yapmıştır, belki zaafından yapmıştır, belki öyle yapar görülmüş, ondan sonra birisini ıslah etmiştir, belki başka bir şey vardır. Ben onu bilmem, o benim delilim olmaz. Ama, sigara sağlığa zararlı, vücudu tahrip ediyor, duman koklamak haram vs, vs. Sigara içilmemesi lâzım. Ben dergide o zaman yazı yazdım, birileri de böyle mektuplar gönderince bana, gece bir güzel rüya gördüm, teferruatını unuttum ama, rüyamda benim yaptığımın güzel olduğunu ifade
eden bir rüyaydı bu, el-hamdü lillâh, ben de rahatladım.
Çünkü beni tarikat yönünden sıkıştırıyorlar. Diyor ki, tarikat büyüklerimizden filanca da içmiş, ben de tabii o zaman o benim hürmet ettiğim kimseler tarihte, ama olsun, sigara zararlı. Sigara faydalı diyen bir insan yok. Sigara çok zararlı bir şey. Onun için içilmemesi lâzım!
Çocuklarımıza alıştırmayalım, içene söyleyelim, 40 defa söyleyelim, 40 defa içiyorsa, biz de 40 defa söyleyelim, 41. defa yine içiyorsa, 41. defa yine söyleyelim. Madem o hatalı işi yapmakta ısrar ediyor, biz de doğru şeyi söylemekte ısrar edelim, peşini bırakmayalım, azaltalım, engelleyelim! Bu içenleri azaltalım, çocukları özendirmeyelim. Zararlarını bir güzel anlatalım, çalışma yapalım. Çünkü geri kalmış ülkeleri böyle çürütüyor bu adamlar… Kendi ülkelerinde, “Bu iş zararlıdır!” diye yazıyorlar, buralardan büyük paralar kazanıyorlar.
Almanya’da üç ciltlik bir kitap hediye ettiler bana, Türkiye’deki bir hoca efendi yazmış. Tarihini de incelemiş bu işin… Osmanlı’da bu sigara tiryakiliğini çıkarttırıp çok zengin olan Avrupalılar, bu işi nasıl böyle körüklemişler, beğendirmişler, üç cilt, böyle güzel bir kitap. Almanya’da bıraktım ama çok teferruatlı bilgi toplamış, resimler koymuş. Müslümanlarla alay ederek, sigaralara böyle İslâmî isimler koyarak, (yani müslümanı öyle kandırmak için) ne oyunlar yaptıklarını o kitapta çok güzel anlatmıştı. Bir hoca efendi ama, ismini hatırlayamadım, içilmemesi lâzım.
3. Soru:
Kocamla evlenmeden önce sigara içiyordum. Şimdi bırakmak istediğim halde ara ara içiyorum. Kocam “Sigara içmene razı değilim.” diyor. “Hakkımı helal etmem.” filan demiyor. Acaba benim üzerimde bu noktadan hak talep edebilir mi?
“—Razı değilim!” demesi yeter. Yani, bir kadından kocasının razı olmaması kötü bir durumdur, fena bir durumdur. Peygamber Efendimiz’in bildirdiğine göre kadının kocasına itaat etmesi lâzım. Hele böyle bir mekruhâtı işlemekte itaat etmezse, o da “Razı
değilim.” dediği zaman bunun zararını çeker.
Onun için sigarayı bıraksın. Öyle kendisini teselli etmeye çalışmasın. “Razı değilim.” demesi, “Hakkımı helal etmem.” demek gibi tehlikeli bir şey. Bırakıversin. Zaten yanlış bir şey.
4. Soru:
Dükkânımda sigara satmamın bir mahzuru var mı?
Sigara sıhhate zararlıdır. Alimlerimizin bir kısmı mekruhtur demiştir. Bazı mezheblere göre haramdır. Meselâ, Suudî Arabistan’da bugün haram diye fetvâ veriyorlar. Osmalı diyarına ilk geldiği zaman, dört mezhebin fakihlerinden sorulmuş; o zaman haram demişler. Sonradan biraz belvâ-yi âm meselesinden, yâni herkes mübtelâ olduğundan dolayı, “Kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur.” demişler.
O bakımdan, mümkünse satılmaması lâzım geliyor.
5. Soru:
Sigara içenin arkasında namaz kılmak câiz midir? Hükmü nedir? Haram mı, mekruh mu?
Sigara kerahât-i tahrimiye ile mekruhtur. Bazı mezheplere göre haramdır. Ama imam sigara içiyor diye arkasında namaz kılmazlık yapılamaz, kılınabilir.
Sigara içmek, bizim mezhebimize göre kerahât-i tahrimiye ile mekruhtur. Bazı mezheplere göre haramdır. Suudi Arabistan’da haram diye fetva vermişlerdir.
Ama israf olması haramdır. Çünkü para havaya gidiyor. İsraf
oradan haram. Sıhhate; kalbe, akciğere, karaciğere zararı oluyor. Kansere sebep olduğunu biliyoruz. Sigara içenlerin yüzde 80- 90’ının kanser olduğunu biliyoruz. Sıhhatine suikast etmesi de haramdır. O bakımdan doğru olmuyor. Haramlık tarafı kuvvet kazanıyor. İçenleri Allah yakın zamanda kurtarsın. Hatta hemen kurtarsın. Yanınızda varsa dışarıda çöp tenekesine atın, içmeyin!
6. Soru:
Haram ile mekruhun arasında fark nedir; bize açıklama yapar mısınız?
Sigara içmek mekruh dedik ya. her halde o bakımdan soruluyor.
Haram; yapılmaması gerektiği Kur’an-ı Kerimle, şer’î delil ile kesin olarak belli olan şeydir. Kesin olarak belli ki, dinde bunun yapılmaması lâzım; ona haram derler.
Mekruh; Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerine uygun olmayan, yapılmaması uygun olan, sünnete aykırı şeylere mekruh denir.
Mekruh iki çeşittir: Kerahat-ı tahrimiye harama yakındır, kuvvetli bir mekruhtur, yani yapılmaması uygun olan çirkin bir şey. Bir de kerahat-ı tenzihiye vardır, o biraz daha hafiftir ama; yine mekruhtur.
Tabii haramı işlemek çok büyük suçtur. Mekruhta çeşitli ulemanın farklı fikirleri olduğundan, orada hüküm biraz daha yumuşaktır ama; yine doğru olmayan bir şeydir. Hani insan trafikte bazen elli dolar ceza yiyor, bazen daha çok, yüz elli dolar filân oluyor. Meselâ Suudi Arabistan’da kırmızı ışıkta geçmek dokuz yüz riyal cezaymış, bir hafta hapismiş, arabaya da el koymakmış. O zaman o delikanlılar, isterse kırmızı da geçsin! Polis yakaladı mı, orada bir hapis cezası yiyor. Yâni, cezaların farklı olması gibi.
Tabii bu cezalar idam cezası gibi değil, müebbed hapis gibi değil ama, ceza işte. Mekruh da doğru olmayan bir şey ama, haram kadar ağır bir suç değil; biraz daha hafif bir şey.
Tütün için, benim elimdeki vesîkada, dört mezhebin kadısı, hepsi haramdır demiş. Bugün Suudi Arabistan’da da hâlâ haram diyorlar. Ama sigara içilen ülkelerde alimler biraz taviz mi vermişler, nereden ruhsat buldular bilmiyorum. Bir kere, israf olduğu için haram diyorlar; israf çünkü, faydası yok. İkincisi; sıhhate muzır olduğu için haram diyorlar. Daha başka deliller getiriyorlar. Kimisi de bir bahane buluyor. Tabii sakınmak lâzım, içmemek lâzım!..
Muhterem kardeşlerim, içinizde içenler varsa, bunu bırakması lâzım. Tıbbî bakımdan çok büyük mahzuru var. “Siz kendinizi öldürüyorsunuz ama, yavaş yavaş öldürüyorsunuz!” diye yazıyor levhalarda... Yavaş yavaş ölüme gidiyorsunuz, kendinizi zehirliyorsunuz. Çünkü bunun akciğeri doldurduğu, kanser yaptığı, damarlarda kolestrol biriktirdiği, damar sertliğine yol açtığı kesin. Sıhhate zararlı... Allah size sıhhati, vücudu emanet vermiş; ona hıyanet etmiş oluyorsunuz; bu bakımdan doğru değil.
Dînî bakımdan da haram diyen alimler var, mekruh diyen alimler var, kerahet-i tahrimiye ile mekruh diyenler var... Ne olursa olsun, doğru olmayan bir şeydir, içilmemesi lâzım!
“—Alıştım?”
Alıştıysan da bırak! Ben günde iki paket içerken bırakmış kimseler biliyorum.
Tabii, küçükken alışılıyor. Delikanlılık zamanında, insanın başında kavak yelleri estiği zamanlarda sigara içmek büyüklük gibi geliyor delikanlılara... Delikanlı oldum artık diye köşe başlarında zincir sallayıp, sigara tüttürmek delikanlılık alameti sayılıyor. Alışılıyor, alışıldıktan sonra da bırakılmıyor.
“—Sinirlendim, yak bir sigara!”
“—Üzüldüm, yak bir sigara!”
“—Karnım açıktı, yak bir sigara!”
“—Karnım doydu, yak bir sigara!”
Yanlış bir şey tabii, gidiyor. Bunun bırakılması lâzım; hem dînî bakımdan, hem tıbbî bakımdan...
k. Vakıf Malı
Soru:
Benim bir gecekondum vardı, müteahhide verdik. Buranın bir kısmı vakıflarındı, buradan belediye almış, belediyeden de babam almıştı. Babam öldü, bina bitmek üzere, bana bir günah olur mu? Ne yapmalıyım?
Vakıf malını almak büyük vebaldir. Fakat Türkiye’de ne hükümet vakıf mallarını korumuştur ne Vakıflar Genel Müdürlüğü korumuştur ne de halk “Vakıf malıdır.” diye
alınmasından çekinmiştir.
Öyle olmuştur ki vakıf malları satılığa çıkmıştır, gayrimüslimler almıştır; Ermeniler, yahudiler almıştır. Bugün bazı camilerin dükkânları var; Nur-u Osmaniye camisinin etrafında camiyle beraber yapılmış, caminin vakfı olan yerler var. Yahudi, Ermeni almış, sonra “Hükümet bizim elimizden alır.” diye götürmüş, kiliseye bağışlamış. Böylece müslümanın malı kilisenin eline geçmiştir.
Bu büyük bir felâkettir, dinsizliktir, çok büyük haksızlıktır. Çünkü o malın sahibi malının şöyle kullanılmasını istemiş, vakfetmiş. Bunu niye değiştiriyorsun? Hırsızlıktır. O vakfı gayesinden aykırı bir şekilde kullanmak hırsızlıktır. Almak da doğru değildir, kullanmak da doğru değildir; vebaldir. Tabii şimdi belediye almış; satan da günahtadır, alan da günahtadır.
Sonra belediye malı olduğu için belediyeden bu almış. Belediyeler özellikle vakıf mallarına dalıyorlar, balıklama atlayıp dalıyorlar, “Vakıf mallarının sahibi yok!” diye yağmalıyorlar, “Kendilerine gelir olsun.” diye satıyorlar.
O da büyük günahtır, o da vakfeden kimseye hıyanettir, tarihe hıyanettir, kanunsuzluktur. Bu, devletin yaptığı kanunsuzluktur. Bunu milletvekillerinin dile getirmesi lâzım. Vakıf olan her şeyin vakfın gayesine uygun çalıştırılması lâzım. Yoksa, demek ki nizam yok, eşkıyalık var, demektir. O zaman devlet eşkıyalık yapıyor, demektir. Ancak vakfedenin; “Şöyle olmazsa böyle olabilir, böyle olmazsa şöyle olabilir.” diye müsaade ettiği şeyler yapılabilir. Eğer devlet İslâm devletiyse, belki başka kararlar alabilir; “Şurada şu şöyle olmuyor. Vakfeden de sağ olsaydı belki şöyle yapardı.” diyebilir ama bu şekilde alınması, satılması uygun değildir. Şimdi alınmış, satılmış.
Bazen de müslümanlar bakıyorlar ki mal gayrimüslime gidecek, almışlar; ondan sonra tekrar vakıflara, özel vakıflara, şimdiki yeni vakıflara vermişler. Vakıflara dikkat etmek lâzım. Bu kardeşimizin alınmış o kadar yeri, bir yerden yine vakfetmesi lâzım ya da bu binanın o kadar kısmını ne kadar yeri vakıfsa
vakfetmesi lâzım. Zor işler bunlar; Allah insanı böyle veballi işlere bulaştırmasın…
İşi rast gitmez, çocuğu hasta olur, vücudu rahatsız olur; dünyası zarara uğrar, ahireti zarara uğrar. Çünkü kökünde böyle şeyler vardır.
l. Fotoğraf Çektirmek
1. Soru:
Özellikle küçük çocuklar için hatıra resmi çektirmekte bir sakınca var mıdır?
Resim çektirme konusunda alimlerimiz çeşitli fikirler beyan etmişlerdir. Resmin çekilmesinden kaçınanlar vardır, uygun görmeyenler vardır. Ancak, “Vesikalık resim pasaport için, hacca gitmek için, tapu için lâzım oluyor. Ne yapalım, mecburiyettir. O kadarı olabilir. Ondan fazlası caiz değildir!” diyenler vardır.
Suud’da veyahut Mısır’da bazı alimler de diyorlar ki: “—Fotoğraf, tabiattaki ışıkların fotoğraf kâğıdına mercekten geçip aksetmesiyle çekilmiş oluyor. Binâen aleyh mevcut bir şeyi alıyor, tespit ediyor. Bu, hadis-i şerifte bildirilen yasak tasvir değildir, resim yapma değildir. Kendi eliyle yapmıyor. Sadece ışıkları tespit ediyor. Binâen aleyh bunda mahzur yoktur.” Fakat boy resimleri, düğün resimleri, gelin resimleri, çıplak resimler vs. o kadar da serbest bir şey değil! İlim için lâzım, mimarî için lâzım, sanat için gerekli vs. Mecburiyet olan yerler ayrı. Takvâ yolunu tutarak mümkün olduğu kadar sakınmak iyi olur.
2. Soru:
Resim çekilip albümde saklanması caiz midir?
Resim çektirmek konusunda çeşitli kaviller var. Meselâ, Suudi Arabistan’da resim çektirmezler. Harem-i Şerif’e fotoğraf makinesi sokturmazlar. Fotoğrafçıları kovarlar ama fotoğraf
makinesini satarlar; yasak değil!
Bazıları; “Fotoğraf ışıkların kâğıt üzerine aksidir. Suya nasıl aksediyor, gözümüzün arkasına nasıl geliyor, onun gibi bir şeydir; bunda bir mahzur yoktur.” Diyorlar. Çünkü burada tasvir yok, doğrudan doğruya ışıkların oraya tesir etmesi var.
Yalnız boy resimleri; “Bu benim babamdı, bu benim dedemdi.” caiz görülmemiş. Çünkü burada hürmete, hürmetten daha sapık şeylere doğru gidişler olmuş, tarih boyunca... Onun için böyle resimlere, suretlere yasak konulmuş.
Ev resmi çekersin, fotoğrafsız olmaz; Yirminci Yüzyıl’da gazeteler, mecmualar, mimarlık, mühendislik, birçok ilimler, her şey fotoğrafla gidiyor. Yazma eserlerin fotoğrafı çekiliyor, fotoğraf caiz. Ama bir insanın boy resmi, pek uygun olmuyor, uygun görmüyorlar. Bu kadar anlatalım. Uzundu da esas itibariyle böyle bilin.
3. Soru:
Resim çekinmek haram mıdır? Evde albümde saklamak olur mu?
Resim çekinmek haram değildir. Din alimlerinden bazıları bunun aleyhinde bulunuyorlar. Meselâ Mekke’de, Harem-i Şerif’e fotoğraf makinesi sokturmazlar, resim çektirtmezler. Ama kendileri çekerler, dağıtırlar; Mekke’nin resmi, Kâbe’nin resmi, Ramazan’da secde hâlinde insanların resmi, duvarlarda görüyoruz. Onlar çekiyor, resmen televizyonlarında kendi adamlarına çektirtiyorlar. Belki şundan: Devlet müsaade ediyor; Harem’i idare eden diyânet mensupları doğru görmüyorlar. O yaptırmamaya çalışıyor ama elinden gelmeyince, herkese de engel olamıyor, diyebiliriz.
Belki bu konunun ihtilaflı olmasının sebebi şudur: Resim yapmak ve heykel yapmak İslâm’da haramdır. Heykel kesinlikle haramdır. Resimde de canlı insan resmi, hayvan resmi yapmak konusunda haramlık vardır. Çiçek yaparsa haram değildir. Meselâ, bir manzara resmi yaparsa, o haram değildir.
Neden? O yaptığı canlı hayvanın sureti için Allah âhirette o ressama veya heykeltıraşa; “Onu yaptın, haydi canını da ver bakayım!” diyecek, azaplandıracak diye, bildiriliyor.
Onun için suret yapmak, heykel yapmak haram olduğundan “Fotoğraf da haram mı?” denilmiş. Bazıları buna karşı diyorlar ki: “Fotoğraf makinesi resim yapmak gibi değildir. Fotoğraf makinesinde mercekten ışık geçiyor, Allah’ın yarattığı ışık kağıdın üstüne aksediyor, orada tesir bırakıyor. Binâen aleyh, bu akstir; havuza, aynaya ışınların aks etmesi gibidir, mahzuru yoktur.”
Bu uzun münâkaşalardan sonra bizim görüşümüze gelelim:
Bugün fizikte, kimyada, biyolojide, tıpta vesairede resmin, fotoğrafların önemi çok artmıştır. Tedavide önemi vardır, ilimde önemi vardır. Onun için resmin hepsi haram değildir.
Ama insan resmi olup da sağ olsa, şu kadar miktarı yaşayabilecek şekilde boy resmi gibi olursa, o doğru değildir. Çünkü ecdâdına hürmetten, bazı kimselere sevgiden saygıdan yavaş yavaş onlara tapınmaya doğru gitmiştir tarih boyunca insanlar. Böyle bir durumu engellemek için İslâm bunu uygun görmüyor. Binâen aleyh, boy resimleri, insan resimleri, elle yapılanlar tehlikelidir, günah olma ihtimali vardır.
Fotoğraflar ihtilaflıdır. “Akistir” diyenler “mahzuru yoktur” demiş oluyor. Akis de olsa yine tapınmaya, hürmete doğru götürebilir diye, “mahzur vardır” diyenler oluyor. Binânen aleyh, mümkün olduğu kadar, ihtiyaç yoksa yapmamaya çalışmalıdır. “Belki mahzurludur” diye sakınmak ihtiyata uygundur.
Ama tamamen fotoğraftan da insanları soyutlayamayız çünkü ilim; tabiat ilimleri, biyoloji, fizik, kimya fotoğraf üzerine dönüyor. Tapu muameleleri ve saire bir sürü işlemlerde mecburiyet oluyor. Mecburiyet olan yerlerde müsaade olur. İslâm’ın genel kâidesi böyledir.
Evde albümde saklamak, tabii duvara asmaktan iyidir. Duvara asarsan; “Bu benim babamdı, dedemdi... Bu benim karımla düğün
günü çektiğim resimdi...” Karı koca resmini koyuyor. Olmaz. Mesela kadın açıkken resmini çekmişse, saçı görünüyorsa o resim dünyada mevcut olduğu müddetçe —kadın ölse gitse bile— onun cezası ona gelir.
Çekilen resim bir kere haram bir şekilde olmamalı. Haram yerleri, saçları, göğüsleri, kolları filan görülecek gibi olmamalı. İkincisi de, boy resimlerini asmak doğru değildir.
4. Soru:
Resim çektirmek ve resmi saklamakta herhangi bir sakınca var mı? Bu tereddütten dolayı, hacda kendisi herhangi bir resim bile çektirmemiş.
Mahzur var diyenler olduğu gibi, resim sadece tabiattaki ışıkların fotoğraf kâğıdına mercekten geçip aksetmesidir. Binâen
aleyh hadis-i şerifte bildirilen şey değildir diye câiz görenler de vardır. Bu meseleyi alimler incelemişler.
Burada resmin cinsinin de tabii önemi var, kullanılış amacının da önemi var. Resim çektirmek tamamen yasaklansa, hacca gidemeyecek adam. Hacca gitmiş gelmiş, yani pasaportları nereden, ne yaptı? Nüfus kâğıdı, pasaportu resimsiz mi?
Bazı yerlerde mecburiyetler var, mecburiyet olan yerde;
اَلضَّرُورَاتُ تُبِيحُ الْ مَحْظُورَاتَ
(Ed-darûrâtu tubîhu’l-mahzûrât) “Zaruretler mahzurları bertaraf eder, onun yapılmasına müsaade kapısı açar.” kaidesi vardır.
Tabii bu işi de çığırından çıkartmak doğru değildir. Duvarlara asmak doğru değildir.
“—Bak bu benim babamın resmi. Bu benim anamla babamın yan yana resmi. Düğün günü çektikleri resim. Bu benim hocamın resmi…” Olmaz öyle şey! Zaruret miktarı zaruri işlerde lâzım. Fotoğraf
makinesi bir takım tesbitler yapıyor. Mimar için gerekli, şart. Bu resmi, bu binayı çekecek, trak burasını çekecek, bir makale için, bilim adamı için gerekli tamam. Bunun bir mahzuru yoktur ama böyle almak, büyütmek, odaya asmak, ve saire; o da câiz değildir, uygun değildir.
Bazıları şöyle bir şey söylemişler; eski alimlerden yani 40-50 yıl önce yazı yazan profesörlerden birisi diyor ki; “Canlı olsa, yaşaması mümkün olmayan bir parçanın resmini çekmek caizdir. Mesela vesikalık caizdir, çünkü bu kadar bir insan, kesilse buradan yaşamaz. Binâen aleyh caizdir ama, boy olursa câiz değildir.” demişler.
Özetlemek gerekirse; zaruri haller vardır, ilmî mecburiyetler vardır, tıpta, mimarlıkta, çeşitli haritacılıkta ve sâirede lâzımdır. Böyle bilimsel amaçlarla faydalı istikamette fotoğraf çekilmesinin mahzuru yoktur.
Bunun dışında, fotoğrafın az çok bir mahzuru olduğunu bilip de ihtiyatlı davranmak da gerekir. Çünkü böyle bu benim anamdı, bu benim dedemdi, bilmem ne diye duvarlara asarak, sonra zamanla gittikçe ona hürmet etmek suretiyle iş çığırından çıkabiliyor. Eski ümmetler böyle bir zamanki babalarının, bir zamanki kahramanlarının, komutanlarının resimlerini sonunda put edinmişler, karşısında tapınmaya başlamışlar; bu bakımdan uygun olmuyor.
Ölçülü bir müsaade var, ihtiyatlı davranmak lâzım diyebiliriz.
5. Soru:
İslâmî gazete alıyorum, resmi var. Mahzuru var mı?
İçinde resim olan eve melek girmiyor. Timsal olan, heykel olan ve resim olan eve melek girmiyor. Peygamber Efendimiz’in kendi hanımları bir resimli perde asmışlar da duvara, onu bile sinirlenip kaldırtmış. Evde resim olmayacak.
Kibrit kutusunda resim olurmuş. Kibrit çarşıya eskiden İngiltere’den filan gelirmiş. Dedelerimiz çarşıdan eve getirdikleri zaman, üstündeki resmi kazıyıp öyle eve sokarlarmış. Resim
olmayacak. Ya o gazetelere söyleyin resim koymasınlar, ya da resmini katlayın, kapatın görünmesin. Resim hakkında böyle bir emir var.
6. Soru:
Resim olan bir yere melek girmez. Bir evde resim olsa kirâmen katibîn melekleri de girmez mi? Onların sevap ve günahları nasıl yazılır?
“Resim olan yere melek girmez!” derken, “Rahmet melekleri girmez!” demek istenir; azap melekleri girer. Oradaki melekten kasıt rahmet melekleri, rahmet getiren melekler; “Kula iyilik getiren, hayır getiren rahmet melekleri girmez.” demektir. Kirâmen Kâtibîn kişinin yanında dolaşır, her yerde bulunur; sevaplarını, günahlarını yazarlar.
Ayrıca insanın vücudunda bulunan 360 tane melek vardır. O melekler ondan ayrılmazlar. Âzâlarını korurlar, vazifelerini yaparlar. O melekler ondan ayrılmazlar. “Rahmet melekleri gelmez, ev rahmete ermez, evde rahmet âsârı görülmez.” demektir.
Yoksa, günah işlediği zaman azap meleği gelir. Eceli gelmişse Azrail AS gelir, diğer melekler gelir, vazifeli olanlar gelir.
m. Bıyık Boyama
1. Soru:
Bıyık boyamanın bir mahzuru var mıdır, abdeste mânî olur mu?..
Abdeste mânî olmaz ama, bıyık boyamak uygun görülmemiştir. Sadece savaşta, “Bak bunlar ihtiyar, ak sakallı adamlar!” demesinler diye, genç görünmek için, boyamaya müsaade olmuştur.
2. Soru:
Kına kullanmanın erkekler bakımından hükmü nedir; bu
hususta hadis-i şerif var mı?..
Erkeğin süslenmek amacıyla kına kullanması, hadis-i şerifte “Lût kavminin kötü adetlerindendir.” diye geçiyor.
Lût kavminin bazı böyle lâubâlîlikleri vardır. Meselâ, mecliste oturdukları zaman çakıl taşlarını fiske ile sağa sola atarlarmış. Hafiflik yâni, iyi şey değil... “Islık çalmak, yaka bağır açık gezmek, paçaları yukarı kaldırılıp, dizler bacaklar açık çarşıda yürümek ve bir de kına yakmak...” diye o hadis-i şerifte geçiyor.
Ama hastalığa karşı, tıbbî bir maksatla kullanılabilir.
n. Arazi Gasbı
Soru:
Bir şahsın güzel arsasına haksız olarak el atanın durumu nedir?
Arsa ister güzel olsun ister çirkin olsun, bir başkasının malına el atmak haramdır.
“—Kim zulmen bir başkasının arazisinden bir karış yer alırsa, cehennemden bir karış arazi almış demektir.” diyor Peygamber Efendimiz.
Hatta değil arsayı almak, bir başkasının arsasından arsa sahibinin izni olmadan o arsanın bir ucundan öbür tarafına geçilmez bile, muhterem kardeşlerim.
İslâm mülkiyete çok önem vermiştir. Gasbeden cehennemde ateşten bir şey almış oluyor.
o. Satranç
1. Soru:
Semtimizde bulunan şuurlanmamış bazı gençleri kendi safımıza çekmek için iyi bir niyetle bir kulüp açıp buraya satranç takımları, bilardo gibi onları köşe başlarından çekecek oyunlar koymayı düşünüyoruz. Bu yaptığımız iş caiz midir? Satranç ve
bilardo hakkında dinimiz ne buyurmaktadır?
Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerde yasaklamıştır. Böyle bir şey yapmak uygun olmaz. Hadis-i şerifte geçer. “Satranç oynamak” diye tasrih edilmiş, açıkça beyan edilmiştir ki uygun değildir.
Çekecekse, oraya mesela bir bilgisayar koyup “Bilgisayar eğitimi yapıyorum veya lisan eğitimi yapıyorum veya başka şey yapıyorum.” diye başka bir şeyle çeksin. Öteki insanları çekmek için, doğru olmayan bir şeyi oraya koyup da, dinimizden taviz vermesi olmaz.
2. Soru:
Futbol topunun dinimizdeki yeri nedir? Yasakları var mıdır? Varsa nelerdir?
Futbol vakit öldürmek, boşa vakit geçirmek bâbında belki uygun olmayabilir. Ama İslâm’da spor vardır. Bedeni yetiştirmek, geliştirmek ve bedenî kabiliyetleri ilerletmek bakımından yapılan sporlar teşvik edilmiştir. Cihada askerî amaçlı faydası olacak şeyleri yapmak uygun olabilir.
p. Bazı Gıdalar
1. Soru:
“Beyaz peynirin mayasına şu katılıyor bu katılıyor...” diye iddia var. Bu konuda mâlumat verir misiniz?
Ne katılırsa katılsın, mahzuru olmuyor. Peygamber Efendimiz’e söylemişler: “Şam’dan gelen peynirin mayası şöyle yapılıyor.” Mahzur görmemiş, o peyniri yemiş. Çünkü mayalandıktan sonra madde tabiatını değiştiriyor. Tabiatını değiştirince mahzuru olmaz. Onun için rahatlıkla beyaz peyniri yiyebilirsiniz.
Tabii her işimizi yeniden düzeltmemiz lâzım. Gıdalarımızı da
en temiz tarzda kendimiz imal edersek daha iyi olur. Ama imal edemiyoruz, mevcut beyaz peyniri yiyebilir miyiz? Yiyebiliriz. “Mayası şöyle böyle...” Mahzuru yok. Efendimiz yemiş.
2. Soru:
Birtakım müslüman kardeşlerimiz peynir mayalarının şüpheli olduğunu, zeytinlerin kuyularda muhafaza edildiğini, murdar olduğunu, yenilemeyeceğini söylüyorlar. Bunlara kulak verip yiyeceklerden bu şekilde sakınmak gerekli midir?
Hayır. Peygamber Efendimiz’e Şam’dan peynir getirdiler ve yerken dediler ki:
“—Yâ Rasûlallah, bunun mayası şöyledir böyledir.” Efendimiz ona itibar etmedi, yedi. Çünkü maya başka, peynir başka! Maya bir şeyi oluşturuyor. Peynir bir başka madde hâline geliyor. Buna istihâle derler. Bir halden bir başka hale geçtiği için temiz oluyor.
Zeytinin salamura yapılması, suda ıslatılması caizdir ve haram değildir. Böyle bir zeytin yenilebilir. “Acaba bunun kuyusunun içine bir şey düştü mü, murdar oldu mu, olmadı mı?” diye düşünülmez. Esasen helâl olan bir şeyin, bir delil olmadıkça, helalliği devam eder. Onun için rahatlıkla zeytin yiyebilirsiniz, peynir yiyebilirsiniz.
Tabii her gıda için söylüyorum: Tanıdığınız yerden alın! Temiz kişiden alın! Ekmeğin bile içinden çuval parçası çıkıyor, hamamböceği çıkıyor bilmem ne çıkıyor! Ekmek helal ama, dikkat edilmediği zaman bir şeyler olabiliyor. Temiz gıda almaya dikkat edin!
İki gün önce bir arkadaşımız çok güzel bir şeyler anlattı:
Avrupa’da bir sergiyi geziyormuş. Patatesler varmış. Şu patates şu fiyata, şu patates şu fiyata… İri güzel patatesler… Ama kenarda yamru yumru, kötü görünüşlü, ufacık tefecik patatesler; fiyatı iki misli, üç misli fazla!
“—Yahu bu niye böyle?” demiş, sormuş. Demişler ki;
“—Bu hiçbir kimyevî madde katılmadan, gübreleme vs. yapmadan doğrudan doğruya tabii toprakta büyümüş bir patates de, bunun fiyatı onun için böyle yüksektir.” “—Biz de memlekette böyle yapmak istiyoruz, yapabilir miyiz?” “—Yaparsınız. 200 dönüm arazi alacaksınız, üç sene bekleteceksiniz. Nadas olacak. Otlar bitecek. İçinde bir şeyler varsa geçecek gidecek. Ondan sonra biz geleceğiz, muhtelif yerlerinden toprak nümunesi alacağız. İnceleyeceğiz: ‘Evet, içinde hiç kimyevî madde kalmamış!’ diyeceğiz. Onu dedikten sonra size bir sertifika vereceğiz. Orada ektiğiniz şeyleri biz alırız, biz satarız. Parasını da veririz. Ama böyle bir tedbir şart!” demişler.
Ben de eskiden beri hep düşünürüm. Bu kimyevî hormonlar, ilaçlar meyveleri korumak için üstüne sürülen parafinler vs. Bunların bir kısmı ve meyvenin bizzat içinde, sebzenin bizzat içinde, ağır metaller civa vs. suyundan filan geçebiliyor. Bunlar sıhhate zararlı oluyor. Her şeyin tabiisini bulmaya, tanıdık bir yerden almaya gayret edin!
Önüme bal getiriyorlar. Kur’ân-ı Kerîm; Fîhi’ş-şifâu li’n-nâsi, “Balda şifa vardır.” diyor. Amennâ ve saddaknâ! Fakat balın da hangi mevsimde hangi yerde hangi çiçekten alındığını bilmek, tahkik etmek lâzım. Zehirli ballar oluyor; yiyen ölüyor, ölebilir. Tanıdık bir yerden alacak. Hangi çiçekten yapıldığını, hangi mevsimde alındığını bilecek. Balın kıymeti öyle anlaşılıyor. Her şeye dikkat etmek gerekiyor.
3. Soru;
Balıkçıların durumu malum, çoğu namaz kılmıyor, acaba biz onların tuttuğu balıkları yiyebilir miyiz?
Yiyebilirler, balık tutmak helal, deniz avı helaldir, mahzuru yoktur.
4. Soru:
Kızılbaşların kestikleri hayvanın eti yenir mi?
Onun itikadî durumuna göre, kızılbaşlığının renginin koyuluğuna göre değişir.
Şunu demek istiyorum, latife bir tarafa bırakılırsa; mü’min olanın kestiği yenilir, kâfir durumuna düşmüşse kâfirin kestiği yenmiyor. Kur’an’ı, Peygamber Efendimiz’i vesaireyi inkâr etmişse, kâfir durumuna düşmüşse yenmiyor. Kendisi umumî hükme kâfirin kestiği yenmez hükmüne ister istemez girmiş oluyor.
5. Soru:
Üniversitede okuyoruz. Okulda verilen yemeklerin kaynağını, nasıl hazırlandığını bilmiyoruz. Bu yemekleri yememiz uygun olur mu?
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dersiniz, yersiniz.
Memleketimizde genellikle helâl gıdalar vardır; domuz vs. yoktur. Bir eşyada ilk hatıra gelen, temizlik ve paklıktır. Eşyada aslolan tahârettir. Bir kayıtlayıcı şart olmadığı takdirde, bir meselede de asıl hüküm mübah olmasıdır.
Onun için, “Etleri inşaallah Et-Balık’ta besmeleyle kesilmiştir. Yağı domuz yağı değildir.” diye düşünürsünüz. Besmele çeker, yersiniz. Vesvese etmeye lüzum yok...
Ama bir taraftan da araştırma yapabilirsiniz.
6. Soru:
Helâl olan hayvanların sakatatlarından bazılarının mekruh olduğu söyleniyor, doğru mu?
Helâl olan hayvanların dalağı yenilir, mahzur yoktur çünkü Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifi vardır; “Kanlı olmasına rağmen iki şey size helal kılındı, birisi dalak, birisi ciğer.” denmiştir. Böbrek yenilir, mahzuru yoktur.
Bir tek koç yumurtasını mekruh, mahzurlu görmüşlerdir, ötekiler normal. İşkembe yenilir biliyorsunuz. İşkembe yenilir, ciğer yenilir, akciğer karaciğer, böbrek, dalak.
Başka? Baş, yürek, mumbar, o bağırsağın temizlendikten sonra dolması, ve sairesi mahzuru yoktur.
7. Soru:
Midye yemek caiz midir? Denizden hangi ürünleri yemek caiz değildir?
Bizim mezhebimize göre balık şeklindeki deniz varlıkları; bildiğimiz şekilde, balık şeklinde olan deniz varlıkları yenilir. Bunun dışındaki karides, midye, ahtapot, istiridye, yengeç gibi başka türlü olup balığa benzemeyen, kabuklu veya başka türlü deniz mahlûklarını yemek kerahat-i tahrîmiyye ile mekruhtur. Yani kuvvetli bir mekruhluğu var.
Başka bazı mezheplerde:
أُحِل لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ (المائدة:٦٩)
(Uhille lehüm saydü’l-bahri ve taâmühû metâan leküm ve li’s- seyyâre) [Hem size, hem de yolculara fayda olmak üzere (faydalanmanız için), deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı.] (Maide, 5/96) ayet-i kerimesinden çıkararak “Denizden çıkan bütün mahsuller mekruh olmadan caizdir, yenilebilir.” diyenler de olmuş. Bizim Hanefî mezhebinde kerahat-i tahrîmiyye ile mekruhtur.
8. Soru:
Helalliği veya haramlığı kesin olarak bilinmeyen bir maddeyi yemenin hükmü nedir?
Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“—Sınırda gezen yasak olan yere düşebilir.” Onun için şüphelilerden kaçmak verâ duygusudur, dervişin şanındandır. Şüpheliden kaçınacak. Sahâbe-i kirâm diyorlar ki; “Biz harama düşmek korkusundan nice helalleri bile terk
ederdik.” Sahabenin ahlâkı böyledir. Aldırmayan, haram mı helal mi nedir bilmeden yaşayanlar bir gün paddadak günahı işlerler, cezasını çekerler. O bakımdan dikkat etmek uygun olur. Ya da gidip hükmünü öğrenecek, soracak. “Dur bir sorayım, öğreneyim, öyle…” diyecek.
r. Günah İşlenen Yerlere Gitmemek
Soru:
Hocam, mâlumunuz İngiltere’de yaşıyoruz. Burada en büyük eğlence ve şeytanın tuzağı, vakit geçirme yeri bir tür ırmak üzerine kurulan ve adına boat -yani gemi- denilen bir disko-bar türüdür. Bazı dervişler maalesef buralarda sık sık görülüyor. Bu kişiler, dervişler kendilerini avutmak için “Biz içki içmiyoruz.” gibi sözler söylüyorlar. Bunun yanında kadınların kendileriyle olan yakınlıkları ise bazen sabaha kadar sürüyor, umursanmıyor. Bu konuda görüşlerinizi bildirirseniz memnun oluruz.
Günahların çeşitleri çoktur. Mü’min bir insan günahlı yerlere yanaşmaz. Hatta günahkâr insanların yanına bile pek yanaşmak doğru değildir. Onlardan uzak durmayı dinimiz, Kur’an-ı Kerim emrediyor. Hatta bir yerde otururken orada bir günah işlenmeye başlanırsa, Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki:
فَلًَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّ الِمِينَ (الأنعام:٨٦)
(Felâ tek’ud ba’de’z-zikrâ mea’l-kavmi’z-zàlimîn) “Hatırladıktan sonra kalk, artık o günah işleyen zalimlerle beraber oturma!” (En’am, 6/68)
Hatta daha olağan bir misal söyleyeyim: Şöyle bir toplantıda insanlar oturuyor. Tamam, güzel oturuyorlar. Birisini gıybet etmeye başladılar. Orada olmayan birisi... “Ali efendi, Veli efendi, falanca işte şöyle yaptı, böyle yaptı…” kötülüyorlar. Peygamber Efendimiz diyor ki:
“—Bir toplantıda, olmayan bir kimse kötülenirse o kimseye yardımcı olun, onu savunun! Gıybeti yapan kimseye de engel olun!” Yani, “‘Konuşmayın, etmeyin, gıybeti bırakın!’ deyin.” diyor, iki vazife yüklüyor. Olmayanı savunmak; olanların da bu günahı yapmasını, söylemesini durdurmak.
(Ve kum anhu) “Ondan sonra orada durma, kalk artık.” diyor. Yani orada durmayı da hoş görmüyor.
Demek ki, gıybet edilen bir yerde bile durmayıp kalkmak gerekiyor, muhterem kardeşlerim. Günahlı yerlere de gitmemek iyidir. Âyet-i kerîmede nasıl buyuruluyor;
وَلاَ تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمْ النَّ ارُ (هود:٣١١)
(Ve lâ terkenû ile’llezîne zalemû fetemessehümü’n-nâr) “Zulmeden, yani günah işleyen insanlara meyletmeyin, onların yanında bulunmayın, onların safında bulunmayın, sonra size de cehennem ateşi dokunur.” (Hud, 11/113)
Onun için, günahlı yerlere gitmemek lâzım, yanaşmamak lâzım. Günahlı insanlardan uzaklaşıp, sevaplı insanlara yanaşmak lâzım. Kendisini öyle insanların yanına atmak lâzım. Okyanusta çırpınan bir insanın kayık bulmuş gibi, bir ada bulmuş gibi kendisini oraya atması lâzım, günahlı yerlerden uzak durması lâzım. “—Ben katılmıyorum. Ben içmiyorum…” Bugün içmezsin de yarın şeytan seni kandırır, içersin. En iyisi bulunmamak. Bugün paçayı kurtarırsın, yarın dayanamazsın. Onun için, en iyisi öyle yerlere gitmemek.
Bir de Peygamber Efendimiz Semud kavminin, Sàlih AS’ın kavminin helâk olduğu yere gelince askerlerine, ordusuna: “—Buradan hızlı geçin! Buraya Allah’ın gazabı yağmıştır, burada fazla durmayın!” dedi.
Eskiden Allah’ın gazabının yağmış olduğu bir yerde bile yavaş yavaş gitmeyi uygun görmedi, “Buradan hızlı geçin!” dedi.
Onun için, Allah’ın gazabının yağacağı, sevmediği yerlere gitmemeye çalışmak lâzım. En akıllıca iş iyi arkadaş seçmektir, iyi yerlere gitmektir.
s. Günümüzde Hakimlik
1. Soru:
Günümüz hakimlerinin karar vermesi nasıl olacak? Bir çok kanunlar İslâm’a aykırı... Bu durumda hakimin işi iyice zorlaşmaktadır. Bizi aydınlatırsanız, memnun oluruz.
“Allah’ın emrettiği ahkâmı uygulamayan, onunla hükmetmeyenler kâfirdir, zâlimdir, fâsıktır.” diye Kur’an-ı Kerim’de ayet-i kerimeler vardır. Allah’ın hükmünü icra edecek!
Hakimlik yalnız mahkemede hakimlik değildir, iki insanı arasında hakem olmak da bir hakimliktir. Orada da hakkı söylemesi lâzım! Orada hür olarak söyleyebilir insan...
Bir de bugün dindar kardeşlerimiz var; hukuk fakültesinde okuyorlar, hakim oluyorlar, savcı oluyorlar, avukat oluyorlar...
Onlar da, müslümanların problemlerinde onlara yardımcı olmağa çalışmak niyetiyle olunca, iyi niyetle ecir sevap kazanırlar.
2. Soru:
Fatih döneminde kanun haline gelen kardeş katli şeriate uygun mudur?
Kanun haline geldiği münakaşalıdır. Şeriata uygun değildir. Kimsenin suçu olmayan bir kimseyi öldürmeye hakkı yoktur. Suç teşekkül etmeden, suç olacak vehmiyle adam öldürmek şeriatta yoktur. O bakımdan doğru bir iş değildir
t. Büyü Bozmak
Soru:
İslâm’da büyü yapmak ve büyü bozmak var mı? Para karşılığı bu hocalara gitmek caiz mi? Karı koca arası bozuldu mu hemen “büyü yapmışlar” denmektedir. Eğer büyü varsa yurt dışındaki insana tesir eder mi?
İslâm’da büyü ve sihir olduğuna dair rivayetler vardır. Yani “Böyle bir şey olabiliyor, tesiri olabiliyor.” diye rivayetler var. Bunlara karşı çare olarak; Kul eûzü bi-rabbi’l-felak, Kul eûzü bi- rabbi’nnâs, Kul huva’llàhu ehad sûreleri okunursa o büyülerin tesiri olmadığı bildiriliyor.
Para karşılığında hocalara gitmek doğru değildir. Allah’a sığınan insanlara şeytanın, cinin ve sâirenin tesiri olmaz. Allah’a tevekkül edersiniz, Kur’ân-ı Kerîm okursunuz, Âyete’l-kürsî’yi okursunuz, Kul huvallah, Kul eûzü bi-rabbi’l-felak, Kul eûzü bi- rabbi’nnâs’ı okursunuz.
Sakın öyle hocalara gitmeyin, tavsiye etmem. Hele para karşılığında olunca hiç olmaz. Olmadığı da ortada…
u. Boza İçmek
Soru:
Boza içmek haram mı?
Bozanın, bugünkü bizim memleketimizde olanın mahzuru olmadığı söyleniyor. Bizim memleketin dışında bazı yerlerde bir çeşidi varmış, onlar bayağı içenin kafasını tutarmış, Mısır’da filan oluyormuş, bizde o cinsi yok.
v. Seccâdede Kâbe Resmi
Soru:
Seccade örtüsünde Kâbe resmi var... Bunun üzerinde namaz kılınır mı?
Kılınır. Kâbe resmi mahzurlu bir resim değildir. İnsan resmi olsa olmaz, hayvan resmi olsa olmaz! Tabii, sade olsa daha iyi olur; çünkü, insanın zihni her hangi bir şeye takılmaz. Düz olsa,
dümdüz olsa daha güzel... Ama hiç olmazsa, Kâbe’yi hatırlatıyor.
y. Cuma Günü Yasakları
2. Soru:
Cuma günü cumadan önce avlanmak, yaş kesmek hakkında çeşitli şeyler söyleniyor; ne dersiniz?
Cuma günü, cuma namazını tehlikeye düşürmedikten sonra, av yasağı diye bir şey yoktur. Yaş kesmek hakkında da bir şey yoktur. Bunlar hacda yasaklanan şeylerdir. Bazıları “Cuma fukaranın haccıdır.” filân diye bunları sıralıyorlar. Aslı yoktur.
z. Musafaha ve El Öpme
1. Soru:
Musafahanın şekli nedir? Dinimizdeki yeri, hükmü nedir?
Musafaha sevaplı bir iştir. Peygamber Efendimiz; “Musafaha edenin günahları, kuru ağacın yapraklarının sapır sapır döküldüğü gibi dökülür.” buyuruyor. Musafaha; eller yukarıya doğru hafifçe dua eder gibi kalkık vaziyetteyken ötekisinin elinin başparmağı ile tutunmak sureti ile iki başparmak dolanmak suretiyle, aşağı doğru yeni moda tarzda değil de yukarıya doğru biraz başparmak kavranmak suretiyle tutularak yapılır. Musafaha sevaptır, günahların dökülmesine vesiledir. Yapılması uygun olur.
2. Soru:
Kardeşlerimizle musafaha yaparken, el sıkışırken sarılmak ve kafa kafaya tokuşturmak doğru mudur?
Kafa kafaya tokuşturmak yok, musafaha var. O sonradan çıkmış, delikanlıların birbirlerine şakası olmuş oluyor galiba. Kafa tokuşturmak yok!
Peygamber Efendimiz’e sormuşlar:
“—Sarılalım mı?”
“—Sarılmayın!” buyurmuş.
Uzak mesafeden geldiği zaman, çok büyük hasretlik olduğu zaman kucaklaşma da olabiliyor ama, Efendimiz her zaman tavsiye etmemiş. Normal olan şekil musafaha yapmaktır.
3. Soru:
El öpüp alna koymanın mahzuru var mı? Bazıları diyorlar ki: “Sadece el öpülür. Bir de bunu alıp alına koymak ne oluyor?”
“El öpmek olabilir.” diye söyledik. Bu bizim töremizde var... Padişahın fermanı da öpülüyor, başa konuluyor. Güneydoğu Anadolu’da bir tabir vardır: “Başım gözüm üstüne” derler. Yani “Ben buna çok itibar ediyorum, baş üstünde yeri var.” gibi bir mâna taşıyor. Hürmeti ifade eden bir [âdet] oluyor. Herhalde mahzuru yoktur.
Bazıları bunların hakkında ileri geri sözler söylüyorlar. Sanki alnına koyduğu zaman ele secde ediyormuş gibi mânalar çıkartıyorlar. Öyle bir şey yok. Başım üstünde...
“—Şunu şöyle yap.” “—Baş üstüne.” diyorsun. Ne demek?
“—Tamam, yapacağım. Emir başımın üstünde.” demiş oluyor.
Onun gibi bir mâna...