20. TELEVİZYON, BASIN
a. Televizyon Hakkında
1. Soru:
Televizyon hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Televizyon tehlikeli bir alettir. Çeşitli kanallar vardır. Dînî kanallar vardır, güzel şeyler öğreten kanallar vardır... Kötü kanallar vardır, kötü sahneler vardır. Günah olan, haram olan şeylerin görüldüğü sahneler de vardır.
En iyisi, böyle bir tehlikeli aleti ben yokken çoluk çocuk filân kullanır diye eve bir kere sokmamak... Dînî kitapları okuyarak, akşamları çeşitli çalışmalar yaparak evde bir kültürel faaliyet
göstererek, çoluk çocuğu yetiştirmeğe çalışmak daha iyidir.
Televizyon eve girmişse, iyi programları takip etmeğe çalışmak lâzımdır. Kötü sahneleri seyretmemek lâzımdır. Ama fiiliyatta eve televizyon girdi mi, kötü sahneler de az buz seyrediliyor. Veyahut oyunlar, hainlikler olabiliyor.
Ankara’da başımıza geldi. Biz vaaz verdik. Ondan sonra o akşam “32. Gün programında Yusuf İslâm’ı göstereceğiz.” diye ilan verdi. Biz de camide hadis dersimizi verdik, eve gittik. Yusuf İslâm İngiltere’de müslüman olmuş, Yunan asıllı bir kimse filân diye 32. Gün’ü seyretmeğe başladık. Hain programcı ilk başa çok müstehcen bir filmin yatak sahnelerini koymuş. Yâni, müslümanlarla alay ediyor. Bunun gibi oyunlar olabiliyor, hainlikler olabiliyor, günahlar olabiliyor... Tehlikeli bir alet!
Birisi Hocamız’a gelmiş. Bizim ihvandan biraz akıllıca bir kardeş...
“—Efendim, televizyonun düğmesi elimizde değil mi? Kapatırız kötü bir şey geldiği zaman!” demiş.
Hocamız kızmış, şöyle arslan gibi bir doğrulmuş:
“—Onu yapmak için evliyâ olmak lâzım!” diye azarlamış.
Öyle televizyona hakim olup da seyretmemek kolay değildir. Herkes günaha giriyordur, günahkâr oluyordur.
2. Soru:
Evde televizyon olmasının mahzuru var mı?
Evde televizyonun olması fiilen bugün birçok kimse için mahzur teşkil etmektedir. Çünkü içindeki programlar sabahtan akşama meşgul ediyor. İlim irfan öğrenmesine, dinini öğrenmesine büyük ölçüde mâni oluyor. Elbette televizyonun içinde faydalı şeyler de vardır. Mesela o belgesel filmler var, dünyanın muhtelif yerlerini gösteriyor. İlme ait [yayınlar] var. Tahsil için, açık öğretim için olan yayınlar var.
Demek ki televizyonun bizzat kendisinin olmasının mahzuru yok; günahlı şeyleri seyretmek mahzurlu olmuş oluyor. Onun vesvese hâsıl etmek bakımından da feyzin gitmesi bakımından da zararı olur. Günaha bakan insan bu günahın zararını çeker. Güle güle günah işleyen insan ağlaya ağlaya cezasını çeker. Bu bir kâidedir, hepinizin bildiği bir şeydir, muhterem kardeşlerim.
3. Soru:
Bazı hocaefendiler televizyonlar hakkında dinî olsun dinî olmasın; “Seyretmek haramdır.” diyorlar. Bu konuda ne dersiniz?
Haram sahneleri seyretmek haramdır. Helal olan şeyleri seyretmek, dinlemek doğrudur, helaldir. Çünkü şimdi güzel programlar da çıkmaya başladı. Güzelini seyretmekte beis yoktur.
Bir eve gittiniz, açıldı; baktınız ki güzel bir şey var... Farz edelim, hac filmi oynuyor. Haccın nasıl yapılacağını anlatıyor. Bunu seyretmekte bir mahzur yoktur. Kusur televizyonun kendisinde değil. Programlarının kötüsü kötüdür, iyisi iyidir. Şiirin kendisi kötü değil; iyisi iyidir, kötüsü kötüdür. Mûsikînin kendisi kötü değil; -Kur’ân-ı Kerîm’i bile, ezanı bile makamla okuyoruz.- iyisi iyidir, kötüsü kötüdür. Her şey böyle.
4. Soru:
Filânca televizyon kanalıyla sizin bir bağlantınız var mı; program yapacak mısınız?
Sakın ha! Bizi bahane edip televizyon sahibi olacaksınız. Ondan sonra, başka şeyi seyredip bizim başımızı derde sokacaksınız. Televizyon filân istemez. Evde yoksa, hiç almayın!
Bizim AKRA diye bir televizyon şirketi çalışmamız var... AKRA, Ak Radyo’nun kısaltılmışı... Radyo kasetleri ve televizyon kasetleri hazırlayabiliriz ama, bizim için sakın almayın! Çünkü, ben faydasını görmedim.
Kur’an okuyun, dinî kitapları okuyun. Televizyon seyrederek vaktinizi ziyan etmeyin! İyisini diye alırsınız, kötüsüne kayarsınız sonra... İyi niyetle alınıyor; sonra siz yokken çoluk çocuk başka tarafları da seyrederler. Babam geliyor diye düzeltirler. Sen kapıdan çıkar çıkmaz, yine öbür kanala geçerler. Eve bir fitne sokmuş olursunuz.
5. Soru: Uzun zamandır mücadele ediyorum. Anam babam hepimiz iyi bir aileyiz. Televizyon alsam mı almasam mı? Ne yapmam uygun olur?
Cevap: Alırsan vakitlerin telef olur. Televizyon “telefisyon makinesidir.” “Vakitleri telef etme” makinesidir. Televizyonu alırsan vaktin telef olacak, muhakkak. Telef makinesi almış oluyorsun. Bir tarafına zaman verirsin; öbür tarafından zamanlar toz olur, duman olur gider. Eğer ilim irfan öğrenmek istiyorsan eve televizyon almayacaksın. Radyo bile almayacaksın ki başın dinç olsun. Kur’an öğreneceksin, ilim öğreneceksin, ilerleyeceksin. Yoksa “Şu haberde ne var? Bu programda ne var? Bu reklamda ne var?” derken aziz ömür geçer gider. Almamanı tavsiye ederim.
b. Maç İzlemek
1. Soru:
Vakfın yurdunda maç izlenebiliyor. Yurtta kalanlar kahveye gidip izlemesin diye yurt görevlisi televizyonu açıyor. Futbol maçı izlemek haram değil mi?
Futbol maçı izlemek ancak mâlâyânidir, eğlencedir, lehviyattır. Haramlık derecesinde değil tabii bu; sadece vakti boşa geçmiş oluyor. Kumar yok işin içinde... Bakalım kim yenecek diye müsabakayı takip var... Haram demek için insanın bir mesnedi olması lâzım!
Belki, adamların dizleri görünüyor, bacakları görünüyor denilebilir. Bazı mezheplerde bizim gibi değildir tesettür, biraz daha yukarıya müsaade vardır. O da oradan gider. Onun için, seyretmek haram diyemeyiz. Ama, doğru değildir. Vakit israfıdır, ömrü telef etmektir. Mekruhtur filân denilebilir.
Kahveye gitmesin diye açıyorlarmış. Bu bir belâ... Çocuklar komşuya gitmesin diye eve televizyon alınıyor. Eve televizyon alınınca, adam evde olmadığı zaman, her türlü mel’un şeyler de seyredilebiliyor, her türlü kusurlu işler olabiliyor.
Allah ıslah etsin... İyi şeylere kendimizi alıştıralım. Kötü şeylerin karşısında da dirençli durmayı öğrenebilelim diye temenni ediyorum.
2. Soru: Üniversiteyi bu sene kazandım, çok sevindim, yurda yerleştim. Yurtlarda ve evlerde futbol maçları seyretmeyi uygun görüyor musunuz?
Bazı öğrencilerin kahvelere ve bu tür yerlere gitmemeleri için yöneticilerin buna izin verdiklerini söylüyorlar. Biz tabii esas itibariyle mâlayani şeylerle meşgul olmamanızı ısrarla tavsiye ederiz. Nihayet bir maçtır. Hani insan bir yerde seyrediyor, çok kritik bir maç, herkes heyecanlı vesaire...
Ama esas olan seyretmemektir, boş şeylerle uğraşmamaktır, ömrünün kıymetini bilmektir, hayırlı şeylerle meşgul olmaktır. Aslında futbolu da futbol seyretmeyi de bir hastalık olarak
görüyorum. Bu gibi şeylere gazetelerde üç beş sayfa yer ayrılmasını da protesto ediyorum. Bu, hayatımızda bu kadar önemli mi?
“Yirmi iki kişi bir topun peşinde koşuyor; yirmi beş milyon, elli milyon insan bununla meşgul oluyor; akıllı mantıklı bir şey değil!” diye düşünüyorum,
Allah’ın bizi bunun için dünyaya göndermediği muhakkak; daha ciddi birçok işler olduğu muhakkak. Ona göre hayatın ciddiyetini anlayıp öyle çalışmak lâzım; tabi bütün kardeşlerimiz buna dikkat etsin.
c. Açık Kadın Resimleri
1. Soru:
Televizyondaki film, reklam ve başka programlarda baş ve diğer uzuvları açık kadınlar çıkmaktadır. Buna engel olup televizyonu kapatmak istediğimizde, arkadaşlar karşı çıkıyorlar. Bazıları da, bu görüntülerin aslı olmadığını söylemektedirler. Bu konuda ne dersiniz?
Görüntünün aslı olmasa, resim bile olsa, günahtır. Görüntü görüntüdür ama, netice itibariyle bir kadın görüyorsun, bir şarkıcı görüyorsun... O günahtır.
2. Soru:
Mecmualardaki ve televizyondaki açık kadın veya erkeğe bakmanın hükmü nedir?
Doğru değildir, günahtır. Kadın erkeklere bakamaz, erkek de kadınlara bakamaz! Erkek erkeğe de bakamaz! İslâmî ölçülere uygun değil...
d. Hizmetler ve Para
1. Soru:
İslâmî bir gazete çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Gazete çıkarmayı düşünüyoruz. Televizyon kanalı kurmayı düşünüyoruz. Radyo yayını yapmayı düşünüyoruz. Her şeyi düşünüyoruz ama bunlar el birliğiyle oluyor. Tek başına çalışarak temenni etmekle olmuyor. O bakımdan desteklenirse destek bulursak yapılır. Şu anda dört beş tane dergimiz var; bin bir zorlukla çıkıyor. Çıkarıyoruz ama bundan bir kâr olmuyor; bir kere bunu bilin. Hani o üstünde on iki bin lira fiyatı var; dersiniz ki kâr ediyor. Hayır çok zorlukla çıkarıyoruz. Kimisi diyor ki;
“—Fiyatını biraz daha azaltamaz mısınız? Niye çok reklam koyuyorsunuz?” Reklam koymazsak maliyeti daha da yüksek oluyor, dayanamıyoruz. Dayanamadığımız zaman da kapatıyoruz. Mesela Gülçocuk hep ziyan ettiği için kapatmak zorunda kaldık; ancak Kadın ve Aile’nin içinde çıkarıyoruz. İlim ve Sanat hep zarar etmekte olduğundan maliyetinden çok daha az para kazanabiliyoruz. Üç ayda bir çıkarabilmeye başladık. ”Senede altı defa çıkarıp altı zarara uğrayacağımıza hiç olmazsa dört defa çıkarıp iki zarardan kurtulalım.” diye düşünüyoruz.
Uğraşıyoruz. Basında para kazanmak mümkün değil, kardeşlerim! Basın bir kavga, bir mücadele âlemi ki millet orada parayı başka şeyden kazanıyor. Daire satıyor, elektronik eşya satıyor, otomobil satıyor. Bir şeyler yapıyor; kurnazlıklarla parayı oradan kazanıyor ya da devletten alıyor oradan buradan alıyor.
Bazı şeyleri duyduk: Meselâ eski senelerde Müslümanlık aleyhine kampanyalar olduğu zaman, Amerika altı yedi tane gazeteye bilmem ne kadar milyon para vermiş, kampanyayı öyle yaptırmış. Böyle şeyler parayla pulla oluyor.
Biz bundan kâr etmiyoruz ama istiyoruz ki, camiye giren kardeşlerimizle yüz yüze görüşüyoruz ama camiye gelemeyen milyonlarca kardeşimizle, ihvanımızla da görüşebilelim! Onlarla muhabbet etmek için vesile olsun. Yazılanlar bir mektup gibi olsun; her yere gitsin. “Hem fikirlerimiz okunmuş olur hem bir şeyler öğrenilmiş olur hem de mektup gibi olmuş olur.” diye böyle yapıyoruz.
O da bize diyor ki:
“—Çok pahalı!”
Çok pahalı ama benim takatim yok. Ben daha ucuza çıkaramıyorum ve bazılarını da kapatmak zorunda kalıyorum.
Ya hepsini kapatırım, o zaman sen sağ ben selamet; oh, çok rahat ederiz; ben de çok rahat ederim. Geceleri rahat uyku uyurum, çünkü bunları çıkarmak da zor oluyor. Bak daha yazı yazacağım, matbaada bekliyor.
“—Efendim, çok reklam koymasınlar!” Koymasınlar ama o zaman parasını sen ver. Reklam kadar parayı sen ver; ben bedava çıkarayım.
Gümüşhanevî Hocamız’a Kırım’dan bir teneke para, bir teneke altın göndermişler. O da şu okuduğumuz Râmûzü’l-Ehâdîs’i bastırmış, bedava dağıtmış.
Bizim de kütüphanemizde Râmûzü’l-Ehâdîs var; Râmûzü’l- Ehâdîs’in şerhi olan beş ciltlik Levâmiu’l-Ukùl eserinin takımları var. İstanbul Müftülüğü’nün mahzeninde duruyordu. Çünkü eski İstanbul müftülerinden birisi de bizim şeyhlerimizden idi, Gümüşhanevî tekkemizdendi. Orada duruyordu. Biz de oradan aldık. Para vererek almadık ama birisi tenekeyle para getirmiş, vermiş. Sen de ver, ben de bütün dergileri bedava çıkarayım; razıysanız pekâlâ… Herkes fedakârlık yapacak! Biz dedik ki haftalık dergi çıkaralım, sizlerle haftada bir bulaşalım. Haftalık dergi çıkaralım da her hafta sizinle karşı karşıya gelelim. Herkes vaat etti; şu kadar verecek, bu kadar verecek. Bizim şubeden, vakfın şubelerinden bir kısmı verdi, bir kısmı vermedi. Verenlerden Allah razı olsun. Veremeyenler herhalde ya unuttular ya da başka bir şeyler oldu. Zaten şeytan bir hayrı yapmak için kalkışan bir insanı döndürecek bin bir türlü oyun bulur. Hayrı çabuk yapmak lâzım. Öyle olmadı işte.
Para olursa yaparız. Her şey parayla dönüyor.
Ermeniler Azerîlere saldırdılar, Laçin’i aldılar, birçok yeri aldılar, ilerlediler. Neden? Bastırdılar parayı, Ruslardan tankları aldılar. Azerîlerin canına kıydılar.
Azerîler de baktı başka türlü olmuyor; Elçibey de tuttu kesenin ağzını açtı. O da bilmem kaç tane tank aldı. Ruslar satıyor. Ne
yapsın merkezden para gelmiyor. Öyle diyorlar. Bu sefer silahları satıyor. Onlar Ermenileri püskürttüler. Şimdi Ermenilere de Amerikalılar yardım eder, arkadaşları yardım eder.
İngiltere’de iken geçen gün gördüm. Bir gazetede mazlum bir pozda yayınlamış. Ermeni piskoposu diyor ki:
“—Bizim işimiz Allah’a kalmıştır, bizim işimiz Allah’a kalmıştır!” Vah vah vah!
“—Bir de Birleşmiş Milletler’in kararına kalmıştır.” diyor.
Azerîler ilerlemeye başlayınca o zaman mazlum pozuna bürünüyor. Pekiyi, ne diye saldırdın? Başından ne diye saldırdın Karabağ’a? “—Tarih boyunca Türkler Ermenilere zulüm yapmıştır!” diye elçilerimizi öldürdüler. Yıllarca her yerde suikast yaptılar. Halbuki biz Ermenileri öldürseydik yedi asır memleketimizde yaşarlar mıydı?
Öldürmedik! Kayseri’de yaşadılar, Türkiye’de yaşadılar. Vali yaptık, paşa yaptık, hariciye vekili yaptık. Marko Paşa ne idi, bilmiyorum. Ermeni miydi? Bakanlıklara bile getirdik. Hâlâ da öyledir. Hâlâ da Türkiye’de birçok insanın soyunu incelesen Ermeni’ye çıkar. Hiç ayırım yapmamışızdır; geçmiştir, baş köşeye oturmuştur.
Parayı veren savaşı bile kazanıyor; parası olmayan kahraman da olsa bir yerden bir mermi geliyor, evin çatısı başına göçüyor, nereden geldiğini bile anlayamıyor; onun için her şey para ile oluyor.
Peygamber Efendimiz’in zamanında iş başka türlü müydü?
Hayır! Peygamber Efendimiz’in zamanında da Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’in doksan bin altını vardı,Allah yolunda verdi, Hz. Osman Zinnûreyn Efendimiz, kıtlık senesinde, kaç yüz deve yükünü Şam’dan getirmişti; hepsini bağışladı. Milletin karnı öyle doydu. Savaşlar bedava olmuyor; hiçbir zaman bedavadan kazanılmamıştır. Her zaman fedakârlık ile oluyor.
2. Soru:
Sizce bir gazete nasıl olmalı? En iyi, doğruyu söyleyen gazete
hangisidir?
Müslümanların çıkardığı gazeteler var. Onları sorup öğrensin. Biz buradan söylemeyelim. Bir de gazetesini öyle gözü kapalı takip etmesin. Bazen “İslâmî gazete” diyoruz ama yalan yanlış şeyler oluyor; onu da takip etsin. “Bak şunu şöyle yaptınız, iyi olmadı. Bu, İslâm’a aykırı. Şurasında şu hata var, bu hata var.” diye de söylesin.
e. Özel Televizyon
Soru:
Özel televizyon için herhangi bir çalışmanız var mı? Düşünüyor musunuz?
Düşünmekse evet düşünüyoruz, temenni ediyoruz. Müslümanlar genel olarak düşünüyor. “Galiba müslümanlar bu hususta treni kaçırıyorlar!” gibi yazılar da çıkıyor basında.
Düşünüyoruz ama bu büyük bir iştir, birkaç yönü vardır, taşıma su ile değirmen dönmez; bu işin teknolojisine sahip olmamız lâzım. Bilmiyorum bu “Star Televizyonu” nasıl aldı uyduyu. Galiba bir Alman şirketiyle ortaklık yaptı. Almanya’ya gideceksin, adamların uydusuna muhtaç olacaksın. Elin gâvuru sakalınla, müslüman olarak gittiğin zaman sana kanal verecek mi, vermeyecek mi?
Cihazlar bozulduğu zaman sen yürütebilecek misin, yürütemeyecek misin?
Benim zihnimde. Bunu şahsen yürütebilecek elemanlarımızın olması lâzım. Geçen gün burada bir arkadaş bilgi verdi. Yıllar önce bizim Mustafa Yazgan söyledi, Siyasal’da okurken o zamandan daha Türkiye’de televizyon yokken Siyasal’daki hocalar; “Televizyon kurulmalı, elemanlar yetişmeli” diyerek adamlar göndermişler, muhtelif diyarlarda yetiştirmişler.
Bak başkaları nasıl açıkgöz, nasıl ileri görüşlü! Tabi biz bunu
yapamadık. Yapmamız lâzım. Ben şahsen 1983 yılında bir stüdyo kurmayı düşündüm.
“—Bir televizyon çok önemli; televizyondan önce kaset, video kaset önemli, bir stüdyo kuralım!” dedim.
Camiamız bunu yapamadı. Biz bazı şeyleri düşünüyoruz da bizim camiamız umumiyetle talebelerden müteşekkil bir camiadır; gençtir, dinamiktir, bilgilidir, münevverdir ama parasal gücü yoktur.
Koca cami tıklım tıklım talebe doludur; sen vaazını verirsin, onlar hadis-i şerifleri dinler. Bir sergi açarsın, otuz bin lira para
toplanır. Ne olacak? Zaten talebenin harçlığı kendine bile yetmiyor. Bizim parasal gücümüz çok olmadığı için o stüdyo kurulamadı. Kurulsaydı epeyce hizmetler olurdu. Televizyona da hazırlık olabilirdi. Şimdi de aynı durum vardır. Televizyona geçemesek bile hiç olmazsa bir video kamera, videobant stüdyosunu güzel bir şekilde kurmak zorundayız. Geçen akşam; “Müslümanın Yirmi dört Saati” isimli bir filmi iki bölüm halinde seyrettik.
Fena değil, Allah razı olsun. Ama veballi, çünkü hatalı şeyler var; ibareler yanlış, bilgiler yanlış ve insanları yönlendirme tam Rasûlüllah’ın hayatına uygun değil. Biz onu başka türlü yapardık. Her yiğidin bir başka yoğurt yiyiş tarzı vardır; o ayrı da İslâmî yaşantı o değil. İslâmî yaşantıyı iyi yakalamak, tam göstermek lâzım. Bu bir ihtiyaçtır. İnşaallah destek olursanız bir noktasından başlar, ileriye doğru götürürüz.
f. Beyne’l-milel Dergi Çıkarmak
Soru:
İslâm dergisini beynelminel bir dergi olarak çıkaramaz mıyız?
Her şeyi yapabiliriz ama maddî imkânlara bağlı. Bunun beynelminel bir dergi için çıkması demek İngilizce neşredilmesi ve yurt dışına yayılması demektir. Yayılan yerlerden parasının
gelmesi demektir ve bu paranın da muntazam bir sirkülasyon, dönüşüm, deveran içinde derginin sıhhatle yürümesini sağlayacak bir tarzda işlemesi gerekir. Bu olmadığı için biz İlim ve Sanat
dergisini bile rölantiye aldık.
Dergi çıkarmak kolay bir şey değil, yani şu kadar adet dergiyi, 100 bin adet dergiyi bastıracağınız zaman şu kadar kamyon, şu kadar ton kağıt gerekiyor. Kağıdı da peşin parayla alıyorsunuz veya büyük meblağlarla alıyorsunuz. Bir sayı çıkartıyorsunuz, iki sayı çıkartıyorsunuz, üçüncü sayıda pes diyorsunuz.
Türkiye’deki İslâmî dergilerin pes etmesinin sebebi Anadolu’ya giden dergilerin paralarının geriye gelmemesidir, dergilerin Anadolu batağına saplanmasıdır. İki yıl sabrederler; ilk topladıkları açılış, başlangıç sermayesiyle iki yıl 24 sayı kadar çıkartabilirler, ondan sonra oradaki kitabevleri paraları göndermediği için dergiler batar.
Bu da müslümanların zaaflarından bir tanesidir. Yani İslâmî cephe İslâmî cephe ama mali meselelerde gayri İslâmî şekillerde çalışıyorlar.
Benim paramla kitabevinin sahibi otomobil alır, onun üstüne biner sefa yapar, ben de burada cefa çekerim. Yani benim paramı o kullanır, ben param geri gelsin de kâğıt alayım da neşriyat yapayım diye burada inlerim. Kâğıdı alamayınca da derginin frenine basarım, üç ayda bir çıkartırım, altı ayda bir çıkartırım, senede bir çıkartırım. Mesele bundan ibarettir.
Zenginin birisi, bir petrol kuyusuna sahip birisi gelsin desin ki parası benden. Tamam, dünyanın en güzel İslâm dergisini İngilizce olarak çıkartmaya hazırız. Hatta her dilden çıkartabiliriz, Almanca, Fransızca, vesaire. Çünkü buna yatkın kadromuz var ama paramız yok; ihvânımız, ahbâbımız, yârânımız var ama bütçemiz yok. Parayı sağlayın, neden olmasın!
Biz para sağlamak için bu şirketleri kuruyoruz. Yani parayı sağlayın derken, para sağlamakta kendimiz çalışma yapmıyoruz mânasına değil. Bizim kurduğumuz bütün ticari şirketlerin amacı,
vakıf faaliyetlerinin kimseye muhtaç olmadan devam etmesini sağlamak içindir.
Bizim İslâm dergisi 14 yıl, 12 yıl devam ediyorsa böyle bir şeyden dolayı devam etmektedir, yoksa iki yılda biz de batardık biz de çıkamazdık ama biz de yavaşlamışızdır. Çünkü büyük krizler, büyük darbeler oluyor. O ekonomik darbeleri atlatırsanız bile yara alıyorsunuz.
Para meselesidir, yani mali finansman meselesidir. Bir zengin veya bir grup arkadaş, biz bunu sağlarız derlerse beynelminel bir dergi çıkartırız ve çok faydalı olur, büyük fayda sağlar. Kendimize de fayda sağlar; bizim de ufkumuz açılmış olur, dünyayı tanımış oluruz, dünya müslümanlarıyla diyaloğumuz gelişmiş olur. Büyük faydalar sağlar.
g. İslâmî Olmayan Yayınlar
1. İslâmî olmayan mecmuaların verdiği hediyeleri almak için belli bir zaman bu gazeteyi alıp kupon biriktirmek câiz olur mu? Bu konuda ne buyurursunuz?
O gazete İslâmî bir gazete değilse, almak zaten câiz olmaz. İçindeki resimler, konular, yazılar, muzır zehirli fikirler dolayısıyla zaten câiz olmaz. Ama bir gazeteyi alıp dururken insan kuponlarını biriktirirse hediyeleri alırsa alabilir, onun bir şeyi yok. Peki, kötü bir gazeteyi insan başka bir maksatla alabilir mi? Mesela bir hocayız, hani görelim de ters yazılar varsa cevabını verelim, haddini bildirelim filan diye takip babında almak. Belki doğru olur ama, o da bayağı zor bir iş, pis bir iş oluyor. İnsana zarar veriyor ben onun için bir ara arkadaşlar getiriyorlardı, dedim ki:
“—Şu gazeteyi, şu gazeteyi, şu gazeteyi eve hiç sokmayın!” Çünkü artık İslâmî gazeteler oldukça gelişti, yani insanın tatmin edecek yazı, resim, bilgi ve haberler oluyor.
Şimdi biz burada sabahleyin radyo yayınlarını dinledik, Akra bütün gazetelerin özetlerini veriyor. Ne lüzum var adamlara para kazandırmak, gidip onların şeyini alıp da onların bütçelerini kuvvetlendirmek, tirajımız şu kadar filan dedirtmek...
Dinlersin Akra’dan yolda giderken otomobilinde, işyerinde, tezgahın başında tamam, haberdar olursun; Çiller ne yapmış, meclis ne karar almış, Bosna’da ne olmuş, her şeyi rahatlıkla duyuyorsun. Onun için kötü gazeteleri zaten almak vebaldir, eve sokmak vebaldir.
Bizim Ankara’da bir komşumuz vardı, Allah rahmet eylesin, istiklal harbi gazilerinden bir Mehmet amca vardı, yaşlıydı, 90 yaşlarında filandı. O diyordu ki:
“—Biz eskiden, eve kibrit kutusunu götürürken üstündeki resmi kazırdık, kutuyu eve öyle götürürdük. Çünkü içinde suret olan, köpek olan eve melek girmez denildiği için; ancak bekçi köpeği, çoban köpeği müstesna!” diye, resim sokmazlarmış.
Şimdi resmin girmediği yer kalmamış gibi, zor bir durum. Tabii müstehcen resimler, müstehcen yazılar var, onlar daha kötü…
2. Soru:
Elektronik cihaz tamiriyle uğraşıyorum. Tamir ettiğim bir televizyonla zararlı yayınlar da seyredilebiliyor. Bu meslek dinen câiz midir?
Bunda bir mahzur yoktur; çünkü, nihayet bir aletin tamiridir. Belki, o alet bir kursun televizyon cihazıdır. Şerre kullanan vebal altında kalır. Aletin tamirinde bir sakınca yoktur.