17. PARTİ VE CEMAAT

18. SAVAŞ VE ŞEHİDLİK



a. Ailesi İçin, Malı İçin Ölen Kimse


1. Soru:

Bir insanın ailesine, malına, canına tecâvüz etmek isteyen birisiyle mücadele ederken öldürülürse, bunun dinimizdeki hükmü nedir?


Bu, bir hadis-i şerifte açıkça beyan edilmiştir Peygamber Efendimiz tarafından... Buyurmuşlar ki:38


مَنْ قَاتَلَ دُونَ نَفْسِهِ حَتَّى يُقْتَلُ فَهُوَ شَ هِ ـيدٌ، وَمَنْ قُـتِلَ دُونَ مَالـِ هِ


فَهُوَ شَهِـيدٌ، وَمَنْ قَاتَلَ دُونَ أهـْلِــهِ حَتـَّى يُقْ تَلُ فَهُوَ شَهِـيدٌ، وَمَنْ


قـُتِلَ فِي جَنْبِ اللهِ فَهُوَ شَهِـيدٌ (عب. عن ابن عباس)


RE. 432/5 (Men kàtele dûne nefsihî hattâ yuktelü fehüve şehîdün, ve men kutile dûne mâlihî fehüve şehîdün, ve men kàtele dûne ehlihî hattâ yuktelü fehüve şehîdün, ve men kutile fî cenbi’llâhi fehüve şehîd.) Burada bakın, nelerle karşılaşacaksınız dinleyince, konuyu ilk duyan aziz izleyiciler ve dinleyiciler:

(Men kàtele dûne nefsihî hattâ yuktelü fehüve şehîdün) “Kim nefsi için, nefsini korumak için, nefsi uğruna savaşırsa, ölünceye kadar çarpışırsa, şehiddir.” (Ve men kutile dûne mâlihî fehüve şehîdün) “Malını korumak



38 Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.X, s.116, no:18570; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.733, no:11236; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.108, no:23087.

413

için mücadele ederken öldürülen de şehiddir.” (Ve men kàtele dûne ehlihî hattâ yuktelü fehüve şehîdün) “Ailesini korumak için çarpışırken ölürse, o da şehiddir.” (Ve men kutile fî cenbi’llâh, fehüve şehîd.) “Allah’ın yanında iken öldürülen, o da şehiddir.”

Allah’ın yanında olmaktan ne kasdediliyor? Abdülaziz Hocamız Rh.A, parantez içinde izah etmiş: “İnsan namazda iken Allah’ın yanında oluyor.” Cenâb-ı Hak kullarının her zaman yanındadır.


وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ (الحديد٤)


(Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm) “Nerede olursanız olun ey insanlar, Allah-u Teàlâ Hazretleri yanınızdadır.” (Hadîd, 57/4) Her yaptığınızı görüyor, her söylediğinizi işitiyor. İçinizi, dışınızı biliyor. Her yerde hàzır ve nâzır... Çok güzel bir söz!


Demek ki, “Bir kimse yol kesicinin, haydudun, eşkiyanın karşısında malını ve canını korumak için mücadele ederken ölürse, şehid olur.” Malını bile, sadece canını değil... Sanılabilir ki, “Mal verilir, ne yapalım şerrine lânet denilir.” Öyle değil...

Öldürürse de haklıdır; çünkü, ötekisi yoluna çıkmıştır. Onun için, dînî bakımdan insanın haksızlığa prim vermemesi lâzım, edepsize yüz vermemesi lâzım! Teslim olmaması lâzım!


2. Soru:

Hocam iki müslümanın birbirine vurması yasak. Bir müslüman kardeş; “Sen bu gruptan ya da bu cemaatten çıkacaksın, ben o hocayı sevmiyorum; çıkmazsan seni döverim, dövdürtürüm” derse, tehdit edilen ne yapsın? Cemaati, hocayı mı terk etsin, yoksa tehdit edenle mücadele mi etsin? Açıklar mısınız?


Bu tehdit haksız ve mantıksız bir tehdittir, zulümdür. Birisine

böyle baskı yapmak efeliktir, kabadayılıktır, zorbalıktır. Bu doğru

414

değil! Zorbalığa taviz vermek de doğru değil.

Bizim bir arkadaşımızı anlatıyorlardı. Hudutta, hacca gidecek, rüşvet istemişler. Bavulunu yere koymuş, rahat bir yere oturmuş;

“—Ben rüşvet vermem. Rüşvet vermeyince siz de beni epeyce uğraştıracağa benziyorsunuz, şöyle bir rahat oturayım.” Demiş. Bakmışlar ki hacı efendi hiç öyle bir insan değil, “Aman, geç!” demişler. Karayoluyla hacca giden kardeşlerimizden bir grup, Hicaz’da anlattılar, yine böyle rüşvet almak için zorluk çıkarmak istemişler. Onlar da müsaade etmemişler. Yani haksızlıkla mücadele etmek de önemlidir.


Bilmem duydunuz mu, o hadis-i şerifi ilk okuduğum zaman ben çok etkilendim:

Bir insan dağ yolunda, çöl yolunda, ıssız bir yerde giderken önüne haramîler çıksa, “Çık paraları, sökül paraları, ver malını!” dese ne yapacak?

Peygamber Efendimiz diyor ki; “Malını korumak için çarpışan, ölen şehiddir.” Ben sanıyordum ki “al paraları, malımı” diyecek, canını kurtarıp geçecek. “Malını korumak için çarpışan şehiddir.” diyor. Demek ki yüz vermemek lâzım. “Müslüman böyle bir şeyde eyvallah demez.” diye bilecek. Yüz verilmeyecek. Tabi bu da önemli bir şeydir.


b. Güneydoğu’da Ölen Asker


1. Soru:

Bizim askerimiz, Güneydoğu’da yapılan operasyonlarda öldürülse, şehid olur mu?


Şehid olmak bir kaç çeşittir. Birincisi, Allah rızası için yapılan savaşta çarpışıp ölen şehiddir. Buna şehid-i hakîki derler; ahirette Allah bunu bi-gayri hisab cennetine koyacak, mükâfat verecek.

Bir de boğulan, yanan, duvar altında kalan, karnında kolera hastalığı gibi bir hastalık olup da ölen kimseler; lohusa, çocuk

415

doğururken ölen kadın gibiler; bunlar da şehid sevabı alır diye hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.

Amma, şehid olmak veya şehid sevabını kazanmak, şehid

hükmüne girmek imana bağlıdır. Yâni o ölen şahıs mü’minse, o sıfata sahip olur. Kendisi mü’min değilse, münkirse, kâfirse, inançsızsa, olmaz! İnançlı olması lâzım ve yaptığı şeyi de Allah rızası için yapması lâzım!

Meselâ, savaşa gitti, savaştı, öldü. “Kahraman adam desinler.” diye çarpıştıysa, şehid değildir. “Gitmezsem, korkak derler bana!” diye itham olunmamak için gitmiş de ölmüşse, şehid değildir.

Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:39


مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللهِ هِيَ الْعُلْيَا، فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللهِ

(حم. م .خ. د. ت. ن. ه. عن أبي موسى)


RE. 432/4 (Men kàtele li-tekûne kelimetu’llàhi hiye’l-ulyâ, fehüve fî sebîli’llâh) “Ancak Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sözü en yüksek olsun, Allah’ın dini yayılsın, Allah’ın dinine hizmet olsun diye çarpışan fi sebîlillâh çarpışmış olur.” buyuruyor.

Ancak o niyetle savaşırken öldürülürse şehiddir. Başka maksatlarla olursa, olmaz. Bu noktalar önemli...


Bu noktalardan sonra, gelelim bugünkü Doğudaki



39 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.58, no:123; Müslim, Sahîh, c.III, s.1512, no:1904; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.18, no:2517; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.179, no:1646; Neseî, Sünen, c.VI, s.23, no:3136; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.931, no:2783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.392, no:19511; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.493, no:4636; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.66, no:486; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.188, no:7253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.V, s.268, no:9567; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.167, no:18325; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4344; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.V, s.98; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.195, no:553; İbn-i Ebî Âsım, Cihad, c.II, s.588, no:242; Dâra Kutnî, İlel, c.VII, s.227, no:1311; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.486, no:7428, 7429; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.472, no:10493; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1557, no:2560; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.110, no:23091.

416

operasyonlara... Normal, bizim bildiğimiz şu vatandaş kardeşlerimiz gidiyorlar, askerlik hizmeti yaparken karşı tarafla çarpışıyor, ölüyor. Bunun durumu nedir?

Bu kardeşlerimiz namaz kılsa da, kılmasa da, genellikle mü’mindir. İstisnası, belki bir iki tane zıpırı çıkar içinde... “Ben inanmıyorum, bilmem ne...” diyen ya vardır, ya yoktur ama umumiyetle mü’mindir bu kardeşlerimiz... Karşı taraf da, köy basıyor, adam öldürüyor... vs. Haksızlık yaptığı için onlara karşı bir hareket, yâni halkı korumak namında bir hareket yapmak da gerekiyor. Ötekiler, “Ben istiklâl için yapıyorum!” bile dese, mü’mine böyle bir sebepten silâh çekmeğe hakları yoktur.

Binaen aleyh, böyle bir savaşı başlatmış olan kimselerle mücadele eden kimseler, bu vazife içinde Allahu a’lem, şehid hükmüne dâhil olurlar.


2. Soru:

Doğu’da ve Güney Doğu’da eşkiya ile çarpışırken ölenler şehid olur mu?

417

Şehidlik bir kere çarpışan kimsenin imanıyla ilgilidir. Çarpışan kimse mü’min ise şehiddir. Mü’min değilse, müslümanlarla kâfirler arasında yapılan bir savaşta müslüman ordusunda bile bulunsa, şehid değildir. Bu birincisi... İkincisi, yapılan savaşın, mücadelenin hak olması lâzım!

Bir hadis-i şerif beni çok etkilemiştir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“Bir insan kendi canını kurtarmak için çarpışmaya girse, şehiddir. Bir insan kendi malını harâmîye, eşkıyaya kaptırmamak için mücadele etse, ölse şehiddir.” Yâni, “Malını korurken de ölse, canını korurken de ölse, şehiddir.” diyor.

Bu beni çok duygulandırmıştı bu hadisi ilk okuduğum zaman... İslâm’ın yiğitliğe verdiği önem çıkıyor ortaya... “Vereyim de geçeyim, kurtulayım!” filân demek olmuyor.

Onun için, mü’min ise ve iyi niyetle yapıldığı zaman, şehid olur.


3. Soru:

Hocam sohbetinizde iki tane Karslı askerden bahsettiniz. “Teröristler vurdu ve şehid oldular.” dediniz. Bu devletin dini İslâm değil ki askerin ve polisin şehid olması için devletin İslâm’la yönetilmesi gerekmez miydi? Böyle devlette vurulan asker ve polis şehid olur mu?


İşte soru bu. Zihnine takılıyor, ne olursa olsun.

Muhterem kardeşlerim! Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifiyle cevap vereceğim:

Bir insan devesine ticarî malını yükletse bu şehirden öteki şehre giderken dağın kenarında, kayaların arasından haramiler çıksa, “Ver malını!” dese, o da vermese, mücadele etseler; “—Niye vereyim malımı? ‘Haydut’ diye çıkmışsın karşıma.” dese malını korumak için yaptığı mücadele sonunda ölse şehiddir. “Dünya malı dünyada kalır, önemli değil!” diyoruz ya. Peygamber Efendimiz SAS:

“—Bir insan malını korumak için ölse şehiddir.” diyor,

418

anladınız mı?

Tabii namusu korumak da öyle... Mazlum olarak ve iyi niyetle kendi malını korumak için bile olsa şehid oluyor.


Elbette şehidliğin şartları vardır, doğru. Şehid olmanın ilk şartı, şehid oldu denilen kimsenin müslüman olmasıdır. Müslüman olmayan insan, ölse şehid olmaz. Neden? İslâm şartı var, müslüman olmak şartı var. Müslüman olmadığı zaman öldü işte. O zaman “Toprağı bol olsun.” derler, o kadar. Bol olsa ne olacak, az olsa ne olacak? Öldü, gitti.

İlk şartı müslüman olmaktır; müslüman olacak. İmansızmış, münkirmiş, kâfirmiş; tabi o zaman şehid olmaz. İlk şartı müslüman olmak. Ondan sonra doğru bir istikamette, haklı, dinen doğru olan bir şeyi yapma yolunda olduğu zaman şehid olur; haksız bir şey yaparken, gasp, rüşvet ve saire halinde iken olmaz tabi. Çalıştığı istikamet de İslâmî olacak. Ama Allahu a’lem, bu Mehmetçikler şehiddir.


Devletin dini, İslâm değil. Tamam, “devlet laik” diyor, “Ben inanca bakmıyorum.” diyor. Sen devletin sahibi olursan, devlete sen sahip olursan, bu mekanizma her şeyiyle İslâmî çalışır. Bazı yerlerinde İslâmî çalışıyor.

Bizim bazı arkadaşlarımız geldi, salâhiyet sahibi oldu, genel müdür oldu. Ben hatırlıyorum; Karayolları Genel Müdürlüğü’nün girişi, antresi mescid oldu. Kapısından Karayolları Genel Müdürlüğü’nün antresine giriyorsun, geniş bir alan var. Merdivenle üst katlara çıkılıyor, kenardan asansörle yukarıya çıkılıyor; orası mescid oldu, mescid yapıldı. Cuma namazı kılınıyordu, tıklım tıklım doluyordu. Bak genel müdür öyle yaptı, öyle oldu.


Bizim Sakarya Mühendislik’te dershanenin karşısında büyük bir mescid vardı. Ders arasında gidip namazımızı kılıyorduk. Yönetim değişti, yönetime başka bir kişi geldi, dershaneyi kapattı.

“—Okulun karşısında, ileride mescid var, gitsin orada kılsın.”

419

dedi.

Oraya gidinceye kadar 15 dakika geçer, 15 dakika da gelinceye kadar geçer, etti yarım saat; çocuk namaz kılamaz. Sen onu engelledin.

Burada ne güzel kılıyordu. Ne diye kapattın? Düşmanlıktan kapattın; “Karşıda cami var.” bahane! Karşıdaki camiye gidemiyor ki, gidecek vakit yok ki, on dakika ders arası var; namazı kılacak, gelecek dersine devam edecek.

Ne oldu? Dokundu mu sana onun ibadet etmesi? Din düşmanlığından yaptın, bir de bahane söylüyorsun.

İşin şu tarafını anlatmak istiyorum; yönetici iyi bir insan iken mescit açıyor, çocuklar ibadetini yapıyor; kötü olduğu zaman da salahiyetini veya imkânlarını kötüye kullanıyor. Kimsenin suçu yok; aynı kanun, aynı yönetim ama iyi insan, iyi tarafından tutturunca iyi bir şeyler yapıyor. Binaen aleyh şimdi böyle bir acayip kaoslu durum var.

Niyetine göre, müslümansa şehid olur.


c. Kore’de Ölenler Şehid Olur mu?


1. Soru:

Kore’de ölen kişilerin şehadeti hakkındaki görüşünüz nedir?


Dünyanın her yerinde ölen insanların şehid olması için şart: Mü’min olması, bir... Bu da yetmez; Allah rızası için çarpışması, iki... Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:40



40 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.58, no:123; Müslim, Sahîh, c.III, s.1512, no:1904; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.18, no:2517; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.179, no:1646; Neseî, Sünen, c.VI, s.23, no:3136; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.931, no:2783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.392, no:19511; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.493, no:4636; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.66, no:486; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.188, no:7253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.V, s.268, no:9567; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.167, no:18325; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4344; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.V, s.98; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.195, no:553; İbn-i Ebî Âsım, Cihad, c.II, s.588, no:242; Dâra Kutnî, İlel, c.VII, s.227, no:1311; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.486, no:7428, 7429; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.

420

مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللهِ هِيَ الْعُلْيَا، فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللهِ

(حم. م .خ. د. ت. ن. ه. عن أبي موسى)


RE. 432/4 (Men kàtele li-tekûne kelimetu’llàhi hiye’l-ulyâ, fehüve fî sebîli’llâh) “Ancak Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sözü en

yüksek olsun, dileği yerine gelsin, dini üstün olsun, Lâ ilâhe illa’llàh kabul olsun, o söz yücelsin diye çarpışan, fî sebîlillâh çarpışmış olur.” buyuruyor. Başka maksatlarla olursa, olmaz.

Allah’ın dini yüce olsun diye, o niyetle, o maksatla yapılan bir

çalışma cihad olur. Öteki cihad olmaz. Mal için olsa, olmaz; şöhret için olsa, olmaz; daha başka bir sebeple olsa, olmaz! Ancak Allah rızası için olursa, olur.

Şehid sayılabilmesi için, çarpışan kimselerin, bir kere imanlı kimseler olması lâzım! İkincisi de yaptığı savaş, Allah’ın rızasını düşünerek, dinî bir sebeple yapılmış olması lâzım! Meselâ, Kıbrıs’ta bir savaş yaptık. Oradaki kardeşlerimize zulmettiler. O mazlumları kurtaralım diye İslâmî bir niyetle oldu.


Kore’de de, işte beynelmilel bir anlaşma olmuş, zamanın yöneticileri de, “Biz de asker gönderelim!” demişler. Bu taraftaki kâfirlerle bir olunmuş, öbür taraftaki kâfirlerle çarpışılıyor. İki kâfirin arasındaki bir savaşta bizim işimiz neydi? Orada ne oldu; ne sebeple, ne maksatla gitti? Orası biraz cevabı karanlık kalıyor.

Allah kusurlarımızı affetsin... Kararlarda bu gibi şeyleri iyi düşünmek lâzım! Ayetleri, hadis-i şerifleri düşünmek lâzım!

Şimdi meselâ, Ortak Pazar’a girme konusu var... Sabahleyin ayet-i kerimeleri okudum, Mâide Sûresi’nde... Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:



Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.472, no:10493; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1557, no:2560; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.110, no:23091.

421

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَ النَّصَارَىٰ أَوْلِيَاءَ، بَعْضُهُمْ


أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ، وَمَن يَتَوَلَّهُم مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ، إِنَّ اللهَ لاَ يَهْ دِي الْقَوْمَ


الظَّالِمِينَ (المائدة: ١٥)


(Yâ eyyühe’llezîne amenû lâ tettahizü’l-yehûde ve’n-nasàrâ evliyâ’) “Ey iman edenler, yahudileri ve hristiyanları kendinize dost ittihaz etmeyin! (Ba’duhüm evliyâü ba’d) Zira onlar birbirinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. (Ve men yetevellehüm minküm feinnehû minhüm) İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. (İnna’llàhe lâ yehdi’l-kavme’z-zàlimîn) Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez, yol göstermez.” (Mâide, 5/51) diyor.

Onun için, yaptığımız işlere dikkat edelim; yoksa boşa gitmiş olabilir her şey...


2. Soru:

Kıbrıs’a çıkarma yaptık. Bu cihad mıdır? Veya cihad nedir?


Muhterem kardeşlerim! Her askerî çarpışma cihad değildir. Cihad olması için çarpışanın müslüman olması lâzım ve niyetinin Allah’ın rızasını kazanmak olması lâzım. Adam kâfirse, çarpışması cihad olmaz. Adamın niyeti dünyaysa onun çarpışması cihad olmaz.

Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:41



41 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.58, no:123; Müslim, Sahîh, c.III, s.1512, no:1904; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.18, no:2517; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.179, no:1646; Neseî, Sünen, c.VI, s.23, no:3136; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.931, no:2783; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.392, no:19511; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.493, no:4636; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.66, no:486; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.188, no:7253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.V, s.268, no:9567; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.167, no:18325; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4344; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.V, s.98; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.195, no:553; İbn-i

422

مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللهِ هِيَ الْعُلْيَا، فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللهِ

(حم. م .خ. د. ت. ن. ه. عن أبي موسى)


RE. 432/4 (Men kàtele li-tekûne kelimetu’llàhi hiye’l-ulyâ, fehüve fî sebîli’llâh) “Ancak Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sözü en yüksek olsun, Allah’ın dini yayılsın, Allah’ın dinine hizmet olsun diye çarpışan fi sebîlillâh çarpışmış olur.” buyuruyor.

Yâni, “Allah’ın dini yücelsin.” diye mücadele verenler cihad etmiş olurlar.

Bu tarifin içine girecek tarzda, Kıbrıs çıkarmasında çarpışıp şehid olan, cihad etmiş insanlar vardır. Hava almış olan insanlar da vardır. Niyetine göre… Kimisi “Oradaki müslüman


Ebî Âsım, Cihad, c.II, s.588, no:242; Dâra Kutnî, İlel, c.VII, s.227, no:1311; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.486, no:7428, 7429; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.472, no:10493; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1557, no:2560; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.110, no:23091.

423

kardeşlerimizin imdadına yetişmemiz lâzımdı. Vay kâfirin yaptığı zulme!” filan diyerek niyetini öyle yaparak, Allah rızası için bu işe girişmiştir, sevabı almıştır. Kimisi o kafada değildir; hiçbir şey kazanamamıştır. Soru güzel, doğru.


d. Savaşa Hazır Olun!


1. Soru:

Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün tahminine göre, bu Ağustos’ta (1993) savaş çıkabileceği söyleniyor. Bu konuda ne yapmamızı tavsiye edersiniz?


Stratejik Araştırmalar Enstitüsü bir Amerikan araştırma kurumudur. Bu kurumlar olması muhtemel olan şeyleri incelerler, “Onlara karşı ne yapmak lâzım?” diye planlar hazırlarlar. Her inceledikleri şey ille olacak mânâsına değil... Ama baktık ki, adamlar Balkanlarda savaş çıkacak diye ciddi ciddi tahminlerde bulunuyorlar. Biz de onun üzerine muhtelif bakanlarla, müsteşarlarla, eskiden devlet hizmetinde bulunmuş kimselerle istişareler filân yapmıştık. Ağustos ayı (1993) savaş çıkması beklenen, dedikodusu yapılan bir ay idi.

Şimdi de bakıyoruz: Şu karakola saldırdılar, bu kadar asker öldürüldü. Dağlarda şöyle hareket oluyor, Iğdır’da böyle oluyor. Ermenilerin tarafından PKK Türkiye’ye şöyle sızıyor. Büyük şehirlerde şu hareket, bu hareket... Hakîkaten adı terörle mücadele filân ama, bayağı savaş oluyor. Bayağı bir savaş var her yerde... Tütün deposunu yakmışlar, bilmem kaç milyar lira ziyan... Bu paralar kolay toplanmıyor ki... Fakirin fukaranın hizmetine harcansa, ne kadar kimse memnun mutlu olacak, memleket zenginleyecek.


Ayrıca muhtelif laflar da var yine... Amerika’nın eski Türkiye büyükelçisi: “On yıla kadar Türkiye, zayıf veya bölünmüş bir Türkiye olacak!” filân gibi laflar geveliyormuş. Anlaşılıyor ki, heriflerin maksadı Türkiye’yi bölmek veyahut zayıflatmak! Bölünmese bile, nefes almaya mecali olmayan fakir bir ülke haline

424

getirmek... Ormanlarını yakmak, mahsullerini perişan etmek, halkı birbirine düşürmek...

Meselâ, Sivas olaylarında da başbakan çok net olarak söylüyor, “Tahrik var!” diyor. Gerçekten de, muazzam bir tahrikle, zorla taşımışlar insanları... Biz ölüyoruz diriliyoruz, “Müslümanlar kardeştir. Kur’an’a sarılın, kardeşliğinizi unutmayın!” diye insanları bir araya getirmeye çalışıyoruz; adamlar ihtilafları körükleyip, sünnî-alevî diye müslümanları birbirine düşürüyorlar.

Memleketi içeride bir savaşla zayıflatmak istiyorlar. Bu çok net olarak görülüyor.


Birkaç tane densize söyle, gitsin filânca yerde bir nâra atsın, bağırsın, çağırsın; kavga çıkar. Senin evine birisi gelse, aşağıdan cama taş atsa: “—Heyt, ulan! Çık dışarıya, bilmem ne...” dese ne yaparsın?

“—Kim bana ulan diyormuş?” diye sen de aşağıya inersin.

Tahrik işte bu! Şimdi bağıran da mı kabahat, aşağı inende mi?

Böyle şeyler oluyor. “Hakîkaten de zenginliyor.” dediğimiz, “Büyük bir ülke oluyor.” dediğimiz; “Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar Türkler birleştiği, müslümanlar işbirliği yaptığı zaman, önümüzdeki asır inşaallah bizim için iyi olacak!” dediğimiz sırada, adamlar bu sefer döndürdüler işi, “Türkiye devam eder mi, etmez mi? Bütünlüğü korunur mu, bölünür mü? Kuvvetli mi olur, zayıf mı olur?” demeye başladılar.

Yeltsin geliyor Yunanistan’la anlaşma yapıyor. Sırplar Yunanlılarla ittifak yapıyorlar. Ermeniler PKK’yı destekliyorlar. Ne görünüyor net olarak? Yâni Türkiye’ye verebilecekleri kadar zarar vermek istiyorlar.


Şimdi bunların karşısında ne yapmak lâzım? Bir kere dua ve temenni ediyoruz ki, müslüman halkımızın arasında fitne çıkmasın! Hiç olmazsa, birbirlerini kırmasınlar, birbirlerine kırılmasınlar! İlk temenni ettiğimiz bu...

İkincisi: Her türlü kötü ihtimali düşünüp tedbiri almaktır. Olmaz ama, şairin sözü çok hoşuma gidiyor:

425

Hâzır ol cenge, eğer ister isen sulh ü salâh!


“Sulh istiyorsan, cenge hazır ol!” diyor ya... Onun için çok kuvvetli hazırlanmamız lâzım! Şahsen hazırlanmamız lâzım! Evimizin kapısını, penceresini, parmaklığını ve sâiresini sağlam

mı değil mi diye elden geçirmek lâzım! Oturduğumuz mahalle bozuk mu, sağlam mı; ölçmek, biçmek lâzım! “Komşularla aramız iyi mi, değil mi; yarın gürültü koptuğu zaman —kurt dumanlı havayı severmiş— bize bir zarar vermek isteyen olur mu?” filân diye her şeyi hesaplamak lâzım! Emniyeti sağlamak lâzım!

Şahıs emniyetini sağlamanız lâzım, evin emniyetini sağlamanız lâzım, mahallenin emniyetini sağlamanız lâzım! “Rus, Yunan şuradan gelir, buradan çıkarsa ne yapmak gerekir?” diye tedbir almak lâzım! Sivil Savunma Teşkilatlarıyla konuşup, “Harp çıkarsa ben ne yapabilirim?” diye sormak lâzım! Adamların gelip size anlatması lâzım ama, sizin gidip onlara sormanızı tavsiye ederim.


Bir de, herhangi bir olağanüstü durum olursa, birisi yaralandı mı nasıl tedavi olur? Sular zehirlenirse, su nerden elde edilir? Elektrikler kesilirse, ne yapılır? Havadan zehirli gaz atılırsa nasıl korunulur? Bunları öğrenmek lâzım! Biz onun için, sivil savunma ile ilgili bir kitap hazırlıyoruz. “Bu gibi durumlarda hayatı korumak ve devam ettirmek için ne gerekir?” diye halkımıza bir el kitabı verelim diye düşünüyoruz. Ama, bunu siz şahsen de düşünün! Şahsen de kitapları araştırın, bulmağa çalışın! Kazzafi’nin hoşuma giden bir tarafı var... Öbür taraflarına, yaptığı dengesiz hareketlere kızıyorum, bir şeyi hoşuma gidiyor. Libya’nın nüfusu az... Diyor ki: “Her ev bir askerî birlik sayılır ve bu birliğin komutanı vardır. Savunması için plan yapıp, tedbir alması lâzımdır.” diyor. Biz orada imam-hatip lisesine gittik. Levhasına, “Mâlik ibn-i Enes Kışlası” yazmışlar. Talebelere baktık, asker elbisesi giydirmişler; onbaşı, çavuş filân diye

426

omuzlarına rütbe koymuş. Yâni ne demek istiyor: “Topyekün bir savaş olursa, herkes hazırlansın!” demek istiyor.


Şimdi bu gayrimüslimler müslümanları Balkanlar’dan atmak istiyorlar. Sırplar müslümanlara hücum ediyor. Sancak bölgesinde, Kosova’da, Makedonya’da harb olabilir. Rus geliyor, Yunanlıyla ittifak kuruyor... Binân aleyh, biz de her türlü ihtimale karşı her türlü tedbirimizi alacağız.

Böyle bir şey olursa, nerede savaşırız? Çoluk çocuğumuzu emniyetli olarak nereye götürürüz? Kime göndereceğiz? Orada şartlar hazır mı? Böyle her şeyi düşünmek lâzım!

Ama inşaallah dua ederiz, hiç bir şey olmaz. “İt ürür, kervan yürür.” dediği gibi... “Ab-ı pâke ne zarar vakvaka-i kurbağadan...” dediği gibi... İnşaallah gayrimüslimlerin bu dedikleri vaklama olur, kervana köpeğin havlaması gibi olur. Bizim kervanımız yürür inşaallah... Temenni ediyoruz ki Allah, daha kuvvetli, daha sıhhatli, daha mutlu, daha güzel günler yaşamayı nasib etsin...


Ama, bu adamların niyeti belli oldu. Bizi uyandırdı Bosna- Hersek olayları... Çoluk çocuk demeden kesiyorlar. İnsan hakları ve sâire laf... Ne İngiliz başbakanı, ne Fransız bilme nesi, ne Alman bilem nesi bizim iyiliğimizi istemiyor. Dazlakların Almanya’da yaptığını, Kafkasya’da Ermeni yapıyor, Bosna- Hersek’te Sırp yapıyor. İslâm düşmanlığı çok net... Memleket içinde de fitne fesat çıkartma çalışması olduğu çok net olarak görülüyor.

O halde, içimizden bize bir zarar gelmesin diye birlik ve beraberliğe dikkat edip tedbir almak lâzım! Dışardan bir zarar gelmesin diye tedbir almak lâzım!


Ben askerliği piyade olarak yaptım ama, tankları tahrib edici, füze ve tanksavar silahlar bölümünde idim. Oradan biliyorum. Geçen gün İzzetbegoviç’in bir sözünü naklettiler. Demiş ki:

“—Bizim düşmanlarla savaşımızda düşmanları yenmek için, üç şey lâzım!” demiş.

427

—Nedir onlar?” demişler.

“—Tanksavar silah! Tanksavar silah! Tanksavar silah!” demiş. Roketatar demek...

Roketatar, şöyle omuza alınabilen bir silahtır. Bir kişi kullanabilir. Nişan alır... Tanka isabet ederse, tankı mahveder. Beton barikata isabet ederse, onu tahrib eder. Eve isabet ederse, onun altını üstüne getirir. Tesirli bir silah...

Yâni, hiç başka bir şey yapamasak; uçaklarımız yok, gemilerimiz yok, imkânımız az... Demek ki, Türkiye’de devlet itimadlı kimselere rütbe verse, belli yerlere yığınaklar yapılsa, tedbirler alınsa... Alınmıştır ama, ben kâfi olmadığı kanaatindeyim. Bunlar bizim kadar endişeli değil, olmaz bir şey gibi düşünüyorlar, iş büyüyor. İçteki anarşiyi bile kolay durduramıyorlar. Yetmiyor. Hallbuki elli beş milyon asker olsa, kimse yan bile bakamaz! Onun için elli beş milyon halkın savunma yapabileceği, düşmana karşı koyabileceği bir hazırlığın yapılması lâzım!

Bunun için ben, en kolay, en basit çare olarak roketatarı görüyorum, İzzetbegoviç’in dediği gibi... Tank gelirse, bir

428

patlatırsın gider. Yâni, bir kişi bir tankın hakkından gelir. Uzaktan ancak bombardıman ederler. O zaman da, sığınağa girersin.


Tabii, suyu düşünmek lâzım, gıdayı düşünmek lâzım! Kalıcı gıdalar bulundurmak lâzım evde... Nohut gibi, mercimek gibi birden bozulmayan, duracak gıdaları bulundurmak lâzım!

Bir de, bu savaş sürer. Bakın, meselâ Bosnalılar, bir kış geçti neler çektiler. Kar yağdı, yiyecekleri yok, yakacakları yok; ama, savaş bitmedi. Yâni, mukavemet istiyor. Aylarca yıllarca sürebilir. Onun için, ona göre tedbirler almak lâzım! Boşa harcama yapmamak lâzım! Gafletle vakit geçirmemek lâzım! Hepsinin başında da tabii, belki bir harb darb çıkar diye tevbe edip, hakkın yoluna girmek lâzım! Allah’ın sevgili bir kulu olarak gezmek lâzım, abdestsiz dolaşmamak lâzım!


Çok şeyler var söylenecek... Ben dergilerimde ve kitaplarda yazdım, ikaz vazifemi yapmış olayım diye... İkaz etmek, vazifem; çünkü, beni dinleyen kardeşlerim var... Siz şahsen bulunduğunuz yerde istişâreler yaparsınız, gruplar teşkil edersiniz, tedbirlerinizi ayrıca geliştirebilirsiniz. Sıhhati koruma tedbirleri, yaralıya ve sâireye bakma tedbirleri, sivil savunma tedbirleri... Sivil savunma

teşkilatlarının planlarını bilmek ve onlarla işbirliği yapmak... Devletin ilgili müesseseleriyle diyalog kurmak...

Çünkü iş o hale geldi ki, milletçe çarpışılıyor. Çocuğu da öldürüyorlar, kadını da öldürüyorlar. Herkesin görev yapması gerekiyor. Onun için tedbiri böyle almak lâzım diye düşünüyorum.

Daha düşününce insan neler bulur, ehline sorunca neler öğrenir. Çalışın, bu fikir üzerinde geliştirin kendinizi ki; Boşnakların en büyük zayiatı, ilk başta böyle bir hücumu tahmin etmemekten, gafil avlandıkları için olmuş. Şimdi bazı köyleri alıyorlar. Hücum ettiler mi, kaçırtıyorlar Hırvatları, Sırpları... Bir de silahları olsa...

Hainler ambargoyu koymasalardı, Yugoslavya’yı yeniden fethederdik biz... Yugoslavya müslümanlar tarafından yeniden

429

fethedilmesin diye, NATO gidiyor oraya bir duvar koyuyor, denizden yardım getirtmiyor. Öbür taraftan yardım hiç gelmez. İçerde kırsınlar diye bakıyor. Toplanıyorlar, toplanıyorlar, “Boşnaklara yazık! Ah oldu, vah oldu...” diyorlar; yardım yok... Alay eder gibi bir şey oluyor.


Tabii Boşnaklar, Sırplarla çevrili bir ülkede yaşıyorlardı. Daha önceki rejimler, onları her bulundukları şehirde azınlık haline getirmiş, %20, %25 filân durumuna düşürmüş, dağıtmış. Bizim Türkiye öyle değil, Türkiye’de yekpâre elli beş milyonuz. Yalnız içimizde işte bakın, bizim korktuğumuz ve tedavi etmeğe çalıştığımız bir alevî-sünnî yarası vardır. Biz onu tedavi etmek için konferanslar veriyoruz. Alevilerin büyük saydığı insanları —

Hazret-i Ali Efendimiz, Hacı Bektâş-ı Velî— anlatmağa çalışıyoruz. İhtilâfı yok etmeğe çalışıyoruz. Bazıları da gidip ihtilâfı ayaklandırmağa çalışıyorlar. İnsanlar ölüyor, yer yerinden oynuyor.

Şimdi, profesörün birisi yazmış, gazetede vardı. Diyor ki:

“—İnek kesmek normal, Türkiye’de kesiyoruz. Hindistan’da ineğe tapan adamların şehrinde gidip inek kesebilir misin?”

Kesemezsin. Neden? İnançlarına göre inek onların tapındığı putları olduğundan, kesildiğini görünce fırttırırlar, akılları kaybolur, saldırırlar. İnanç meselesi... Onun için, mâdem inanca saygılısın, niçin milletin inancına hakaret ediyorsun?


Bir iç mücadeleyi bunlar bir kere Türk’le Kürt arasında yapmağa çalışıyorlar. Belki hepimizin babası Kürt’tür, anası Türk’tür, dedesi Çerkes’tir, ötekisi bilmem nedir... Yâni, biz buraya Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli diyarlarından, diyarlarımız kâfirler tarafından istilâ edildiği için, gelmiş sığınmışız. Her yerden bizde nümûne var... Bizim ırkçılıkla uğraşacak halimiz yok ki...

Şimdi içimizde bir Kürt Türk kavgası çıkarttılar. Adam esnaf... Gündüz dükkânında oturuyor, gece silahını kapıp karakol basıyor. Doğu Anadolu’da böyle... Dışarıdan birisi filân gelmiyor, halk

430

yapıyor. neden? Yıllar yılı ağalara karşı, dine karşı, devlete karşı komünizm propagandası ve sâireyle bozdular bunları... Biz o zaman söyledikçe, bizi dinlemediler. Şimdi olayları doğru teşhis edemiyorlar.

Bize düşen gözümüzü açmak, dikkatli olmak, ibret almak... İbret alıp, gereğini düşünmek...


2. Soru:

Sizin çok fazla ihvânınız olduğunuzu biliyoruz. Bir müslüman on kâfire bedel olduğuna göre, niçin bizi cihada çağırmıyorsunuz?


Siz asker olun da sizi çağıracak insan bulunur da, maalesef aziz kardeşlerim, birçok mürid aslında şeyhine tâbî değildir; aslında nefsine tâbîdir. Şeyhinin işaretini tutan, dinleyen mürid başımızın tacıdır. Allah râzı olsun... Öyle müridlerle Amerika’yı fethederiz. Siz öyle mürid olun, söz veriyorum Kuzey Amerika’yı, Güney Amerika’yı fethederiz.


3. Soru:

Tüfek almak niyetindeyim. Tavsiye eder misiniz?


Tüfekten ne olur ki yâni? Şimdi adamlar öyle silahlar kullanıyorlar ki, akılları duruyor insanın... Geceleyin karanlıkta gören, iki kilometre uzaklıktan insanı vuran silahlar var... Basra Körfezi’nden filânca yeri bombalıyor, Akdeniz’den filânca yeri bombalıyor... Hani insanın;


وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ (الأنفال:٠٦)


(Ve eiddû lehüm mesteta’tüm min kuvvetin) [Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın!] (Enfal, 8/60) ayet-i kerimesine göre, gücü yettiği kadar silahlı olması, hazırlanması gerektiğinden, evinde kendisini koruyacak bir tüfeği olması lâzım! Bu, ruhsatlı olabiliyor.

431

Tüfeğin de iyisini alın! Her şeyin iyisini almak lâzım! Birkaç mermi alsın. Menzili uzak, yanında mermisi bol olsun. Ruhsatlı olsun. Bunların olması lâzım! Neden? Hırsız gelir, deli gelir, divâne gelir. İnsanın savunacak bir şeyinin olması lâzım! Ben avlanmayı sevmiyorum. Caizdir ama, kuşa, şuna, buna atıp da can yakmayı sevmiyorum. Ama, bulundurmayı seviyorum. Neden? Ayet ve hadise uygun olduğu için... Yarın öbür gün Allah kullandırmasın ama, bulunması iyi...


4. Soru:

Hazırlık için ruhsatsız kaçak silah alabilir miyiz?


Hayır, kaçak silah almayın! Her şey usulüne uygun olsun. Sivil savunma uzmanlarıyla tanışın. Askerlerle tanışın.

Maalesef Türkiye’de zaman zaman askerle millet karşı karşıya gelmiştir, getirilmiştir. Milletin askere kırgınlığı olmuştur; askerin millete yan bakışı olmuştur. Bunun bitmesi lâzım. Bunun çözülmesi lâzım. Çünkü düşmanın elde ettiği faydalardan birisi de sizin bütünlüğünüzü parçalamaktır. Yani siz parça parça parçalandığınız zaman, o şıkır şıkır oynayacak demektir. O bakımdan bu meseleleri düşünmeli.


5. Soru:

Bizi içine alan bir savaş gerçekleşirse. sizce primer sebep ne olabilir? Yani ilk sebep, asıl sebep nedir?


Dünya üzerinde çeşitli güçler var. Bunlar birbirleriyle rekabet ediyor hatta dost bile olsalar rekabet ediyorlar. Güçleri görmek lâzım. Mesela Almanya. Almanya’nın bir tarihi, kültürü var; ideali, mâzisi, istikbale ait görüşleri var. İngiltere ile çatışıyor. Bir zaman geliyor para politikalarında Fransa ile de çatışıyor. Bir para politikası üzerinde bütün Avrupa yani Avrupa Topluluğu, kendisinin içinde bulunduğu ülkeler sarsıldılar.

Amerika bir vergi koydu, “Amerika Avrupa’ya savaş açtı.” denildi. Avrupa’dan gelecek mallara 0 vergi koydu, ortalık karıştı.

432

Amerika’nın Ortadoğu petrollerinde, petrol kuyularını paylaşmak konusunda geçtiğimiz yüzyılın sonundan bu tarafa İngiltere ile rekabeti vardı. Bunları görmeniz lâzım; kim ne tarafı ne bakımdan tutuyor, kim ne tarafa ne bakımdan düşman, bunları iyi tahlil etmek lâzım. Biz müslüman olduğumuz için bu adamların düşmanıyız; bir.

Bütün sanayinin, modern hayatın ihtiyaç duyduğu hammaddeler bizim ülkelerde olduğu için bizi yağmalamak istiyorlar, bizi elleri avuçları içine almak istiyorlar, iki.

Buraların eski sahiplerinin evlatları olduğunu sanan kimseler buraları almak istiyorlar; bizim Balkanlar’ı almak istediğimiz gibi, nostaljik bir sebep.


Ermenistan Van’ı alıp Adana’ya kadar gelip İskenderun’dan Akdeniz’e, Karadeniz’e açılmak istiyor.

Sırplar Balkanlar’da bir tek müslüman bırakmamayı istiyor. Hatta Anadolu’dan da gitsinler istiyor. Nereye gitsin? “Nereye giderse gitsin, defolsun.” demek istiyor.

Bizim de buna karşı yapacağımız bir şeyler olmalı. Sebepler psikolojik olabiliyor; tarihî, ekonomik veya siyasî olabiliyor. Bizden korktukları için olabiliyor. Sırp liderleri diyorlar ki; “Nedir bu müslümanların hali öyle? Her tarafa yayılıveriyorlar.” Bakıyorsun hıristiyan müslüman oluveriyor. Bunu engellemenin yolu, kesme. Koyun gibi keseceksin, pırasa doğrar gibi doğrayacaksın. Salacaksın nehirlere; nehirler götürecek cesetlerini. Çareyi burada buluyor.


Sonra, “Gelişen bir Türkiye, 50-60 milyon, yarın öbür gün başımıza belâ olur.” diye düşünüyor. Bir de Ortaasya Türkî Cumhuriyetleri çıktı. “Bunlar önünde sonunda birleşirler, dost olurlar bize bir oyun ederler.” diye şimdiden dağıtmanın çaresine bakıyorlar. Rus generali; “Türkiye bizim menfaatlerimizle çok fazla oynamaya kalkarsa asarız keseriz.” gibi laflar söylüyor.

Dostu düşmanı göreceksiniz. Diyelim ki elinizde, çantanızda yüz bin lira para var, bankadan çektiniz; öyle elinizi kolunuzu

433

sallaya sallaya sokakta yürüyebilir misiniz? Yoksa; “Bankada birisi beni görmüştür, arkamdan gelir, kafama bir şey vurur, çantayı çalar kaçar.” diye çare mi düşünüyorsunuz?

Elinizde zenginlik oldu mu, zenginliğin peşinde olan bir düşman, o zenginlikleri yağmalamak isteyen insanlar var demektir. Nostaljik sebepler, tarihî, dînî, siyasî sebepler olur ama nedeni ne olursa olsun neticede topun ağzında olan birisi olursun.


6. Soru:

Biz tam evlenmeyi düşünüyorduk siz bu konuşmanızda harpten darptan bahsettiniz şimdi gelin de evlenin.


Korkunun ecele faydası yoktur; bir şey değişmez. Faaliyetler aynen devam eder. Bunu hadîs-i şerîften bir misalle söyleyeyim. Peygamber Efendimiz SAS buyurmuş ki:

“—Elinizde bir fidan olsa bunu dikmeye geçmiş olsanız dikeceğinizde kıyamet kopmaya başlasa dikmeye devam edin!”

Çünkü fidan dikmek sevaplı bir iştir. Evlendiğiniz zaman da bir kızın korumasını üzerinize almış olacaksınız. Onu yardımsız bırakmak mı erkeklik, yoksa yanınıza alıp korumak mı?


7. Soru:

Bir söz vardır: “Düşmana silahıyla karşılık ver!” Bu âyet mi hadis mi, bu sözü açıklar mısınız?


Düşmana silahıyla karşılık vermek. Herhalde;


وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ (الأنفال:٠٦)


(Ve eiddû lehüm mesteta’tüm min kuvvetin) [Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın!] (Enfal, 8/60) ayet-i kerimesinden çıkmış bir mâna oluyor.

O âyet-i kerîmenin mânası ne?

“Düşmanlara gücünüz yettiğince mukabele edecek silah,

434

malzeme hazırlığı yapın!” diye emrediliyor. Ondan çıkmış olacak. Bunu bazısı şu mânaya alıyor:

“—Düşmanın kullandığı metotları da kullanabilir miyiz?” Yok, öyle şey yok! Düşman kâfirdir, onun kullandığı metod kâfircedir. Bazen kadın kullanır bazen içki kullanır. Bazen kumarı vasıta eder, bazen adam öldürür, bazen haksızlık eder… Biz müslümanız. Bizim her şeyimiz Allah’ın rızasına uygunluk esasına göre yapılır. Her yaptığımız şeyi şeriatten bir mesned varsa yaparız. Şeriate aykırı bir iş yapmayız. Bizim metodumuz İslâm metodudur, onların metodu kâfir metodu; o ayrıdır.


e. Müslümanın Müslümanla Savaşması


1. Soru:

Bugün halkı müslüman ülkeler, Batılıların çeşitli oyunlarıyla, entrikalarıyla kendi aralarında savaştırılabiliyor. Halkı müslüman olan bir devletle savaşmak zorunda kalan müslümanlar ne yapacaklar, ne yapmalılar, durumları nedir?


Allah insanı bu duruma düşürmesin, hıfz eylesin... Öyle bir fitnedir ki, öyle büyük bir belâdır ki, ben meselâ Iraklı askerlere dâimâ acımışımdır, çok acımışımdır. Çünkü başkanları tarafından, bir müslüman ülkeye saldırtıldılar. Haksız bir saldırıydı. Faaliyetleri fî sebîli’llâh bir saldırı değildi, temelinden çürüktü. Saldırmayanları Saddam öldürtüyordu. İtiraz edenleri öldürüyordu, oradan gidiyorlardı. Düşmanın karşısında silah atsalar, karşı tarafı öldürseler; ölen de öldüren de cehennemde olacağı için, oradan zarara uğruyorlardı. Oradan bir kurşun gelse, kendileri ölseler, haybeye gidiyorlardı. Allah korusun, çok kötü bir durum...

Allah rızası için yapılmayan bir savaşta rol ve yer almamak gerekir. Rol ve yer almadan ölürse insan, Allah yolunda ölmüş olur. “Bu yaptığınız doğru değil!” demesi lâzımdı. Birkaç kişi ölebilirdi ama Irak’ta... Bâriz misâl Irak olduğu için söylüyorum.

“—Ben bu şekilde savaşamam!”

435

“—Kurşuna dizeriz seni!” “—Zalim olarak dizersin, ne yaparsan yap... Ben böyle, bir müslümanın bir müslümanla savaşında yer alamam!” demesi lâzım gelirdi.

Ama bu zor bir şeydir, çok zordur. Bile bile ölüme gitmektir. O tarafa gitse ölüm, bu tarafa gitse ölüm... Ama hayırlısı gidip karşı tarafa kurşun atıp öldürmek değildir; mazlûmen ölmektir. Böyle bir duruma düşürmesin Allah! Türkiye’yi bir İslâm ülkesiyle böyle bir savaşa sokarlarsa, hakîkaten zor bir durum olur. Irak’ta bu zor durum olmuştur, çok fenâ olmuştur. İranlı biraz haklıdır, çünkü zulme uğramıştır, tecâvüz edilmiştir kendisine... Tecâvüze karşı koymak nisbeten hafif bir şeydir. Ama o da doğru değil...

436

Kuveyt’e saldırılmıştır. Cidde’de toplantı yapılmış, buna karşı koymak için müsaade çıkmıştır ulemâdan... Orada bulunanların hepsi çıkıp diyeceklerdi ki:

“—Evet, bir saldırı olmuştur ama, çarpışan kuvvetler iki taraf da müslümandır. Bunu müzakere yoluyla çözmek zorundayız. Tazyik yaparız, baskı yaparız... Savaş olmaması gerekir!” diye orada kıyasıya konuşulması lâzımdı.

Çünkü, sonuç hiç de müslümanların lehine olmamıştır. Körfez harbi müslümanların prestijini sıfıra indirmiştir. Kâfirlerin istediği olmuştur. “Ne yapalım, Kuveyt’e saldırdı. O halde Irak’la savaşmak câizdir.” diye fetva vermeye kalkışmak yerine; “Evet, saldırmıştır ama, bunu sulhen çözmek zorundayız!” denilmesi lâzımdı. O toplantılarda bunların konuşulması gerekirdi diye düşünüyorum.

Allah insanı böyle zor imtihanlarla imtihan etmesin...


2. Soru:

Müslümanın müslümanla çarpışması caiz olmadığına göre, Güneydoğu’da görev yapan polislerin ve askerlerin durumu ne olacak?


Müslümanın müslümanla savaşmasını İslâm dini yasaklıyor. Yasaklıyor ama, burada mezraa basılıyor, otomobille işine giden polis öldürülüyor, şu oluyor, bu oluyor... Burada da bir tecavüz olayı vardır. Burada durum Saddam’ın Kuveyt’e saldırması gibi değildir. Burada biraz daha başka bir durum var...

Ben kendisi Kürt olan bir bakandan dinledim. Kendisi Kürttür, ama insaflı bir insandır. “Mesele Kürt meselesi değildir, bunun arkasında Ermeni vardır.” diyor. Doğrusu odur. Orada kurulmak istenen Kürt devleti değildir. Arkadaşlarımızın, Kürt olan kardeşlerimizin uyanması lâzım! Akrabalarımız olabilir, kardeşlerimiz olabilir, kendimiz Kürt olabiliriz... Mesele Kürtlük meselesi değildir. Orda kurulmak istenen bir Ermeni devletidir.

Avrupalı, müslüman Kürt için kılını kıpırdatmaz! Gözünüzü açın, orada kurulmak istenen Ermeni devletidir! Yapılanlar onun

437

hazırlığıdır. Ama bu arada Kürt meselesi vasıta ediliyor. Bunu bilen de biliyor.


Şimdi öldürenlerin bir kısmı sünnetsizdir, bir kısmı da Ermeni’dir. Bakılırsa, eylemlerin içine katılmışların bir kısmı da Ermeni’dir. Bu bilinen bir şey... Ama bu işe kanıp da heveslenen hiç Kürt yok mudur? O da vardır. Ama onunla nasihatle, konuşarak anlaşılabilir.

Şimdi Avrupa, Rusya ile bile birleşip, AT’nin hudutlarını Urallar’a kadar götürmek istiyor. Yazık değil mi bize, koca Osmanlı iken bölünmüşüz, daha da bölüneceğiz? Bölünüp de ne olacaksın? Kürt kardeşlerimizle, Çerkes kardeşlerimizle, Abazalarla, İnguşlarla, Tatarlarla, Boşnaklarla, Pomaklarla; hepsiyle başımız hoştur bizim... Bir derdimiz yoktur, hepsi kardeşimizdir. Müslüman olan herkes kardeşimizdir.

Yusuf İslâm Yunanlı diye, ona bir buğzumuz yoktur. Başımızın tacıdır, Allah razı olsun... Çok sevdiğimiz bir kardeşimizdir. Ömer Abdullah Amerikalı diye bir hıncımız, düşmanlığımız yoktur; sevgimiz vardır. Muhammed Ali için, “Acaba bizim boksör öteki tarafı yenecek mi?” diye uykumuzu terk etmişizdir, candan muhabbetimiz vardır. Biz bu muhabbeti yaygınlaştırmağa çalışmalıyız.


Orada Güneydoğu’da çarpışan kardeşlerimizden polis olanlar olabilir, asker olanlar olabilir. Net olarak söylüyorum, yağcılık için söylemiyorum; onların durumu iki müslümanın birbiriyle çarpışması tarzında değildir! Çünkü, karşı tarafın yaptığının insanlıkla da ilgisi yoktur, Kürtlükle de ilgisi yoktur. Yapılan çok yanlış bir şeydir. Elbette normal olarak onun cevabı verilir. Yâni, buradaki pozisyon Irak’la İran’ın, Irak’la Kuveyt’in durumu gibi bile değildir.

Şunu da söyleyeyim muhterem kardeşlerim, yeri gelmişken: Doğu Anadolu ihmal edilmiştir de Orta Anadolu ihmal edilmemiş midir, Batı Anadolu ihmal edilmemiş midir? Ben Çanakkaleliyim. Bizim köyümüzde hâlâ su yoktur. Ahalinin nefesi kokar,

438

veremlidir. İhmal her yerde olmuştur, milletimize hizmet yapılmamıştır. Fakirlik devresi geçmiştir. Önümüzdeki yıllar iyi olur inşaallah... İhmal istismarı, edebiyatı yapmak doğru değildir.

Bütçenin büyük bir kısmı, çok adaletsiz bir tarzda GAP projesine harcanıyor. Biz gık demiyoruz. “Harcanırsa harcansın, kardeşlerimiz zengin olsunlar, rahat yaşasınlar, müreffeh olsunlar!” diyoruz. Adıyaman’ı, bölgeyi gezdik; memnunuz. Yollar yapılıyor, koca şantiyeler ışıl ışıl... Memnunuz, temenni ederiz her tarafın güzelleşmesini ama, Türkiye’nin her tarafı ihmal edilmiştir. Aslında, çok yaygara edenler daha çok payı kopartıyorlar.


Sonra biz, Türk ve Kürt diye hiç bir ayırım yapmadık. Ne camiamızda, ne cemaatimizde, ne devletimizde, ne memuriyetimizde “Sen Kürtsün!” diye bir kimseye hiç bir ters muamele yapılmamıştır. İstediği yere yerleşmiştir, istediği ticareti yapmıştır. Askeriyeye girmiştir, müdür olmuştur, bakan olmuştur. Biz hiç yadırgamayız. Kardeşimizdir, boynuna sarılırız, elini sıkarız. Biz böyle bir ayırım içinde değiliz.

Ama bazı kimseler Kürt ayırımı yapmaya başlamışlardır. Bundan dolayı da ellerini masumların, çocukların kanına bulamışlardır. Bunun ne Kürt tarafından, ne Türk tarafından, ne Arap tarafından hoşa gidecek bir tarafı yoktur. Bir oyundur.


3. Soru:

Hz. Ali Efendimiz RA’ın ordusuyla Hz. Âişe Anamızın ordusu arasındaki savaşta birçok sahabe şehid edilmiştir. Bunların birbirlerine silah çektiğini biliyoruz. Sizin bahsettiğiniz hadîs-i şerîfe göre bunlar cehennemde mi olacaklardır?


Tabi o acı bir olaydır. Ve hakikaten iki tarafta da Peygamber SAS Efendimiz’in sahabesi olan mübarek insanlar, isimler vardır. Bunlar hakkında ulemâmız:

“—Onlar içtihad farkından dolayı bunu yaptılar; o öyle içtihad eyledi, bu böyle içtihad eyledi, ondan oldu.” demişlerdir.

439

Dilerim ki Allah onlara rahmetiyle muamele etsin. Müçtehit içtihadından dolayı hatalı bile olsa sevap kazanır. İnşaallah cehenneme gitmezler. Temennimiz odur. Tabi bilmiyoruz, Allah’ın ne muamele edeceğini bilemeyiz. Ama iki tarafta da çok güzel isimler var.


Bu gibi olaylar her millette olabilir. Siz duruyorsunuz, birisi geliyor size bir tane yumruk patlatıyor veya omuz atıyor, bir çelme takıyor, kavgayı başlatıyor. Mecbur kalıyorsunuz, savunma durumunda kalıyorsunuz. “İşi başlatan zalimdir. Asıl zulüm ondadır.” denilir.

Fakat burada, onların olaylarında öyle fitneler olmuştur ki iyi ki biz o fitnelerin içinde değildik, o fitnelere karışmadık. Şimdi dilimizle karışıp da günaha girmek akıllıca bir şey değildir. Çünkü ona baksan bir türlü, buna baksan bir türlü. Birisi Peygamber Efendimiz’in hanımı, ötekisi Peygamber Efendimiz’in damadı, amcazâdesi. İkisi de sahabe. Peygamber Efendimiz; “Benim ashabım aleyhinde konuşmayın.” diyor Onun için büyüklerimiz sahabeye karşı edeplerini takınmışlar; “Onlar kanaat olarak öyle içtihat etmişlerdir. Doğru gördüğü yolda mücadele etmişlerdir. Nefsânî bir sebepten olmamıştır. İnşaallah içtihadından dolayı iki taraf da sevap almıştır.” diye bir yorum getirmişler. Biz de öyle olmasını temenni ediyoruz.


f. Günümüzde Askerlik Yapmak


1. Soru:

Askerlik çağım geldi. Askere gidince, orada gayr-i İslâmî bir iş yaptırırlarsa, ne yapmam lâzım?


Bir kere neyle karşılaşacağı belli olmaz insanın... Biz askere niçin gidiyoruz? Buradaki müslüman kardeşlerimizi koruyalım diye gidiyoruz. Buradaki müslüman kardeşlerimize kimse hücum etmesin diye gidiyoruz. Bizim ordumuz olmasa; ordu teşkilatımız, mekanizmamız, gücümüz kuvvetimiz olmasa, biz burada namaz

440

da kılamayız, Yunanlı Trakya’dan gelir, Bulgar kuzeyden gelir... Ermeni Van’a gelir, zâten gelmek için uğraşıyor buraya... Suriyeli Ermeniler, Süryânîler nereye kadar gelirler... Bizim bu kalabalığımız bile onları durduruyor. Biz aslında askerlik yaparken, bir hizmet yapmış oluyoruz.

Tabii, temenni ederiz ki, herkes orada bu güzel şuura sahip

olsun... Şahsen ben kendim askere giderken, Hocamız sağdı. Öğleyin Hocamız’ın elini öptüm, bir saat önce gideyim asker ocağına diye gayret ettim. Niye öyle yaptım? Askerlik ocağı mübarektir, sevaptır diye... Bu mübarekliği bazı komutanların dinsiz densiz hareketleri, sözleri zedeliyor ama, mekanizma esas itibariyle güzel... İyi insanların elinde güzel olur. Kötü insanların elinde kötü oluyor.

O bakımdan, şu andaki mekanizmanın esas itibariyle koruyucu olması dolayısıyla; altmış milyon müslümanın huzur içinde ibadet ve tâat yapmasını sağlayıcı bir mekanizma olduğu için, bu gözle, bu niyetle askerlik yapmak doğru oluyor. Kusurlu bir şey yapmamağa çalışırsınız, Allah’a dua edersiniz.


2. Soru:

Yönetim şekli belli; böyle bir yönetimi olan ülkeyi savunmak nasıl mümkün olur?


Yönetim şekli belli ama, millet de belli... Millet de müslüman! Bir oyun olmuş, devlet yönetimi senin istemediğin bir tarafa gelmiş, o zaman milleti de defterden silebilir misin? Elli milyon kardeşini silemezsin ki! Hizmet edeceksin. Onlar değişir, bir parmağa bakıyor; her şey Rahman’ın parmağının ucundadır. Yâni, yönetimler fânîdir, iktidarlar fânîdir, koltuklar fânidir. Bir zaman gelir ehl-i insaf insanlar gelir. Geldiği olmuştur.

İnsafsızlar yönetime geldiği zaman, ülke baştan aşağı zift kesilmez yâni... İnsaflılar gelince, düzelir. İnsafsızların da insafsızlığına mâni olmak lâzımdır. Bu ülke benimdir, senindir, başkasının değildir. Ben bu ülkenin sahibiyim, tapum var elimde... Mal benimdir. Bağın bir kenarında yangın oldu diye, bağı

441

bırakıp gidecek değilim ya! Öbür tarafına pislik döküldü diye mülkümü bırakacak değilim ya!. Mülk bizim... Halk bizim kardeşimiz, halk biziz...

“—Yönetimde kusur var...” Düzelt! Serbestlik var, yönetim serbestliği var, çalış! Niye çalışmıyorsun? Çalışınca düzeliyor. Seçimlerde bangır bangır herkes bağırıyor. Bir tarafa bir rey veriliyor, birisi seçiliyor. Sen de çalış, sen de seçtir kendini...

Serbestlik var, istersen yapabilirsin. İstediğin şeyleri yapabilirsin. Belediyelere seçilirsin, muhtarlığa seçilirsin, milletvekilliğine seçilirsin... Her istediğin şey, senin istediğin gibi olur. Yapabileceğin bir şey yâni...

O görüşlere katılmıyorum ben, samimiyetle katılmıyorum. Bazıları diyor ki memuriyet yapmayacaksın, çalışmayacaksın... Olmaz! Halka hizmetten uzak durmak doğru değildir. Doktor doktorluğunu yapacak. Ötekisi öteki hizmeti yapacak, berikisi beriki hizmeti yapacak...


3. Soru:

Bir kardeşimiz Cuma günü askere gidiyormuş. Hepinizden dua istiyor.


Allah hıfz u himayesinde eylesin. Sevaplı, ecirli bir hizmet eylesin.

Biz askere giderken yemek yemeden gitmiştik, kışlaya çabuk gidelim diye, sevap daha çok diye... Öyle okumuştuk, o inançla gitmiştik. Kardeşimiz de öyle giderse, o niyetle hizmet ederse... ”Allah rızası için müslümanları bekleyen insanın gözü cehennem ateşine uğramayacak, yanmayacak.” diye müjdeler vardır. Aşk ile şevk ile biz nöbet tutardık. Allah için, başka bir sebeple değil de o niyetle olunca sabahtan akşama gecesi gündüzü ibadet gibi sevaplı olur.

Allah günahlardan haramlardan korusun. Hıfz u himayesinde eylesin. Sıhhat âfiyetle vazifeyi yapıp dönmeyi nasip etsin.


g. Doğuda Neler Oluyor?

442

Soru:

Niçin müslüman camia Kürtlere yapılan zulümle Bosna kadar alakadar olmuyor?


Burada mesele Bosna meselesi gibi değil de onun için. Bir insan meseleyi sadece şu anki durumuyla düşünürse yanlış karara varabilir. Bunu Türkiye içinde ve Türkiye dışındaki olaylarla ve olayların Türkiye içindeki gelişmesiyle beraber düşünürsek ve bu olaylara kimlerin sahip çıktığını, kimlerin kışkırttığını düşünürsek meselenin hiç Bosna-Hersek’e benzemediğini görürüz.

Bu meselede Türkiye’nin muhtelif yerlerinde zulmü yapan bizzat PKK’nın kendisidir. “Kürtlerdir” demiyorum PKK’nın bizzat kendisi bu hareketi başlatmıştır. Türkiye’nin her yerinde eylem yapıyorlar. Bir treni nehire uçurduğunuz zaman içindekinin senin kardeşin olmasını, benim yakınım olmasını düşünüyor mu? Uçuruyor. 20 tane aracı yakıyor. Radyolink hattını berhava ediyor; burada bir süpermarkete bomba koyuyor. Çetinkaya mağazasını yakıyor; bunlar zulüm değil mi?

“Bunları Kürt yaptı.” demiyorum. Benim Kürtler’den çok yakın kardeşlerim, ihvanım, dostlarım, başımın tâcı sevdiğim insanlar var. Ama PKK yapıyor. Yakalananların itiraflarından çıkan sonuçlar var. O halde meseleyi; “Bosna-Hersek’te Sırplar’ın müslümanlara yaptığı zulmü, polis ve ordu Kürtler’e yapıyor.” diye söyleyemezsiniz.


Bir şehirde kocaman bir eylem oluyor; bombalar patlıyor, birçok polis ve asker ölüyor. Mesele çok daha derin boyutludur. Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, bizim tanıdığımız, merhabamız olan bir kimsedir. Diyarbakırlı’dır, Kürt asıllı bir kardeşimizdir. Ama o kendisi, “PKK’nın arkasında Ermeni var. PKK kuruluncaya kadar Asala örgütü vardı ama PKK kurulduktan sonra Asala örgütü hiç ortada görünmüyor.” dedi. Çünkü bu iş ona yüklenmiş, onunla bütünleşmiş.

443

Meselenin arkasında Ermeniler varsa Kürtler bu işe alınmasınlar. Şöyle bir ihtimali kabul ediyorum. Türkiye’yi parçalama ve Türkiye’nin topraklarından bir kısmı üzerinde bir Ermenistan kurma; Kars’ı, Van’ı almak İskenderun’a kadar çıkmak, GAP bölgesine, petrol imkânlarına sahip olmak çalışması içinde Türkiye’yi bölmeye çalışan bir grup var. Ama buna karşı yapılan hareketlerin içinde acaba bazı mâsum vatandaşlar da hiç suçu olmadığı halde mağdur oluyor mu?

Sanıyorum hükümet mensupları da böyle bir yanlışlığın olmaması için çok yumuşak hareket ediyorlar, yoksa çok daha sert hareket edebilirler. Ve doğrudan doğruya; “Sen Kürtsün!” diye herhangi bir kimseye herhangi bir yerde bir yanlış yapılmıyor. Milletvekillerinin, bakanların içinde Kürt olanlar var. Kürt asıllı olan şirketlerin sahipleri var. İstanbul’da, Ankara’da, Ege’de oturan var. Bunlara doğrudan doğruya bir şey yapılmıyor.


Büyük bir fitnedir ama, bu yazıyı yazan kardeşimizin görüşlerine ben iştirak etmiyorum. “Kürt halkına zulüm yapılıyor.” diye olayı bu kadar dar görmek mümkün değil; çok yanlış bir görüş. Arkasında sol var. Önce ağaları yok ettiler. “Bu ağalar halkı sömürüyor.” diye, oranın sosyal yapısını bozdular. İşler ufaktan başladı. Hiçbir zaman, “Müslüman imamları, cami cemaati on kişiyi öldürdüler, bir camiye saldırdılar.” demiyor ki.

Onun için, meselenin yurtdışı boyutlarıyla araştırılması lâzım. Nitekim Kuzey Irak’taki Kürt liderler bununla uğraşmakta iş birliği yaptılar. Hatta bir tanesi; “Bu adamlar Kürt bile değil, Kürtçe bile bilmezler.” dedi. Bunlara da kulağımızı mı tıkayacağız? Kendisi Kürt olduğu halde böyle diyor ve iş birliği yapıyor.

Onun için bu söz, biraz yanlış kanaate sahip bir kardeşimizin sözüdür. Bu mesele böyle değildir. Ufak tefek sorunlar olabilir. Zulme hiçbir yerde hiçbir şekilde rızamız yoktur. Yanlışlık olabilir; ufak tefek olaylar olabilir. Tabii muhakeme edilecek; suçsuz olanlar serbest bırakılacak. Ama adam elinde silahla yakalanmış; şu kadar insanı öldürmüş ise, “Burada bir zulüm

444

yapılıyor.” diye söylenmesi, anlaşılması mümkün değildir.


Güneydoğu Anadolu, petrol bölgesi olması dolayısıyla Türkiye’den koparılmak isteniyor. Avrupa gazeteleri, mecmuaları yazıyor. Bir Ermenistan kurmak arzuları var. Kürtlere de bir şey verebilirler. Ayrı bir ülke; “Bu da senin olsun.” diye. Sen Türkiye’de bakanlık bile yapabiliyorsun. Reisicumhur bile bir ara söylemişti; “Benim de babamdan, dedemden Kürtlerle alakam var.” demişti.

Malatya’da, Erzincan’da şurada burada pek çok Kürt var. Türkiye’de ne rahatsızlık gördüler, yani ne rahatsızlık oldu? Yaşamalarında ne sıkıntı oldu ki, bu gürültüyü patırtıyı çıkarıyorlar. Mantıklı bir açıklaması yok.

Olabilir; görevlendirdiğin polisin, askerin kendisinin şahsî ahlâkî yapısı var. Ufak tefek hatalar yapılabilir. Yakalananlardan kadınların da bu işe girdiğinin delili çıktı. Kadınlar da harıl harıl terörün içinde faaliyette bulunuyorlar. Olayın tüm boyutlarıyla geniş bir çerçeve içinde görülmesi lâzım geldiği kanaatindeyim.


Sokakta gidiyorsunuz, birisi geliyor, size bir omuz atıyor; “Fesübhânallah” diyorsunuz. Adam hakaret ediyor, “Fesübhanallah” diyorsunuz. Bir yumruk atıyor; o zaman siz de yumruk atmaya başlıyorsunuz. Şimdi, “Vay sen bana niye yumruk attın?” denmez mi?

PKK’nın eylemlerinden önce Kürtler’e bir baskı mı, zulüm mü vardı? Onlar işi zorlaştırdıkça, faaliyete geçtikçe, faaliyetini ilerlettikçe; karşı taraf da tedbir alıyor. O bölgede sadece Kürt yok ki; Türk var, Arap var. Ne münasebet; “Şurası ona verilecek.” diye bir şeyi öbür taraf nasıl kabul etsin, elbette etmez.

Hem daha önceden biz Türkiye’de, herhangi bir şekilde hiç kimsenin Kürt olması dolayısıyla bir ters çalışma yapıldığını görmedik. Ama 35, 40 yıldır, hatta Menderes zamanından Kürtçülük için bir çalışma yapıldığını çok net biliyorum. Hatta Doğubank’ın ilk defa Kürdistan’ı korumak için kurulduğunu, sonra da Menderes zamanında kapattırıldığını biliyoruz.

445

Ermenice konuşan insanlar var. Telsizle konuşuyorlar beri tarafın dinlediğini anlayınca başlıyorlar Ermenice konuşmaya. Hadi bakalım şimdi de anla; “Küfrediyorlar.” diye gazetelerde yazdı. Bu iş böyleyken; onlar böyle 30-40 yıldır bu işi yaparken, Kürt halkına zulüm yapıldığını söylemek tamamen karşı tarafın ağzını kullanmak olur.” Kardeşimizin meseleye dikkatli bakması lâzım.


h. Bosna-Hersek


1. Soru:

Efendim, Bosna’ya gitmek istiyoruz, ne dersiniz?


Ben, bizim kardeşlerimizin Bosna’ya gittiği zaman çok büyük fayda sağladıklarını sanmıyorum. Afganistan’a gittikleri zaman da büyük ölçüde öyleydi. Umumiyetle onlara yük oluyorlar. Çünkü dillerini bilmezler, arazilerini bilmezler... Ama moral veriyorlar. Türkler’i seviyorlar; Türkler’in oraya gelmesinden moral buluyorlar.

Tabii bunların da onlara verecekleri bazı şeyler olabilir. Münasip durumda olanlar gidebilir. Ama herkesin gitmesi gerekmez. Çünkü İslâm âleminin her tarafında savaş var, her yerde hizmet var... En yakın yerleri öncelikle kollayıp, ondan sonraki uzak yerlere de yardım elini uzatmak lâzım. Hocaefendilerin ifadeleri beni fevkalâde titretti ve heyecanlandırdı ki;

“—Batı’da, Mağrib’de bir müslüman kadın esir olsa, cümle cihan halkının, Maşrık’taki bütün insanların ellerinde ne kadar parası varsa verip, ne yapıp yapıp o kadını kurtarmaları gerekir! Bunu yapmadıkları takdirde vebal altında kalırlar, sorumlu olurlar. Allah onları mes’ul tutar!” diye bildirildiğine göre, ona göre çalışması lâzım. Elbette bütün gayreti gösterecek.


2. Soru:

“Bosna-Hersek üzerinde, Sırplar’ın üzerinde bir defa bile Türk

446

jetleri uçsa Bosna-Hersek’te Sırplar bu zulmü yapamaz!” diye düşünüyorduk; yanlış mı?


Yanlıştır. Böyle palyatif tedbirlerle bu işler hallolmaz. Bunun öncesi vardır, ortası vardır, devamı vardır, sonu vardır. Düşmanı tanımadan olmaz. Düşman sadece Sırp değil ki! Bütün Rus gemileriyle Tuna nehri boyundan, Ukrayna’dan, Beyaz Rusya’dan, Birleşik Devletler Topluluğu’ndan, Romanya’dan, Bulgaristan’dan yardım geliyor... Bir jet uçarsa onlar da bir füze fırlatırlar. Ben meseleyi bu kadar basit bir mesele olarak algılamayı yanlış olarak görüyorum.


3. Soru:

Bosna-Hersek’in son durumundan bize bahseder misiniz? Bize tavsiyeleriniz var mı?


Muhterem kardeşlerim!

Bosna-Hersek’te ve dünyanın her yerinde müslüman kardeşlerimiz tedbirsizdir, hazırlıksızdır, dikkatsizdir,

447

muhabbetsizdir. Allah’ın emirlerini tutmamışlardır, Allah’ın dinine göre yaşamamışlardır. Hazırlıklarını yapmamışlardır, gafil yakalanmışlardır. Âyetleri dinlememişlerdir. Tabii çok sıkıntılar var. Dünyanın her yerinde... Seylan’da olsun, Hindistan’da olsun... Tacikistan’da var, şimdi “Yine laik bir darbe yapıldı.” diyor, müslümanların başına tekrar ötekiler gelmiş olduğu anlaşılıyor. İşte Ermenistan’da, Sırbistan’da neler olduğunu görüyorsunuz.

Müslümanlar birbirlerine muhabbetli olacak. Müslümanlar dinine bağlı olacak. Müslümanlar uyanık olacak. Müslümanlar tedbirli olacak. Müslümanlar planlı programlı olacak. Müslümanlar çok çalışacak. Ondan sonra da her türlü tedbiri alıp Allah’tan yardım bekleyecekler.

Bosna-Hersek’te müslümanlar öbek öbek şehirlerde, bölgelerde dağınıktır bir cephe yoktur. Her yerde Sırp askerleri vardır, tankları vardır, tepeden silahları vardır. Onlar da öyle tedbirsiz oldukları için, bir cephe olmadığı için, birleşmedikleri için orada evlerini barklarını kaybetmişlerdir, köylerinden çıkartılmışlardır. 150 bin kişi kesilmiştir. Ve şu anda da tabii zor bir durumdalar...


4. Soru:

Ben Kuzey Kafkasya’da bulunmuştum. Yine oraya dönmek üzere olan birisi olarak sizi bir başka alaka ile dinlemiş bulunuyorum. Bazı direktifleriniz olması ihtimaline binâen bunu belirtmek istedim.


Bizim Kafkasya’daki mücadeleleri bilmediğimiz ortada... Çok az biliyoruz. Gazetelerden biliyoruz, gazetelerin yazdığı kadarıyla biliyoruz. Tarafların hangisi bize yakındır, hangisi uzaktır, ondan haberimiz yok! Bunların bir kere mutlaka istihbarat yönünden, yani haberi doğru almak, dostu düşmanı doğru tanımak yönünden çözümlenmesi lâzım. Yardım edilecek tarafa mutlaka yardım etmemiz lâzım. Yardımı da zerre zerre değil, vurduğu zaman götürecek kadar kuvvetli yapıp oradaki işi bitirmek lâzım.

Çünkü düşmanı Kafkasya’da durduramazsanız, Bosna’da durduramazsanız, o zaman daha yakınlarda, daha dezavantajlı

448

hallerde düşmanı karşılarsınız.


i. Devlete Bakışımız


1. Soru:

Devlet nedir? Bizim bu günkü devlete bakışımız nasıl olmalı? Biz onu sahiplenebilir miyiz?


Devlet yönetimdir; insanların, insan toplumunun yönetilmesi mekanizmasıdır. Osmanlı zamanında bizim devlete bakışımız tereddütsüz idi, çünkü amaçlar; Kur’an-ı Kerîm’le, İslâmî imanî kaidelerle aynen çakıştırılmıştı, tamamen aynı istikametteydi. Şimdi laik devlet olunca bakış değişiyor; bazı kimselerde bakış biraz soğuyor. Aslında laik devlet demek bazısına göre; “devletin dinî kurallara göre idare edilmemesi” demek, bazısına göre de; “devletin içindeki fertlerin inançlarına müdahale etmemek, sadece hizmet etmek, inançları şahısların kendilerine bırakmak” demek. Tabi laiklik anlayışı üzerinde karşı tarafa savunmada bulunup “Madem ki devletin halkının çoğu müslümandır, sen de hizmet müessesesisin, binaenaleyh hizmeti yap, laikliğin gereği budur.” diye konuyu onlara doğru döndürmek mümkündür.


2. Soru:

Yönetim şekli belli. Böyle bir yönetimi olan ülkeyi savunmak nasıl mümkün olur?


Yönetim şekli belli ama millet de belli, millet de müslüman. Bir oyun olmuş, milletin yönetimi senin istemediğin bir şekle gelmiş.

Devlet yönetimi senin istediğin veya istemediğin bir tarafa gelmiş diye milleti de defterden silecek misin? Milleti silebilir misin?

55 milyon kardeşini silemezsin. Hizmet edeceksin! Her şey Rahmân’ın parmağının ucundadır. Yönetimler fânidir, iktidarlar fânidir, koltuklar devamlı değildir. Bir zaman gelir, ehl-i insaf

449

insanlar gelir, geldiği olmuştur. İnsafsız geldiği zaman ülke baştan aşağı zift kesilmez. İnsaflılar gelince düzelir. İnsafsızların da insafsızlığına mâni olmak lâzımdır. Bu ülke benimdir, senindir; başkalarının değildir.


Ben bu ülkenin sahibiyim, tapum var elimde, mal benimdir. “Bağın bir kenarında yangın oldu.” diye bağı bırakıp gidecek değilim ya, “Öbür tarafında pislik döküldü.” diye mülkümü bırakacak değilim ya; mülk bizim, halk bizim. Halk biziz, kendimiziz.

“—Yönetimde kusur var!” Düzelt! Yönetim serbestliği var. Çalış! Niye çalışmıyorsun? Çalışınca düzeliyor. Seçimlerde herkes bangır bangır bağırıyor, bir tarafa bir rey veriyor, birisi seçiliyor. Sen de çalış, sen de seçtir kendini… Güzel! Serbestlik var, istesen yapabilirsin, istediğin şeyleri yapabilirsin. Belediyelere seçilirsin, muhtarlığa seçilirsin, milletvekilliğine seçilirsin; her şey senin istediğin gibi olur.

Yapabileceğin bir şey. Ben bu fikre katılmıyorum, samimi olarak katılmıyorum. “Yönetim şekli başka türlü” diye memuriyet yapmayacaksın, çalışmayacaksın.

Olmaz! Halka hizmet konularında tekâsül doğru değildir. Doktor doktorluğunu yapacak, ötekisi öteki hizmeti yapacak, berikisi beriki hizmeti yapacak.


j. Cihad Etmeden Cennete Girmek


Soru: Hocam, bir müslüman cihad yapmadan cennete girebilir mi?


Cennete girmenin birçok yolu vardır. Cennete girmenin yolu sadece cihad değildir. Bir insan bir hasenesi kabul olsa, yaptığı bir güzel iş kabul olsa, bir güzel işten dolayı cennete girebilir.

Ama cihad oluyor, cihad başlamış, müslümanlar cihad yaparken cihada gitmezse, cihaddan kaçmak da büyük günahtır. Ordudan savaş anında firar etmek büyük günahtır, en büyük

450

günahlardandır. O zaman doğru olmaz.

Ama cihad yokken, camide ibadet ederken, tesbih çekerken, hacca gitmişken, şuradayken buradayken ölür, cennetlik olabilir. Gider başka güzel bir şey yapar, cennetlik olabilir. Cennete girmenin yegâne yolu cihad edip de şehid olmak değildir. Cennete giden nice insan vardır. Hatta hadîs-i şerifle söyleyeyim. Ben bunları böyle sizi sakin sakin gördüm de, soyadım Coşan olduğundan coşarak söylüyorum değil. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki;

“—Nice sıcak yatağında, yastığında, yorganında yatarken ölen insan vardır ki yatağında öldüğü halde Allah ona şehid sevabı verir.” Yatağında öldüğü halde şehid sevabını kazanarak ölür. Neden? Niyetinde cihad etmek, şehid olmak aşkı vardı da ondan. Niyeti dolayısıyla, yatağında ölse bile bazı insanlar şehidlik mertebesine ulaşır, yani cennetlik olabilir. Demek ki asıl olan niyettir, murattır, istektir.

İyi şeyleri temenni ediyor. Savaş olur da savaşırsa ölür. Ölmez, döner, gazi olursa gazi olur. Bakarsın yatağında ölür. Bakarsın hiç cihada katılmadan ölür, cennetlik olur.


Biz şimdi öyle bir nesiliz ki hiç savaş görmedik, savaşa girmedik. Kıbrıs harbi olduğu zaman bazıları gitti. İstesem, “Ben de katılacağım!” desem bile almazlar. Şimdi usuller değişti. Gönüllü olarak savaşa katılamıyorum. “Git, savaşacak ordumuz, adamımız var!” derler. Yâni, bu devirde bu iş, istediğin zamanda olmaz.

Pek çok insan vardır ki, pek çok yollardan cennete girmiştir, girebilir. İlle cihadla değil. Ama cihad çok sevaplı bir iştir. En sevaplı işlerin sıralamasında, baştaki işlerden birisi de Allah yolunda cihad etmektir, malını canını vermektir.


k. Niyetimiz Adam Kazanmaktır


Soru:

451

Muhterem Hocam! Günaydın gazetesinin haberi için herhangi bir şey düşünüyor musunuz?


Cevap: Allah akıl fikir versin! Allah ıslah etsin! Biz memleketi düşünüyoruz. Sırplar, Ruslar, Ermeniler, Yunanlılar etrafımızda diş gıcırdatıp duruyorlar. Memleketin selâmetini, bekâsını, müslümanların izzetini, itibarını düşünüyoruz. Onlar da politik şeylerle, seçim kaygılarıyla hereket ediyorlar. Başlık atmışlar:

“—Müslümanlar ihtilal yapacak, ahaliyi kesecek.” Ahalinin yüzde doksan dokuzu müslüman kardeşimiz. Niye keselim? Keseceğimize ıslah etmeye çalışırız. Islah olur, bir müslüman kazanırız. Bir kimseyi doğru yola çektik mi memnun oluruz, şaşıranı doğru yola çektik mi memnun oluruz. Mürşidlerin, alimlerin, hocaların işi adam kesmek değildir. Biz kasap değiliz ki; bizim işimiz şaşıran insanı ikna edip doğru yola getirmektir, ondan sevap var. Peygamber Efendimiz’in işi de o.

452

Peygamber Efendimiz isteseydi, Mekke’yi fethettiği zaman bütün Mekke müşriklerini kılıçtan geçiremez miydi?

“—Hepsini affettim.” dedi.

“—Kâbe’ye sığınanlar emniyettedir. Ebû Süfyan’ın evine sığınanlara dokunulmayacak, evinde duranlara dokunulmayacak.” dedi.

İslâm ordusundan bir komutan:

“—Elime tam fırsat geçti, o müşriklerden falancayı filancayı yakalarsam kıtır kıtır keseceğim, canına okuyacağım, intikam alacağım.” dedi, Peygamber Efendimiz onu vazifeden aldı.


Neden? İslâm’da maksat adam öldürmek değil adam yaşatmaktır, adam kazanmaktır, kalbi ölü olanın kalbini diriltmektir. Adam komünist oluyor, anlatıyorsun müslüman oluyor. Adam Yunanlı oluyor, anlatıyorsun müslüman oluyor.

Avustralya’da Yunanlı bir ihvanım var, dervişim var; sakallı, mâşaallah! Takvâ ehli, güzel bir müslüman. Yunanlı Yusuf İslâm da ben ameliyat olduğum zaman hastaneye geçmiş olsuna geldi. O da Yunanlı kardeşimiz. Biz, “Yeter ki insanlar müslüman olsun!” diye uğraşıyoruz, gayret ediyoruz.

Ben dergide; “Silahlanın!” diye yazmışım. Neden yazmışım?

Rus Jirinovski orada diyor ki:

“—Türkiye’yi istila edeceğiz, orada çan çalacağız.” Ben de diyorum ki:

“—Silahlanın! Bu heriflerin şakası yok. Bak Ermenistan’a girdiler, Sırbistan’da Boşnaklar’ı gafil avladılar, yakaladıklarını kestiler.” Büyüklerimiz ne demiş:

“—Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh u salah.” Sen kuvvetli ol da düşman saldıramasın! Ben altında da yazdım, dedim ki:

“—Milletçe atom bombası bile yapmalıyız.” Neden? Düşman korksun, “Türkiye’nin elinde atom bombası var.” desin, saldırmayı aklından bile geçiremesin.

Biz zayıf oldukça ukalalaşır:

453

“—Türkler zayıf, teknolojisi geri, biz buna saldırırsak yeneriz.” diye aklı kesti mi saldırır. “İstanbul Yunan şehri olsun. Patrikhane de Roma gibi bir devlet olsun.” ister.


Bak sen! Fatih Sultan Mehmed ne olacak? Biz burayı nasıl aldık?

Birisi bizim eski devlet adamlarından birisine;

“—Yahu! Sizin memleketten falanca yeri parayla ver, bize sat!” demiş.

Osmanlı devleti büyük ya, vezirin birisine, “Falanca araziyi bize sat.” demiş. O da demiş ki: “—Olur satarım.” “—Ne istiyorsun?” demiş?

“—Kâr da istemiyoruz, aldığımız fiyata veririz.” demiş.

“—Kaça aldın?” diye sorunca;

“—Şehidlerin kanı pahasına… Dökersin o kadar kanı, alabilirsen alırsın bakalım! Öyle şey olur mu? Dedem bana emanet etmiş bu diyarları ben sana verir miyim?” demiş.

Yâni, benim vücudumu çiğnemeden, ben şehid olmadan buraya girebilir mi? Korkar mıyım? Maraş’ta savaş nasıl başladı? Kastamonu’da, Nasrullah camiinde nasıl başladı?

Millet her şeyi biliyor tilki gibi ama, seçim zamanı ya şimdi, müslümanları adam kesiyor gösterecekler, rejim düşmanı gösterecekler. Seçim bitince onlar hafifler, işte bir hafta sonra bitiyor.

Belki de yine hafiflemez; dışarıdan para geldi mi yine başlarlar. Bir rivayete göre falanca filanca yazarlara bilmem ne kadar milyar verilmiş; onlar da laiklik lehine, din aleyhine “Kahrolsun Şeriat!” diye yazılar yazmışlar; sipariş. Öyle deniliyor.

454
19. HARAM / HELÂL
©2024 Kotku Enstitüsü v2.7.2