Rabıta yapılırken mürid şeyhi ne olarak görmelidir? Rabıtaya şirk diyenlere verilecek aklî ve naklî deliller nelerdir?


Rabıta ile ilgili Necip Fâzıl merhumun güzel bir kitabı vardır. Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz’in Rabıta Risâlesi’nden faydalanarak, kendisi de birtakım görgülerini katarak yazmış. Onu okumanızı tavsiye ederim.

Allah-u Teàlâ Hazretleri:

 

وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ (التوبة:١١٩)

 

(Ve kûnû meas-sàdıkîn) “Sadık kullarımla beraber olun!” (Tevbe, 9/119) buyuruyor. Yâni “Onlar gibi olun, onların yanında olun, onların cephesinde olun, onların gittiği yolda, onların safında bulunun!” mânâsına geliyor. Onun mânevî tatbikatı, mânevî bakımdan beraber olmak, böyle rabıta ile sağlanıyor.

İnsanın hocasıyla beraber olması, vaazını dinlemesi, nasihatını dinlemesi, dinini ondan öğrenmesi lâzım! Bu her zaman mümkün olmuyor. Hem insanlar muhtelif yerlerde oturuyorlar, uzak diyarlara gitmiş oluyorlar. Hem de, günün bir kısmının istirahatle geçmesi gerekiyor. Günün her saatinde insanın hizmette olması da kolay olmuyor. O bakımdan rabıta yapılıyor.

Rabıta yapıldığı zaman, mürid şeyhinin huzurunda olmuş oluyor. Onu denetleyici olarak da düşünebilir. Sevdiği bir kimse olarak, hocası olarak onu karşısında hayal edecek, zikri beraber yaptığını düşünecek.

 

Rabıtanın şirk olmasının hiç bir aslı, esası, dayanağı yoktur. Çünkü, insanın gözünü kapatması serbesttir. Gözünü kapattığı zaman sevdiği bir insanı düşünmesi serbesttir. Bunun şirkle hiç bir ilgisi yoktur. Onlar herhalde tasavvufu bilmiyorlar veya rabıtayı bilmiyorlar, böyle bir görüşe saplanıyorlar. Ya da İbn-i Teymiye’nin filân kitaplarını iyi okumuyorlar.

Ben şöyle onların kitaplarını ve o kitaplardan alınan özetleri okuyunca, baktım o da bizim gibi düşünüyor. Tasavvufa saygılı, bu gibi pek çok konuda oldukça güzel ifadeleri var... Demek ki yarım bilgili olan insanlar, meseleyi anlamadıkları için yalan yanlış konuşuyorlar.

Şirk Allah’a ortak koşmak demektir. Allah’a ortak koşmakla ilgili herhangi bir şey burada olmadığı için, öyle bir husus yoktur. İnsanın sevdiği bir kimse ile beraber olmak istemesi, beraberliğini düşünmesi şirk değildir.

Birçok mânevî faydaları var... Feyz almak bakımından, insanın yetişmesi bakımından fevkalâde önemli...

 

Râmûzü’l-Ehâdis’te bir hadis-i şerif var; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:[70]

 

إِذَا أَضَلَّ أحَدُكُم شَيْئًا أوْ أرادَ غَوْثاً، وهُوَ بِأَرْضٍ لَيْسَ بِهَا أَنِيسٌ،

 

 فَلْيَقُلْ: يَا عِبَادَ الله أَغِيثُونِي، يَا عِبَادَ الله أَعِينُونِي، فإِنَّ للهَ تَعَالٰى

 

 عِبَادًا لاَ يَراهُمْ (طب. عن عتبة بن غزوان)

 

RE. 32/7 (İzâ edalle ehadüküm şey’en, ev erâde gavsen, ve hüve bi-ardın leyse bihâ enîsün) [Sizden birisi hiçbir kimsenin olmadığı bir yerde, bir şeyini kaybeder veya bir yardıma ihtiyacı olursa şöyle desin: (Yâ ibâda’llah, ağîsûnî) “Ey Allahın kulları bana imdat ediniz! (Yâ ibâda’llah, eînûnî) Ey Allahın kulları bana yardım ediniz!” (Feinna’llàhe teàlâ ibâden lâ yerâhüm) Muhakkak ki her yerde Allah’ın görünmeyen bir kısım kulları bulunur.]

Bir geniş arazide, çölde giderken hayvanınız ürktü, kaçtı. Yardım edecek bir kimse de yok... Çölde uçsuz bucaksız dağların, kum tepelerinin arasında kayboldu. Bulmanız mümkün değil. Kaldınız çaresiz. Sular orada, yiyecek orada... Kumların üstünde bata çıka sizin yürümeniz mümkün değil. Yandınız, mahvoldunuz. Böyle bir durumla karşılaştınız. Ne yapacaksınız? Deyiniz ki:

(Yâ ibâda’llàh ağîsûnî) “Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin! (Yâ ibâda’llah, eînûnî) Ey Allah’ın kulları, benim imdadıma yetişin!” diye böyle söyleyin! Çünkü, Allah’ın sizin görmediğiniz maddî mânevî erleri olur, evliyâullahı olur;  onlar imdada yetişirler.» diye Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

Onun için, Peygamber Efendimiz böyle deyin dediğine göre, Allah’ın evliyâsına da böyle salâhiyet verildiğine göre; ondan yardım istese bile, yine bir mahzuru yoktur. Çünkü, mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz tavsiye etmezdi. Onun için bu şirk lafı bir taassuptan kaynaklanıyor.

 

Bir takım insanlar tasavvufa düşman olmuşlar. Bu tasavvuf düşmanlığını İngilizler körüklemiş. Meselâ geçtiğimiz asırda, İngilizler Osmanlı’yla çeşitli cephelerde harp ederken, iki büyük tehlike tesbit etmişler:

1. Hac

2. Tasavvuf, tarikatlar

Neden? Hacca gittiği zaman müslümanlar, dünyanın dört bir yerinden gelip bir yerde toplanıyorlar. “İngilizler falanca yerde şöyle yaptı, böyle yaptı... Ona karşı şöyle tedbir alalım, böyle tedbir alalım!” diyorlar. Ondan dolayı İngilizlerin başarısı veya gayrimüslimlerin, İslâm’a suikast için çalışanların oyunları bozulmuş oluyor. Onun için hacca düşmanlar...

O zamandan başlamışlar, hac mevsimi geldiğinde haccı engellemeye... İşte, “Salgın hastalık var!” filân diye yalan dolan haberler yaymağa... Bu, yakın zamanlara kadar devam etti. Sonra birden salgın hastalıklar filân hepsi kalktı. Yalanmış demek ki...

Yâni, hac mevsiminde ilkönce “Bir salgın hastalık var!” diyorlardı. “Gidersen, ölürsün!” diyorlardı. Hastaneye havale ediyorlardı, seyahat hürriyetini tahdit ediyorlardı. Doktorların keyfine kalıyordu. Rapor vermeyince, adam burada kahrından ölüyordu. Saçma sapan şeyler... Şimdi bak hiç bir şey olmuyor el-hamdü lillâh... Yalanları ortaya çıktı.

 

Bir de bu tarikatlardan, tasavvuftan has müslüman yetiştiği için çok korkmuşlar. Meselâ deniliyor ki: “Hâlâ Orta Asya’da, Türkistan’da, Rus diyarlarında bozulmadan duran insanlar, bu tarikat sayesinde, tasavvuf sayesinde korunabilmişler, Rus baskılarının karşısında durabilmişler.” diyorlar.

Ayrıca bir de hilâfet meselesinden çok korkuyorlardı. müslümanların halifesi olursa, ödleri patlıyor. Neden? O zaman, “Azerbaycan’da Ruslar saldırmış, ona karşı tedbir alın! Bulgaristan’da Bulgarlar şöyle yapmış, ona karşı tedbir alın!” dediği zaman, tüm Ümmet-i Muhammed ayağa kalkacağından, böyle bir merkeze bağlılığı istememişler. Halbuki onu kurmak, her müslümanın boynuna vacib! Çok önemli bir şey... Çünkü dağınık olduğun zaman, düşman tek tek yakalayıp mahvediyor. Kuzucukları birer birer kurtlar parçalıyor.

O bakımdan böyle şeyler olduğundan, bir tasavvuf düşmanlığı almış gitmiş. Suud’da korkunç bir tasavvuf düşmanlığı var... İran’da kendine göre bir acaib tasavvuf düşmanlığı var... Radikal müslüman dediğimiz, yeni müslüman kardeşlerde bir tasavvuf düşmanlığı var...

 

Kur’an-ı Kerim’de zikir emri var... Seksen, doksan yerde Allah-u Teàlâ Hazretleri zikri emrediyor. Nefsi terbiye etmek, tezkiye etmek vazifesi Kur’an-ı Kerim’de var:

 

قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا. وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّاهَا (الشمس:٩-١٠)

 

(Kad eflaha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ) “Nefsini terbiye eden kimse kurtulmuş, onu fenâlıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/9-10)

Ahlâkı güzelleştirme emri Kur’an-ı Kerim’de var... Nefsin oyunlarına karşı tedbir almak, şeytanla mücadele etmek meselesi var... Tasavvufun tüm konuları Kur’an-ı Kerim’in emirlerinden çıkmış, hepsi Kur’an-ı Kerim’de var... Sen bunları nasıl inkâr edersin, zikri nasıl inkâr edersin? İslâm’ı bilip tasavvufu inkâr etmek mümkün değil... Ama cahiller tutturmuşlar, öyle gidiyorlar.

Biz de bunların yanlışlığını belirtmek için mecmualarımızda en alim kimselerle röportajlar yaptırıp yayınlıyoruz. Büyük mezheb imamları tasavvuf hakkında ne demişler, onların sözlerini yazıyoruz. İmam-ı Azam böyle buyurmuş, İmam Şafiî böyle buyurmuş, İmam Mâlik böyle buyurmuş, Ahmed ibn-i Hanbel böyle buyurmuş... Şu zâtı medhetmiş, bu şeyhe bağlanmış filân diye onları yazıyoruz ki, millet bu oyunun tesiri altında kalmasın...

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[70] Taberâni, Mu’cemü’l-Kebir, c.XVII, s.117, no:290; Heysemi, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.188, no:17103; Utbetü’bnü Gazvan RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.706, no:17498; Câmiü’l-Ehâdis, c.II, s.349, no:1409.