22. ZİKİR

23. RABITA



a. Rabıta Nedir?


1. Soru:

Rabıta Allah’la kulun arasına girmek midir?


Muhterem kardeşlerim! Rabıta, irtibat mânâsına geliyor, ilgi kurmak, irtibatlı olmak mânâsına geliyor. Nasıl hani, İstasyonu arayıp düğmeyi çeviriyorsunuz; ilgiyi kurduğunuz zaman, o radyo istasyonunun yayınını alabiliyorsanız, böyle bir ayarlama gibi bir şey olmuş oluyor.

Rabıta, bir sevgi bağlantısıdır, bir saygı bağlantısıdır. O bakımdan... Şimdi bir insan hocasıyla beraber, şeyhiyle beraber bir yerde olsa güzel olur. Aynı mecliste olsalar, sohbetinde bulunsa, sözünü dinlese; beraberce ellerine tesbihleri alsalar, zikirleri yapsalar güzel olur. Bu böyle olmadığı zaman, gözünü kapatacak, mürşidiyle irtibatını kuracak, mürşidini karşısında tasavvur edecek... O da onun karşısında oturmuş, mübârek bir mecliste beraberlermiş diye göz önüne getirecek... Böyle gönül aleminden bir irtibat sağlayacak... Bu irtibata rabıta deniliyor.

Böyle mürşidiyle bir irtibat kurduğu zaman; ziyaretine gittiği zaman, aynı mecliste beraber zikir yapsalar nasıl oluyorsa, orda da öyle bir durum oluyor. Beraber zikretmiş olacaklar, irtibat kurmuş olarak zikretmiş olacaklar. O zaman, böyle bir bağlantı kurulduğu zaman, mürşidindeki füyûzat ve mânevî berekât kendisine intikal eder. O bağlantının bereketiyle kendisi çok feyizyâb olur ve yaptığı ibâdetin tadını duyar, faidesini görür.


İnsan böyle bir fenâ fi’llâh, bekà bi’llâh makamına ermiş mürşid-i kâmil ile irtibat kurduğu zaman, istasyonu bulmuş gibi

olur. O zaman kendisi çok istifade eder. Büyüklerimiz böyle diyorlar. Bu bir sevgi bağlantısıdır ve kısa zamanda müridin terakkî etmesi için gerekli bir çalışmadır.

649

Bunun hem asrımızın modern ilimlerinden, hem de tarihimizden ve dinimizden çok misalleri vardır. Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz, Rasûlüllah Efendimiz’i her zaman karşısında görürmüş. Hattâ utanırmış. O kadar böyle canlı bir tarzda karşısında görürmüş ki, utanırmış ayağını filân da uzatamazmış. Yanında değil ama, yanında gibi... İşte buna fenâ fi’r-rasûl

makamı derler. Yâni, nereye baksa Rasûlüllah’ı görüyor; Rasûlüllah’ı görür hale gelmiş oluyor.

O hale ermek için de, ilkönce fenâ fi’ş-şeyh makamı denilen hale ermiş olmak, şeyhini görür hale gelmek lâzım ki; oradan fenâ fi’r-rasûl makamı nasib olsun, oradan fenâ fi’llah makamı nasib olsun diye, büyüklerimiz böyle bu meseleyi açıklamışlardır.


Bir de bazı kitaplarda belirtiliyor ki, Yusuf Aleyhisselâm’ın hikâyesinde, tam öyle Zelihâ Valide kapıları kapatıp da, “Gel bakalım!” dediği zaman;


وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلاَ أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ


عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَ ا الْمُخْلَصِينَ (يوسف:٤٢)


(Ve lekad hemmet bihî ve hemme bihâ lev lâ en raâ burhâne rabbihî) [Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. (Kezâlike li-nasrife anhü’s-sûe ve’l-fahşâe) İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için delilimizi gösterdik. (İnnehû min ibâdine’l- muhlasîn) Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.] diye bildiriliyor ayet-i kerimede...

“Rabbinin burhanını gördü, kendisine hakim oldu, uymadı. Kapıya doğru kaçtı.” diye bildirildiği sırada, o gördüğü burhan nedir diye bazı kimseler diyorlar ki: Babası Ya’kub AS’ı karşısında görmüş... Ya’kub AS’ın hayalini aynen karşısında görmüş. Babası karşısında... Evlâdına böyle bakıyor. O zaman kendisine daha iyi hakim olmuş, o teklife karşı direnmiş.

650

O bakımdan bu işin bir takım mânevî tarafları vardır. O vazifeyi yapan insanlarda da böyle bazı şeyler hasıl oluyor.


Evliyâullahın işleri, bizim bildiğimiz şu dünya hayatındaki işlerimizden biraz farklı oluyor. Şimdi Pakistan’dan birisi bana bir mektup gönderdi. Türkiyeden Pakistan’a gitmiş. Benden de cevap istiyor. “Rüyamda Mehmed Zâhid Hocamız’ı gördüm.” diyor, gördüğü şeyleri anlatıyor: “Heyecandan uyandım. Yatakta yanımda yatan hanımım:

‘—Şimdi odadan dışarıya çıkan ihtiyar zâtı sen de gördün mü?’ dedi.

‘—Yok!’ dedim. ‘Nasıl bir kimseydi anlat bakalım!’ dedim.

Tıpkı Hocamız’ı tarif etti.” diyor.

Evet, rüyasında görünmüş buna ama, yanlarına da ruhaniyetiyle gelmiş. Karısı da görmüş de, soruyor rüyayı gören kimseye: “Gördün mü, şu kapıdan çıkan zâtı? Sırf ben mi gördüm, sen de gördün mü?” diye...

Aynı şeyi, bizim burada bir Lütfullah kardeşimiz vardı, Allah rahmet eylesin, cennet mekânı olsun… Kıztaşı’nda apartmanda otururlardı, o anlattı:

“—Bir gün odada yemeğimizi yedik. Ben de odadan sofaya çıkmak istedim. Sofanın elektriği kapalı, karanlık sofa... Kapıyı tam açtım, karanlıkta Mehmed Zâhid Hocamız böyle karşımda duruyor... Ben ona bakıyorum, o bana bakıyor... Korkulacak bir değil ama, heyecanlandım, tüylerim diken diken oldu. Sırtımdan bir soğuk ter boşandı. Ondan sonra yavaş yavaş Hocamız karşımdan kayboldu.” dedi.


Şemseddin-i Sivâsî Hazretleri’ni anlatıyorlar: Müridiyle kapıdan çıkmış, şöyle bir duvara yaslanmış, şöyle bir müddet durmuş, gözleri kapalı... Müridi diyor ki:

“—Ne oldu efendim, rahatsızlandınız mı?”

“—Hayır evlâdım, rahatsızlanmadım. Buna rahatsızlık demezler, buna insilâh derler. İnsanın ruhu bedeninden çıkar, o zaman böyle beden böyle halsiz kalır. O hal oldu da onun için

651

böyle oldu.” diyor.

Yâni, bu tasavvufî hayatın ihlâslı, aşık-ı sâdık mensuplarına Allah-u Teàlâ Hazretleri, başta sizin ve bizim kolay anlayamayacağımız, mânevî bir takım haller nasib ediyor. Rabıta da öyle bir hal olmuş oluyor. Yapan görür.


2. Soru:

Rabıta-i mürşid yaparken mürşid Allah ile kulu arasına girmiyor mu?


Olmuyor. Ne demek Allah ile kul arasına girmek; nereden çıkmış? İlgisi yok!

İnsan namaza duracağı zaman, “Allahu ekber” derken Kâbe’yi karşısında hayal edecek. Kâbe’ye doğru dönüyor ya... Tasavvur edecek: Mültezem şurada, Hacer-i Esved şurada, Hatîm şurasında, Makàm-ı İbrâhim şurada... Bu Allah’la kulun arasına Kâbe’nin girmesi midir? Değil... Böyle bir şey tasavvur edebilir.

İnsan askerdeyken gözünü kapattı, annesini babasını düşündü. “Ah evim, barkım, annem, babam...” diye hayal etti. Bu Allah’la kulu arasına girmek değildir, onunla bir ilgisi yoktur.

Şimdi biz karşı karşıya konuşuyoruz. Mürid de tesbih çekerken şeyhimle beraber çekiyoruz diye düşünüyor; ne var yâni?

Allah mekândan münezzehtir. Öyle aradan, aralıktan filân da münezzehtir. Araya girmek diye bir şey bahis konusu değildir.


b. Sàdıklarla Beraber Olmak


Soru:

Rabıta yapılırken mürid şeyhi ne olarak görmelidir? Rabıtaya şirk diyenlere verilecek aklî ve naklî deliller nelerdir?


Rabıta ile ilgili Necip Fâzıl merhumun güzel bir kitabı vardır. Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz’in Rabıta Risâlesi’nden faydalanarak, kendisi de birtakım görgülerini katarak yazmış. Onu okumanızı tavsiye ederim.

652

Allah-u Teàlâ Hazretleri:


وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ (التوبة:٩١١)


(Ve kûnû meas-sàdıkîn) “Sadık kullarımla beraber olun!” (Tevbe, 9/119) buyuruyor. Yâni “Onlar gibi olun, onların yanında olun, onların cephesinde olun, onların gittiği yolda, onların safında bulunun!” mânâsına geliyor. Onun mânevî tatbikatı, mânevî bakımdan beraber olmak, böyle rabıta ile sağlanıyor.

İnsanın hocasıyla beraber olması, vaazını dinlemesi, nasihatını dinlemesi, dinini ondan öğrenmesi lâzım! Bu her zaman mümkün olmuyor. Hem insanlar muhtelif yerlerde oturuyorlar, uzak diyarlara gitmiş oluyorlar. Hem de, günün bir kısmının istirahatle geçmesi gerekiyor. Günün her saatinde insanın hizmette olması da kolay olmuyor. O bakımdan rabıta yapılıyor.

Rabıta yapıldığı zaman, mürid şeyhinin huzurunda olmuş oluyor. Onu denetleyici olarak da düşünebilir. Sevdiği bir kimse olarak, hocası olarak onu karşısında hayal edecek, zikri beraber yaptığını düşünecek.


Rabıtanın şirk olmasının hiç bir aslı, esası, dayanağı yoktur. Çünkü, insanın gözünü kapatması serbesttir. Gözünü kapattığı zaman sevdiği bir insanı düşünmesi serbesttir. Bunun şirkle hiç bir ilgisi yoktur. Onlar herhalde tasavvufu bilmiyorlar veya rabıtayı bilmiyorlar, böyle bir görüşe saplanıyorlar. Ya da İbn-i Teymiye’nin filân kitaplarını iyi okumuyorlar.

Ben şöyle onların kitaplarını ve o kitaplardan alınan özetleri okuyunca, baktım o da bizim gibi düşünüyor. Tasavvufa saygılı, bu gibi pek çok konuda oldukça güzel ifadeleri var... Demek ki yarım bilgili olan insanlar, meseleyi anlamadıkları için yalan yanlış konuşuyorlar.

Şirk Allah’a ortak koşmak demektir. Allah’a ortak koşmakla ilgili herhangi bir şey burada olmadığı için, öyle bir husus yoktur. İnsanın sevdiği bir kimse ile beraber olmak istemesi, beraberliğini

653

düşünmesi şirk değildir.

Birçok mânevî faydaları var... Feyz almak bakımından, insanın yetişmesi bakımından fevkalâde önemli...


Râmûzü’l-Ehâdis’te bir hadis-i şerif var; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:70


إِذَا أَضَلَّ أحَدُكُم شَيْئًا أوْ أرادَ غَوْثاً، وهُوَ بِأَرْضٍ لَيْسَ بِهَ ا أَنِيسٌ ،


فَلْيَقُلْ: يَا عِبَادَ الله أَغِيثُونِي، يَا عِبَادَ الله أَعِينُونِي، فإِنَّ للهَ تَعَالٰى


عِبَادًا لاَ يَراهُمْ (طب. عن عتبة بن غزوان)


RE. 32/7 (İzâ edalle ehadüküm şey’en, ev erâde gavsen, ve hüve bi-ardın leyse bihâ enîsün) [Sizden birisi hiçbir kimsenin olmadığı bir yerde, bir şeyini kaybeder veya bir yardıma ihtiyacı olursa şöyle desin: (Yâ ibâda’llah, ağîsûnî) “Ey Allahın kulları bana imdat ediniz! (Yâ ibâda’llah, eînûnî) Ey Allahın kulları bana yardım ediniz!” (Feinna’llàhe teàlâ ibâden lâ yerâhüm) Muhakkak ki her yerde Allah’ın görünmeyen bir kısım kulları bulunur.] Bir geniş arazide, çölde giderken hayvanınız ürktü, kaçtı. Yardım edecek bir kimse de yok... Çölde uçsuz bucaksız dağların, kum tepelerinin arasında kayboldu. Bulmanız mümkün değil. Kaldınız çaresiz. Sular orada, yiyecek orada... Kumların üstünde bata çıka sizin yürümeniz mümkün değil. Yandınız, mahvoldunuz. Böyle bir durumla karşılaştınız. Ne yapacaksınız? Deyiniz ki:

(Yâ ibâda’llàh ağîsûnî) “Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin! (Yâ ibâda’llah, eînûnî) Ey Allah’ın kulları, benim imdadıma yetişin!” diye böyle söyleyin! Çünkü, Allah’ın sizin görmediğiniz maddî mânevî erleri olur, evliyâullahı olur; onlar imdada



70 Taberâni, Mu’cemü’l-Kebir, c.XVII, s.117, no:290; Heysemi, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.188, no:17103; Utbetü’bnü Gazvan RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.706, no:17498; Câmiü’l-Ehâdis, c.II, s.349, no:1409.

654

yetişirler.» diye Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

Onun için, Peygamber Efendimiz böyle deyin dediğine göre, Allah’ın evliyâsına da böyle salâhiyet verildiğine göre; ondan yardım istese bile, yine bir mahzuru yoktur. Çünkü, mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz tavsiye etmezdi. Onun için bu şirk lafı bir taassuptan kaynaklanıyor.


Bir takım insanlar tasavvufa düşman olmuşlar. Bu tasavvuf düşmanlığını İngilizler körüklemiş. Meselâ geçtiğimiz asırda, İngilizler Osmanlı’yla çeşitli cephelerde harp ederken, iki büyük tehlike tesbit etmişler:

1. Hac

2. Tasavvuf, tarikatlar

Neden? Hacca gittiği zaman müslümanlar, dünyanın dört bir yerinden gelip bir yerde toplanıyorlar. “İngilizler falanca yerde şöyle yaptı, böyle yaptı... Ona karşı şöyle tedbir alalım, böyle tedbir alalım!” diyorlar. Ondan dolayı İngilizlerin başarısı veya gayrimüslimlerin, İslâm’a suikast için çalışanların oyunları bozulmuş oluyor. Onun için hacca düşmanlar...

O zamandan başlamışlar, hac mevsimi geldiğinde haccı engellemeye... İşte, “Salgın hastalık var!” filân diye yalan dolan haberler yaymağa... Bu, yakın zamanlara kadar devam etti. Sonra birden salgın hastalıklar filân hepsi kalktı. Yalanmış demek ki...

Yâni, hac mevsiminde ilkönce “Bir salgın hastalık var!” diyorlardı. “Gidersen, ölürsün!” diyorlardı. Hastaneye havale ediyorlardı, seyahat hürriyetini tahdit ediyorlardı. Doktorların keyfine kalıyordu. Rapor vermeyince, adam burada kahrından ölüyordu. Saçma sapan şeyler... Şimdi bak hiç bir şey olmuyor el- hamdü lillâh... Yalanları ortaya çıktı.


Bir de bu tarikatlardan, tasavvuftan has müslüman yetiştiği için çok korkmuşlar. Meselâ deniliyor ki: “Hâlâ Orta Asya’da, Türkistan’da, Rus diyarlarında bozulmadan duran insanlar, bu tarikat sayesinde, tasavvuf sayesinde korunabilmişler, Rus baskılarının karşısında durabilmişler.” diyorlar.

655

Ayrıca bir de hilâfet meselesinden çok korkuyorlardı. müslümanların halifesi olursa, ödleri patlıyor. Neden? O zaman, “Azerbaycan’da Ruslar saldırmış, ona karşı tedbir alın!

Bulgaristan’da Bulgarlar şöyle yapmış, ona karşı tedbir alın!” dediği zaman, tüm Ümmet-i Muhammed ayağa kalkacağından, böyle bir merkeze bağlılığı istememişler. Halbuki onu kurmak, her müslümanın boynuna vacib! Çok önemli bir şey... Çünkü dağınık olduğun zaman, düşman tek tek yakalayıp mahvediyor. Kuzucukları birer birer kurtlar parçalıyor.

O bakımdan böyle şeyler olduğundan, bir tasavvuf düşmanlığı almış gitmiş. Suud’da korkunç bir tasavvuf düşmanlığı var... İran’da kendine göre bir acaib tasavvuf düşmanlığı var... Radikal müslüman dediğimiz, yeni müslüman kardeşlerde bir tasavvuf düşmanlığı var...


Kur’an-ı Kerim’de zikir emri var... Seksen, doksan yerde Allah- u Teàlâ Hazretleri zikri emrediyor. Nefsi terbiye etmek, tezkiye etmek vazifesi Kur’an-ı Kerim’de var:


قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا. وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّاهَا (الشمس:٩-٠١)


(Kad eflaha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ) “Nefsini terbiye eden kimse kurtulmuş, onu fenâlıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/9-10)

Ahlâkı güzelleştirme emri Kur’an-ı Kerim’de var... Nefsin oyunlarına karşı tedbir almak, şeytanla mücadele etmek meselesi var... Tasavvufun tüm konuları Kur’an-ı Kerim’in emirlerinden çıkmış, hepsi Kur’an-ı Kerim’de var... Sen bunları nasıl inkâr edersin, zikri nasıl inkâr edersin? İslâm’ı bilip tasavvufu inkâr etmek mümkün değil... Ama cahiller tutturmuşlar, öyle gidiyorlar.

Biz de bunların yanlışlığını belirtmek için mecmualarımızda en alim kimselerle röportajlar yaptırıp yayınlıyoruz. Büyük mezheb imamları tasavvuf hakkında ne demişler, onların sözlerini yazıyoruz. İmam-ı Azam böyle buyurmuş, İmam Şafiî böyle

656

buyurmuş, İmam Mâlik böyle buyurmuş, Ahmed ibn-i Hanbel böyle buyurmuş... Şu zâtı medhetmiş, bu şeyhe bağlanmış filân diye onları yazıyoruz ki, millet bu oyunun tesiri altında kalmasın...


c. Rabıtanın Faydası


1. Soru:

Rabıta-i mürşidin müridi yetiştirme ve olgunlaştırmadaki rolü nedir?


Çok büyüktür. Hadis-i şeriften alınmadır. Peygamber Efendimiz’le sahabesi arasında rabıta vardı. Ebûbekir Sıddîk Efendimiz’in gözünden Peygamber Efendimiz’in hayali gitmediği için, yalnız olduğu zaman bile rahat olamıyordu. Ayağını uzatamıyordu, serbest olamıyordu.

Yâni, rabıta sevmekten kaynaklanır. Ayrıca, bu rabıta dolayısıyla hakîkaten mânevî bir yakınlık ve bağlılık hâsıl olur. Bu bağlılık, mürşide rabıtadan, Rasûlüllah’a rabıtaya götürür insanı... Sonunda insan, Rasûlüllah’la rabıta etme haline gelir. Onun için, bir yetiştirme merhalesidir bu... Bilinenden bilinmeyene doğru yükselmedir. Kolaydan zora doğru ilerlemedir. Bir merhaledir ve şarttır.

Peygamber Efendimiz diyor ki: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz beni annenizden, babanızdan, evlâdınızdan ve bütün insanlardan bile daha çok sevmedikçe, hakîkî müslüman olamazsınız.”

Rabıta aslında sevgiden kaynaklanıyor. O sevgi ile, onu düşünmesiyle, onunla mânevî beraberliğini kuruyor. Bu beraberlik kuruluyor.


İnsan rûhî merhalelerde ilerlediği zaman, bu bedene bağlı kalmıyor ruhu... Yusuf AS, Yâkub AS’ı görüvermiş karşısında... Zeliha Hatun kapıyı kapatıp, “Hadi, ikimiz kaldık!” dediği zaman, Yâkub AS’ı görüveriyor karşısında... “Ne yapıyorsun evlâdım, bu

657

ne durumdur?..” gibilerden, Yâkub AS’ın böyle parmağını ısıraraktan göründüğünü naklederler. Evliyâullahın da böyle görünmesi vardır.

Evliyâullahın ruhları bedenlerinden çıkıp böyle dolaşabilir. Bizim şeyh efendilerimizden birisine demişler ki, “Efendim sizi filânca yerde gördük...” “Evet evlâdım! Demin oraları düşünüvermiştim.” demiş. Burdan düşünür gibi bir şeyle, o tarafta onun şeyi görünür. Böyle şeyler olur. Bunlar hep rabıtanın inceliklerinden, detaylarındandır.

Kişinin gözünü kapatıp annesini babasını düşünmesi nasıl tatlı bir şeyse, normal bir şeyse...

“—Ne yapıyorsun?” “—Ah, ak sakallı babacığım hatırıma geldi. Nur yüzlü, başörtülü annem hatırıma geldi. Gözümü kapattım, onu hayal ediyorum.” Bunun şirkle bir ilgisi olmadığı gibi, insanın da şeyhini böyle düşünmesi, sevgi bağı olarak lâzımdır ve gereklidir. Sevmesi, sayması, dinlemesi ve böyle düşünmesi feyzinin çok olması için de gereklidir. Bu bir alıştırmadır. Sonunda Rasûlüllah’la görüşme haline gelebilmesi için alıştırmadır, başlangıçtır, birinci bölümüdür işin... Daha ötedeki bölümlerine bir gidiştir. Onun için gereklidir.


d. Rabıtaya Karşı Çıkanlar


1. Soru:

“Rabıta şirktir, İslâm’da delili yoktur.” diyorlar; ne dersiniz?


Hayır! Allah’tan başka bir tanrı düşünmek şirktir. Rabıta ise, hayalinde şeyhini tahayyül etmektir. Bu şirk değildir.

Hayal kurmak yasak değildir. İnsan sevdiği için annesini babasını düşünebilir gözünü kapattığı zaman... Memleketini düşünebilir. Yaz mevsimini, tatili vs. yi düşünebilir... Gözünü kapatır, Kâbe-i Müşerrefe’yi, Medine-i Münevvere’yi düşünebilir. Bunun gibi hocasını düşünebilir.

658

Hocasını hayalinde karşısında düşünür, bu gayet normaldir. Şirk, Allah’ın birliğini kabul etmemek demek; bununla bir ilgisi yok...

Rabıtayı bilmiyorlar, uzaktan uzağa tenkid ediyorlar. Ne olduğundan haberleri olmadığı şeyleri tenkid ediyorlar.


2. Soru:

Şeyh ile rabıta yapmanın bid’at olduğu söyleniyor; ne dersiniz?


Hayır, bid’at değildir. Taa Peygamber Efendimiz’in zamanına kadar giden geçmişi vardır. Hattâ Kur’an-ı Kerim’de ona dair işaretler vardır. Bu bir mânevî haldir. İnsan o çalışmayı yaptığı zaman hasıl olur. Bu bid’at da değildir, şirk de değildir, yanlış da değildir. Güzeldir, iyi bir tasavvufî çalışmadır ve faydalıdır.


3. Soru:

Rabıtaya delil olarak Peygamber SAS’in zamanından bir örnek verir misiniz?

659

Peygamber SAS Efendimiz, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz’in gözünden hiç gitmezmiş. Evde yalnız olduğu zamanda bile... Hattâ onun hayalinin gözünün önünde devamlı olmasından dolayı, ayağını uzatmaya utanırmış, helâya gitmeye utanırmış. Bu bağlılığın bir misâlidir, fenâ fir rasul olmanın alâmetidir. Rabıta da zâten, o olsun diye yapılan bir çalışmadır.


e. Rabıtanın Yapılışı


1. Soru:

Rabıtada tahayyülde zorluk çekiyorum, ne tavsiye edersiniz?


Şeyhinin sohbetine fazla devam etsin. Sevgisi ziyadeleşince olur.


2. Soru:

Resimle rabıta olur mu?


Olmaz, uygun değil! Pis suyla abdest alınır mı? Resmin ancak bir takım meşrû sebeplerle müsaadesi var... Sen onu meşrû sebepler için kullanabilirsin. Pasaport çıkacak, tapuda lâzım, bilmem nerde lâzım; orda kullanabilirsin. Onun dışında öyle resimle rabıta yapmak bid’attir, uygun değildir. Tarikatta bid’attır, böyle şey olmaz! O hocasına, usûlüne uygun olarak rabıta edecek, resimle yapmayacak!


3. Soru:

Büyüklerimiz fazla açken veya fazla tokken rabıtayı ve zikri tasvip etmemişler; ”Midenin rahat bir zamanında bunların yapılması gerekir.” demişler. Oruçluyken veya fazla aç olmamak şartıyla aç olunduğu bir zamanda rabıta yapılıyor ve bu esnada mide bulantısı gibi şeyler meydana geliyorsa rabıtaya devam etmek gerekir mi, yoksa bırakmalı mı?


Rabıtanın rahat olması için “Ne çok aç, ne çok tok olduğu zamanda olsun.” denmiş. Midesi gurulduyorken, içinde açılık

660

varken, o duygu onu bastırdığı için uygun değildir. Hatta namaz bile öyledir.

“—Namazla yemek aynı anda; hangisini tercih edelim?” diye karşına geldiği zaman, bizim fıkhımız “önce yemeği” tercih etmiştir. Neden?

“—Yemeği yesin de namazı huzurlu kılsın.” diye, yoksa “Namaza durduğu zaman aklında kebaplar, yemekler varken,

namazda huzurlu olamayacak.” diye böyle yapmışlardır.

Onun için, mühim olan rabıtanın huzurlu yapılmasıdır. Sakin bir halde olmak esastır. Mide bulantısı açlıktandır; tabi o zaman insan karnını doyurmalı. Bazen uykusuzluktan da böyle şeyler olur, rabıtayı tam yapamaz, zikri tam yapamaz. Onlar hakkında da hadis-i şerifte tavsiye; “Uyusun, uykusunu alsın; ondan sonra yapsın.” şeklindedir. Zorlamalı olmaması lazım.


4. Soru:

Rabıtada Peygamber Efendimiz’i düşünsek, daha iyi olmaz mı?..


Zâten oraya getirecek. Yâni, Peygamber Efendimiz’i düşünmeye müridin ilk başta kabiliyeti yetmez ve o tecellîye kendisi tahammül edemez. Hocasını düşünmekten başlar. O eğitime alıştıktan sonra, Rasûlüllah’a gelir zâten...

Merdivenin altındaki iki basamağa ne lüzum var?.. Bunlar olmasa üst kata çıkamaz mıyız?.. Çıkamazsın; çünkü, buraya basacaksın, oraya öyle çıkacaksın! Alt merdiven olmadan üst merdivene çıkılmıyor.


f. Rabıtada Problemler


1. Soru:

Derslerden zevk alamıyorum, rabıtalarda zorlanıyorum. Ne yapmalıyım?


Bu bir günahlara bulaşma emaresidir. Mürid günahlı, hatalı bir şeyler yapınca Allah onun üzerinden, dimağından zikrin,

661

ibadetin zevkini alıyor. Bu tehlikeli bir durumdur. Kendi hâline dikkat edecek ve büyük hataları varsa onları düzeltmeye çalışacak. Babam ticaretle uğraşıyor, kazancına haram karışıyor, benim durumum ne olacak?

Belki de bu, babasının haram kazancıyla yenilen lokmaların şüpheli olmasıyla ilgili de olabilir, helal lokma yemeye gayret etsin. Mümkünse kendisi çalışarak, bir haftalık alarak kazancını sağlamaya çalışsın.


2. Soru:

Bazen rabıta yapmadan dersimi çekiyorum.


Rabıta çalışmasının maddî mânevî faydaları vardır. Feyze büyük tesiri vardır. İnsan bu rabıta-ı mürşidi güzel yapa yapa sonunda daha güzel hallere nâil olacaktır. O bakımdan rabıtada gevşeklik yapmayın. Bu bir sevgi bağıdır. İnsanın severek, her zaman isteyerek yapacak duruma gelmesi lazım.


3. Soru:

Rabıta-ı mürşid yaptığımız zaman bazı güzel haller görüyoruz. Bu rahmani midir, yoksa ihtiyatla mı karşılayalım?


Allah yanıltmasın, şaşırtmasın, şımartmasın… Şımarınca insan makamından düşer, geriye kalır, cezaya uğrar. Onun için şımarmanın bir faydası yok, her şeyi Allah veriyor, Allah verdikten sonra kulun övünecek bir şeyi kalmıyor. O bakımdan tevazu ile karşılamalı, hayırdır inşallah,,. Allah iki cihanda aziz eylesin…

662