22. ZİKİR
a. Zikir Vazifesinden Korkmak
1. Soru:
Birisi zikir dersi almak istiyor ama yapamamaktan korkuyor, cesaret edemiyor; bu kardeşimize ne tavsiye edersiniz?
Şimdi, Allah CC buyurmuş ki:
أَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ (البقرة:٠١١)
(Ekîmu’s-salâte ve âtü’z-zekâh) “Namaz kılın, zekât verin!” (Bakara, 2/110) diye Kur’an-ı Kerim’in kaç yerinde, kim bilir seksen-yüz ayetinde geçmiştir bu emir...
“—Allah emrediyor namaz kılmayı amma, ben bunu yapamam diye korkuyorum. Bu yükün altına girmeyeyim! Namaz kılma işine kalkarsam, hem abdest almam gerekecek her zaman; hem de camiye gelip oturup kalkmam, şu kadar rekât namaz kılmam gerekecek. Zahmeti var...” diyor muyuz?
Demiyoruz. Ne diyoruz:
“—Allah bize namazı emretmiş, pek âlâ!” diyoruz, kılıyoruz.
“—Hacca gidin!” buyurmuş;
وَللهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً (اۤل عمران:٧٩)
(Ve li’llâhi ale’n-nâsi hıccü’l-beyti meni’stetaa ileyhi sebîlâ.) “Yoluna gücü yetenlerin o evi (Beytu’llàh’ı) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran, 3/97) buyurmuş.
“—Zahmeti var, meşakkati var, tehlikesi var... Havası sıcak,
izdiham var... Ölebilirim, kalabilirim... En iyisi ben hacca gitmeyeyim, canım kurtulsun!” diyebiliyor musun?
Diyemiyorsun. Çünkü, Allah emretti. Zenginsen gideceksin, gidiyorsun.
Zikir de Allah’ın emri! Yetmiş-seksen ayet-i kerime var, “Allah’ı zikredin!” diye... Zikirden korkuyor... Allah’ın farzından korkulur mu, Allah’ın emrettiği şeyde fayda var... Onun için, senin faydana, sen sevap kazanacaksın.
Sonra zikrin nesinden korkuyorsun ki, bir öğlen namazını kılmak on beş dakika alır, yirmi dakika alır. Abdest almasıyla yarım saat alır. Zikri bundan daha kısa zamanda yaparsın. Nesinden korkuyorsun? Namaz kılmakta oturmak var, kalkmak var, secde var, rukû var... Bu zikir, durduğun yerden dilin dudağın Allah Allah diyecek. İstersen yatarak söyle!
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ (اۤل عمران:١٩١)
(Ellezîne yezkürûna’llàhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cünûbihim) [Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar.] (Al-i İmran, 3/191)
Yatarak da söylemek câiz... Ama tabii, edebe uygun olan diz çökerek söylemek daha iyi... İstersen yat da öyle Allah de; o da câiz... Daha ne istiyorsun mübârek? Oturtuyor seni, koşturtmuyor, zahmet çektirtmiyor; yâni nesinden korkuyorsun? Şeytan korkutuyor.
Şeytan insanları birçok şeyden korkutur. Ayet-i kerimede buyuruluyor ki: “Şeytan kendisini dost edinmiş insanları, ‘Hayır yapma, zekât verme; fakir olursun!’ diye korkutur.” Zekâtı verirse fakir oluverecek, malı azalacak diye vermemesini içinden fitliyor. “Verme yâ! Paran azalacak, ne veriyorsun yâ! Sen bunu ne zahmetle kazandın. Ya sen ona verdiğin zaman, aç açık kalıverirsen?” filân diyor. Halbuki Allah ona kırk vermiş, otuz
dokuz tanesi yanında kalacak; bir tanesini vermeğe şeytan korkutuyor.
Şeytan korkutur. Bu korku da şeytanın çok ma’ruf, çok meşhur, çok dillere destan bir oyunudur.
“—İyi güzel! Sevabını duydum yapmak istiyorum ama, yapamam diye korkuyorum!”
Namaz kılamamaktan korkuyor musun? Ramazan gelince kolay mı oruç tutmak? Yirmi rekât teravih, otüz üç rekât her şeyiyle, günde birer buçuk saati alıyordu; ne kadar sevinerek yaptık, değil mi?
Bu şeytanın bir aldatmacasıdır muhterem kardeşlerim! Kimisini böyle aldatıyor, kimisine de diyorlar ki:
“—Tarikata girme; fırttırırsın, deli olursun!
Yâni, tarikata girmeyenler deli olmuyor mu? Bir istatistik yapalım! Gidelim Bakırköy akıl hastanesinde dindar ve dinsiz insanların nisbetini araştıralım!
Enteresandır. Edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünde bulunan arkadaşlarımız, doktor arkadaşlarımız, lütfen şöyle bir anketi yapılmışsa literatürden tarayıp bize getirsinler, cemaate söyleyelim, ben de öğrenmiş olayım! Yapılmamışsa, lütfen yapsınlar! Şu hastaların yüzde nisbetiyle kaç tanesi dindardır, kaç tanesi dinsizdir? Bir bilelim bakalım, dindar mı daha çok hasta oluyor, dinsiz mi? Benim bildiğim, dinsizlerin hepsi bunalımlı... Hattâ diyorlar ki: Avrupa’daki yüksek tahsil yapmış kimselerin %40’ı kafası sakat! Manyak, hasta... Yâni, bu medeniyet denilen Avrupa’nın kendisi buhranda... Adamlar çıkış arıyor. Ama bizimkiler, “Yok efendim, zikir yapma delirirsin!” diye, öyle korkutuyorlar.
Allah buyuruyor ki:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (الاحزاب:١٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ.) “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin!” (Ahzab, 33/41)
Sonra bir ayet-i kerimede saymış:
إِن الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ
وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَ
الْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ
وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَ الْحَافِظَاتِ وَ
الذَّاكِرِينَ اللهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللهُ لَهُمْ مَ غْفِرَةً وَ أَجْرًا
عَظِيمًا (الاحزاب:٥٣)
(İnne’l-müslimîne ve’l-müslimâti ve’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti
ve’l-kànitîne ve’l-kànîtât... ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) [Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.] (Ahzab, 33/35)
“Namaz kılanlar, oruç tutanlar, zekât verenler, şöyle yapanlar, böyle ibadetleri yapanlar...” Bunların hepsini saydıktan sonra,
(ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) “Ve Allah’ı çok zikreden kadınlar, çok zikreden erkekler...” diyor. Demek ki, bütün bunlardan ayrı bir de Allah’ı zikretmek diye bir güzel ibadet var ve bunun çok yapılması lâzım! Kesîran Arapça’da ne demek? Çok demek.
Allah çok zikretmeyi, bize Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i
kerimede emretmiş. Peygamber Efendimiz diyor ki:
“—Allah’ı çok zikredin! Hattâ size mecnun diyecekleri kadar çok zikredin!”
Allah öyle emretmiş, Peygamber öyle emretmiş, bunlar da fıldır fıldır kaçıyorlar, fellik fellik kaçıyorlar zikirden... Kaçanların hali nedir, ona da Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki, münâfıklar hakkında:
وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلاَةِ قَامُوا كُسَالَى يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلاَ يَ ذْكُرُونَ
اللهَ إِلاَّ قَلِيلاً (النساء:٢٤١)
(Ve izâ kàmû ile’s-salâti kàmû küsâlâ yürâûne’n-nâse ve lâ yezkürûna’llàhe illâ kalîlâ) “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allahı çok az anarlar.” (Nisâ, 4/142) diyor.
Münâfık az anıyor. Az anana münafık diyor, çok anmayı kendisi tavsiye ediyor Allah... Ayetlerde, hadis-i şeriflerde bu emrediliyor. Millet de öyle diyor... Bunlar din bilgisinin az olmasından, zayıf olmasından kaynaklanıyor.
Tabii, şu tarafı da yok mu? Var... Ben kendim onlardan evvel söylerim. Bu tasavvufî terbiyenin dozajı ayarlanmazsa, insanda dengesizlik meydana gelir mi, gelmez mi? Gelebilir, geliyor. Böyle bir şey vardır.
Nitekim, eczâneden aldığın ilâçların üzerine de yazarlar ki, “Bu ilâçları çocukların erişemeyeceği yüksek yere koyun, çocukların eline geçmesin!” Çocuk bunun hepsini yuttu mu? İlâçtır, işte şifalı bir şey, yutsun evlâdım sıhhatli olsun... Yok, öyle ilâcın kutusunu ele geçirip de çocuk hepsini yuttu mu, zehirlenir, ölür. İlâç ama, ilâç olduğu halde dozajı fazla oldu mu, öldürmüyor mu insanı? Derhal midesini yıkatmak gerekmiyor mu?
Ölçüsü var... “Üç damla...” diyor, “Yedi damla...” diyor, “Günde bir tane...” diyor. “Fazla olursa, kaşıntı olursa doktora söyleyin!”
diyor. “Umulmayan bir durum olduğu zaman doktorunuza müracaat ediniz.” diyor. Doktor nezaretinde olacak bu iş... Adam kendi bildiğine yaparsa veya doktor diye doktor olmayan bir kimseye giderse, o da yalan yanlış bir şey yaparsa; olabilir.
Bu böyle oluyor diye ilâç kullanılmıyor mu? Kullanılıyor ama, “Aman ilâç kullanmaya dikkat edilsin!” deniliyor. Bu da öyle olacak tabii...
2. Soru:
Bazı kimseler, evli olmayan müridlerin Allah ismini çekmeleriyle akıllarını yitirebileceklerini söylüyorlar; bu doğru mu?
Doğru değildir. Bundan bir şey olmaz! Günde yüz defa, iki yüz defa Allah deyince aklı bozulacaksa, demek ki çok çürük bir aklı varmış zâten...
Zikrin sevap olduğunu biliyoruz.
Bir kez Allah dese aşk ile lisân,
Dökülür cümle günah misl-i hazân!
Allah demek sevaptır. Ölçülü, normal bir şekilde söylendiği zaman, bir şey olmaz!
Yalnız, ilaçların dozajları vardır. Meselâ, şu ilâçtan 15 damla, sabahleyin yemekten önce alacaksın diye söyler doktorlar... Eğer dozajına dikkat edilmezse, fazla alındığı zaman zarar verebilir. Onun için, zikri veren kimsenin, zikri alan kimsenin halini bilmesi ve ona göre zikir tavsiyesini yapması lâzım geliyor.
b. Zikrin Sevabı
Soru:
Tarikatta ders alınca, bunu yapmanın vacib olduğu söyleniyor. İtiraz edenler var, aslı nedir?
Elbette! Sevaplı şeydir. Söz verdi mi, yapması lâzım! İtiraz edenlerin itirazı haksızdır. Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:
“—Bir insan bir ibadete, taate, hayra, namaza, niyaza, gece ibadetine, teheccüde başlayıp da kestiği zaman, ‘Bu ibadette bir kusur gördün de mi, bir mahzur gördün de mi bıraktın ey kulum?’ diye Allah-u Teàlâ Hazretleri itâb eder.” diye hadis-i şerif vardır.
Yaptığı ibadetleri bırakmayacak insan... Yolda sağlam yürüyecek... Sonra bunların o kadar sevabı vardır ki, kısaca bir anlatıvereyim:
Muhterem kardeşlerim! Bir insan Allah yolunda parasını sarf
ederse, yedi yüz misli sevap verilir:66
نَفَقَتُكَ فِي سَبِيلِ اللهِ بِسَـُبْعَمِاَئةِ (الديلمي عن أبي هريرة)
(Nafakatüke fî sebîli’llâhi bi-seb’i mieh)
Yedi yüz mislidir. Hadis-i şerifte var... Yâni siz şimdi camiye yardım ediyorsunuz; el-hamdü lillâh yedi yüz misli... Bin lira verseniz, yedi yüz bin lira vermiş gibi oluyorsunuz. On bin lira verseniz, yedi milyon vermiş gibi sevap oluyor. Çok güzel bir şey!
Ama bir başka hadis-i şerifte buyuruluyor ki:67
ذِكْرُ اللهِ تَعَالٰى أَفْضَلُ عِنْدَ اللهِ مِنَ النَّفَ قَةِ فِي سَبِيلِ اللهَِّ بِ مِائَةِ دَرَجَةِ
(Zikru’llàhi teàlâ efdalü mine’n-nafakati fî sebîli’llâhi bi-mieti dereceh) “Allah’ı zikretmek, Allah Allah demek, Lâ ilâhe illa’llah demek Allah yolunda infak etmekten yüz misli daha üstündür.”
66 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.374, no:1509; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1319, no:43454; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.215, no:3081; RE. 69/11. 67 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.440, no:15685; Muaz ibn-i Enes el- Cühenî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.431, no:1861.
diyor.
Şimdi, o zaten yedi yüz misliydi. Bu da yüz misli ondan üstün olunca ne olur muhterem kardeşlerim? Yetmiş bin eder. Yâni bir insan, bir Allah dedi mi, yetmiş bin sevap alıyor. Kaçırır akıllı bir insan? Ahireti düşünen bir insan, sevap düşünen bir insan, Allah’ın rızasını düşünen bir insan ihmal eder mi, bu vaadi gördükten sonra?
Sonra yine bir başka hadis-i şerif var: “Sessizce, hiç kimsenin duymayacağı gibi, gösteriş olmayacak gibi, şöhret olmayacak gibi, fiyaka olmayacak gibi, içinden yapılan zikir, dille yapılan zikirden yetmiş kat daha sevaplıdır.” deniliyor. O da hadis-i şerifte var...
O zaman ne oluyor? (70.000 x 70 = 4.900.000) Dört milyon dokuz yüz bin sevap oluyor muhterem kardeşlerim! İnsan kalbinden bir Allah dedi mi... Kimse duymayacak şekilde, ağzı kapalı ama kalbi Allah Allah diyor. Kalbinden bir Allah dedi mi, dört milyon dokuz yüz bin... Bir daha dedi mi, dört milyon dokuz
yüz bin daha... Bir daha dedi mi, dört milyon dokuz yüz bin daha... Az bir sevap mı?
Şu ölümlü dünyada neden yaşıyoruz? Allah’ın rızasını kazanmak için... Niye vaaz ediyoruz? Allah’ın rızasını kazanmak için... Niye vaaz dinliyoruz? Allah’ın rızasını kazanmak için... Niye burada tek dizinizin üstünde duruyorsunuz? Allah’ın rızasını kazanmak için...
c. Zikirde Sayılar
1. Soru:
Zikrin adetlerinin hikmeti nedir? Meselâ 4444 Salât-ı Tefriciye çekiliyor.
Her zikrin sayısında değişiklik oluyor. Meselâ; 33 Sübhàna’llah, 33 El-hamdü li’llâh, 33 Allàhu ekber deniliyor. Veyahut “100 defa Lâ ilâhe illa’llah de!” diye Peygamber Efendimiz tavsiye etmiş. Bunların bazısının hikmetini biz
anlayabiliriz, bazısı anlaşılamayabilir. Öyle buyrulduğu için öyle yapılıyor.
Bu 4444 Salât-ı Tefriciye’nin de belki rüyada görülen bazı şeylere dayanmış olması mümkündür. Meselâ, bir kimseye rüyasında Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’in, şu kadar zikir et diye söylemesi gibi... Bazen böyle oluyor, bazen başka sebepler oluyor; zikrin çeşidine göre...
Bazen o zikri meydana getiren harflerin Ebced hesabı değerleriyle ilgili olabiliyor.
2. Soru:
Zikirde sayı artışı nasıl olur?
Kişinin durumuna, rüyalarına, haline göre hocası ile konuşarak, zikirlerde gelişme ve değişmeler olur.
d. Zikrin Yapılışı
1. Soru:
Derste bize verilen zikirlerin hepsi hafî olarak mı çekilecek? Hafî zikri kısaca tarif eder misiniz?
İnsan seccâdesine oturunca zikri istediği şekilde çekebilir. Zikri cehrî olarak çektiği zaman tesiri, şevki daha çok olur. Böyle âşikâre, yüksek sesle “Lâ ilâhe illa’llah...” “Allah...” derse, buna zikr-i cehrî derler. Fısıltı tarzında olursa, buna zikr-i hafî derler. Fısıltı tarzında da olabilir. Ev halkını ayağa kaldırmaktansa, sessizce yapmak daha uygun olabilir.
Bir de zikr-i kalbî vardır. Zikr-i kalbî, fısıltı ile de değil de, hiç dil dudak kıpırdatmadan, hiç belli etmeden kalbinden “Allah...” demektir. En sevaplısı budur. Yolda, işte, gecede, gündüzde, otururken, kalkarken, yürürken öyle zikretmek... En güzeli odur. Sevabı onun en çoktur. Kalbî olan zikir, âşikâre yapılan zikirden yetmiş kat daha sevaplıdır.
O bakımdan mümkünse onu yapsın. Değilse fısıltıyla yapsın.
Şartlara göre, duruma göre... İsterse, ev de serbestse, kendisindeki aşk ve şevk galib gelmişse, o zaman zikr-i cehrî yapsın. Serbest, bir mahzuru yok...
2. Soru:
Zikirleri yürürken, otobüste iken yapabilir miyiz?
Yapabilir. Oturarak yaparsa tesiri, feyzi çok olur ama, herhangi bir şekilde, nerde yaparsa olur.
3. Soru:
Tasavvufî vazifelerin yerine gelmesinde günün başlangıcı ve bitişini izah eder misiniz?
Böyle bir başlangıç ve bitiş yoktur. Yapabildiğiniz zaman yaparsınız. Üç-beş saat önce, sonra fark etmez.
4. Soru:
Zikirde beyaz örtmek, beyaz giymek var mıdır?
Hayır öyle bir külfet yoktur. İlle beyaz olacak dersen bu bir külfettir, adam mavi elbisesi olunca sıkılacak, eyvah zikir yapılıyor şimdi elbisem mavi, haydi bakalım gardrop ara, bir müsait odanız var mı? Ya çantasında beyaz giyecek... Zikir için bir külfettir bu, böyle bir şey gerekmez.
5. Soru:
Hocasının verdiği dersi yaptıktan sonra hadis-i şeriflerde tavsiye edilen bazı dua ve tesbihlerle meşgul olabilir mi?
Hadis-i şeriflerde okuyunca onları yapabilir. Yalnız bu terbiye işinde bir usûl, erkân vardır. Hocası ona bir seyr ü sülûk takip ettirdiği için o vazifeler neyse onları yapıp, ne az ne fazla, tam denileni yapmak suretiyle gitmesi gerekir. Böyle normal günlerde olur da halvete girdiği zaman ne deniliyorsa o kadarını, o tarzda yapması uygun olur.
6. Soru:
Zikirlerimizi kerahat vaktinde ve fasılalı olarak yapmakta sakınca var mıdır?
Hayır, kerahat vakti namaz içindir, zikir için değildir. Kerahat vakti olan zamanlarda zikir yapılabilir, mahzuru yoktur. Fasılalı olarak yapmanın, hepsini bir defada yapamıyor, kesiyor, ondan sonra devam ediyor; onun da mahzuru yoktur. Topluca olursa tesiri daha kuvvetli oluyor.
e. Hanımların Zikri
1. Soru:
Kadınların cehrî zikir yapması câiz midir?
Câizdir. Cehrî zikir demek, yüksek sesle “Allah... Allah...” “Lâ ilâhe illallah...” demektir; câizdir.
Câiz olmayan, kadınların sesini nâmahremin duymasıdır. Kendi evinde cehrî zikir yapıyor, Kadirî... “Hak...” diyor, “Hay...” diyor, “Hû...” diyor vs. diyebilir. Cehrî zikir yasak değil...
Cehrî de olur, hafî de olur; hepsi câiz... Kadın da söyler, erkek de söyler; hepsi câiz... Kadının sesinin nâmahrem tarafından duyulması doğru değil... O bakımdan sâkin olması daha uygun...
2. Soru:
Kadınların belli günlerde, belli saatlerde toplantı yapması, sesli zikir yapması câiz midir?
Elbette kadınlar kendi aralarında toplanabilirler, toplanmalı! Çünkü, ilmi irfanı bir yolla öğrenecekler. Toplanmaları iyidir, doğrudur, faydalıdır. Zikir yapabilirler. Zikir de sesli olsa bile, sesin aşırı olmaması lâzım, hafif bir tarzda olması lâzım!
Erkekler de öyle... Yâni çok aşırı bağırarak değil de, hafif sesle yapmalı; daha iyi olur.
f. Zikri Aksatmak
1. Soru:
Öğrenci olduğumuzdan zikirlerimiz bazen aksıyor; ne tavsiye edersiniz?
Zikirleri aksatmak olmaz! Gündüz yolda, ders arasında bir yerde yapabilir. Çünkü, nihâyet azıcık bir şeydir. Onları aksatmasınlar, akşama bırakmasınlar! Gündüzden aralarda, fırsat buldukça yapsınlar! Akşam yine otururlarsa yine yaparlar ama, gündüzden garantilesinler.
2. Soru:
Tarikat dersi almıştım, uygulayamadım, uygulayabileceğimi de sanmıyorum. Çünkü, farz ibadetleri bile yerine getirmekte zorlanıyorum; ne yapmamı tavsiye edersiniz?
Muhterem kardeşlerim! Zikir keyfi bir şey değildir, Allah’ın emridir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا . وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً
(الاحزاب:١٤-٢٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ.) “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin! (Ve sebbihûhu bükreten ve esîlâ) Sabah akşam onu tesbih edin!” (Ahzab, 33/41-42) gibi nice ayetlerle emredilmiştir.
Onun için, bu gibi kardeşlerimiz otuzüçlük bir tesbih alsın eline... Yolda giderken, otobüse giderken, otobüsün içindeyken, vasıtayı beklerken beş dakikada bütün bu zikirlerin hepsi biter. Yüz “Estağfiru’llah” diyecek, yüz “Lâ ilâhe illa’llah” diyecek, yüz “Allah” diyecek, yüz salât ü selâm getirecek, yüz “Kul hüva’llahu ehad” okuyacak.
Yemekte kuyruk beklerken, kantinde kuyruk beklerken, otobüs beklerken, gelirken, giderken, sokağın başından vasıtanın yanına kadar giderken; Erenköy’de oturuyorsa, karşı tarafta oturuyorsa, trene binip Haydarpaşa’ya gelirken, vapur içinde iken bitecek şeylerdir bunlar... Yâni, beş dakikada biter. Şeytan yaptırtmıyor! Zikir çok sevaplı bir ibadet olduğundan, şeytan yaptırtmıyor.
3. Soru:
Zaman zaman dersi çekemiyorum; ne tavsiye edersiniz?
Dersi yapamayacağını anlayan birisi, yolda, otobüste, evine dönerken bir arada gündüzden yapıversin. Bir kere çekemezse, o gün neden çekemediğinin tahlilini yapsın, anlasın. Bu duruma bir daha düşmemek için, parça parça, sabah bir kısmını, öğle namazından sonra bir kısmını, ikindiden bir kısmını, akşamdan sonra bir kısmını yaparak tamamlasın! Bunlar çok şeyler değil, şeytan mâni oluyor; şeytanın oyununa düşmesin.
3. Soru:
Derslerimi ihmal ettim, ara verdim, yeniden başlamak istiyorum; ne dersiniz?
Allah şeytana, nefse uydurmasın... Aldığı vazifeleri muntazaman güzel yapmayı nasib etsin...
Dün akşam Seriyyi’s-Sakatî Hazretleri’nin sözlerini okuduk. “Evradımdan bir tanesini bir gün kaçırdım mı, artık onu hiç bir şekilde ödeyemeyeceğim kanaatindeyim.” diyor. Kaçırmamağa çalışmak lâzım, günü gününe yapmağa çalışmak lâzım!
4. Soru:
Ben bir ara ders almıştım, uzun süre zikrimi yapamadım. Sonra yaptım, sonra bıraktım. Bıraktığım zaman dersimi tazeledim. Şimdi yine bıraktım, şimdi ne yapmam gerekiyor?
Ateşle oynuyor tabii... Bir yapıyor, bir yapmıyor, bir yapıyor, bir yapmıyor... Yapmadığı zaman rastlar, canı öyle gider, başı ahirette çok derde girer.
Bakın, evliyâullahtan bir zata sormuşlar:
“—Hocam, niye Lâ ilâhe illa’llah zikri yapmıyorsun da Allah Allah zikri yapıyorsun?” diye.
“—Evlâdım, Lâ ilâhe derken canımı alıverir de Allah, Allah yok derken ölmüş olurum diye korkuyorum.” demiş.
Lâ ilâhe, hiç bir ilâh yok; illa’llah, ancak Allah var... “Ama Lâ ilâhe derken canımı verirsem, Allah yok! demiş gitmiş olurum diye korkumdan hep Allah Allah diyorum.” demiş.
O kadar böyle yâni, nefesini bile hesaplıyor âlem de, sen bir tutuyor bir bırakıyorsun, bir tutuyor bir bırakıyorsun...
Aklıma şey geldi: Yeniçerilerin ordugâhları bizim aşağımızda, Vatan Caddesinde imiş. Doksan dört tane bölüğü varmış. İlk zamanlar zaferler kazanıyorlarmış ama, sonra isyankâr olmuşlar. İkide bir isyan ediyorlarmış, şehre yayılıyorlarmış, yağma yapıyorlarmış. O isyan etmeye de kazan kaldırmak diyorlarmış. Tabir bu... Onun için bir kazanı alırlarmış, o isyan mânâsına geliyormuş padişaha... Onun için şair diyor ki:
Tecemmû eyledi meydânı lâhme,
Edip küfrân-ı nîmet nice bâğî;
Koyup kaldırmadan ikide birde,
Kazan devrildi söndürdü ocâğı...
“Kendilerine iyi muamele etmiş olan yönetime karşı küfrân-ı nimette bulunan bir kaç bağî, küstah isyan ettiler, kazan kaldırdılar. Ama kazan oyuncak mı ki; ikide birde kazanı kaldırmak indirmek, kaldırmak indirmek derken, kazan devrildi söndürdü ocağı.” diyor. Yâni, yeniçeri ocağını devlet kapatmış, yok etmiş. “İkide bir kazan kaldırılıp indirilirken kazan devrildi, ocağı söndürdü; isyan ederken ederken, bu sefer kapatılıp yok edildi.” diye söylüyor.
Yâni bu işlerde nefse, şeytana fırsat vermemek lâzım! Aldığı vazifeyi muntazam yapmak lâzım! Ordan fırsat buldu mu, namazdan da seni alıkoymağa, bir kıldırıp bir kıldırmamağa başlar... Oruçtan da bir tutturup bir tutturmamağa başlar. Tırtıklar yavaş yavaş senin imanını, amellerini... Onun için çok müteyakkız olmak lâzım, dikkatli olmak lâzım!
5. Soru: Ben sizden ders alalı bir yıl oldu, fakat tam yapamıyorum. Çünkü hem çalışıyorum hemşire olarak, hem çocuğum var, gelen gidenimiz çok.
Tamam, şimdi bir insan dersi böyle akşam yapamayacaksa, gündüz gezerken yapar. Çünkü bu bizim ders diye verdiğimiz şeyler beş kalem zikir, beş dakikada biter. Mutfağa giderken 100 tanesi biter, çıkarken 100 tanesi biter, merdivenleri inerken 100 tanesi biter, çıkarken 100 tanesi biter, yani bunların yapılmayacak bir tarafı yok. Yapılmamak şeytânîdir, nefsânîdir veyahut bu işi planlamamaktan kaynaklanan bir dikkatsizliktir, bunların yapılması lazım.
Biliyorsunuz, bunları ben söylemiyorum size. Bunları söyleyen Peygamber SAS Efendimiz, o tavsiye etmiş. İnsan, Efendimiz’in tavsiyesini tutmakta biraz gayretli olmalı.
6. Soru: Bir zamandan beri yapamadığım zikirlerimi şimdi en baştan mı başlayacağım yoksa kaldığım yerden mi?
Tevbe etsin, kaldığı yerden devam etsin.
g. Zikr-i Müdam
1. Soru:
İnsanın her zaman düşüncesinin, hatıralarının, aklının, fikrinin Allah olması için ne yapmak gerekir?
Bu, zikirle elde edilen bir haldir. Derviş zikreder, zikreder, zikreder, zikreder... Sonra zikir, zikr-i müdâm hâline gelir. Müdâm demek, devamlı demek, dâimî demek... Zikr-i dâimî hâline gelir, kalbi Allah demeye devam eder. O zaman, dâimâ Allah’ı düşünen bir insan olur. O halde ticaretle meşgul olsa, halkın içinde bulunsa bile, Allah’la olmasına engel teşkil etmez.
Buna bizim Nakşîbendîlik’te, “Halk içinde Hak’la olmak: Halvet der encümen” prensibi derler. Dervişlikte ilerleyen insanların o ilerlemesi sonunda, Allah’ın lütfettiği yüksek bir makamdır o... Dünya, böyle bir duruma gelmiş insanların hürmetine ayakta duruyor. İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri öyle diyor: “Bunlar var oldukça kıyamet kopmayacak!” Onun için, bunlar dünyanın direkleri gibidir.
h. Peygamber Efendimiz’i Anmak
Soru:
(Zikru’llahi devâün) “Allah’ı zikretmek şifadır, devâdır, insan şifa bulur. (Zikrü’n-nâsi dâün) İnsanları zikretmek hastalıktır.” Bu durumda, Peygamber Efendimiz’i anmanın hükmü nedir?
Peygamber Efendimiz’in anılması, insanları anmak grubundan sayılmaz, Allah’ı anmak grubundan sayılır. Neden anıyoruz biz Peygamber Efendimiz’i? Allah’ın Rasûlü olduğu için anıyoruz. Allah’ın elçisi olduğu için seviyoruz. O Allah’ın zikrine girer.
Kur’an’ı niye seviyoruz; kâğıt, cilt, mürekkep, meşin... Allah’ın kelâmı diye seviyoruz, Allah’ın kelâmı olduğundan seviyoruz. Rasûlüllah’ı da Allah’ın rasûlü olduğu için seviyoruz. Ve Rasûlüllah Efendimiz hakkında Kur’an-ı Kerim’de ayrıca emir var:
إِن اللهَ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ، يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا
عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا (الاحزاب:٦٥)
(İnna’llàhe ve melâiketehû yusallûne ale’n-nebiyy, yâ eyyühe’llezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ) [Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey iman edenler, siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin!] (Ahzab, 33/56) diye, ona salât ü selâm getirmeyi, onu zikretmeyi, anmayı; onun anıldığı yerde ona salât ü selâm getirmeyi emrettiğinden, onu anmak insanları anmak grubundan sayılmaz, ilâhî gruptan sayılır.
Buradaki insanları anmaktan maksat, Allah’a ibadet etmek, Allah’ı zikretmek varken; dünya kelamı konuşmak, insanların gıybetini dedikodusunu yapmak gibi şeylerle meşgul olmak, insanı günaha sokar demek... Bir yerde oturmuşun “Sübhâna’llah” diyorsun, “Lâ ilâhe illa’llah” diyorsun, Kur’an okuyorsun, hadis okuyorsun... Bunların hepsi zikrullaha girer.
Fıkıh kitabı okuyorsun. Kuyuların ahkâmı bahsi geldi. “Havuzun eni şu kadar olursa, havz-ı kebir sayılır; şu kadar olursa havz-ı sağîr sayılır...” Hiç Allah adı geçmiyor. Yine Allah’ın zikridir. Neden? Allah’ın hükmü, ahkâmı öğretiliyor. Allah adı o esnada, o satırların arasında geçmese bile, Allah’ın zikridir.
Ötekisi: “Hacı Ahmed Ağa şöyle etmiş, böyle etmiş... Ticarette şu kadar zarar etmiş, bu kadar kâr etmiş... Bir ev yaptırmış, boyu şu kadarmış, eni bu kadarmış... Bilmem ne...” İşte bu boş, mâlâyâni... Bunlardan hastalık arız olur. Çünkü, gıybet olur, dedikodu olur, kalp kırıcı şeyler olur; o bakımdan... Hadis-i şerifte, “İnsanların anılması insana zarar verir, hastalıktır.” denilmesindeki maksat odur.
Biz de meclis kurduğumuz zaman, mümkün olduğu kadar ilâhi işlerle, ahirete yarayacak işlerle, din ilimleriyle ilgili sohbetler yapalım! Dünya kelamıyla, dünya insanlarının halleriyle, dedikodularıyla uğraşmayalım!
Bir şey daha hatırlatayım: Kitaplarımızda deniliyor ki, “Salihlerin anıldığı yere Allah’ın rahmeti iner.” Demek ki, salihleri
anmak da sevapmış, o da yasak değilmiş. (Zikrün nâsi dâün) “İnsanların anılması hastalıktır.” hükmüne salihler bile girmiyor. Çünkü, salihler de Allah’ın has kulları olduğundan, onların anılması da sevap oluyor.
Demek ki, bu hadis-i şeriften ve ötekilerden anladığımıza göre, insanların anılmasının hastalık olması; gıybet ve dedikodu, mâlâyâni ve dünyâlık olduğu zamanmış. Ahirete müteallik olunca, zararı olmadığı anlaşılıyor.
i. Zikirde Huşu ve Huzur
Soru:
Zikrederken nasıl bir tefekkür hali içinde olmak gerekir? Aklımıza çok çeşitli şeyler geliyor, bunlardan nasıl kurtulabiliriz.
—Bu hatıra gelen şeylere havâtır derler. Hatırına geliyor insanın, meşgul ediyor. Onlardan korunmak için iç tedbirler vardır, dış tedbirler vardır. Abdestli olduğu zaman korunur, bu bir dış tedbirdir. Lokma helâl olduğu zaman korunur. Lokmada karışıklık olduğu zaman, işler karışmaya başlar. Kendisini tam verememe durumuna düşer.
Demek ki lokmasına dikkat edecek! Abdestini güzel alacak, usûlüne uygun olarak kusursuz almağa çalışacak, oturacak! Ondan sonra da, söylediği sözlerin mânâsını tefekkür edecek! “Allahu ekber” mi diyor, “Lâ ilâhe illallah” mı diyor; bunun mânâsı üzerinde durarak kendisini konsantre edecek! Arada böyle bir hal arız olursa kendisine;
إِلٰهِي أَنْتَ مَقْصُودِي، وَ رِضَ اكَ مَطْلُوبِي!
(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) “Yâ Rabbi, benim maksûdum sensin, ben senin rızânı istiyorum!” diye niyetini bir tashih edecek, yeniden başlayacak. Yine bir şey gelirse, yine böyle söyleyecek... Böyle böyle, düşe kalka bu işi karıştırmamayı öğrenecek.
2. Soru:
Çektiğim tesbihlerden zevk alamıyorum, rabıtalarda zorlanıyorum; ne yapmalıyım?
Bu bir günahlara bulaşma emaresidir. Mürid hatalı, günahlı bir şey yapınca, Allah onun üzerinden, dimağından zikrin, ibadetin zevkini alıyor. Bu bir tehlikeli durumdur. Kendi haline dikkat edecek ve hataları varsa onları düzeltmeğe çalışacak.
3. Soru:
Bazen rabıtada, bazen de zikir esnasında vücudumun şiştiğini, genişlediğini hissediyorum?
Evet, bu zikrin mertebelerinden birisidir; oradan da daha ötelere doğru bazı şeyler olur, tecellîler olur.
4. Soru: Farkında olmadan zikir etmenin, ayet, sûre ve benzerlerini okumanın sakıncası var mıdır?
Sakıncası yoktur, makbuldür, iyidir. Farkına varmadan içi otomatik olarak zikrediyor, güzel bir şey bu... Allah yolunda dâim etsin, zikrinde dâim etsin...
j. Lâ mevcûde illa’llah Zikri
Soru:
“Lâ mevcûde illa’llah” diye zikredenler küfre girmezler mi? Bu zikri yapanlar, mahlûkatı reddedip, Allah’ın mahlûkatı yoktan var ettiğini reddedip, mahlûkatı Allah’tan bir parça olarak mı kabul ediyorlar. Bu durum ehl-i sünnet itikadına ters değil mi? Yoksa bunu diyenler başka bir mânâ mı kasdediyorlar? Şüpheye düştüm, açıklar mısınız?
Bu tasavvufta derin bir sorudur. (Lâ ilâhe illallah) Allah’tan
başka ilâh yoktur, başkasına ibadet edilmez. (İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn) Ancak Allah’a ibadet ederiz, ancak ondan yardım isteriz. (Kulhüvallahu ehad) Allah tekdir. (Allahus samed) Kulların bütün ihtiyaçlarını görendir, sameddir. Kendisinin anası, babası olmadığı gibi, kendisinden sonra da evlat vs. edinmekten münezzehtir. Kendisine denk de yoktur diye İhlâs Sûresi’nde de bildiriliyor.
Bu Lâ ilâhe illallah’ın mânâsının derinlikleri vardır. İnsan tasavvufta zikir yaptıkça, zihninin, gönlünün ve şuurunun ulaştığı mânâlar vardır. Bu mânâlardan birisi de “Lâ mevcûde illallah” mânâsıdır. Yâni, bütün varlıklar netice itibariyle fânidir.
كُل مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ (الرحمن:٦٢)
(Küllü men aleyhâ fân) [Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak!] (Rahmân, 55/26) buyruluyor Kur’an-ı Kerim’de... Her şey fânîdir. Allah Allah-u Teàlâ Hazretleri kalacak, başka hiç bir şey yok... Bu mânâda Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:68
كَانَ اللهُ، وَلَمْ يَكُنْ شَىْءٌ غَيْرُهُ (حم. خ. طب. عن عمران بن حصين)
(Kâna’llàhu, ve lem yekün şey’ün gayrahû) “Allah vardı, ondan başka hiç bir şey yoktu.” Mahlûkatı yarattı. Sonra da yine Allah olacak, başka hiç bir şey olmayacak. Evveli ahiri yok olan fânî varlıklar da aslında var sayılamaz. Gölge gibi, hayal gibi, bir varmış bir yokmuş, masal gibi bir şey yâni...
Bu mânâ ile Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ehàdiyetini, birliğini
68 Buharî, Sahih, c.X, s.464, no:2953; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.135, no:19889; İbn-i Hibban, Sahih, c.XIV, s.11, no:6142; Taberani, Mu’cemü’l- Kebir, c.XVIII, s.204, no:498; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.IX, s.2, no:17480; Tahâvî, Müşkilü’l-Asâr, c.XII, s.333, no:4927; İmran ibn-i Husayn RA’dan. Kenzü’l-Ummal, c.X, s.370, no:29850; Camiü’l-Ehadis, c.XV, s.247, no:15429.
daha başka bir derinlemesine idrak zihniyetidir bu... Bu bir tasavvufî neş’edir. Ondan sonra da daha ileri merhalelere geçilir.
k. Zikrin Efdal Olduğu Zamanlar
1. Soru:
Zikrin faziletli olduğu vakitler ve akşamdan önce zikir yapılması hakkında bilgi verir misiniz?
Zikir için uygun zamanlardan birisi akşam namazından evvelki zamandır. İkindiden sonra, güneş batıncaya kadar olan vakit çok kıymetli bir zamandır. Abdül’aziz Hocamız (Rh.A) buyurmuş ki: “Herhalde duaların en çok kabul olduğu
zamanlardan birisi bu zaman olduğu kanaatindeyim.” Tecrübeleriyle, tecellîlerle, vâridat ile ölçmüş demek ki... Bu ikindiden sonraki zaman çok kıymetlidir.
Sabah namazından sonraki bizim evradı okuduğumuz zaman da kıymetli ama, bu ikindi namazından sonraki zaman daha kıymetlidir buyurmuş Abdül’aziz Hocamız... Hadis-i şerifler var bu konuda... Çünkü, güneşin batışı zamanı, bir günün bitme zamanı... Bir işin bitişinde güzel bir bitirişle bitirmek, sevaplı bir bitirişle bitirmek önemli olduğundan, o vakitteki zikirler kıymetli oluyor.
Kıymetli vakitlerden birisi de, geceleyin teheccüd vaktidir. Yâni, imsaktan önceki zaman... Geriye doğru, gecenin yarısına kadar, üçte birine kadar... Biraz uyuyup kalktıktan sonraki o gece vakti de çok kıymetlidir. Göğün kapılarının açıldığı, duaların kabul olduğu zamanlardır.
Bundan başka her zaman için özel ibadetler, zikirler olabilir.
l. Cehrî Zikir
1. Soru:
Görev yapmış olduğum yerde Kâdirî olan bir cemaat var.
Onların cehrî zikirlerine katılabilir miyim? “Cehrî zikir yapanın Nakşîliği düşer.” diye bir anlayış var, doğru mu?
Hayır, yanlıştır. Öyle şey yok! Zikir cehrî de olabilir hafî de olabilir. Bid’at ehli olmayan, iyi, has bir kardeş topluluğun zikir yaptığını görürseniz katılırsınız. Ulu Cami’ye gittim. Baktım sabah namazından sonra birileri bir şeyler okuyorlar. Yanaşırım, ben de istifade ederim. Hayırlı bir işe, bir ibadete, taate iştirak edilir. Ama bid’at ehli, yalan yanlış iş yapanlar olursa onlara uymak gerekmez.
“Nakşîliğin düşmesi” diye bir şey yoktur. Kaldı ki zaten bizim Hâlidî Tarikatı’nın da beş tarikatla bağlantısı, icazeti vardır. Kàdirîlik tarafı da vardır. Onun için böyle düşme gibi bir şey olmaz.
Nakşî Tarikatı’nın bazı büyükleri de cehrî zikri tavsiye etmiş ve uygulamışlardır. Onun için bu, yanlış bir söz. Cehrî de olur hafî de olur. Hafî zikrin sevabı çoktur, kalbî zikrin sevabı yetmiş kat daha çoktur. Cehrî zikir de bazen yapılır ve gerekebilir.
İnsan ilk başlangıçta iken cehrî zikirle aşkı, şevki daha arttığından öyle de olabilir. Biz de tavsiye edebiliriz, onun bir mahzuru yok. Böyle bir şeye katılabilirler. Düşmek diye bir şey yoktur.
2. Soru:
Vasıta ile gelip giderken, araba içinde açık zikir yapılabilir mi?
Yapılabilir. Kimse bir şey demiyorsa, yapabilir. Ama ibadetin gizlisi daha makbuldür., Hele zikrin kalbden olanı, dille yapılanından yetmiş kat daha sevaplıdır.
Ama, bütün arabadaki arkadaşlar sizin arkadaşınız, şöfor de sizden... Bir yerden bir yere gidiyorsunuz. Bazan böyle aşikâre zikretmenin insana şevk ve kalbine kuvvet verme durumu vardır. O zaman olabilir, yapılabilir.
3. Soru:
Zikir esnasında kendinden geçip bağırmak makbul müdür?
Hazımsızlıktan olur. Hazmeden insan, ses çıkartmaz. Hazmedemeyen insan, heyecanı taştığı için, heyecanına hakim olamadığı için bağırır. Çok makbul değildir. Sessiz olmak lâzım! Deryaları yutmak lâzım ama sesini çıkartmamak lâzım!
4. Soru:
Sesli zikirde zikrin şevkinden elleri birbirine vurmanın, sesi yükseltmenin, baş ve vücut ile çeşitli hareketler yapmanın mahzuru var mıdır?
Hocamız tavsiye etmezdi. Mümkün olduğu kadar sakin yapmağa çalışmak lâzım!.
5. Soru:
Bazıları İslâm’da cehrî zikrin olmadığını söylüyorlar; ne dersiniz?
Cehrî zikir vardır. Peygamber Efendimiz zamanında da vardır. Bazı sahabeye kendisi cehrî zikri de tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin âşikâre veya gizli zikredilebileceğine dair ayet vardır.
6. Soru:
Başka tarikatların zikrine katılabilir miyiz?
Tüm müslümanlar birbirlerinin kardeşleri olduğundan sàlih kimselerin zikirlerine katılabilir.
m. Ayakta Zikir
Soru:
Ayakta zikir yapmanın dinimizde bir sakıncası var mıdır?
Bir sakıncası yoktur. Çünkü:
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ (اۤل عمران:١٩١)
(Ellezîne yezkürûna’llàhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cünûbihim) [Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar.] (Al-i İmran, 3/191) buyruluyor.
Ayakta da, oturarak da, hattâ yanına yaslanmış olarak da zikretmenin câiz olduğunu bu ayet-i kerime ve başka ayet-i kerimeler gösteriyor. Câizdir, olabilir.
Her anda zikir yapmak uygundur. Yolda yürürken, otururken, ticaret yaparken, kasasında otururken, otobüste giderken, gece yatınca uyku uyuyuncaya kadar kalbinin, dilinin Allah demesi, “Lâ ilâhe illa’llah” demesi, salât ü selâm getirmesi, zikir yapması her hâl ü kârda câizdir.
Gàliba bu kardeşimizin sormak istediği; böyle dalga oluyorlar, el ele tutuşuyorlar, öyle zikir yapıyorlar. Bizim yolumuzda böyle yapılmıyor ama, câiz değildir demek değil... Biz zikri oturarak yapıyoruz. Kendimiz olduğumuz zaman hafif sesle veya kalbî olarak yapıyoruz; kalbî zikrin sevabı çok olduğu için...
Fakat fazla yüksek sesle, kan ter içinde kalarak, devrilerek, yıkılarak yapılan zikir câiz değildir. Bir arkadaşımız anlattı: “—Almanya’da bir caminin birkaç katı var... Biz alt katta bulunuyoruz. Üst katta seminer odaları ve sâireler var... Orada kıyamet kopuyor, yer yerinden oynuyor, binâ sallanıyor. Çıktım; meğer zikir yapıyorlarmış. Devrilmişler, birbirlerinin üstlerine yıkılmışlar, hurda haş olmuşlar.” diyor.
“—Yâhu zikrin de tadını kaçırdınız, cıvıttınız işi!” demiş, azarlamış onları, kızmış, bağırmış.
Böyle zikir olmaz. Böyle maskaralık olmaz! Edebi, âdâbı vardır zikrin... Terbiyesi vardır, huzurda olmanın ciddiyeti vardır. Çok fazla bağırmağa lüzum yok...
Birisi bağırarak dua ediyordu da, Peygamber Efendimiz’in hac
ettiği zaman... Dedi ki: “Ey insanlar! Kendinize gelin! Siz, sizi duymayan bir kimseye hitab etmiyorsunuz ki, bu kadar fazla bağırmağa lüzum yok!” buyurdu Peygamber Efendimiz...
Onun için, zikrin nezâketle, zerâfetle, nezâfetle yapılması; öyle fazla gürültüye patırtıya işin boğulmaması lâzım geliyor.
n. Zikir Sırasında İlâhi
1. Soru:
Zikir sırasında ilâhi söyleme konusunda ne buyurursunuz?
Bir taraftan zikir devam ederken, bir taraftan da ilahi söylemeyi bazı tarikatlar kullanmıştır. Bazı tarikatlar zikrin değişmesinde, ritmin hızlanmasında bir ara vasıta olarak bunu kullanmışlardır. Bir de aşkın şevkin artmasında kullanmışlardır.
Bizim yolumuzda zikrin içinde ilâhi söylemek yoktur ama, Hocamız zikir yaptıktan sonra, “Haydi bakalım Muammer [Dolmacı], başlayın bakalım!” filan diye ilahi söyletirdi. Sevdiği ilâhiler vardı, onların söylenmesini isterdi.
İlâhinin kendisi mâna itibariyle güzelse, zikir esnasında da söylenebilir. Fakat söylenişi zikri, zikrin havasını bozmamalı, çok yüksek sesle olmamalıdır.
2. Soru:
Bazı zikir meclislerinde zikir esnasında ilâhi söyleniyor, uygun mu? Uygun ise ilâhili zikir mi daha evlâdır, ilâhisiz mi? İlâhili zikirden daha çok hoşlanmak bir kusur mudur, ya da hoşlanmakta bir kusur var mıdır?
Bu biraz uygun olmuyor. Zikir Allahu Teàlâ Hazretlerinin zikri. Sade olması daha iyi oluyor. Zikir karışıyor, zikri yapan insanın aklı ve dikkati dağılıyor. O bakımdan pek uygun olmuyor. Bazıları bunları yapmışlar. Büyük evliyâullahtan bazıları zikir meclislerinde bazı ilâhileri, bazı mânaları öğretmek için kullanmışlar. Ama biz böyle yapmasak daha iyi olur. Şahsen
benim tercihim böyle.
3. Soru:
Zikir esnasında def çalanlar var, ney çalanlar var; ne dersiniz?
Bazı tarikatlarda uygun görmüşlerdir. Zikrin temposunu ayarlamakta kullanmışlardır.
4. Soru:
Falanca yerdeki filanca dergâhta tasavvuf mûsikisi eşliğinde sesli zikir yapılıyor. Mevlânâ Hazretlerinin de bu şekilde sema yaptığı ne derecede doğrudur? Dinimizde yeri nedir? Bu dergâhta yabancı turistlerin de gelip sohbete katıldığı ve müslüman olduklarını işittim. Bu cihette faydalı olabilirler mi?
Tasavvufta ilâhiler kullanılmış. Dergâhlarda, tekkelerde zikirlerden sonra veya zikrin esnasında zikrin mânasına uygun ilâhiler söylenmiş. Yalnız mûsiki, mesela Mevlevî mûsikisi, bir takım aletler kullanılarak yapılmış. Bazı tekkelerde de sadece sesin, makamın eşliğinde yapılmış. Bunları uygun gören alimler de var. Mümkün olduğu kadar bunlardan kaçınarak, tamamen...
Peygamber Efendimiz’in zamanında böyle yok tabii. Böyle olmadığı için bunu zikir esnasında kullanmayıp, zikirden sonra ayrıca ilâhi okumak tarzında olabilir.
Zikri böyle mûsiki makamıyla yapınca, sanki dinde yeni bir ibadetin yeni bir tarzda yapılması gibi bir durum oluyor, diye uygun görmeyenler vardır. Herhalde doğrusu odur. İbadetlerde biraz daha dikkatli olmak lazım.
o. Zikir Meclisinde Bulunmanın Sevabı
Soru:
Sadece dil ile yapılan zikirden ecir kazanılır mı?
“Sadece dil ile” ne demek? “Allah Allah” diyor ama kalbi henüz
uyanmamış. Zevkine tam varamıyor ama Allah diyor, Lâ ilâhe illa’llah diyor. Yine kazanır. Hatta daha müjdeli bir şey söyleyeyim, muhterem kardeşlerim! Zikir yapanların meclisine gelmiş oturmuş insan bile sevap kazanır. Mükâfât dağıtılırken Allah; “onlara da verin.” diyor. Çünkü onların yanında oturdu.
Zikredenlerin yanına postacı gelse; “Hocaefendinin zikri bitsin de şu kâğıdı imzalatayım, telgrafı verip gideyim.” dese o yine ecir alır. Cenâb-ı Hak Teàlâ:69
هُمُ الْقَوْمُ، لاَ يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ .
(Hümü’l-kavmü, lâ yeşkà bihim celîsühüm) “O zikredenler öyle mübarek insanlardır ki, onların yanında olan insanlar da mahrum kalmaz, onlar da onlardan sayılır.” diye onları da mağfiret eder. Ne sebeple gelirse gelsin, devecisi gelse o bile sevaba nâil olur. O bakımdan zikir çok kıymetlidir. Sen şimdi anlamazsan da yavaş yavaş anlarsın. Makine yavaş yavaş ısınır. Motor yavaş yavaş verimli ve güzel çalışmaya başlar. Sen çalışmaya devam et, hızını bulursun. İnsan ilk önce 10 kilometre ile giderken yavaş yavaş hızı yükselir.
69 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2353, Deavât 83/66, no:6045; Müslim, Sahîh, c.IV, s.2069, no:2689; Tirmizî, Sünen, c.XII, s.28, no:3524; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.251, no:7418; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.139, no:857; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.672, no:1821; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.319, no:2434; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.399, no:531; Taberânî, Dua, c.I, s.531, no:1895; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.376; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.414, no:1747; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.230, no:8306.