İslâmî bir gazete çıkarmayı düşünüyor musunuz?


Gazete çıkarmayı düşünüyoruz. Televizyon kanalı kurmayı düşünüyoruz. Radyo yayını yapmayı düşünüyoruz. Her şeyi düşünüyoruz ama bunlar el birliğiyle oluyor. Tek başına çalışarak temenni etmekle olmuyor. O bakımdan desteklenirse destek bulursak yapılır. Şu anda dört beş tane dergimiz var; bin bir zorlukla çıkıyor. Çıkarıyoruz ama bundan bir kâr olmuyor; bir kere bunu bilin. Hani o üstünde on iki bin lira fiyatı var; dersiniz ki kâr ediyor. Hayır çok zorlukla çıkarıyoruz. Kimisi diyor ki;

“—Fiyatını biraz daha azaltamaz mısınız? Niye çok reklam koyuyorsunuz?”

Reklam koymazsak maliyeti daha da yüksek oluyor, dayanamıyoruz. Dayanamadığımız zaman da kapatıyoruz. Mesela Gülçocuk hep ziyan ettiği için kapatmak zorunda kaldık; ancak Kadın ve Aile’nin içinde çıkarıyoruz. İlim ve Sanat hep zarar etmekte olduğundan maliyetinden çok daha az para kazanabiliyoruz. Üç ayda bir çıkarabilmeye başladık. ”Senede altı defa çıkarıp altı zarara uğrayacağımıza hiç olmazsa dört defa çıkarıp iki zarardan kurtulalım.” diye düşünüyoruz.

Uğraşıyoruz. Basında para kazanmak mümkün değil, kardeşlerim! Basın bir kavga, bir mücadele âlemi ki millet orada parayı başka şeyden kazanıyor. Daire satıyor, elektronik eşya satıyor, otomobil satıyor. Bir şeyler yapıyor; kurnazlıklarla parayı oradan kazanıyor ya da devletten alıyor oradan buradan alıyor.

 

Bazı şeyleri duyduk: Meselâ eski senelerde Müslümanlık aleyhine kampanyalar olduğu zaman, Amerika altı yedi tane gazeteye bilmem ne kadar milyon para vermiş, kampanyayı öyle yaptırmış. Böyle şeyler parayla pulla oluyor.

Biz bundan kâr etmiyoruz ama istiyoruz ki, camiye giren kardeşlerimizle yüz yüze görüşüyoruz ama camiye gelemeyen milyonlarca kardeşimizle, ihvanımızla da görüşebilelim! Onlarla muhabbet etmek için vesile olsun. Yazılanlar bir mektup gibi olsun; her yere gitsin. “Hem fikirlerimiz okunmuş olur hem bir şeyler öğrenilmiş olur hem de mektup gibi olmuş olur.” diye böyle yapıyoruz. 

O da bize diyor ki:

 “—Çok pahalı!”

Çok pahalı ama benim takatim yok. Ben daha ucuza çıkaramıyorum ve bazılarını da kapatmak zorunda kalıyorum.

Ya hepsini kapatırım, o zaman sen sağ ben selamet; oh, çok rahat ederiz; ben de çok rahat ederim. Geceleri rahat uyku uyurum, çünkü bunları çıkarmak da zor oluyor. Bak daha yazı yazacağım, matbaada bekliyor.

“—Efendim, çok reklam koymasınlar!”

Koymasınlar ama o zaman parasını sen ver. Reklam kadar parayı sen ver; ben bedava çıkarayım.

 

Gümüşhanevî Hocamız’a Kırım’dan bir teneke para, bir teneke altın göndermişler. O da şu okuduğumuz Râmûzü’l-Ehâdîs’i bastırmış, bedava dağıtmış.

Bizim de kütüphanemizde Râmûzü’l-Ehâdîs var; Râmûzü’l-Ehâdîs’in şerhi olan beş ciltlik Levâmiu’l-Ukùl eserinin takımları var. İstanbul Müftülüğü’nün mahzeninde duruyordu. Çünkü eski İstanbul müftülerinden birisi de bizim şeyhlerimizden idi, Gümüşhanevî tekkemizdendi. Orada duruyordu. Biz de oradan aldık. Para vererek almadık ama birisi tenekeyle para getirmiş, vermiş. Sen de ver, ben de bütün dergileri bedava çıkarayım; razıysanız pekâlâ…

Herkes fedakârlık yapacak! Biz dedik ki haftalık dergi çıkaralım, sizlerle haftada bir bulaşalım. Haftalık dergi çıkaralım da her hafta sizinle karşı karşıya gelelim. Herkes vaat etti; şu kadar verecek, bu kadar verecek. Bizim şubeden, vakfın şubelerinden bir kısmı verdi, bir kısmı vermedi. Verenlerden Allah razı olsun. Veremeyenler herhalde ya unuttular ya da başka bir şeyler oldu. Zaten şeytan bir hayrı yapmak için kalkışan bir insanı döndürecek bin bir türlü oyun bulur. Hayrı çabuk yapmak lâzım. Öyle olmadı işte.

Para olursa yaparız. Her şey parayla dönüyor. 

 

Ermeniler Azerîlere saldırdılar, Laçin’i aldılar, birçok yeri aldılar, ilerlediler. Neden? Bastırdılar parayı, Ruslardan tankları aldılar. Azerîlerin canına kıydılar. 

Azerîler de baktı başka türlü olmuyor; Elçibey de tuttu kesenin ağzını açtı. O da bilmem kaç tane tank aldı. Ruslar satıyor. Ne yapsın merkezden para gelmiyor. Öyle diyorlar. Bu sefer silahları satıyor. Onlar Ermenileri püskürttüler. Şimdi Ermenilere de Amerikalılar yardım eder, arkadaşları yardım eder.

İngiltere’de iken geçen gün gördüm. Bir gazetede mazlum bir pozda yayınlamış. Ermeni piskoposu diyor ki:

“—Bizim işimiz Allah’a kalmıştır, bizim işimiz Allah’a kalmıştır!”

Vah vah vah!

“—Bir de Birleşmiş Milletler’in kararına kalmıştır.” diyor.

 

Azerîler ilerlemeye başlayınca o zaman mazlum pozuna bürünüyor. Pekiyi, ne diye saldırdın? Başından ne diye saldırdın Karabağ’a?

“—Tarih boyunca Türkler Ermenilere zulüm yapmıştır!” diye elçilerimizi öldürdüler. Yıllarca her yerde suikast yaptılar.

Halbuki biz Ermenileri öldürseydik yedi asır memleketimizde yaşarlar mıydı?

Öldürmedik! Kayseri’de yaşadılar, Türkiye’de yaşadılar. Vali yaptık, paşa yaptık, hariciye vekili yaptık. Marko Paşa ne idi, bilmiyorum. Ermeni miydi? Bakanlıklara bile getirdik. Hâlâ da öyledir. Hâlâ da Türkiye’de birçok insanın soyunu incelesen Ermeni’ye çıkar. Hiç ayırım yapmamışızdır; geçmiştir, baş köşeye oturmuştur.

Parayı veren savaşı bile kazanıyor; parası olmayan kahraman da olsa bir yerden bir mermi geliyor, evin çatısı başına göçüyor, nereden geldiğini bile anlayamıyor; onun için her şey para ile oluyor.

 

Peygamber Efendimiz’in zamanında iş başka türlü müydü?

Hayır! Peygamber Efendimiz’in zamanında da Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’in doksan bin altını vardı,Allah yolunda verdi, Hz. Osman Zinnûreyn Efendimiz, kıtlık senesinde, kaç yüz deve yükünü Şam’dan getirmişti; hepsini bağışladı. Milletin karnı öyle doydu. Savaşlar bedava olmuyor; hiçbir zaman bedavadan kazanılmamıştır. Her zaman fedakârlık ile oluyor.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN