Birisi zikir dersi almak istiyor ama yapamamaktan korkuyor, cesaret edemiyor; bu kardeşimize ne tavsiye edersiniz?
Şimdi, Allah CC buyurmuş ki:
أَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ (البقرة:١١٠)
(Ekîmu’s-salâte ve âtü’z-zekâh) “Namaz kılın, zekât verin!” (Bakara, 2/110) diye Kur’an-ı Kerim’in kaç yerinde, kim bilir seksen-yüz ayetinde geçmiştir bu emir...
“—Allah emrediyor namaz kılmayı amma, ben bunu yapamam diye korkuyorum. Bu yükün altına girmeyeyim! Namaz kılma işine kalkarsam, hem abdest almam gerekecek her zaman; hem de camiye gelip oturup kalkmam, şu kadar rekât namaz kılmam gerekecek. Zahmeti var...” diyor muyuz?
Demiyoruz. Ne diyoruz:
“—Allah bize namazı emretmiş, pek âlâ!” diyoruz, kılıyoruz.
“—Hacca gidin!” buyurmuş;
وَللهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا (اۤل عمران:٩٧)
(Ve li’llâhi ale’n-nâsi hıccü’l-beyti meni’stetaa ileyhi sebîlâ.) “Yoluna gücü yetenlerin o evi (Beytu’llàh’ı) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran, 3/97) buyurmuş.
“—Zahmeti var, meşakkati var, tehlikesi var... Havası sıcak, izdiham var... Ölebilirim, kalabilirim... En iyisi ben hacca gitmeyeyim, canım kurtulsun!” diyebiliyor musun?
Diyemiyorsun. Çünkü, Allah emretti. Zenginsen gideceksin, gidiyorsun.
Zikir de Allah’ın emri! Yetmiş-seksen ayet-i kerime var, “Allah’ı zikredin!” diye... Zikirden korkuyor... Allah’ın farzından korkulur mu, Allah’ın emrettiği şeyde fayda var... Onun için, senin faydana, sen sevap kazanacaksın.
Sonra zikrin nesinden korkuyorsun ki, bir öğlen namazını kılmak on beş dakika alır, yirmi dakika alır. Abdest almasıyla yarım saat alır. Zikri bundan daha kısa zamanda yaparsın. Nesinden korkuyorsun? Namaz kılmakta oturmak var, kalkmak var, secde var, rukû var... Bu zikir, durduğun yerden dilin dudağın Allah Allah diyecek. İstersen yatarak söyle!
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ (اۤل عمران:١٩١)
(Ellezîne yezkürûna’llàhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cünûbihim) [Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar.] (Al-i İmran, 3/191)
Yatarak da söylemek câiz... Ama tabii, edebe uygun olan diz çökerek söylemek daha iyi... İstersen yat da öyle Allah de; o da câiz... Daha ne istiyorsun mübârek? Oturtuyor seni, koşturtmuyor, zahmet çektirtmiyor; yâni nesinden korkuyorsun? Şeytan korkutuyor.
Şeytan insanları birçok şeyden korkutur. Ayet-i kerimede buyuruluyor ki: “Şeytan kendisini dost edinmiş insanları, ‘Hayır yapma, zekât verme; fakir olursun!’ diye korkutur.” Zekâtı verirse fakir oluverecek, malı azalacak diye vermemesini içinden fitliyor. “Verme yâ! Paran azalacak, ne veriyorsun yâ! Sen bunu ne zahmetle kazandın. Ya sen ona verdiğin zaman, aç açık kalıverirsen?” filân diyor. Halbuki Allah ona kırk vermiş, otuz dokuz tanesi yanında kalacak; bir tanesini vermeğe şeytan korkutuyor.
Şeytan korkutur. Bu korku da şeytanın çok ma’ruf, çok meşhur, çok dillere destan bir oyunudur.
“—İyi güzel! Sevabını duydum yapmak istiyorum ama, yapamam diye korkuyorum!”
Namaz kılamamaktan korkuyor musun? Ramazan gelince kolay mı oruç tutmak? Yirmi rekât teravih, otüz üç rekât her şeyiyle, günde birer buçuk saati alıyordu; ne kadar sevinerek yaptık, değil mi?
Bu şeytanın bir aldatmacasıdır muhterem kardeşlerim! Kimisini böyle aldatıyor, kimisine de diyorlar ki:
“—Tarikata girme; fırttırırsın, deli olursun!
Yâni, tarikata girmeyenler deli olmuyor mu? Bir istatistik yapalım! Gidelim Bakırköy akıl hastanesinde dindar ve dinsiz insanların nisbetini araştıralım!
Enteresandır. Edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünde bulunan arkadaşlarımız, doktor arkadaşlarımız, lütfen şöyle bir anketi yapılmışsa literatürden tarayıp bize getirsinler, cemaate söyleyelim, ben de öğrenmiş olayım! Yapılmamışsa, lütfen yapsınlar! Şu hastaların yüzde nisbetiyle kaç tanesi dindardır, kaç tanesi dinsizdir? Bir bilelim bakalım, dindar mı daha çok hasta oluyor, dinsiz mi?
Benim bildiğim, dinsizlerin hepsi bunalımlı... Hattâ diyorlar ki: Avrupa’daki yüksek tahsil yapmış kimselerin %40’ı kafası sakat! Manyak, hasta... Yâni, bu medeniyet denilen Avrupa’nın kendisi buhranda... Adamlar çıkış arıyor. Ama bizimkiler, “Yok efendim, zikir yapma delirirsin!” diye, öyle korkutuyorlar.
Allah buyuruyor ki:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (الاحزاب:٤١)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ.) “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin!” (Ahzab, 33/41)
Sonra bir ayet-i kerimede saymış:
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ
وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَ
الْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ
وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَ
الذَّاكِرِينَ اللهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَ أَجْرًا
عَظِيمًا (الاحزاب:٣٥)
(İnne’l-müslimîne ve’l-müslimâti ve’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti ve’l-kànitîne ve’l-kànîtât... ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) [Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.] (Ahzab, 33/35)
“Namaz kılanlar, oruç tutanlar, zekât verenler, şöyle yapanlar, böyle ibadetleri yapanlar...” Bunların hepsini saydıktan sonra, (ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) “Ve Allah’ı çok zikreden kadınlar, çok zikreden erkekler...” diyor. Demek ki, bütün bunlardan ayrı bir de Allah’ı zikretmek diye bir güzel ibadet var ve bunun çok yapılması lâzım! Kesîran Arapça’da ne demek? Çok demek.
Allah çok zikretmeyi, bize Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede emretmiş. Peygamber Efendimiz diyor ki:
“—Allah’ı çok zikredin! Hattâ size mecnun diyecekleri kadar çok zikredin!”
Allah öyle emretmiş, Peygamber öyle emretmiş, bunlar da fıldır fıldır kaçıyorlar, fellik fellik kaçıyorlar zikirden... Kaçanların hali nedir, ona da Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki, münâfıklar hakkında:
وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَى يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ
اللهَ إِلَّا قَلِيلًا (النساء:١٤٢)
(Ve izâ kàmû ile’s-salâti kàmû küsâlâ yürâûne’n-nâse ve lâ yezkürûna’llàhe illâ kalîlâ) “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allahı çok az anarlar.” (Nisâ, 4/142) diyor.
Münâfık az anıyor. Az anana münafık diyor, çok anmayı kendisi tavsiye ediyor Allah... Ayetlerde, hadis-i şeriflerde bu emrediliyor. Millet de öyle diyor... Bunlar din bilgisinin az olmasından, zayıf olmasından kaynaklanıyor.
Tabii, şu tarafı da yok mu? Var... Ben kendim onlardan evvel söylerim. Bu tasavvufî terbiyenin dozajı ayarlanmazsa, insanda dengesizlik meydana gelir mi, gelmez mi? Gelebilir, geliyor. Böyle bir şey vardır.
Nitekim, eczâneden aldığın ilâçların üzerine de yazarlar ki, “Bu ilâçları çocukların erişemeyeceği yüksek yere koyun, çocukların eline geçmesin!” Çocuk bunun hepsini yuttu mu? İlâçtır, işte şifalı bir şey, yutsun evlâdım sıhhatli olsun... Yok, öyle ilâcın kutusunu ele geçirip de çocuk hepsini yuttu mu, zehirlenir, ölür. İlâç ama, ilâç olduğu halde dozajı fazla oldu mu, öldürmüyor mu insanı? Derhal midesini yıkatmak gerekmiyor mu?
Ölçüsü var... “Üç damla...” diyor, “Yedi damla...” diyor, “Günde bir tane...” diyor. “Fazla olursa, kaşıntı olursa doktora söyleyin!” diyor. “Umulmayan bir durum olduğu zaman doktorunuza müracaat ediniz.” diyor. Doktor nezaretinde olacak bu iş... Adam kendi bildiğine yaparsa veya doktor diye doktor olmayan bir kimseye giderse, o da yalan yanlış bir şey yaparsa; olabilir.
Bu böyle oluyor diye ilâç kullanılmıyor mu? Kullanılıyor ama, “Aman ilâç kullanmaya dikkat edilsin!” deniliyor. Bu da öyle olacak tabii...