Bir ticarette bir maldan en fazla ne kadar kâr alınabilir? Bugünkü serbest ekonomiye göre bin liralık bir mal, beş bin liraya satılabilir mi? Malın vadeli olmasını da göz önüne alarak soruyu cevaplandırabilir misiniz?


İslâm’da maktû bir kâr haddi yoktur. “Malı şu kadara aldın, yüzde otuzdan fazla kâr edemezsin, bu böyle gider.” filan gibi bir maktû yüzde nisbeti kitaplarda yoktur. Malın satış fiyatı, serbest piyasa şartlarına bağlıdır.

Bir mal alıyorsun, malın depodayken hiçbir kâr yapmıyorsun; “Malım artsın.” diye depolanmış, fırsat kollamaca durumu değil. Bir felâket olmuş, don olmuş, başka yerlerdeki o tipten malın hepsi donmuş. Veyahut bir âfet gelmiş, hepsi kırılmış; senin malının fiyatı çıkmış. Beş misline de çıkabilir, on misline de çıkabilir.

Bir ara Türkiye’de kolera oluverdi, hatırlıyorum ben; limonun tanesi astronomik rakamlara çıktı.

Neden? “Limon suyu koleraya iyi geliyor.” dediler, salgın hastalık da var, ölüm de var. Kasası bilmem kaç bin liraya çıkıverdi. Halbuki her zaman herkesin basit paralarla aldıkları bir şeydi. Piyasa rayiçlerine göre; “Ben bunu yüzde yirmiden fazlasına satamam.” diye bir şey yok. Normal bir piyasanın talebine göre bir miktardan yapabilirsin. Malın kârını koymakta ana ölçü; konuyu bilmeyen müşteriyi aldatmamaktır. Bunu bir misalle kendim anlatayım:

 

Hanım bana terzi levâzımatı listesi verdi. 20 cm’lik fermuar, 3 tane çıt çıt, bir tane masura, iğne, düğme; bir liste verdi. Ben de gittim Ankara’da hemen yolun üstünde, perakendeci gibi bir dükkândan almaya başladım:

“—Şu var mı?”

“—Var…”

“—Fiatı ne kadar?”

“—Şu kadar.”

“—Şu var mı?”

“—Var…”

“—Ne kadar?”

“—Fiyatı şu kadar.”

 Böylece ben bunları aldım. Listenin üçte birini aldım, üçte ikisi onda yokmuş; “Şu yok, bu yok.” dedi.

 

Pekâlâ, bu sefer ben de; “O olmayanları alacağız.” diye karşı taraftaki bir çarşının içinde başka bir dükkâna gittim. Fakat “Olmayanları alacağız.” derken, aldıklarımın fiyatının ilk dükkânda alçakça fazla miktarda olduğunu gördüm. Aldatmak tarzında, hiç olamayacak şekilde.

Onun üzerine, tekrar ilk dükkâna gittim:

“—Bak, ben aynı marka malı şu fiyata buldum, sen bunu bana çok fazlaya verdin.” dedim. Meselâ, bir liralık şeyi beş liraya vermiş; çok fazla. “Çok fazlaya verdin. Ya bunu bir liraya say, paramın üstünü bana geri ver; ya da malını geri al!” dedim.

Ne malı geri aldı, ne parayı geri verdi. Ben de onun üzerine belediyeye gittim dedim ki; “Burada bir aşırı aldatmaca var, ben de mağdurum.”

“—Beyefendi, biz bir şey diyemiyoruz.” dedi.

Öylece kaldı, Allah’a kaldı. Böyle bir satışa “aldatma” derler. Aldanana gâbin mağbûn derler. “Malı bilmiyor, piyasasını bilmiyor.” diye bir fiyat veriyor, astronomik bir fiyata satıyor. Ondan sonra da adam ah ediyor, vah ediyor, pişman oluyor. Böyle bir satış helâl değil! Böyle bir durumda, alan kimse bu satıştan dönerse, ötekisinin dönmeyi kabul etmesi lâzım. Berikisinin de dönmeye hakkı vardır.

Bu bakımdan aldatma olmayacak ama, şurada portakal beş yüz lira, orada sekiz yüz lira. Bu Washington, bu ilaçlı, bunda hiç kurt yok, bu daha sulu; öbürü biraz don yemiş, daha ucuz. Tabii malın kalitesinden dolayı fark olur. Veyahut da:

“—Ben yüzde yirmi beş kârla, yüzde otuz kârla satıyorum; bunun fiyatı dört yüz liradır, sekiz yüz liradır.” dersin.

“—Aşağı olmaz mı?”

“—Aşağıdan veremeyeceğim ama daha ucuzları var; istersen git, oradan al.” dersin.

“—Ben mostura yapmıyorum, iyilerini seçip arka tarafa koymuyorum; onun için bu fiyatı veriyorum, alıyorum.” diyebilirsin.

Demek ki, istediği fiyatı söyleyebilir ama normal piyasada, piyasanın şartlarını bilmeyen bir kimseyi aldatmak tarzında olmaması şartıyla, istediği fiyatı söyleyebilir.

 

“—Bu serbest ekonomideki malın, vadeli olmasını göz önüne alarak soruyu cevaplandırabilir misiniz?” diye sormuştu.

Malın vadeli olması ve sistemin faizli olması dolayısıyla, ekonomik sistem faizli bir sistemdir ve faizin nispeti kadar mallara, maliyete faiz eklenmektedir.

Adam bir mal aldığı zaman bankadan kredi alıyor, bankaya o parayı faiziyle verecek, onu da maliyete katıyor; ondan sonra satış fiyatını ona göre tanzim ediyor.

Binaen aleyh peşin paraya almış olsaydı ucuza mâl edecekti, daha ucuza satacaktı; faiz, fiyatın yükselmesine sebep oluyor. Böyle bir faizli sistemde fiyatlar faiz nisbetinde yükselir ve her ay paranın değeri düşer.

Paranın kâğıdı üzerinde bin veya on bin veya yüz bin yazmasına aldanmayın! O ağzı açık benzin tenekesi gibi uçar gider. Para yüz bin olarak kalmaz. Senenin başında elinde yüz bin lira varsa, senenin sonunda da elinde yüz bin lira var ama bu hayalî yüz bin liradır; aslında o on bin liraya inmiştir veya yirmi bin liraya inmiştir. Hakiki iş yapma kabiliyeti bakımından bu da bir halkı aldatma ve oyun tarzıdır.

Bunu, ekonomiyi bilmeyenler fark edemiyorlar, halk da buna aldanıyor, para biriktiriyor. Zavallı ihtiyar kadınlar, paralarını koyuyorlar, biriktiriyorlar; dul kadın. Ondan sonra götürüyor bakıyor ki parası hiçbir işe yaramaz bir para yığını hâline gelmiş, yazık, mahvolmuş.

Ekonomik sistem faizli sistem olduğundan, para da kendisinin değeri olan bir para olmadığından aldatıcıdır. Altın, kendisi değerli olan bir şeydir, gümüş kendisi değerli olan bir şeydir ama para bir kâğıttır, onun kendisinin bir değeri yok, sadece lafı var, adı var, “Bu yüz bin!” diyorsun.

“—Bu kâğıt yüz bin mi?”

“—Yüz bin…”

“—Bu da kâğıt, aynı boyda; bu kaç?”

“—Bu da yirmi bin…”

“—Bu da aynı boyda, bu kaç?”

“—Bu da beş bin…”

Hoppala! Ebatları aynı fakat itibarları farklı; hepsi de sadece bir kağıt. Bu bir ekonomik oyundur ve aslında bir ekonomik zulümdür.

 

Biz dergilerimizde ve yayınlarımızda müslüman kardeşlerimizi bu oyuna karşı daima ikaz ettik. Dedik ki:

“—Bu enflasyon ve bu para bir hiledir. Ekonomik sistem, bankalar, sizin cebinizden parayı alıyor. Bu paranın bir kısmı devlete gidiyor bir kısmı bankalara gidiyor. Ama senin elinden, senin rızan olmadan, paranın değeri sönerek, yok olarak, uçarak alınmış oluyor. Buna karşı tedbir alın!” dedik.

Böyle bir ekonomik sistemde siz mal alıyorsunuz, ondan sonra vadeli satıyorsunuz; bir sene vadeli mal satıyorsunuz, altı ay vadeli mal satıyorsunuz. Altı ay sonra eğer o adam sözünde durur da senetlerini öder de size tam aldığı malın, metaın parasını geri verirse, siz bu paraları toplayıp gidip toptancıdan tekrar o malı dükkânınıza koymak üzere almak istediğiniz zaman, bakıyorsunuz kâr da koyduğunuz halde, ilk senenin başındaki kadar malı dükkânınıza alamıyorsunuz. Sermayeniz uçuyor, kayboluyor.

“—Ekonomik sistem, bu faizli ekonomik sistem…” dediğin, soruyu sorana bunu gösteriyor.

 

“Malın vadeli olması da göz önüne alınarak bu sistemde kâr haddi nasıl olacak?” dedi.

Kâr haddi, bütün bu tehlikelerden tüccarı koruyacak bir nisbette olmalıdır; tüccarın buna hakkı vardır. Çünkü ticaret bir meşrû İslâmî muameledir.

Peygamber Efendimiz ticaret yapmıştır, kervan işletmiştir, mal satmıştır, mal getirmiştir. Buradan götürdüğü malı Suriye’de güzel bir yerde satmıştır. Oradan aldığı malı buraya getirmiştir. Hatice Anamız’a kervanından kâr sağlamıştır.

Ticaret normaldir, özgürdür, peygamber mesleğidir. Peygamber SAS Hazretleri bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:[45]

 

اَلتَّاجِرُ الصَّدُوقُ الأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ

 

يَوْمَ الْقِيَامَةِ (ت. ك. قط. عن أبي سعيد)

 

(Et-tâcirü’s-sadûku’l-emîn) “Doğru sözlü, güvenilen vasıflı, doğru özlü bir tüccar, (mea’n-nebiyyîne ve’s-sıddîkîne ve’ş-şühedâi yevme’l-kıyâmeh.) kıyamet gününde Peygamberlerle, sıddîklarla ve şehidlerle beraber olacak.”

Onun için ticaret meşrûdur. Ticaret de kâr yapmak için yapılır. Onun için kâr koymaya hakkı vardır. Kârı da kendisinin sermayesini aynen korumaya yeteceğinden ayrı, kendisinin geçimini de sağlayacak ve bir de kendisine daha başka atılımlar için kâr sağlayacak bir sistemde yapmaya hakkı vardır.

Tüccar bu sene kâr eder, bir dahaki sene bir zarar eder, sarsılır ama evvelki sene kâr etmesinden onu geçiştirir; dükkânı yine hizmete devam eder. Yoksa tüccara; “İlla yüzde otuz kâr yapacaksın.” dediğin zaman, bu sene yüzde otuz kârla malını satar da öteki sene hadi bakalım bu tüccar yüzde elli zarar etti; “Ey Ahali, çıkın bakalım bunun zararını ödeyin.” dediği zaman kimse parasını ödüyor mu? Ödemiyor.

Binâen aleyh tüccarın kendisini koruyacak kadar, sermayesini arttıracak kadar, yaşamını devam ettirecek kadar bir pay koymaya hakkı vardır. Bu ekonomik sistemde enflasyonu da hesaba katmak, vadeli satışlarda fiyatını ona göre istemek hakkı vardır; bu onun meşrû hakkıdır.

 

Bu sadece benim görüşüm değildir. Fıkıhtan anlayan ulemanın toplantılarında bu meseleler bahis konusu olduğu zaman varılan sonuçlar budur.

“—Hocam, bununla ilgili olarak müsaade ederseniz satmış olduğumuz maldan bir fiyat listesi çıkarabilir miyiz? Daha olmadı, peşin fiyatı şu kadar diyebilir miyiz?”

Böyle bir fiyat listesi çıkarabilirsiniz. “Bir ay vadeli şu kadar, iki ay vadeli bu kadar, altı ay vadeli bu kadar.” diye çıkarabilirsiniz.

“—Bunu faiz olarak değerlendirmek mümkün mü?”

Hayır, ortada faiz olacak bir muamele yok, sadece bir liste var. Evet, bu meşrûdur.

 

“—Şu buzdolabı veyahut şu otomobil veya şu çuval peşin alırsan şu fiyatadır, üç ay vadeli ödeyeceksen şu fiyatadır, bir sene vadeli ödeyeceksen şu fiyatadır.” demeye bir tüccarın şer’an hakkı vardır.

O fiyatı, değişik üç liste halinde, üç tane dört tane olarak duvara asmaya ve sözle söylemeye hakkı vardır. Çünkü henüz alış veriş olmamıştır. Bunlar birer tekliftir. Müşteri bakacaktır, istediğini tercih edecektir.

“—Peşin alsın; beni de kurtarsın, kendisi de kurtulsun.”

Peşin almaya hakkı vardır. Binâenaleyh alış veriş olmadığı için iki tane, üç tane fiyat olmasının şer’î bir mahzuru yoktur. Ama alış veriş bittikten sonra; “Ben üç ay vadeyle bu çuvalı beş yüz bin liraya aldım.” dedi.

Tamam mı? Tamam.

“—Yükle, malı gönder.”

Malı gönderdi; o da borçlandı, fatura da kesildi. Bu satış bitmiştir. Bu satış bittikten sonra bu fiyatta oynama faiz olur. Çünkü satış oldu.

 

Satış oldu, şimdi sen hata işledin, adam sana gelse dese ki;

“Arkadaş; ‘Ben bunu senden üç ay vadeyle alacağım.’ demiştim ama üç ay içinde ödeyemem, ben bunu bir senede ödeyeceğim!”

“O zaman fiyat şimdi sekiz yüz bin lira!” diyemezsin.

Neden?

Çünkü vade farkından dolayı fiyat farkı koyuyorsun. Bitmiş olan alış verişe fiyat farkı koyuyorsun; bu düpedüz faizdir, bunu yapamazsın!

 

Alış veriş yapmadan önce her türlü konuşma caizdir. Hatta biz kendimiz bile yapıyoruz. Gidiyoruz bir yere; “Bunlar kaça?” diyoruz, inceliyoruz, ölçüyoruz, biçiyoruz, tartıyoruz.

“—Bu mal kaça?

“—Sekiz yüz yirmi beş lira…”

“—Altı yüz bin lira olmaz mı?”

“—Olmaz!”

Ben bunu başka yerde daha ucuza alabilirim ama, işte buradan almaya mecburum. Ben bu işin yabancısı değilim. Gel şunu altı yüz liraya yap.

“—Altı yüz liraya olmaz ama, madem sen yabancı değilsin sana yedi yüz elliye vereyim!”

“—Yok canım, yedi yüz elli çok büyük para mı?”

“—Haydi bakalım, ikimizin ortası olsun; yedi yüz!”

 

Bakın, kaç tane fiyat konuşuluyor; konuşulur. Pazarlık İslâm’da olmayan bir şey değildir, vardır. Daha henüz ortada alış veriş olmadığı için bu pazarlık yapılabilir. Olup bittikten sonra;

“—Sen bunu geç verecekmişsin üç ay geçiyor, daha fazla geçiyor; o zaman fiyatı değiştirelim.” diyemezsin.

Çünkü borçtan dolayı, vade farkından dolayı fiyatı değiştiriyorsun; bu faiz olur.

İnceliği anlatabildim mi?

 

Alış veriş olmadan önce yazabilirsin, konuşabilirsin; alış veriş bittikten sonra kilitleniyorsun. O da kilitleniyor sen de kilitleniyorsun.

“—Ama veremiyor!”

Veremiyorsa veremiyor. Sen tedbirini ona göre al. Sen de ona başka bir şey de, nasıl bilirsen yap ama böyle yaparsan faiz oluyor.

“Hocam, böyle şeyler oluyor. Diyelim ki üç ay vadeli vermişim, günü geliyor, adam yüzüme bakmıyor. Günü geliyor, o hafta imkânları yok. Ben üç ay değil de dört ay olsa tahammül ederim. ‘Üzerini vereyim.’ diyor, onu kabul etmiyorum.”

Veremezsin, alamazsın; faizdir.

Biz de diyoruz ki; “Bundan sonra alacağın bir şeyi vadeli aldın. Diyelim üç ay vadeli alacaksın, üç ay vadeli aynı fiyattan alamaz. Bir ayı da; ‘Benim orada kaybım olmasın.’ diye sen bana iki aylık çek ver.”

Tamam karşılıklı konuşulabilir, olabilir.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[45] Tirmizî, Sünen, c.IV, s.471, no:1130; Dâra Kutnî, Sünen, c.III, s.7, no:18; Dârimî, Sünen, c.II, s.322, no:2539; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.449; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.299, no:966; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VI, s,16; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.IV, s.29, no:1314; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.7, no:9217; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.294, no:941; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.394, no;11046; RE.197/4.