“Ben temiz olarak işe başladım, tavafı yaptım, sa’yi yaptıktan sonra baktm ki alametler gördüm. Galiba âdet görmeye başlamışım.”


Tamam, hiçbir şey gerekmez, tamamdır. Çünkü başladığı zaman temizdi, görüldüğü zamandan sayılır. Onun için tavafı tamamdır. Kadınlar için sa’yin de öyle mazeretli halde yapılmasında bir sakıncası yoktur. Erkekler için ve tabii durumda olanlar için abdestli yapılması sünnettir.

Âdeti devam etti, tavaf yapamadı; sa’y yapabilir mi? Yapamaz. Neden yapamaz? Çünkü sa’y kendi başına bir müstakil ibadet değildir; tavaftan sonra yapılan, tavafa bağlı bir ikinci ibadettir. Bir maddenin a, b şıkkı gibidir. Tavaf olmadan başlı başına sa’y olmaz. Sa’y tek başına bir ibadet değildir, tavafa bağlı bir ibadettir.

“Binanın birinci katı yok, ben ikinci katında oturuyorum.” Sen benimle gelsene, seni bir hastaneye götüreyim, aklını bir muayene ettireyim.” Birinci kat olmadan ikinci kat olur mu? Sen birinci katı olmayan binanın ikinci katına nasıl çıkıyorsun, nasıl oturuyorsun? Tek başına sa’y olmaz. Tavaftan sonra olur. Tavafa bina edilir sa’y.

 

Ama hanım tavafa temiz başladı, Allah’ın bir mazereti. Tavafı bitirdi, Sa’yi de yapıyordu, Sa’yin sonunda, dördüncü şavttan sonra -Her bir gidişe bir şavt deniliyor.- fark etti, anladı, şüphelendi; eve gelince fark etti, anladı ki âdet görmüş; tamamdır. Buna kitaplarımız tamamdır diyor.

Hacc-ı kırana niyetlenmişti, hacc-ı temettuye niyetlenmişti ama Arafat’a kadar hiçbir şey yapamadı. Mazereti var; hacc-ı ifrada döndü. Haccı ifrada döndüğü için temizlendikten sonraki vazifelerini hacc-ı ifrad olarak yapar, gider.

 

Gelirken temiz geldi de Arafat’ta âdet görmeye başladı, ondan sonraki vazifeleri, farz vazifeyi, farz tavafı yapamadı. Bekleyecek. “Benim böyle bir durumum var.” diye kocasına söyleyecek, kafileye bildirecek; bekleyebilirse bekleyecek. Bekleyemedi, hiçbir çare bulamadı. Mecburen gitti, bir şey de yapamadı.

Bir umreye geldiği zaman, ilk yaptığı tavaf farz tavafı olur, ödenmiş olur. Hanefî mezhebine göre farz tavafının müddeti ömrünün sonuna kadardır. Ya da, “Bir daha gelemem.” derse; o haliyle tavafı yapar, o halde tavaf yapmanın cezasını öder. Cezası deve kesmektir, sığır kesmektir; keser, gider. Ama bekleyip yapsa daha iyi… Tabii biz yapamama durumlarına göre en son ihtimalleri söylüyoruz.

 

Hap almayı tavsiye etmiyoruz. Böyle durumları da dilimizin döndüğünce anlattık. Ha, bir de diyor ki:

“—Hocam! Ben hap almaya başladım, iş karıştı” diyor.

Bu haplar karıştırıyor, teşkilatı bozuyor. O zaman ne olacak? Bizim mezhebimize göre: Üç günden az olursa, on günden fazla olursa, bu durum artık âdet, aybaşı durumu değildir; mazerettir.

O zaman özürlü insan durumuna gelir. Kanama devam ediyorsa bile özürlü durumuna geçer, özürlü insanların hükmüne girer. Özürlü insanların hükmü nedir? Her vakit abdest alır; vaktin girmesiyle abdest olur, vaktin çıkmasıyla abdesti bozulur. On günden fazla devam etmişse, bu hususta özürlüye tabi olur.

 

Mehmed Zâhid Kotku Hocamız Rh.A, birilerinden duydum, tahkik ettim, şöyle dermiş:

“—En iyisi hap almasınlar, tabii haliyle olsun. Ne zaman olacaksa olsun, ona göre çaresi düşünülsün.” dermiş.

Tabii hanımların bu halleri küçüklükten bilmeleri lazım. Büluğa erdikleri zamandan bilmeleri lazım, annelerinin öğretmesi lazım.

 

Allah rahmet eylesin, çok sevdiğim bir hocaefendi vardı. Cemal Efendi derlerdi. Cemal Öğüt Hoca. Çok şakacı, çok latifeci, çok alim, fâzıl bir hocaefendiydi. Benim küçüklüğümde İstanbul’da vaizdi. İki tane Cemal Efendi vardı; buna “Alasonyalı Cemal Efendi” derlerdi. Bu iş çok önemli olduğu için, hanımların hallerine dair özel kitap yazdı. Cemal Öğüt Hocaefendi’nin bu kitabını hanımlar almalı, okumalı. Kendileri de okumalı, çoluk çocuğuna da öğretmeli. Beyler de okusun, onlar da hanımına öğretsin.

 

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَآءِ (النساء:٣٤)

 

(Er-ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâi) [Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.] (Nisa, 4/34) değil mi? Hanımların sorumluluğu, bekçiliği, hizmetçiliği bizim üzerimizde değil mi? Görevli, hizmetli biz değil miyiz? Onlar bize Allah’ın emaneti değil mi? Biz bileceğiz; yanlış bir şey yapmamalarını biz öğreteceğiz. Ya da akıllılıklarından, ferasetlerinden onlar kendileri bilecek, öğrenecek; kızlarına da öğretecekler, başkaları sorarsa onlara da öğretecekler.

Ben başkasının kitabını bilmiyorum; kadınlara ait. İslâm tarihinde eskilerden vardır da, önemli diye rahmetli Cemal Efendi bu hususta bir eser yazmıştı; benim de kütüphanemde vardı.

 

Ben o Hocaefendi’yi latifeciliğiyle tanıyorum. Bir keresinde vaazına gittim. Bak Allah bu güzel yerde yâd ettiriyor. Allah rahmet eylesin, makamı âlâ olsun; iyi hocaydı, samimi insandı. Ahaliyi şakacılıkla İslâm’a çekmeye, iyi müslüman olarak yetiştirmeye çalışırdı. Ben şehadet ediyorum ki iyi hocaydı. Nur içinde yatsın, Allah makamını daha a’lâ etsin.

Allah cümle geçmişlerimize rahmet etsin, kabirleri nur dolsun, ruhları şâd olsun, dereceleri yüksek olsun, eğer hatalarından dolayı kabirde azap çekenleri varsa azapları def u ref olsun. Seyyiâtları varsa hasenâta dönsün… Çünkü Allah döndürüyor. Azapları varsa azaplarını kaldırsın, kabirleri cennet bahçesi olsun.

Bu Cemal Hoca’nın bir fıkrasını anlatayım da, siz de sevin, şakacı bir insan olduğunu anlayın. Beyazıt Camii’nde vaaz verirdi. Beyaz sakallı, zayıf bir kimseydi. Herhalde ibadetten zayıf bir kimseydi. Ramazan’da vaazına gittik, ben küçüğüm.

“Ramazan’ın ilk günleri; baktım sabahleyin bizim hatun evde bağırıyor.”

“—Ah! Hocaefendi! Kedi çanaktan su içiyor.”

“—E ne olacak hanım!” “

“—Hocaefendi! Ramazan değil mi?”

“—Evet Ramazan.”

“—O zaman niye su içiyor?”

“—Hanım, hanım! Hayvanlar oruç tutmaz, hayvanlar oruç tutmaz!”

Tabi millet de anlıyor şakayı, gülüyorlar. Böyle şakacı bir insandı ama bak hatırda kalıyor, kaç sene geçti. Nur içinde yatsın, iyi insandı. Çok iyi hocalar vardı, Allah razı olsun hepsinden; halkı güzel güzel yetiştirdiler.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN