• /
  • Kütüphane
  • /
  • Yeni Dönemde Yeni Görevler
  • /
  • 81 ilâ 100. sayfalar
61 ilâ 80. sayfalar

"İki nimet vardır ki," diyor Peygamber SAV Hazretleri, "İnsanoğulları bu nimetlerden gafildir. Fırsatı değerlendiremezler, fırsatı kaçırırlar, gafildirler. Birisi (essıhhatü), diğeri (elferağu)... Sıhhatli olmak ve boş zamanı olmak." Yâni bugün, Allah rızası için malını, mülkünü, mesaisini, zamanını, bilgisini tümüyle verecek bir yığın insan var!.. Para istemez, maaş istemez; hatta, belki o size verir. Onu da vermeğe razı insanlar var... Hayır menbaı, hayır jeneratörü olmuş insanlar var... Parasının, varlığının --kendi ihtiyacını ayırdıktan sonra-- kısm-ı azamını --kırktabirini değil, kısm-ı azamını-- hayra veren insanlar var... Gürül gürül sevab kazanan, hayır yapan insanlar var... Muazzam bir potansiyele sahibiz ve bu potansiyeli Avrupa görüyor, Amerika görüyor... İngilizce, Almanca, Fransızca kitaplar neşrediliyor; "Müslümanlar geliyor, İslâm yayılıyor!" diye. Rusya'da kitaplar yayınlanıyor, siyasîlerin dilinden gazetelere dökülüyor. "Saklanmaz gayri bu gerçek!" dediği gibi bizim Maraş'lı şairin; saklanamaz duruma gelmiş... Şimdi bizde un var, şeker var, yağ var; helva yapmıyoruz. Gıdasızlıktan, kenarda aç, biilaç serilmiş yatıyoruz. Durumumuz bu yâni...

81

O bakımdan şu boş zamandan, şu imkândan, şu hürriyetlerden, şu sıhhatlerden, şu fırsatlardan olanca gücümüzle faydalanmalıyız. Bizim hepimizin ana gayesi, Allah'ın dinine hizmet etmektir. Fatih'in devrinde yaşasaydık, surlara saldıran yeniçeri olacaktık; canımızı vermeye koşa koşa gidecektik... Şimdi, bizden can istenmiyor, mücadelenin şekli değişti; teknik çalışma isteniyor. Yâni, bir çalım attın mı, karşı tarafı alt edebilirsin. Çalım isteniyor, çalışma isteniyor... Bu kadar basit.

Onun için, herkes azamî mesâisini, azamî imkânını, olanca imkânını İslâm'a tahsis etmek; yâni, ölmeyecek kadarını kendisine ayırıp, olanca gücüyle İslâm'a hizmet etmek zorundadır bugün!.. Birazcık İslâm'a hizmet devri geçmiştir. Azıcık, birazcık da İslâm'a hizmet edeyim; şöyle yemeğin üstüne birazcık tuz gibi, birazcık baharat filan gibi... Hayır, öyle değil! Tüm mesaisiyle, tüm çalışmasıyla, tüm mesleği ile İslâm'a hizmet edecek; birazcık dünyalık çalışmaya pay ayıracak... Asıl çalışması İslâm'a hizmet olacak; birazcık da --şairin dediği gibi-- viran olası hanede evlâd ü iyal olduğu için, dünyalık çalışacak... Hammallık yapacak, --bizim Ömer Okçu (Hekimoğlu İsmail) kardeşimizin Minyeli Abdullah'ta anlattığı gibi-- istasyonda yük taşıyacak, talebe okutacak... Yâni, mesâimizin kısm-ı azamını İslâm'a tahsis etmek durumundayız; o pozisyonda insanlarız.

82

Allah bizden şu anda canımızı istemiyor!.. Şu anda Allah bizden mesâimizi istiyor, gayretimizi istiyor, basiretimizi istiyor, tefekkürümüzü istiyor, işbirliğimizi istiyor, iş yapabilme kabiliyetimizi istiyor. Önümüzde bâkir, fethedilmemiş hizmet sahaları var. Bomboş, fethedilmemiş hizmet alemleri var, hizmet dünyaları var; ona çalışacağız.

Bir hocanın, namazı kıldırdıktan sonra evinde durması revâ değil!.. Bir tüccarın, ticarethanesinde işini çalışır hale getirdikten sonra, orada durması revâ değil!.. Bir memurun, memuriyetini yaptıktan sonra, saat beşten sonra, cumartesi-pazar günü dünya için çalışması doğru değil, meşrû değil!.. Aziz ve muhterem kardeşlerim! Onun için, bırakalım kırktabir nisbetini, zekât nisbetini; şimdi nesi varsa isteniyor, nesi varsa verecek müslüman!.. Nesi varsa mâmeleki, imkânı, onu İslâm'a tahsis edecek; çünkü, bu fırsat her zaman ele geçmez.

Ben müslümanlara şaşıyorum: Afganistan'a sarfedilen masrafların, maddî masrafların, yâni Afgan Mücâhidlerine verdiğimiz paraların ondabirini sulh zamanında harcasaydık Rusya gelmeden önce; nice Afganistan'lar müslümanların olurdu!.. Suriye elden çıkmazdı. Irak maceralara sürüklenmezdi. İran başka türlü olurdu. Dünyanın her yerini elde ederdik... Biz bir dergiyi çıkartmak için bin mücâdele yapıyoruz, maddî imkân toplamaya çalışıyoruz. Gazete vs. için uğraşıyoruz. Türkiye'nin her tarafına yayılmış koca bir cemaatiz, muhabbetli bir grubuz... "Söyle hocam, çekinme; ne kadar istersen sana verilecek!.. Tarlayı kazarken küp buldum; çekinme istediğin kadar söyle!" deseler, söyleyeceğimiz miktar, bir jet uçağının fiatının belki beştebiridir, muhterem kardeşlerim!.. Kaç tane jet uçağı düşüyor, kaç tane füze atılıyor, kaç tane bomba patlıyor?.. Yazıklar olsun müslümanlara!.. Harb olduğu zaman, bu kadar masraf yapıyorlar da; fırsat olduğu zaman, sulh zamanında onun ondabirini yapmıyorlar!.. Çok büyük şaşkınlık, çok büyük cahillik, çok büyük basiretsizlik, çok büyük vebal, çok yanlış bir durum!... Yâni, iş işten geçtikten sonra kurtarma çalışmaları... Trenin altında adam ezildikten sonra ayağını alçıya al, dalağını dik, böbrek nakli yap, kan ver, bilmem şöyle yap, böyle yap... Hurda olmuş bir insanı, ihya etmeye çalışıyorsun. Düşman hücum etmiş bir memleketi, kurtarmaya çalışıyorsun. Düşman hücum etmeden çalışsana!.. İş işten geçmeden çalışsana!..

83

Onun için, aziz ve muhterem kardeşlerim, Sakarya'lı kardeşlerime müteşekkirim!.. Sakarya, büyük bir vilâyet değil. Nüfusu 154.000 yazıyor galiba, resmî levhada... Diyelim ikiyüzbin. Ankara'nın nüfusunun sanıyorum ondabiri veya onbeştebiri ama, bizim dergilerimiz için dört hisse almışlar ve daha fazla alma gayretindeler. Şimdi, Ankara'daki kardeşlerimizle, iki ay önce bir toplantı yapmıştık; oturmuşlar, kara kara düşünüyorlar vakıfta... Diyorlar ki: "Hocam, işte bizim arkadaşlarımız sizin toplantınıza geldikleri zaman, dergiler için birkaç hisse almayı vaad etmişler; acaba bunları nasıl ödeyeceğiz?.." Ben dedim ki: "Ben şahsen kendim, bir emekli profesör olarak, bir hisse ödeyeceğim. Yazıklar olsun Ankara'ya; 4 tane, 5 tane, 10 tane hisseyi alamazsa!.." Ben evimi ortaya koydum, evim satılırsa onu vereceğim. Öyle şey mi olur yâni; "Dört tane hisseyi nereden alacağız, 100 milyon lirayı nereden bulacağız?" diye kara kara düşünüyorlar. Böyle şey olmaz!.. Yâni, böyle cihad, böyle hizmet, böyle rıza-i Bâriyi tahsil mümkün olmaz! Allah sorar; çünkü Allah, bizim sakladığımız imkânları da biliyor!.. Neyi, ne gibi imkânları hizmete sunduğumuzu, ne gibi imkânları hizmetten esirgediğimizi Allah biliyor. Allâmül guyûb, her şeyi bilen Rabbimizin karşısında hesap vereceğiz.

84

Onun için, devir fedâkârlık devridir ve fedâkârlıktan bir zarar hasıl olmaz!.. Size bir zarar hasıl olmaz, bana bir zarar hasıl olmaz... "Vallahi zekât vermekten, sadaka vermekten mal azalmaz!" diyor Peygamber Efendimiz. Malınız da azalmaz, Allah daha fazlasını verir. Zaten insanın rızkı, midesinin aldığı kadar bir şeydir yâni; gerisi havaya gidiyor. Havaya gidiyor, hava atmaya gidiyor, fiyaka yapmaya gidiyor, boşa gidiyor... Yâni, bindiği zaman basit bir araba insana yetiyor ama; Mercedes'in 500 ünden aşağısına binmiyor, zengin olduğu zaman adam... Hava, iki manasıyla hava olmuş oluyor.

O bakımdan, tüm imkânlarımızı Allah'ın bildiği ve hesap soracağı şekilde, Din-i Mübîn-i İslâm'ın hizmetine sunmak durumundayız. Bu, çok tatlı bir hizmet, çok risksiz bir hizmet, çok kolay bir hizmet...Burada can pazarlığı bahis konusu değil, insanın ölmesi bahis konusu değil. Bunu yapmazsanız can gelecek, canınızı isteyecekler!.. Canınızı da vermezseniz, cihaddan kaçmış insanlar olarak öleceksiniz!.. Onun için önce mal imtihanını başarmamız lâzım ki, öteki şeye hacet kalmasın...

85

Türkiye'nin Afganistan'ın durumuna düşmemesi için, şimdiden füze paralarını vermemiz lâzım... Yâni sizin için demiyorum, Ümmet-i Muhammed'in vermesi lâzım, Türkiye'nin vermesi lâzım... Eğitime vermesi lâzım. Kıymeti en az bilinen çalışma dalı eğitim... Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na şu kadar para ayırtılıyor, Devlet Bale Okulu'na şu kadar para ayırtılıyor; ama insanları, fedâkârca insanların hayrına, hizmetine koşturan; malıyla, canıyla faydalı olmaya, fedâkârca çalışmaya sevkeden kaynakların harekete geçirilmesi için bir tahsisat yok!.. Yapılmıyor, yapmazlar; onu biz yapacağız!.. Başkası yapamaz, yapacak olan mü'minler... Yapacaklar ve sevabı onlara ait olacak; çünkü, Allah ötekilere o sevabı nasib etmez.

Muhterem kardeşlerim, tek başımıza bir şey yapabiliriz. Tek başına sen olarak bir şeyler yapabilirsin. Fakat, iki kişi olursanız daha çok iş yaparsınız ve ayrıca bereket olur. Müslümanlar, fikir farklarına rağmen işbirliği yapmasını öğrenmek mecburiyetindedirler, zorundadırlar!.. Ben anlamıyorum, "Ümmet-i Muhammed diye koca cihana yayılmış bir milyarlık ümmetiz." diyoruz; Türkiye içindeki müslüman gruplar birbirlerinden --suyla zeytinyağının imtizâc etmediği gibi-- ayrı duruyorlar. Şişeye koysan, birisi altta birisi üstte kalıyor; imtizâc etmiyor. Böyle olmayacak; suyun içindeki şeker gibi olacak, eriyecek, her tarafa yayılacak. "Müslüman, müslümanın kardeşidir!" Bu benim sözüm değil, Kur'an-ı Kerim'in sözü, Allah'ın sözü!..

86

Onun için, ayrılıkçı, grupçu her çalışmayı kötü çalışma olarak görüyorum; arkasında kötü niyet de vardır diye, sûizan da ediyorum!.. Ayrılıkçı olmayacağız, birleştirici olacağız, birlik ve beraberlik içinde olacağız.

Biz "şûra" dediğimiz zaman, bazı gazetelerde alay mevzuu yapıldı: "Eğitim şûrası, askerlik şûrası, spor şûrası; şimdi bir de çıktı İslâm şûrası..." diye. Böyle saçma şey olmaz!.. "Hizmeti sadece ben yaparım, başkası yapamaz! O kötü, bu kötü, ötekisi kötü, daha ötekisi kötü; bir ben iyiyim!" Bu, son derece yanlış bir zihniyettir. Onun için, başarıya ulaşılmıyor.

Biz müslümanların mutlaka --fikir ihtilâflarına rağmen, kendilerini ayırmak isteyen ajan provakatörlere rağmen, sun'î ayrılıklar çıkartmak isteyen birtakım fanatiklere rağmen-- birleşmemiz gerektiğinin boynumuzun borcu olduğunu, bastıra bastıra burada söylemek durumundayız!.. Dostluğa fazla çalışmak durumundayız. Bakın, Sakarya'lı kardeşlerimiz komşu vakıfların isimlerini tesbit etmişler, onlara dost gözüyle bakıyorlar... Bana Niğde'de, "Türkiye Gazetesi hakkında ne dersiniz?" demişler; "Müslüman kardeşlerimizin bir faaliyetidir; Allah yardımcı olsun, doğru şeyler yaptırsın!" demişim. Niçin böyle demişim?.. Gıybet etmeyelim diye, aleyhte konuşmayalım diye... Arkamızdan dedi-kodu etmişler: "Efendim, filânca kötü zümrenin gazetesini medhetti, filanca tarafı kötüledi..." filân diye. Hayır! Ben yaraları sarmaya çalışıyorum, kimseye özel medhiye çıkarmak niyetinde değilim! Allah huzurunda beni vebal altına sokacak, bir gülücükten bile korkarım! Allah'ın sevmediği bir insana, sözümün arasında sürç-ü lisân ile, "Efendim!" kelimesini kullanmaktan vallahi korkuyorum!.. Diyemedim; yâni, profesöre efendim diyemez duruma geldim, o hadis-i şerifi okuduktan sonra...

87

Müslümanları, kardeş olduklarını hatırlamaya davet ediyorum!.. Süleymancı: Kur'an kurslarına yardım etmek isteyen kardeşlerimiz... Ne var?.. Kusurları var... Benim de var, senin de var. Sen onun kusurlarını ararsan, o da bir liste senin kusurlarını çıkarır. Nurcu... Efendim şöyleymiş de, böyleymiş de... Canım, o sana ait değil. Falanca grup, filanca grup, şu tekke, bu dergâh... Hayır! Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde olacak!... Sanıyorum, ben birlik ve beraberlik deyince, bazı kimselerde şafak attı, akılları başlarından gitti, memnûn olmadılar. Demek ki, isabetli bir şey söylemişim; akılları başlarından gitti.

Müslümanlar birbirlerinin kardeşleridir. Birbirleriyle yardımlaşmadan başarı sağlanamaz, sağlanamıyor. Yüzde nisbeti küçük oluyor; %3 te, %5 te kalıyor. İleri gitmiyor, ekseriyet kazanılamıyor. Ekseriyetin kazanılması için, insanın derya gibi olması lâzım, engin gönüllü olması lâzım, sabredici olması lâzım, halim selim olması lâzım.

Bakın, şimdi konuştuğumuz Mehmed Ali Efendi --o yemek yediğimiz kursun ilgilisi, yöneticisi, fedâkâr hizmetçisi kardeşimiz-- söyledi: Babası rahmetli, cennetmekân Ramiz Hoca --ismini de hatırımda tutuyorum, inşaallah dergimizde de hayatının şöyle biraz yazılmasını tembihledim kardeşlerime-- zamanını hiç boşa geçirmezmiş... Evine gelenlere dahi zamanı boşa geçirttirmezmiş; mutlaka emr-i ma'ruf, ilim öğrenme, hayır-hasenât yoluyla vakit geçirmeyi severmiş. Önüne gelene de hayrı, hakkı tavsiye edermiş. Bir çocuk, kısa pantolonla gelip gidiyormuş; "Hayır, uzun pantolon giyeceksin! Git babana söyle, uzun pantolon giydirsin! Vebaldedir, bilmem nedir filân..." diye sıkıştırırmış. Babasını da gördüğü zaman, "Çocuğuna kısa pantolon giydirme; ayıptır, günahtır!" diye söylermiş. Kısa pantolonlu çocuğun babası, Ramiz Efendinin oğlu olan bu Mehmed Ali Efendi'ye gelip, "Yahu, babana bir şey söyle! Bu emr-i ma'ruf nehy-i anil münkeri bu şekilde yapmasın, canımızı sıkmasın!..." diye söylermiş. "Ben de, 'Baba bak artık reaksiyon oluyor, söyleme artık, vazgeç!' derdim. Babam hiç dinlemez, aynen söylemeye devam ederdi." diyor. Yâni, bir an hakkı söylemekten geri durmazmış.

88

Karşı taraf beğenmese de, biz hakkı söylemekle vazifeliyiz. Karşı tarafın beğenmesi bizim için önemli değil, Allah'ın beğenmesi önemli!.. Fakat ben, asıl sonuca sizi muttali kılmak istiyorum, "Bu böyle artık bu nasihatleri yapmasın; baban çok gevezelik ediyor, konuşmasın!" filân diyen adam ve çocuğunun durumunu size anlatmak istiyorum: O kısa pantolonlu çocuk, o ikaz ve irşadlarla iyi bir insan olarak yetişmiş, dört başı mamur bir müslüman olarak yetişmiş; neticede babasını da doğru yola getirmiş... Babasının da bilmem kaç defa hacca gitmesine sebep olmuş; hacca götürmüş, getirmiş... Şu anda da o vakfa, şu kadar hayır, bu kadar yardım, şu kadar destek --hem babası, hem kendisi-- yapıyormuş.

Aziz ve muhterem kardeşlerim, çıkmadık canda ümit vardır. Kısa pantolonlu diye sen onu defterden silersen; bak nasihattan anlamıyor diye babasına küsersen, defterden silersen, bu sonuçları alamazsın... Derya gibi sabırlı olacaksın... Bizim hocamız Abdül'azîz Bekkine Hazretleri buyurmuş ki: "Siz zannediyormusunuz ki, mürşidler bir kusuru hemen size söyler?.. Bazan o kusurun düzeltilmesi için, tam tavına gelmesi için, nasihatın kabul edilebilir bir hale gelmesi için, on yıl beklediğimiz olur!.." demiş. On yıl!.. "Şimdi söylesem anlamaz bunu, hele biraz daha sabredeyim. Kusuru var ama, durayım filân diyerek, on yıl beklediği olur." buyurmuş, muhterem kardeşlerim!..

89

Onun için, bir insanın şimdiki haline bakmayacaksıız; onun içindeki iman potansiyeline bakacaksınız. Bir kâfirin şu andaki haline bakmayacaksınız; onun potansiyel olarak müslüman olma ihtimali olduğuna bakacaksınız. Onun için, ona da centilmence davranacaksınız... Ona da İslâm'ın güzelliğini göstereceksiniz... Ona da, ahlâk-ı İslâmiye'nin ne kadar derin olduğunu anlatacak jestlerde bulunacaksınız.

O bakımdan birleştirici olmak zorundayız, dostlukları geliştirmek zorundayız ve Allah'ın bize verdiği tüm güçleri kullanmak zorundayız.Memleketimiz içindeki tüm grupların, İslâm'ın hizmetine iştirakini sağlamak zorundayız. Küstürmek, karalamak, itham etmek, kızdırmak, zorla günaha sokmak, pasif hale getirmek; bu doğru değil.

Benim rahmetli anam öyle derdi: "Annelik görevi, çocuğu kendisine isyan ettirmemektir." Yâni, bir şey söylersin, dinlemez, anneye asî olur, başına taş yağar. Çocuğu anneye asi duruma düşürmemek, basiretli bir annenin görevidir. Onu öyle söylemeyeceksin.

Onun için, bizim Hocamızın (Rh.A) ben direkt olarak, "Şöyle yap, böyle yap!" diye emir sîgasıyla emir verdiğini hatırlamıyorum. "Acaba, şöyle yapsanız nasıl olur?.. Şöyle yapmak uygun olur mu dersiniz?.." Yâni, istişare ediyormuş gibi soruyor; halbuki emir!.. Neden?.. Dinlenmediği zaman, bir veliyyullahın sözü dinlenmediği zaman felâket olur da onun için... Muhatabını o duruma düşürmüyor, muhterem kardeşlerim!..

90

O bakımdan, öteki gruplarla dostlukları geliştireceksiniz. Ankara'da bu meseleleri biraz konuşmuştuk; kardeşlerimiz, bir temel hak ve hürriyetleri koruma derneği kurmuşlar... Muhtelif gruplardan insanlar almışlar. Güzel bir gelişme, tamam. Neden?.. Çünkü, temel hak ve hürriyetleri korumak için, bir hayır için elbirliği ile çalışma sağlanmış oluyor ve böylece de insanlar birbirlerini tanımış oluyor. Suçlamaların yersiz olduğunu görüyor. "Yâ ben senin hakkında kötü düşünüyordum ama, hiç de öyle değilmişsin. Haydi bu akşam bizim eve gel, kahveyi beraber içelim!" filan derken, muhabbet başlıyor. Muhabbetten sonra da nice nice hizmetler hasıl oluyor.

Koordine olmak mecbûriyetindeyiz. Türkiye'de hayır yapan sadece biz değiliz... Ben, bizim Hakyol Vakfı'mızın oldukça hayranlarındanım. Yâni, kurucusu olduğum için değil de, yaptıkları işlerden dolayı hayranlık duyan hayranlarından birisiyim. Fakat, hayrımızın çok küçük olduğu kanaatindeyim. Bizden daha nice nice yüksek miktarda hayırlar yapan gruplar olduğunu duyuyorum; hayran oluyorum, memnun oluyorum... Allah, daha çok hizmet etme imkâni versin... O halde, muhtelif hayırlar, muhtelif yerlerde yapıldığına göre, bunların koordinasyonu önemli bir meseledir. Bizim vakfımızın bir görevi budur. Biz henüz, daha bu fonksiyonunu çalıştıramadık vakfımızın... Ama, çalıştırmamız lâzım!.. Yâni, tüm hayırları tesbit etmek, aralarında koordinasyonu sağlamak; parçaların birbiriyle uyumunu, faaliyetlerinin birbirlerini desteklemesini; impulsların, itmelerin birbirine eklenerek hareketi hızlandırmasını sağlamak lâzım.

91

Motorun ateşlenmesi ayarsız olursa ne olur?.. Arabanın çekimi düşer. Ayarlı olması lâzım, peş peşe olması lâzım, birbirini destekleyecek tarzda olması lâzım ki; motor hızlansın, araba daha hızlı çekiş yapsın, ileriye gitsin... O bakımdan mutlaka, sizin dışınızdaki insanların güzel taraflarını görmeyi öğreneceksiniz!.. Kusurlarına rağmen insanları sevmeyi öğreneceksiniz!.. Gülün dikenine değil, rengine ve kokusuna bakacaksınız ve kusurlu olarak kendinizi göreceksiniz. Gerçek de odur.

Bir işi, İslâm bu kadar güzel olduğu halde başaramamışsak, vallahi kusur bizdedir muhterem kardeşlerim!.. Çünkü Allah, çalıştığı zaman düşmanlarına bile veriyor. (Dust tanra kuca kuni mahrum / Tû ki ba düşmenen nazardâri.) diyor Şeyh Sâdî. "Ey Rabbim, sen gayb hazinelerinden hristiyanlara, ateşperestlere, şunlara bunlara rızıklar veriyorsun... Gayret gösterdikleri zaman, onların gayretlerini karşılıksız bırakmıyorsun; istedikleri zaman veriyorsun. Düşmanlarına bile bu kadar lütufta bulunduğuna göre, dostlarını nasıl mahrum edersin yâ Rabbi!.." diyor. Etmez!.. Dostlarını mahrum etmez muhterem kardeşlerim!.. Dostlarında iş yok da ondan yardım gelmiyor... Dostları dost değil, dostları çürük de onun için yardım gelmiyor... Dostları dostluk vasfında gevşemişler; imtihan ve uyanma olsun diye yardım gelmiyor.

92

Onun için koordinasyonu mutlaka sağlayacağız, planlı programlı olacağız. Bizim yapmak istediğimiz bir hayrı, bir başkası yapıyorsa; onun yapmasına öncelik tanıyacağız ki, biz başka işle meşgul olalım. Baktık ki, şu işi bir başka kardeşimiz yapabiliyor; "Allah senden razı olsun, buyur sen bu işiyap! Sen o işte çalışırken, ben de şu işi yapayım." diyeceğiz. Rekabete lüzum yok!.. Şimdi bazı kardeşlerimi görüyorum; ben bir yerde vakıf açıyorum, "Küt!.." yanına bir vakıf daha getiriyor. Fesübhânallaaah!.. Başka işin yok mu senin?.. Senin işin rekabet mi?.. Yâni, benimle mi rekabet?.. Ne istiyorsun benden?.. Olmaz! Birimiz bir işi yapıyorsak, öteki başka işi yapsın; daha ötekisi başka bir işi yapsın...

Koordinasyonu, işbirliğini, müşterek çalışmayı anlayamamış, öğrenememiş gruplar başarı sağlayamazlar; başarı şansları yoktur!.. Bu koordinasyonu, işbirliğini, müşterek çalışmayı başaranlar sonucu alıyorlar; velev Allah'ın düşmanlarından bile olsalar!.. Amerika'da 49 tane eyaleti birleştirmişler, koca bir Amerika (ABD) yapmışlar... Federal Almanya'da 9 tane küçük beyliği birleştirmişler; Federal Almanya'yı meydana getirmişler... Avusturalya'da şu kadar devleti birleştirmişler, Avusturalya'yı meydana getirmişler... Avrupa'da şu kadar ayrı devleti bir araya getirip AT'yi meydana getirmişler... Başkaları boyna birleşme halinde... Oturuyorlar, pazarlık ediyorlar.

93

Fransa Almanya'ya hücum etmiş, Almanya Fransa'ya hücum etmiş; birbirleriyle hınçları var... 100 sene harpleri var, 30 sene harpleri var... Napolyon Rusya'ya kadar yürümüş... Almanlar Majino Hattı'nı yararak, Normandiya sahillerine kadar dayanmışlar... filân. Bunları unutuyorlar, işbirliği yapıyorlar. Müslümanlar birbirleriyle işbirliği yapmıyor, yaptırılmıyor!.. Ayrılıklar körükleniyor ve müslümanlar tefrikaya düşürülüyor; "Parçala ve hükmet!" metodu uygulanıyor. Onun için, biz de birleştirme metodunu kullanacağız; birleştirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız!.. Çok önemli bir mesele ve vakfımızın önemli gayelerinden birisi!..

Olayların değerlendirilmesinde eksikliğimiz olduğunu söylemiştim. Güvenemiyorum değerlendirmelerimize, gazetelerimizdeki yorumlara... Hem bize muhalif gazetelerdeki yorumlara güvenemiyorum, hem bizim kendi kardeşlerimizin çıkardıkları yayınlardaki yorumlara güvenemiyorum. Bir şeyin bilimsel olmasını istiyorum... Bilimsel esaslara uygun olmasını istiyorum, dokümanter olmasını istiyorum, delillere dayanmasını istiyorum... Bu, bizim dinden aldığımız terbiyedir. Hadis ilminden, fıkıh ilminden aldığımız bir özelliktir. Fıkıhtan Faruk Hoca'ya bir şey sorsalar, arkasından mutlaka, "Hangi kaynakta nesi var, hangi ayet, hangi hadis?" diye soracaklar. Yâni, bu böyle. O halde her şey müdellel olmalı; yâni burhana dayanmalı, vesikaya dayanmalı, delile dayanmalı!.. Delile dayanmayan çalışmaları, tesadüfen sonu hayır bile olsa, muhataralı görüyorum. Onun için, olanca gücümüzle bilimsel olmak zorundayız.

94

Sabahki ilk konuşmanın, Ahmed Çığman Hoca'mıza ilimle ilgili konuda yaptırılmasının sebebi budur. Yâni, bizim asıl önemli vasfımız, bizim grubumuzun asıl önemli vasfının bilimsellik olması lâzım!.. Her şeyi, bilimsel ölçülere göre yapma vasfı olması lâzım!.. Çünkü, en güçlü olan vasıf budur. Çünkü, en büyük başarı bilimsellikle sağlanıyor. Çünkü, en verimli yatırım, bilime yapılan yatırımdır. Çünkü bilim, çok büyük zahmetleri çok küçük şeylere indirgiyor. Çok büyük zahmetleri hallediyor, dağları deviriyor. Şu yolların yapımında misal olarak karşımızda duruyor; bizim Sapanca'nın önünde üç tane tepeyi yok ettiler. Bir varmış, bir yokmuş... Masal gibi koca tepeler gitti. Bunlar insan gücüyle eskiden yapılamazdı, makina gücüyle yapıldı. Bilimsel çalışma, dağları deviriyor, çok büyük işler başarıyor, dünyanın çehresini değiştiriyor. O bakımdan, olanca gücümüzle bilimsel olmak zorundayız ve bilimsellik yarışında geri kaldığımız nisbette, hizmetlerimizde ve başarılarımızda da geri kalacağımızı bilmemiz lâzım.

95

Japonya, bu hakîkati bizden önce farketmiştir muhterem kardeşlerim!.. Japonya da bizim gibi idi, Avrupa'nın karşısında... Tıpkı bizim durumumuzda idi. Fakat Japonya, batının kendisine olan faikiyyetinin, üstünlüğünün ilim yönünden olduğunu anladı. Olanca gücüyle kendini ilme verdi. Bugün Amerika'ya pes dedirtiyor!..

Amerika'da bir kitap görmüştüm, Amerikan ekonomistleri feryad ediyorlar: "Amerika Japonya'nın gizli istilâsı altında; şu kadar sene sonra tamamen Japonlar hakim olacaklar Amerika'da her şeye!.." diyorlar. Bu, bilimsel savaşın Japonlar tarafından kazanılmasıdır. İkinci Cihan Harbi'nde, atom bombasının karşısında yenilen Japonya'nın, şu kadar zaman sonra, kendisini yenmiş olan milletin postunu yere sermesidir. Bu bilimsel çalışmayla olur. Biz de aynı yolu tutacağız. Yâni, bizim içimizden 1. sınıf bilim adamı çıkması lâzım!.. Hepimizin kendi sahamızda 1. sınıf mütehassıs olması lâzım!..

Benim iftihar ettiğim hususlardan birisi, bizim Hadis Enstitüsü'ne gittik. Orda bir iki zenginle beraber konuştuk. Talebelerin hepsi master talebesi!.. Emin olun, sevincimden uçacak hale geldim. Otuz tane talebe var enstitümüzde, hepsi master talebesi; birkaç tanesi doktora talebesi!.. Bu çok büyük bir olay! Çünkü, bu otuz tane kaliteli hoca, kaliteli lider, kaliteli eğitici demektir... Kaliteli idealist insan demektir. Bir hoca bir ülkeyi değiştirir!.. Yâni, iyi bir hoca bir ülkeyi değiştirir. İstanbul'u alan Akşemseddin'dir!.. Fatih'i teşvik eden, muhasarayı kaldıracağı sırada, "Kaldırma, devam et!" diyen Akşemseddin'dir. İşin gerçeğini görmek lâzım!.. İstiklâl Harbi'ni kazandıran hocalardır. Cephelere insanları aşk ile, şevk ile, davulla, zurnayla gönderten hocalardır. Mehmed Akif, Kastamonu'da Nasrullah Camii'nde vaazla başlamıştır, İstiklâl Harbi'nin mücadelelerine... O bakımdan, bilimsel olmaya olanca gücümüzle gayret edeceğiz.

96

Sabahki konuşmanın manâsı budur. Bizim de Hakyol Vakfı'nda, eğitim çalışmaları konusunda ana prensibimiz budur. Biz istiyoruz ki, elemanlarımızın hepsi bilimsel güce sahip insan olsun. (Tavânâ buved, her ki dânâ buved) "Bilgili olan güçlü olur." Bilgili olan, durduğu yerden bir düğmeye basar, bir orduyu helâk eder... Bilgili olan, binlerce insanın, yüzbinlerce insanın, milyonlarca insanın yapacağı işi tek başına yapar. Bilgisiz olan da, perişan olur. İşte geri kalmış ülkelerin sömürülmesi bundandır, ezilmesi bundandır... Milyonların öldürülmesi bundandır... Orta Asya'nın Rusya tarafından helâk edilmesi bundandır. Yâni, ilimden yana geri kaldığımız içindir.

Bizim Kafkas mücahidleri Ruslara esir düştükleri zaman, onlara Sivastopol'deki tersâneleri ve diğer ordu fabrikalarını gezdirmişler. O zaman Şeyh Şâmil demiş ki: "Neden yenildiğimizi şimdi anlıyorum!.." Yâni, mücahid olduğumuz kadar da, bilimsel sahada güç kuvvet sahibi olmalıyız, olmak zorundayız. Olmadığımız zaman, vazifemizi eksik yapmış olduğumuz için, başarı sağlanamaz.

97

Bilimsel olmanın bir yolu bilgi edinmedir, bilgiyi tasnif etmedir, depolamadır; gerektiğinde kullanmadır... Olayları takibdir ve seri haberleşmedir... Çok seri haberleşmedir. Bunu kuramadığımız zaman, modern bir topluluk olamayız!.. Onun için, basın hayına geçtik... Onun için, dergilerimizi çıkartıyoruz... Onun için, haftalık dergi çıkartacağız diye amaçlıyoruz... Onun için, günlük gazete çıkartacağız diye amaçlıyoruz... Yâni, haberleşme yönünden, bilgi toplama yönünden, bilgi takibi yönünden işin piyasasına girmek istediğimiz için, böyle yapmak zorundayız!.. Ve topladığmız bütün paralar yansa bile, böyle yapmak zorundayız!.. Çünkü, nihayet hepsini topladığımız zaman, fırlatılan bir füzenin parasından daha azdır. Ama, faydası bin tane füzeden daha fazladır.

O bakımdan basın hayatını destekleyeceğiz, sonuna kadar destekleyeceğiz!.. Ömrümüzün sonuna kadar, mal varlığımızın sonuna kadar destekleyeceğiz!.. Bu çok önemli bir şey! Ancak bu sayede, modern bir toplum haline gelebiliriz, gerçekleri yakalayabiliriz. Aksi takdirde, haber ajanslarının maskarası oluruz, oyuncağı oluruz, aldatmasına tutuluruz ve çok yanlış yollara gideriz. Kendi gemimizi, kendi uçaklarımıza batırtırız... Kendi gemimizi kendi uçaklarımız bombalar ve batırır, aleme rezil oluruz.

98

Eğer Osmanlı ülkesinde haberleşme imkânları şimdiki gibi olsaydı, Osmanlı ülkesi parçalanmazdı... Osmanlı Devleti parçalanmazdı. Bir yerin öbür taraftan haberinin olmamasından, haberleşme eksikliğinden, koordinasyon eksikliğinden büyük hezimetlere uğranılmıştır.

Kaliteli eleman yetiştirmek, en önemli işimizdir!.. Bu uzun bir yoldur, çok masraflı bir yoldur. Buna da ne kadar para harcasak, yeridir. Yemek yediğimiz kursu gördünüz. Çıkarken dikkat etmişsinizdir mermerlerine, imkânlarına... Bir senede tamamlanmış!.. Bizim arkadaşlarımız, "Hayrın yapıldığını, gayenin güzel olduğunu görünce, millet para veriyor." dediler. Ordan hafız yetişecek, İslâm'ı bilen insan yetişecek... Yâni, gürül gürül bizi besleyecek insan seli potansiyeli oralardan yetişiyor. Fakat, uzun bir yol. Bunun kestirmesi, yetişmiş insanları kazanmaktır. Amerika'da tahsil görmüş bir insanı kazanırsanız, 25 yıllık bir tahsili birden elde etmiş olursunuz... Avrupa'da doktora yapmış bir insanı kazanırsanız, milyarlar harcanarak meydana getirilmiş bir varlığı kazanmış olursunuz.

99

Onun için, böyle kalıcı eğitim müesseseleri kurmak doğru; fakat, yetişmişleri irşad edip, ikaz edip, uyarıp, bizim cephemizde bizim için çalışan insanlar haline getirmek, en önemli çalışmalarımızıdan biri olmalıdır. Bunun bir yolu da basındır, bilimsel neşriyattır. Diğer yolu arkadaşlıklar yoluyla, dostluklar yoluyla, merhabalarla, komşuluklarla, akrabalıklarla, ziyaretlerle insanları kazanmaktır. Bir insanın senin elinle hidayete ermesi, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeye sahib olmandan daha hayırlıdır. Bunun için her biriniz, bir insanı kazanmağa gayret edeceksiniz... Çevrenizdeki insanları da, başka insanları kazanmalarına teşvik edeceksiniz; insan kazanacaksınız.

Amerika'da tahsil görmüş, terbiyeli bir komşunuz var... Namazdan haberi yok... Kravat takıyor, otomobiline biniyor, muntazam 9 da işine gidiyor; akşam 6 da evine dönüyor... Terbiyeli bir insan... Sizi gördüğü zaman kibarca tebessüm ediyor, hal hatır soruyor. Baktınız, ahlâkî vasıfları iyi, bilimsel bakımdan iyi, mesleğinde ileri... Tamam, bu sizin muhatabınız. Buna hediye vereceksiniz, davet edeceksiniz, toplantıya getireceksiniz, kitap vereceksiniz... vs. vs. Bu şahsı kazanacaksınız. Bu, bir yıllık bir çalışmayla 25 yılı, 30 yılı kazanmaktır.

100
101 ilâ 120. sayfalar