• /
  • Kütüphane
  • /
  • Yeni Dönemde Yeni Görevler
  • /
  • 541 ilâ 560. sayfalar
521 ilâ 540. sayfalar

Onun için ben dergilerimizde acizâne, nâçizâne bir kampanya açtım; "Hasımlarımızın hiç bir malını almayın!" diye. Yâni, onların malını almadığınız zaman ölecek misiniz?.. Aç mı kalacaksınız, açıkta mı kalacaksınız?.. Kendi kendine yeterli, her türlü imkâna sahib olan, nadir ülkelerden biriyiz. Suyumuz yeter, gıdamız yeter, her şeyimiz yetebilir. Kat'iyyen sizin olmayan malı, başkasının malını almayın!.. Başkasının malını almak, ona bahşişte bulunmak demektir. Kan vermek demektir, can vermek demektir, kuvvet vermek demektir... Ne arabasını alın, ne başka bir şeyini alın; kendiniz yapın!.. Kendimiz bir araya gelelim, parçalarını toplayalım; İSPA marka bir araba yapalım... Ama, onların hiç bir şeyini almayalım!..

Ne radyosunu alın, ne saatini alın, ne otomobilini alın, ne gıdasını alın, ne kumaşını alın; hiç bir şeyini almayın!.. Zaten, ekonomik bakımdan çıkmaz içindeler; etraftan borç arayıp duruyorlar. Avrupa'nın ekonomileri en sağlam ülkeleri, sarsıntı içinde... İslâm Alemi, onlardan alışveriş yapmamakla bile onları çökertebilir. Bu noktanın üzerine tekrar dönelim. Hayatınızda prensibiniz olsun: Aldığımız mal, bir müslüman kardeşinizin malı olsun; bir müslümanın ürettiği mal olsun! Yurt içinde veya yurt dışında, kat'iyyen başkasının malını almayın!.. Kat'iyyen, evinizin içine lüzumsuz eşya doldurmayın!.. Kat'iyyen, milyonları ıvır-zıvıra yatırmayın; işe yarayan şeye yatırın!..

541

Bir savaş olduğu zaman, evinizi bırakıp gideceksiniz. Bakın, "Üzerindeki güvelenmesin diye dökülmüş ilaçları duran çarşafları, biz açtık." diyor Yugoslavya'dan gelen kardeşlerimiz; olaylara katılan, gören kardeşlerimiz... Yâni evi, hiç bir şeyini alamadan, bırakıp gitmek zorunda kalıyor. O halde yükte hafif, pahada ağır olacaksınız ve kötü şartlarda işinize yarayan şeyleri alacaksınız.

Boykot yapmak, malını almamak, ticaret yapmamak; bu fevkalâde önemli... Bunu açıkça da söylersiniz: "Ey Fransa, madem ki sen Ermenistan'ı destekliyorsun; bundan sonra senden hiç bir şey almıyorum!.. Gelip yalvarıncaya kadar, pabucumun altını yalayıncaya kadar, senden bir şey almayacağım!" diyebilirsiniz. "Ey Almanya, bundan sonra senin hiç bir şeyini kullanmayacağım!.." diyebilirsiniz. O malın alternatifini ararsınız. Müslümana muzır olmayan bir başka malı özellikle alırsınız.

Biz yıllar önce dergilerimizde, bazı deterjan markaları üzerinde bunun denemesini yaptık; hiç de o deterjan firmasından maddî menfaat istemeden... Hattâ o şahıs, belki bunu bilmez bile; bizim ona yaptığımız iyiliğin farkında bile değildir. "Şu markayı kullanın!" dedik. Bana mektuplar geliyor, içi şişkin zarflar geliyor; meselenin şuurundan haberdar değil... Yok efendim, çamaşırı iyi yıkamıyormuş da, şöyle oluyormuş da, böyle oluyormuş da.. "Niye bizi buna alıştırıyorsunuz?" vs. Yâni milletin, bu işin öneminden haberi yok!..

542

Kat'iyyen müslüman olmayanın malını almayın!.. Eğer o sahada müslümanın malı yoksa, onun üretimine geçin!.. Altına meselâ bir İSPA damgası yazılsın, o kullanılsın...

Sonra, dost ve müttefik bulma ve arama çalışmalarını, mutlaka sür'atle yapıp tahakkuk ettirmek zorundayız. Bu çok önemli bir noktadır. Dikkat edilirse bizim Türkiye içinde bile ittifak hasıl olmamıştır; olanlar da dağılmıştır. Müslümanlar parça parçadır, rakib rakibdir, grup gruptur, hasım hasımdır... Gıybetçidir, iftiracıdır, dedikoducudur; İslâm ahlâkına yakışmayan durumdadır... Liderleri komplekslidir ve meselelerin. şuurundan habersizdir. Onun için mutlaka, müslümanların ittibasında bile bir sorumluluk taşıması lâzım!.. Yâni, ittibaya ehil olmayan, salih ve uygun olmayan bir kimseye ittiba etmek, ona omuz vermek, vebaldir.

(Men kessera sevâde kavmin ve hüve minhüm) Kim uygun olmayan bir grubun içinde yer alıyorsa, onlardan sayılır. Onların hesabına yazılır gider. Onun için kat'iyyen;

(Lâ taate limahlûkin fî ma'sıyetil halik) Allah'a isyanda hiç bir mahlûka, daha yukarıdaki başa itaat edilmez. Allah'a isyanda kula itaat, çok büyük rezalettir, kepâzeliktir, İslâm'a yakışmayan bir şeydir. En faziletli cihad, zalim yöneticinin --amirin, idarecininin, sultanın, melikin-- karşısında hak sözü söylemektir. Eğer Saddam'ın etrafında, onu destekleyen şuursuzlar olmasaydı; Saddam Irak'a bu kadar zarar veremezdi!.. Eğer falanca ülkede, filânca ülkede an'anevî, manâsız, budalaca bağlılıklar olmasaydı; İslâm Alemi, böyle kepâze duruma düşmezdi... Perakende duruma gelmezdi.

543

Onun için mutlaka, tabanı birleştirmeğe çalışmak lâzım... Mutlaka, yurt içinden ve yurt dışından, samîmî, takva ile müzeyyen, ahlâk-ı hamîde sahibi insanlarla bütünleşmek lâzım!.. Biz bunu --itiraf ediyorum-- hiç yapamadık... Yâni, hudutlarımızın dışındaki kardeşlerimizle bütünleşme olmadı. İçerde yapamadık ki, dışarda yapılsın...

Bence Irak'ın problemlerinin çözülmesi, Türkiye ile birleşmesiydi. Kral Faysal ve Nuri Said Paşa zamanında, Menderes'le bu düşünülmüştü. Ama her iki taraf da, ihtilalle bertaraf edildi. Bu şeyi düşündükleri için, her iki taraf da böyle cezalandırıldı. Onları devirenler de hayır görmediler... Ama, en iyi çare eskiden olduğu gibi Irak'ın Türkiye ile birleşmesiydi. Şimdi ben bunu yine söylüyorum, --belki bazıları dudak bükecekler ama-- problemin çözümü bundan başka bir şey değildir.

Niçin Hafız el-Esed'e ittiba ediyor Suriyeliler; yaptıkları ortadayken?.. Niçin Saddam'a itaat ediyor Iraklılar?.. Niçin falanca ahali, filânca ahali, falanca nâehil yöneticiye körükörüne, taparcasına, itirazsiz bağlı; Allah'a itaatten daha öne getiriyor, ona itaati?.. Niye onu putlaştırıyor?..

544

Bizim aleyhimizde yazı yazanlar, çizenler; işte putlaştırmaktan, şirkten, vs.den bahsederler... Ama hiç bu konudan bahsetmezler. Asıl fiilen İslâm Alemi'ni parçalayan nokta budur; buna hiç bir şey yapmazlar. Biz, insanları nefis terbiyesine, tezkiye-i nefse, ma'rifetullaha götürmeğe çalışıyoruz; talebenin bize muhabbetini şirk diye tahrib etmeye çalışırlar... Yapacaksan sen, asıl git ötekilerle uğraş!..

Üçüncüsü: Düşmanı parçalama çalışmalarını mutlaka yapmak lâzım!.. Bu, büyük bir politika işidir. Tabii, müstakil politika güdebilecek politikacıların, siyasetçilerin işidir. Düşmanın ana vasfı, birleşmektir. Peygamber Efendimiz, hadis-i şerifinde bildiriyor: "Benî Asfar'ın güzel bir takım vasıfları vardır. Onlar ittifak ederler, şöyle yaparlar, böyle yaparlar; icabında meliklerini bile te'dib ederler." diye Efendimiz, onların bu vasıflarına bir hadisi şerifinde işaret ediyor.

Şimdi onların tarih boyunca bizlerle yaptığı savaşlar, hep ittifakla, bir araya gelerek yapılmış savaşlardır. Onlar, kuvvetli düşmanın karşısında, birleşmeyi daimâ yapmışlardır. Ama, ehl-i tevhid olan müslümanlar, kat'iyyen bu güzel şeyi yapmıyor. Yâni, birlik ve beraberlik değil de, bölünme içinde... Zaten bölünmüşüz, bir Türkiye kalmış; Türkiye'yi de bölüp --hattâ müslüman olan bazı kimseler-- "Bir de Kürdistan olsun, bir de bilmem ne olsun..." diye düşünebiliyorlar, bunu ideal edinebiliyorlar. Daha başka şeyler düşünebiliyorlar. O halde, biz birliği sağlamağa çalışacağız, müşterek noktalar bulmağa çalışacağız... Karşı tarafın birliğini parçalayıcı bir takım tedbirleri komisyonlar, politikacılar düşünsünler, taşınsınlar, çarelerini bulsunlar.

545

Tabii, bizim en büyük kusurumuz, irşad, tebliğ ve işbirliği çalışmalarını ihmal etmemizdir!.. Osmanlı'nın da en büyük kusuru budur. Sulh içinde insanları yaşatmak önemli değildir... Hele Yıldırım Bayezid'in, kendisinin karşısında hayranlık duyan esirlerine; "Gidin! Gene bana gelin, çarpışın!.." demesi de, bence hüner değildir gibi geldi. Bunlar nefsânî işlerdir. Mühim olan, onlara, "Biz sizinle herhangi bir zafer için çarpışmadık; zaferi Allah veriyor. Mühim olan, doğru yola gelmenizdir. Ben sizden dilerim ki, Allah'ın kulu olasınız; ahirette ebedî saadete eresiniz. Benim için mühim olan odur." diyebilmeliydi. Yâni mücahid komutan, cihadın maksadının insanlara hakkı götürmek olduğunu, söyleyebilmeliydi ve onlar burdan ülkelerine müslüman gidebilmeliydiler... Osmanlı bunu yapmadığı için ve içindeki gayrimüslimlerin teslisini bile kafalarından silecek çalışmalar yapmadığı için, onun cezasını çekiyor... Bu bir ilâhî cezadır. Yâni tebliğ ve irşad çalışmalarını vaktinde yapmadığı için, kendi içinde beslediği insanların hıyanetine uğradı.

546

Güzel güzel anlatırlardı, biraz da teşvik ederlerdi, mükâfat verirlerdi ve gönül hoşluğu ile müslüman olmaları sağlanabilirdi.

(Lâ ikrahe fiddîn) Evet, "Dinde zorlama yoktur!" amma, teşvik vardır... Çocuğunuz güzel bir şey yaptığı zaman, "Aferin!" demek vardır... İşçiniz başarı kazandığı zaman, mükâfat vermek vardır... Anket güzel doldurulduğu zaman, sürpriz bir hediye vermek vardır... Bunlar güzel şeylerdir. Bunlar yapılmalıydı. Ben bunların iyi yapılmadığı kanaatindeyim.

Savaşın olmaması için savaş başlığı altında, savaşın olmamasına gayret babı içinde, sivil savunmaya ve askerî teşkilatların tecrübelerinden faydalanmaya önem vermeliyiz. Bu hususta herkesin kendi mıntıkasındaki mekanizmayı öğrenmesini, ilgili şahıslarla tanışmasını temennî ediyorum. Çünkü, bu gürültü patırtı koptuğu zaman, bu işlerin artık öğrenilme imkânı da kalmaz. Şimdiden sivil savunmacı görevli kimdir, askerî şeyler nedir?.. Bir bölgenin savunması nasıl olur?.. Düşman gelirse, sivil halkın ne yapması lâzım gelir?.. Kendimiz nasıl organize olabiliriz?.. Nerelere çekilebiliriz?..Nerelerde savunabiliriz?.. Bunları düşünmek lâzım!.. Müslümanlar mutlaka, sığınaklar ve emniyetli sığınma bölgeleri düşünmeli... Her bölge için, burda oturan her kardeşimiz kendi mıntıkası için, "Düşman nereden gelebilir? Kendileri nereye sığınabilir?" diye düşünmeli...

547

Yugoslavya'daki mücahidler diyorlarmış ki: "Ah bizim evlatlarımızı emniyet içinde bırakabileceğimiz bir yerimiz olsa, ne kadar güzel çarpışırdık!.." Bu olmadığı için, mücahid bir hafta çarpışıyormuş; ondan sonra evine gidiyormuş, çoluk çocuğunun açlığıyla, problemiyle uğraşıyormuş. Ondan sonra, tekrar gelip çarpışıyormuş... Yâni, bu işlerin mutlaka önceden düzenlenmesi lâzım!.. Alet, araç, gereç ve silahların mutlaka hazırlanması lâzım!.. Evde bir müzik setinin olması yerine, bu gibi durumda kullanılabilecek bir şeyin olması çok daha önemlidir. Silahlanma da sivil çerçeve içinde, mümkün olduğu kadar yapılmalıdır. Av tüfeği mi olur, ruhsatlı hangi şekilde olursa... Mümkün olan yüksek seviyede mermi vs. deposu da yapılmalıdır.

Tabii burda konuşmacılar, çok acı bir şey söylediler; yüreğime hançer gibi saplandı. Hâlâ kafamda ve yüreğimde saplantı duruyor. Diyor ki: "Gelişmiş silahlara sahib müstevliler, gelişmemiş ülkelerde ne kadar zulümler yaptılar?!.. Ateşli silahlara sahib olanlar, nasıl karşılarındakileri mağlub ettiler?!.." Evet, bu böyledir. Avrupa'dan 1490 küsurda --ondan daha önce müslümanlar gitmiş ama; isbat edilmiş bir şey-- Amerika'ya oluk oluk hapis kaçkını, ip kaçkını, kazık kaçkını insanlar gidince; orda Kızılderilileri, İnkaları, Aztekleri nasıl mahvettiler?!.. Medeniyetlerini nasıl yıktılar; zenginliklerini, servetlerini nasıl alıp getirdiler?.. İngilizler ve Avrupalılar Avustralya'yı bulduğu zaman, Aborjin denilen yerli ahaliyi nasıl katliama uğrattılar?!.. Afrikalılar'ın sömürgeciler tarafından nasıl öldürüldükleri, nasıl köle olarak kullanıldıklarını biliyoruz.

548

Onun için milletçe ve devletçe, askerce ve sivil olarak, silahın mutlaka en mükemmelini yapacak durumda olmamız lâzım!.. Ben, her şeyin bırakılıp, en mükemmel silah yapma çalışması içine, milletçe girilmesi gerektiği kanaatindeyim... Büyük stokların hazırlanması gerektiği kanaatindeyim... Belki batılılarda olmayan mükemmellikte --çok masraf istese dahi-- silahların aranıp bulunması, yapılması; mevcud silahların özellikleri yanyana konulup, onları aşacak özellikte silahlar yapılması gerektiği kanaatindeyim... Meselâ onun menzili 1,5 km ise, bizimki 2 km olmalı... Onun menzili havaya doğru şu kadar feet ise, bizimki daha fazla olmalı...

Meselâ, Mevlüt Bey dedi ki: "Kaleşinkov'un mermisi şu işi yapıyor ama, --bir şey adı söyledi, Kalekov mu dedi, ne dedi-- Kalekov mermisi ondan çok daha hafif..." Bu güzel, ağırlık tasarrufu vs. var. "Ama tahribatı çok daha büyük!.." dedi. İnsan aradığı zaman en güzelini bulabilmeli...

Ben biliyorum ki, nükleer güce sahib değiliz. Belki sahibsek bile, onu bir bomba yapacak duruma getirmiş değiliz. Yapmışsak bile, deneyle denemiş değiliz galiba... Sanıyorum, buna fırsat verilmedi emperyalist güçler tarafından!.. Ama biz konvansiyonel silahlarla çok mükemmel techiz olunursak; onlar ölümden korktukları için, biz onları yeneriz.

549

Meselâ, Bosna-Herseğe bir silah yardımı yapılabilse, Sırpları Macar hududuna kadar sürerler!.. Çünkü, onlar ölümden korkuyor; bizimkiler ölüme can atıyor. Yâni, şehid olmağa gidiyor. Ben kaç tane gencin sorusuna muhatab oldum; geliyor, "Hocam, müsaade edin, Bosna-Herseğe gideyim!" diyor... Veya şuraya, buraya gideyim diyor.

Muhterem kardeşlerim! Bize milletçe, millî eğitimde öyle afyonlu şeyler yutturulmuş ki, biz herkesi dost sanmışız!.. Dünya politikasındaki en son değişme ve gelişmelerde de, Rusya'yı uslandı ve dağıldı sandık... O da bir yanlış görüntü ve yanlış algılama ve izlenim, yanlış teşhis... Rusya, Afganistan'da bir savaşın darbesini yedi. Kendi sisteminin çıkmazları içinde bocaladı. Kendisine yük olan safraları attı... Ama, kendi has hudutları içinde, daha kuvvetli olmanın çalışmasını yapıyor ve etrafındaki hristiyan ülkelerle dostluk bağları kurarak, müttefiklerle bütünleşerek, daha iyi kenetlenerek kuvvetleniyor. Bu bizim için yine aynı tehlikedir. Yugoslavya'da çektiğimiz Rusya'dan... Bulgaristan'daki katliamların arkasında da yine Ruslar vardı. Bugün Kafkasya'daki katliamın arkasında da yine onlar vardır.

550

Ben Ermeniler'le mücadeleyi, bir nimet olarak görmüştüm, ilk başladığı zaman... "Bu fırsattan istifade ederiz, Nahcivan ile büyük Azerbaycan arasındaki koridoru alırız; böylece direkt bir bağlantımız olur." diye düşünüyordum. Bu yapılamadı. Bence burda çok karagözlü olup, bu işi başarmak lâzımdı. Nasıl olsa savaşı onlar başlattı diye; orda onların canlarına okumak, ciğerlerini sökmek lâzımdı. Fakat, taktik ve strateji olmadığı için, bu sağlanamadı orda...

İkinci bir koridor, Gürcistan'ın kuzeyinde, Dağıstan'ın güneyindeki vadidir. Bu Hocamız'ın vatanı olan Şeki'den Bakü'ye kadar uzanır. Bu da Gürcüler'in ve Ermeniler'in kontrolünde olduğundan, bundan da istifade mümkün değil... Yâni, Sarp sınır kapısından Batum'a, ordan doğuya yönelerek, dağların arasında nisbeten mevcud olan bir geçitten faydalanarak, Bakü'ye kadar gidebilirsiniz. Bu da tesâhüb edilemedi.

Ayrıca bunun kuzeyinde Osetya'dan, Çeçenistan'dan geçen, Batum'un kuzeyindeki Söçi vs. limanlar ile Hazar Denizi kıyısındaki Mohaçkale tarafını bağlayan bir başka koridor var... O koridoru da Rusya, iki taraftan kırpmak ve kesmek istiyor. O da tabii, Birleşik Devletler Topluluğu içine alınmış bir arazi olduğu için, ordan koparmak zordur ama; stratejik olarak, bu kanalların açılmasından başka çare yoktur.

551

Ben Muzaffer Bey'in, Çin elçisinin söylediği sözü doğru anlamadığına kani oldum. Çin elçisinin, "Yakında komşu olacağız!" demesi; "Siz Türkistan'a kadar geleceksiniz, böylece hemhudut olacağız." anlamına geliyor. Tabii, korkuyor. Çin yönetimi, "Türkiye'nin Çin hududuna kadar gelmesi; Çin'in içindeki Türkler'e de müsbet tesir eder." diye korkusundan; Çin Türkistanı'ndaki, Sinkiang eyaletindeki nüfus kesafetini kendi lehine değiştirme çalışması yapıyor.

Şimdi bizim tabii, mü'min kardeşlerle bütünleşmemiz gerekirken, bütünleşeceğimiz en kolay malzeme, Azerbaycan ve Orta Asya'daki has müslümanlardır. Çok temiz müslümanlardır, bozulmayanları vardır. Tabii o babaların, o dedelerin evlatları kısa zamanda ıslah olurlar. Bizim, onlarla bütünleşmenin çaresini bulmamız gerekirdi; yapılmamıştır.

Her ne pahasına olursa olsun, İran'ı halletmek zorundayız. İran, bizim Pakistan'la bütünleşmemizi, Afganistan'la bütünleşmemizi, Güneydoğu Asya'daki 350 milyon müslümanla bütünleşmemizi sağlayacak yol üzerinde, bir koca taştır. Büyük bir manidir. Bunu ne yapıp yapıp, şurdan girerek, burdan girerek; "Onların içinde %40 dan fazla Türk ırkından insan var... Bir takım sünnîler var... Şiilerin içinde de İmam Humeynî dolayısıyla fikirlerinde, tarihî kanaatlerinde biraz değişme olanlar var..." filân deyip halletmemiz lâzım...

552

Yâni, Yunanistan'la dostluğu düşünüyorsunuz, Avrupa devletleriyle dostluğu düşünüyorsuz... Onlar şirk içerisinde değil mi?.. Onlar küfrün içerisinde değil mi?

(Lekad keferellezîne kalû innallahe sâlisü selâseh) veya;

(Lekad keferellezîne kalû innallahe hüvel mesihübnü meryem) diyen insanlar kâfir değil mi?.. Onlarla ittifakı düşünüyor, İran'la düşünmüyor... İran'la bütünleşmeyelim diye, kıyametler kopartılıyor, provakasyonlar yapılıyor... İran'la ne yapıp yapıp, o hudutların serbest çalışmasını, geliş gidişin sağlanmasını, önemli bir olay olarak görüyorum. Mutlaka, bu hususta da çalışmalar yapmak gerektiğine kaniim.

Askerler derler ki, "En iyi müdafaa, hücumdur!" Biz böyle, "Gelsinler bakalım, nasıl savunacağız!" diye düşünmek gibi pasif bir duygu içinde olacağımıza, elimize silahı aldığımız zaman, "Yâ Allah!" diye nerelere saldırabileceğimizi de düşünmeliyiz. Diyorlar ki, "Trakya dümdüz bir arazidir. İşte Rus tankları, ordan kalkar buraya kadar gelirse şu olur... Suriye'nin tankları bilmem şurda şöyle yaparsa; şöyle olur, böyle olur..." Niye sen onun gelmesini bekliyorsun?.. Sen git! Tabii hudutları sen tut!.. Çaresini sen düşün!.. Onun için böyle stratejilerin, planların, önemli yerlerin tesbitini; harb olmadan önceki çok önemli faaliyetler olarak görüyorum.

553

Yugoslavya'nın, Kafkasya'nın, elimizde bir Türkçe haritası yoktur; utanç verici bir durumrdur!.. Bir araştırma enstitümüz yoktur. İLKSAV'da dış Türkler'le ilgili kurduğumuz enstitülerin mutlaka çalışır hale gelmesi lâzım!.. Ayrıca bir de savaş stratejisi enstitüsü kurmamız lâzım!.. Stratejik araştırmalar enstitüsü kurmamız lâzım!.. Haritalar, çeşitli şeyler orda bulunmalı...

Hangi şehrin nerde olduğunu bilmiyoruz. Meselâ Karayina bölgesinde, Hırvatlar Sırplar'a hücum etmiş... Haritaya bakınca, "Haaa, normal! Zaten şimdiye kadar durdukları kabahat bu aptalların!" dedim. Karayina bölgesi, Venediğe yakın taraf; yâni, Bosna-Herseğin batısında... Hırvat Sırp'ı, orada içinde barındırırsa, ahmakların ahmağı olur. Madem ayrı bir devlet kurmak istiyor; elbette, her ne pahasına olursa olsun, oraya saldıracak. Çünkü orası batısı... Ortada Bosna-Hersek var. Doğuda Sırp var, batıda yine Sırp var. Öyle şey olur mu?.. Tabii, Hırvat buna razı olmayacak; saldıracak her ne pahasına olursa olsun...

Harita yok, düşünce yok, bilgi yok, görgü yok, çalışma yok, enstitü yok, tahlil yok, ta'kib yok, nüfus sayımı yok... Oradan dost yok, tanıdık yok, bildik yok... Tabii, böyle gaflet, böyle tembellikler, böyle ataletler, böyle cahillikler olunca, bir şey olmuyor.

554

Tabii, tıbbî tedbirlerin, hastanelerin, vs.nin düşünülmesi lâzım!.. Savaştan önce bir kere, savaş korkusunu yenmesini öğretmemiz lâzım halkımıza!.. Çünkü savaş bizim için, iki güzellikten birisine kavuşma vasıtasıdır. İki yolun da sonu cennete gider. Birincisi: Şehid olmaktır; şehidlik en yüksek mertebedir. İkincisi: Gazi olmaktır; zafer kazanıp, İslâm'ın bir adım daha ileri götürmektir. O bakımdan, bizim bir kere savaşla ilgili soğuk duygularımızın mutlaka izâle edilmesi ve müslümanların savaş konusunda, cihad konusunda, şehadet konusunda mutlaka isteklendirilmesi lâzım... Neyin sevab olduğunu, neyin günah olduğunu mutlaka onlara öğretmek lâzım!.. Bu bir.

İkincisi bence, savaş savaştan önce kazanılıyor veya kaybediliyor gibi... Yâni, ben böyle düşündüm. Kendi kendime "Bir vecîze koyayım ortaya!" dedim, aklıma bu geldi: "Savaş, savaştan önceki hazırlıklarla kazanılır veya kaybedilir." Önceden iyi hazırlanmış olan kazanır; hazırlıksız yakalanmışsa, --hazırlıksız yakalanana, "Baskın tarzında yakalanmış." deniliyor askerî bakımdan-- tabii cezasını çeker. Çünkü, hiç bir hazırlığı yok.

555

Bosna-Hersek'teki kardeşlerimizin ikmal yolu yok!.. Yardım alma imkânları, Hırvatların kontrolündeki bölgelerden geçiyor. Kendi iç hazırlığı yok... Silahını yapma imkânı yok... Böyle savaşa hiç hazırlanmamış, savaşı hiç düşünmemiş bir grup insan... Allah yardımcıları olsun... İnşallah umulmadık bir yerden, Allah yardım eder.

(Ve men yettakıllahe yec'al lehû mahrecen ve yerzukhü min haysü lâ yahtesib) "Takva ehli olursa, Allah ummadığı yerden tahmin edilmeyen bir lütuf ihsan eder." Allah takvâ sahibi eylesin...

Şunu çok net olarak görüyorum ki, savaşta niyetin çok büyük önemi var, zafere de tesiri var. Sahabe ordusu bile, sayısının çokluğundan zafer kazandığnı sandığı zaman, hezimete uğradı. Başında Peygamber olan ordu bile, kendilerine (A'cebetküm kesretiküm) "Sayınızın sizi hayran bırakması" diye ayet-i kerime ile bildirilen bir kusur içine düştükleri için... "Kendi sayınızın çokluğundan, zafer kazandığınızı sanmanız." demek oluyor. Demek ki, insan Allah rızası için yapacak, sonucun Allah'tan olduğunu bilecek... Zafer önemli değil.

556

Eski mücahidler, "Bu düşmanla çarpışmayalım, bunların adedi fazla!" diyenlere; "Hayır! Peygamber Efendimiz bizi buraya, düşmanın çokluğunu veya azlığını düşünsünler diye göndermedi; bizim vazifemiz çarpışmaktır!.. Yeneriz veya yeniliriz... Sonuçla ilgili mütalâa bizim için önemli değildir. Mâdem ki buraya geldik, bunlarla çarpışmamız emredildi. O halde çarpışacağız!.." zihniyetinde idiler. O bakmıdan, bunların güzel öğretilmesi lâzım halkımıza... Halk bunu bilmiyor, biz de bilmiyoruz. Ekseriyetle bilinmiyor.

Savaşı yapacak kimsenin kemâli çok önemli, fikri çok önemli... Kâmil insanlardan kâmil işler çıkar. Nâkıs insanlardan kâmil iş çıkmıyor, güzel bir cihad da çıkmıyor. O bakımdan cihad edecek kimselerin, hiç olmazsa komutanlarının, başındaki insanların insan-ı kâmiller olması lâzım!.. Bunun başka çaresi yok... İnsan-ı nâkıslar olursa, Afganistan'daki savaştan sonraki durum olur. Nâkıslardan büyük zararlar gelir.

Sonra, gördüğümüz bir şey var ki, --rakamlarla bildirdiler burda konuşmacılar-- eskiden savaşlar cephede oluyorken ve ahali az zarar görüyorken; günümüze doğru yaklaştıkça yapılan savaşlarda, askerden çok sivillerin öldüğü; sivillerden zayiatın %15-17 lerden %85 e çıktığını görüyoruz. Asıl siviller öldürülüyor. Çünkü, askerin elinde silah var. Adam ölmek istemediği için, ona sataşmıyor; gidiyor öbür taraftan çökertmeye çalışıyor... Arka taraftan kuyusunu kazarak moralman çökertmek istiyor veya desteğini kopartmak istiyor.

557

O bakımdan, savaş sadece erkeklerin işi değil; bu çok net olarak görülüyor. Çok net olarak görüyorum ve dinleyen hanım kardeşlerimizin de olduğunu bildiğim için bastıra bastıra söylüyorum: Kadınların ve çocukların bile savaşa hazırlanması lâzım!..

Bizim hanımlarımızın koşması bile yoktur. Savaş olsa bir yerden bir yere gidemez bile!.. Tıkanır. Şurda merdivenlerden hızlı çıktığım zaman, ben bile tıkanıyorum. İmamlığa geçtiğim zaman, ayetin sonuna kadar nefesimle tamamlayamıyorum. Bu idmansızlıkla olmaz.

Mevdûdî'nin askerleri, sabah namazından sonra koşuyormuş... Sabah namazından sonra koşulmaz. Her şey Rasûlüllah'ın emrettiği zamanda yapılır. Sabah namazından sonra zikir vaktidir, zikir yapılır. Zikirden sonra koşarsın... Öğleden önce koşarsın, öğleden sonra koşarsın... Yâni, senin koyduğun kaide, Rasûlüllahın koyduğu kaidenin önüne geçmemeli!.. Ama, kadınımız da nefesinin açılması için, kilosunun atılması için, koşabilmesi için, şunun için bunun için yetiştirilmeli... Evde hanım hanım duruyor ama, şimdi artık karate, tekvando, yakın savunma sporları dahil hepsini öğrenmeli... Yanında bir silahı bulunmalı, şurasında (sağ ayak bileğinin üstünü, dış kısmını göstererek) bir pıçağı bulunmalı... Bir pıspıslar var şimdi, pıs diye püskürttüğün zaman, karşı tarafı bayıltıyormuş; onlardan bulunmalı... --Onları da pazarlasın bizim dergiler!-- Ama mutlaka silahlı olmalı...

558

Bir şey daha öğrendim bu konuşmalardan; zaten biliyordum ama kararım kesinleşti: Düşmana teslim olmak olmuyor; çünkü, onların ahde vefası yok!.. Tarihte de böyleydi. Meselâ bir kaleyi teslim almak için otururlar, anlaşırlar: "Tamam, kadınlara çocuklara dokunmayacağız. Kaleyi teslim edin! Mücahidler çıksın! Elinde alabileceği kadar şeyler alsın..." derler... Avusturya ile böyle anlaşmalar yapılmıştır; Osmanlı-Avusturya savaşlarında... Kaleyi teslim aldıkları zaman; kadın, çocuk, erkek, küçük, büyük hepsini öldürmüşlerdir. Onların ahde vefası yoktur.

Haçlılar Anadolu'ya, Kudüs'e sefer yaptıkları zaman fethettikleri her kalede; kadın, çoluk çocuk, ihtiyar... hepsini öldürmüşlerdir. Çünkü onların ana zihniyetini Kur'an-ı Kerim bize bildiriyor ama, biz Kur'an-ı Kerim'i bilmiyoruz.

(Zâlike biennehüm kalû leyse aleynâ fil ümmiyyîne sebîl) Yâni, kendilerinden olmayanlara her şey yapabilecekleri kanaatinde adamlar... Halbuki bizde, papaza dokunulmayacak, savaşmayan kimseye dokunulmayacak, arazi tahrib edilmeyecek, şu yapılmayacak, bu yapılmayacak... İnsanlık var, medeniyet var. Onlarda kalleşlik kanun, kaide...

559

Şimdi, çifte standart diye aylardır, yıllardır gazetelerde tenkid edilen şeylerin de aslını, --Allah razı olsun-- Ahmed kardeşimizin konferansından öğrenmiş oldum. Adamlar bir kere, devletler hukukunu kendi aralarında hukuk olarak kabul edip, öteki barbarlara şamil saymadıkları için, elbette çifte standart prensipleri bu adamların... Elbette sana, kendi aralarında uyguladıkları ahkâmı uygulamayacaklar! Ne diye şikâyet edip duruyorsun?.. Sen de yap karşılığını, sen de tedbirini ona göre koy!..

Bunların ana prensipleri çifte standarttır... Ana prensipleri ahde vefasızlıktır... Hiç bir sözlerine güvenilmez!.. Ve biliyorsunuz, "Benî Asfar'ın gadri" diye Antakya'daki "Melhame-i Kübra" (Büyük Savaş), onların gadriyle alâkalı olacak. Dost görünecekler, müttefik görünecekler; ondan sonra hıyanet edecekler!.. Bu kalleşlik, onların tarihî kafa yapılarında, ahlâklarının içinde vardır. Ona göre davranacaksınız. "Gâvurdan dost, domuzdan post olmaz!" demiş dedelerimiz; tecrübeye dayalı bir söz. Onların bu özelliğini iyi bilmemiz lâzım! Bu bilinmeyince olmuyor.

560
561 ilâ 580. sayfalar