321 ilâ 340. sayfalar

Adam fen fakültesinde astronomi doçenti, Risale-i Halidiye'yi tenkid ediyor. Yahu sen gök yüzündeki yıldızları teleskopunla seyretmeye baksana!.. Yâni senin konun değil ki Risale-i Halidiye!.. Sen Risale-i Halidiye'yi yazan Halid-i Bağdadî gibi Arapça bilirmisin, ayet bilirmisin, hadis bilirmisin?.. Ne bu böyle yâni, yarım yamalak bilginle niye kendi konunun dışına çıkıyorsun?.. Bırak o zaman astronomi doçentliğini, ilâhiyata geç; o konularda bir derinleş bakalım ne diyeceksin?..

Bütün ilahiyat doçentlerini, profesörlerini çağırdık sempozyumda; "Tasavvuf nedir, konuşun!" dedik. Rüşvet mi verdik kendilerine?.. Hepsi tasavvufun hak yol olduğunu pasiflik olmadığını, gerçek aktivite olduğunu ve mutasavvıf büyüklerimizin İslâm'a çok faydalı çalışmalar yaptığını ispat ettiler. Kitab olarak neşrettik kimse bir şey diyemiyor. Konuşanlar doçent ve profesörler. Yâni sen ne oluyorsun kenarda, kaldırım mühendisi!.. Olmadık işle meşgül. Herkes ihtisası dışına çıktığı için iş belli olmuyor.

Bakın Afganistan'a yardım toplanıyordu buralarda; ben yardımı şuna veya buna vermedim. Orada bulunan bir kardeşimiz vardı; Mehmet... Ona götürdüm verdim. Neden?.. Bir beldenin, bir ülkenin iç şartlarını orada yaşayan insan bilir. Türkiye'yi düşünün! Türkiye'yi dışardan gören bir insan, hangi zümreleri ilk başta görür ve kimleri İslâm'a hizmet ediyor sanır; ama işin iç yüzünde iş nasıldır?.. Kim kimin peşindedir, neyin peşindedir? Onu ülkenin içindekiler daha iyi bilir. O bakımdan bir kere hepinizin içinde ihtisasa bir hürmet olmalı. Bir işin kökünü tam anlama, inceleme, peşine düşme ve mahiyetini ortaya çıkarma sevgisi, hakikat aşkı olmalı hepinizin içinde!.. Palavralara, desteksiz konuşmalara, mesnetsiz ifadelere itibar edilmemeli!..

341

Dönüyorum tekrar sizlerin konusuna... Sizler bu anlattıklarımın gereği olarak, Allah'ın rızasını çok büyük ölçüde kazanabilirsiniz. Çok büyük hizmetler verebilirsiniz. Bir toplumun yükselmesi, içindeki fertlerin çeşitli mesleklerinin, çeşitli aktivitelerinin bileşkesidir. Bizde bu çeşitlenme meydana gelmiştir Türkiye'de. Türkiye monoton bir tahsil duvarını yıkmıştır. Türkiye'de ihtisas belirmiştir. Türkiye'nin gelişmiş sayılmaya başlanması bundan dolayıdır. Kafi miktarda eleman vardır. Her sahada araştırma yapan insan vardır, eleman vardır. Bu güzel bir şey... O halde sizler de "Ben kendi mesleğimde Allah'ın rızasını kazanmak için ne yapabilirim?" diye düşünmek durumundasınız. "Ne yaparsam ümmet-i Muhammede faydalı olurum?" diye düşünmek zorundasınız. Bunun için de Ümmet-i Muhammedin ahvalini çok yakından takip etmek zorundasınız. Bu da vaz geçilmez görev.

İslâm'ı iyi bilmek zorundasınız. Bira da içilir, faiz de yenir, güzele bakmak sevaptır... vs. vs. gibi saçma sapan şeylere aldanmayasınız diye, islâmın özünü tam öğrenmek zorundasınız.

342

Ümmet-i Muhammed'in durumunu çok iyi takip etmek zorundasınız. Çünkü ona hizmet etmek istiyorsunuz. Dünyanın her yerindeki müslümanların durumunu --bir enstitü kurmamız lâzım, bülten çıkarmamız lâzım, günü gününe raporları elinize ulaştırmamız lâzım-- çok iyi bilmelisiniz: Afganistan'da durum nedir? Hindistan'da nedir, Malezya'da nedir, Endonezya'da nedir, Somali'de nedir?.. Kim kimin peşindedir, kim kimi öldürüyor?.. İktidarda kim var?. Şimdi biz bu meseleleri bir ümmet olarak, ümmetin bütünlüğünü düşünen merkez olarak, çalışan müesseselerimiz olmadığı için, yıkılmış olduğu için, veya kurulmamış olduğu için iyi takip edemiyoruz. Bunları iyi takip edeceğiz. Dinimizi doğru öğreneceğiz. Kalbimizdeki niyetimizin safiyetini, somluğunu koruyacak, ondan sonra da, "Kendi ihtisasısımızla bu ümmete nasıl hizmet edebiliriz?" diye düşüneceksiniz.

Bunun için de tek başınıza yine bir şey yapamazsınız. Bu gün tek insanların yapacağı işler mahduttur. Organize olmak zorundasınız. Kendi aranızda organize olacaksınız, kendi aranızda mühendislik odaları kuracaksınız. Ya mühendislik odalarını elde edeceksiniz, ya da size ait olmayan organizasyonda yer almayacaksınız. Kendi organizasyonunuzu kuracaksınız, bir birinizle irtibatlı olacaksınız. Bilimsel gelişmeleri çok yakından takip edeceksiniz, icatlar ortaya koyacaksınız. Ben hiç duymamıştım: "biyolojik-nükleer mermi" İlk defa dün gazetelerde gördüm. Yâni adamlar çalışıyorlar ve onu bizim karşımızda kullanıyorlar.

343

Müslümanların bir stratejisi yok. Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan ettiği zaman düşmanlarıyla nasıl mücadele edeceğini düşünmemiş. Nereden ikmalde bulunacağız?.. Hadi bu salon halkı hepsi Bosna-Hersek'e cihad için gitmeye razı, nereden gidecek?.. Yugoslavya'dan vize alıp da mı, Sırpların arasından geçip de mi gidecek Bosna-Hersek'e?.. Hava sahasından mı geçecek? Mümkün değil. Mutlaka denizden bir yolu olması lâzımdı, mutlaka bizimle bir hududu olması lâzımdı. Bunların önceden düşünülmesi gerekirdi. Belki Türkiye'nin hudutları çizilirken, Dedeağaç'tan değil de Vardar Suyu'nun yanından çizilip, Yugoslavya'ya hududumuzun olması ısrarla istenebilirdi. Çünkü Yunanistan'ı yenmiştik, bunu rahatlıkla yapacak hakkımız vardı. Ama bunlar düşünülmemiştir. Yugoslavya'yla doğrudan doğruya bağımız yoktur, arada başka ülkeler vardır. Yardım edemiyoruz, abluka altına almışlardır. Sırplar, hiç bir şey yapmasalar, ikmali engelledikleri zaman onların açlıktan ölmelerine yol açarlar. Bu kadar basit...

Ama aynı durum Ermenistan'da da vardır. Ermenistan'ın etrafı kendilerinden olmayan insanlarla çevrilmiştir. Onlar İran'la bağlantı kurmak için Nahcıvan'la büyük Azerbaycan arasında bir hortumu aşağıya kadar sağlamışlar. Yâni doğrudan doğruya İran'la hudutları var ve çok organize çalışmaları dolayısıyla bugün bir kara devleti durumunda olmalarına rağmen etrafa sataşabiliyorlar. Bizim hudutlara da kavga arar gibi omuz atabiliyorlar. Tabii yarın öbürgün biz zayıf olduğumuz zaman Kars'ı, Ardahan'ı, Van'ı, Güneydoğu Anadoluyu, milyarlar harcayarak yaptırdığımız Atatürk Barajı'nı, santrallarını, Harran Ovası'nı, Antep'i İskenderun'a kadar alıp, Akdeniz'e ulaşmayı da isterler. Bunlar birer plândır ve meçhul değildir, bilinmeyen plânlar değildir. Ama biz bilmiyoruz ve bunun karşısında da ne yapmamız gerektiğini düşünmüyoruz.

344

Bizim de Orta Asya ile bağlantı kurmamız lâzım. Afganistan'da müslüman kardeşlerimiz vardır. Orta Asya'da ırkdaşlarımız ve dindaşlarımız vardır. İran'ı mutlaka halletmemiz gerekir. İran bizim aramıza konulmuş bir duvardır. Ama İran'ı tahlil edersek İran'ın içinde yüzde kırk - yüzde kırkbeş Türk vardır, sünnî vardır. Bunları önceden düşünmemiz gerekirdi. Irak'ın içinde ne yapabiliriz? Onları düşünmemiz gerekirdi.

Suriye bugün ermenilerin elindedir. Evet bir İslâm ülkesi diye söyleniyor ama, Suriye'de Halep'ten kalkıyor uçaklar... Ermenistan'a ikmal Halep'ten yapılıyor. Çünkü Suriye ermeni ülkesidir. Halep'te çok ermeni vardır. Lübnan bir ermeni ülkesidir. Çarşısında pazarında dolaştığınız zaman, oteline girdiğiniz zaman size suikast bile yapabilirler. O kadar böyle azılı militan yetiştirilmiş insanlardır. Milletin ondan haberi yoktur. Suriye islâm ülkesi diye biliniyor. İçinden hacc için kaç defa geçtiysek, evet mazlum müslümanlar var ama söz onların elinde değil ki!.. Söz onların elinde değil.

345

O bakımdan bu politik oyunları, siyasî dalavereleri, plânları, stratejileri bilmemiz lâzım. Bunların karşısında, politik ilimlerle uğraşan kardeşlerimiz karşı plânlar, stratejiler kurmalı!.. Teknik konularla ilgili olan kardeşlerimiz hayatını bunların karşısında, bunların oyunlarını bozacak hizmetlere yönlendirmeli!.. Yâni çalışma alanı ile, gönül ve fikir alanını bir birine mutabık hale getirmeli müslüman.

Onun için biz sizi sadece okulda okuyup da diploma alan insanlar olarak görmüyoruz. Öyle olmanızı hiç temenni etmiyoruz. Fruko şişesi gibi sıradan fabrikasyon çıkmış insanlar... Böyle insanları herkes ister. Kuzu kuzu sevk edilirler... Almanya'da madenlerde çalışırsınız, fabrikada çalışırsınız; İngiltere çağırabilir, Fransa da çağırabilir sizi... Veyahut da, yabancı sermaye ortaklı bir fabrikada çevreyi kirleterek, her türlü tehlike içinde üretim yapmak için size burada iş gösterebilirler. Kendi ülkelerini her bakımdan korumaya çalışırlar. Ağır sanayiyi kendi ülkelerinde geliştirmiyorlar. Şimdi sermayeyi götürüyor, Afrika'nın zavallı fakir ülkesine, Ortadoğu'nun zavallı fakir ülkesine... Kendisi bir fabrika kuruyor, çevre orada kirleniyor; mamül temiz olarak Almanya'ya, Fransa'ya, İsviçre'ye gidiyor. Orada daha mamül hale getirilip dünyaya büyük fiyatlarla satılıyor. Kendi ülkeleri güllük, gülistan, güneşli; bizim ülkeler perişan.

346

Nükleer artıkları, kimyasal artıkları gemilere dolduruyorlar, ya Marmara'ya, ya Karadeniz'e, ya Akdeniz'e boşaltmaya geliyorlar. Kendilerine böyle bir şey yapmak isteseniz hop oturur, hop kalkarlar. Biz getirdik böyle artık taşıyan bir gemiyi, Yeni Kapı'nın karşısında aylarca günlerce beklettik... Adam Karadeniz'e çıktı; ne yaptı, ne etti ondan sonra bilmiyoruz. Sineye çektik yâni. Bizim hudutlarımızın dışında dedik, Karadenize gitti fıçılar... Ondan sonra bir kısmı kenarlara vurdu.

O bakımdan, İslâm'a hizmet bilimsel seviyenin yükselmesinden geçiyor! Biz bu sebeple hepinizin mümkünse üniversitede doktora yapmanızı, profesör olmanızı istiyoruz. En son bilimsel yayınları takip etmenizi istiyoruz, yabancı dil öğrenmenizi istiyoruz; temenni ediyoruz. Yâni, bizim şahsen hiç bir beklentimiz yok; sizin böyle bir seviyeye geldiğinizi ya görürüz ya göremeyiz. Ama ümmetin menfaati burda!.. Yâni eğer ümmet olacaksa...

Bakın bugün Azerbaycan hürriyetini ilân etti ama, hâlâ hür değildir. Hudutlar açılmıştır, gelip gidiyoruz ama, başında komünistler vardır. Ve Rus amâline hizmet eden bir kadro vardır. O şey gibi yukardan inmiyor bir türlü... Halk Cephesi, millet aşağıdan baskı yapıyor, şöyle yapıyor, böyle yapıyor; o, "İcabında diktatörlük ilân ederim!" diyor. Hani diktatörlükten kurtulmuştu, hani komünizm zulmünden kurtulmuştu bu ülkeler?.. Oyunların karşısında artık bu uyuyan arslan uyanmalı, ne yapması gerekiyorsa onu yapmalı...

347

Geçen gün bir konferans dinledik. Eski dışişleri bakanlarından birisi konuştu. Çok enteresen cümleler vardı konuşmasının içinde. Diyordu ki: "Amerika, Amerika olduktan sonra hiç harple ülke almamıştır, ülke genişletmemiştir; parayla satın almıştır!" diyor. Alaska'yı Rusya'dan satın almış, parayı vermiş parayla satınalmış, paraya kuvvet... Ondan sonra Fransızların bütün parlamenterlerini rüşvetle doyurmuş, Fransızlar'dan da filânca yeri satın almış... Kan dökmüyor. Bir uçak şu kadar milyar; ne diye o zahmeti çeksin?.. O milyarı dağıttığı zaman şu kadar insana, onun istediği kararı çıkartıyorlar; işleri oluyor... Bizim ülkede de bunun misalini, parlamenter satın alma olayını gördük.

Doğramacı'yı hatırlıyorum: Hacettepe Çocuk Hastanesi'ni kurdu. Ondan sonra fakülte olmak istedi. Bizim Ankara Üniversitesi'nin Tıp Fakültesi varken, ikinci bir fakülte nasıl olacak?.. Üniversitede biraz istemedi bu işi ama, Doğramacı hızlı bir insan; gitti ilgililerle konuştu. Kendi doktorlarına dedi ki: "Her biriniz bir milletvekilini markaja alıp, marke edip işinizi halledin!.." Tıp fakültesini çıkarttı, aynı üniversite içerisinde iki tane tıp fakültesi oldu. O merhalede de durmadı, onun için yeterli değildi. Bu sefer yine milletvekillerinin hepsini ikna etti. Hepsini ikna ettikten sonra da bu sefer Hacettepe Üniversitesi'ni kurdu. Çatır çatır hem de... İtiraz edenler baktılar kaldılar. Hacettepe Üniversitesi'ni kurdu; o da ona yetmedi. Ondan sonra, bütün üniversitelere sahip olan bir mekanizma YÖK' ü kurdu. Bütün ülkeye, onun bilimsel hayatına hakim olacak bir makama oturdu.

348

Yâni Amerika böyle çalışıyor, parayla her işini hallediyor. Japonya onun istilası altında... Filânca yer onun hegemonyası altında... Ama parayla, teknik şeylerle işini hallediyor. Onun için yapılacak şeyleri siz de düşünün, tedbirlerini düşünün, çaresini düşünün; nasıl yapmak gerekiyorsa öyle yapın!..

Almanya da Doğu Almanya'yı Ruslardan satın almıştır. Harpsiz satın almıştır. Çalışmıştır, ekonomisini güçlendirmiştir; nefesi açlıktan kokan Ruslara, şu kadar milyarı köpeğe yem atar gibi, et atar gibi, leş atar gibi atmıştır; "Hadi bakalım, siz buradan çekilin!" demiştir. Ve o kadar parayı alan Rusya, Doğu Almanya'yı bırakıp gitmiştir. Gözümüzün önünde cereyan eden bir olay... Daha başka bir olay, --belki dikkatinizi çekmiştir belki duymadınız-- Urallar'da bir Alman Cumhuriyeti var, şu anda Rusya'nın içinde. Müstakil bir cumhuriyet... Almanya, zamanında oraya esir olarak gitmiş başka Almanları yine organize etti ve hristiyanlık propagandası yapıyor onlar oralarda... Ayrıca da bir devlet kurdular ve bizimkiler gibi yarım yamalak hür filân değil, Almanya takipçisi... Gayet serbest bir şekilde Rusya'nın içinde bir ada daha kazandı. Yâni Almanya, geçtiğimiz şu üç beş yıl içinde Doğu Almanya'yı kazandı, Rusya içinde bir devlet daha kazandı. Yâni, iki büyük adım atmış durumda... Ayrıca AT içinde durumunu çok kuvvetlendirdi. Komşu ülkeleri de yutmak üzere... Yâni, Alman imparatorluğunu kurma çalışması içerisinde.

349

Şimdi zaten politikacılar diyor ki: Bu asır, eski politik dengelere dönme teâmülü gösteriyor. Eskiden bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vardı. Şimdi gene öyle bir imparatorluk kurulacak. Türkiye'nin üzerine de, "Sen de eski Osmanlı İmparatorluğu'nu kur!" diye şartlar öyle geliyorlar. Yâni çevre şartları bize, "Sen de Osmanlı İmparatorluğu'nu kur!" diye geliyor. Ama bizimkiler o kadar hazırlıksız yakalandılar ki: "Estağfirullah istemem!" falan diye diretiyorlar. Böyle utangaç bir gelin gibi, kız gibi. "Hayır istemem, teşekkür ederim sizin olsun!" filân gibilerden... Olmaz!.. Yâni önümüze gelen bu fırsat, aynı zamanda dinimize bir hizmet fırsatıdır. İmanımızın gereği olan çalışmaları yapma fırsatıdır. Elimizdeki bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Değerlendirmek kadro ile olur. Kadroların şuurlu, bilgin insanlar olmasıyla olur.

Onun için kendi aranızda organize olun!.. İstikbale bu gözle bakın, çevrenize bu gözle bakın!.. Projelerinizi Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde küçük projeler olarak düşünmeyin!.. Ortadoğu sizindir, Kuzey Afrika sizindir, hatta Afrika'nın tamamı sizindir... Asya'nın büyük bir kısmı sizindir... Güneydoğu Asya sizindir, Endonezya sizindir... Avrupa'nın bir kısmı sizindir. Ve eğer biz Allah'ın razı olduğu, Allah'ın dinini yayma --i'lâyı kelimetullah-- için çalışmayı güzel yapabilirsek, Amerika da bizimdir... Dünya hakimiyeti müslümanlarındır!..

350

O bakımdan lütfen üç kuruşluk maaş için çalışan basit insanlar olmayın!.. Bu idealleri unutmayın!.. Bundan belki daha güzellerini siz düşünebilirsiniz. Hayallerinizi bir kere de serbest çalıştırın!.. Yâni bir sanatkâr gibi, bir ressam gibi, çizeceğiniz tablolara bir kayıt tanımadan, içinizi, arzularınızı dışarıya bir kere çizgilerle bir dökün!.. Nasıl bir dünya istiyorsunuz?..

Ben benim çalışma odama koca bir Dünya haritası astım. Yâni, üç adam boyunda eni olan, iki adam boyunda yüksekliği olan koca bir Dünya haritası... Kusura bakmayın, şimdilik Dünya haritası asıyorum, feza haritası asamıyorum. İnşaallah beş on sene geçerse, artık Dünya haritasını indirip feza haritasını koyarız inşaallah oraya... Fezaya uygun hedeflerle düşünmeliyiz, düşünebiliriz. Veya ona göre inşaallah düşünecek şartları Allah bize ihsan eder.

Bir palavracı şair demiş, güyâ kahramanlık yapıyor:

Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hürriyyet;
Çalış idraki kaldır muktedirsen, âdemiyetten!..

"Zulmederek, zalimlik yaparak hürriyeti imha etmek mümkün değildir. Ne mümkün, mümkün olur mu hiç? Mümkün değildir. Eğer sen yapabilirsen çalış da, düşünme kabiliyetini insanların kafalarından al bakalım!.. Alamazsın, onun için hürriyetini imha edemezsin!" diye palavra atıyor. Güya hürriyet için mücadele ederken, devleti yıkma çalışması yaptığının farkında olmayan bir sarhoş... Madem idraki durdurmak mümkün değil, kaldırmak mümkün değil; o halde idrakinizi, hayalinizi İslâm için olabildiğine genişliğine çalıştırın!..

351

İnsanın kıymeti, himmeti kadardır. Yâni hayalinden, arzusundan geçen hizmet alanı kadardır. Ne kadar yere hizmet etmek istiyorsanız, kıymetiniz o kadardır. Ne kadar büyük işler yapmak istiyorsanız, büyüklüğünüz o kadardır.

Allah himmetinizi alî eylesin... Zihninizi açık eylesin. Pazunuzu kuvvetli eylesin... Birlik ve beraberliğinizi sağlam eylesin... Hayırlı hizmetler yapmayı nasib eylesin... Rızasını kazanmayı nasib eylesin... İki cihan saadetine ermenizi nasib eylesin...

Bu kadar söz zaten arife çoktan yeter de artar bile. Fakat kısaca özetlemek gerekirse:

1-İslâm'ı öğrenin!..

2-Müslümanların hal-i pür melâlini iyi öğrenin, tedkik edin!..

3-Müslümanların halini daha iyiye getirmek için neler yapabileceğinizi, projelerinizi zihninizde serbest olarak oluşturun; kâğıtlara, kitaplara, satırlara dökün!..

4-Tek başınıza yapamayacağınız işleri beraber yapmak için organizasyonlar kurun, dernekler kurun!.

5-Mâlî bakımdan güçlü olmak için küçük sermayelerinizi birleştirin, şirketler kurun!.. Meselâ Deva Holding; doktor, eczacı, veterinerler böyle bir şey kurmuşlar, küçük paralarla. Batsa bile, bundan büyük bir zarar görmezler. Böyle müesseseler kurun!..

352

6-Parayı Allah yolunda kullanın!.. Parayla ülke alınabiliyor, cihadda zafer kazanılabiliyor, güzel sonuçlar alınabiliyor, fakirlerin yüzü güldürülebiliyor.

(Zâlike fadlullahi yü'tîhî men yeşâ') "Allah'ın insanlara verdiği bir özel ikrâm!" Yâni, hem ibadet eder, hem zengin olur, hem çalışırsa ötekilerinin erişemeyeceği kadar yüksek sevaplar kazanması mümkün oluyor.

Allah hayırlara muvaffak eylesin... Hakkı, hak olarak görüp uymayı; bâtılı, bâtıl olarak görüp ondan korunmayı, ömrünüzü verimli geçirmeyi, hayırlı uzun ömürle muammer olmayı, iki cihanda bahtiyar olmayı nasib eylesin...

Bi hürmet-i esrar-i Sûretil Fâtiha!.

15 Mayıs 1992 İSTANBUL

353

İLETİŞİM VE MEŞVERET

Bizi yaşatan, yaradan, türlü nimetlerine ihsanlarına, ikramlarına mazhar eden; nimetlerin en büyüğü olan İslâm nimeti ile, iman şerefiyle şerefyâb eyleyen; ve peygamberlerin en kerimi olan, Allah'ın en sevgili kulu olan, ahir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ'ya ümmet eyleyen; ümmetlerin en şereflisine mensub eyleyen; lütfunu, ihsanını her anda üzerimizde dâim eyleyen Rabbımıza sonsuz hamd ü senâlar olsun. Onun alemlere rahmet olarak gönderdiği insanlığa rehber eylediği, elçisi Muhammed-i Mustafâ'sına sonsuz salât ü selâmlarımızı arz ederiz.

Bu mübarek günde böyle güzel bir toplantıyı tertib edenlere, bunun için günlerdir çalışıp zahmet çekenlere; zahmetleri rahmet-i ilâhîye ermelerine vesîle olsun der ve bu toplantılarına bizi de davet ettikleri için teşekkürlerimizi arz ederim.

Nüfusun --Allah'ın sayısız hikmetlerinden biri olarak-- takriben yarısını hanımlar teşkil ediyor. Hanımların en muhteremi, Hz. Adem atamızın zevce-i tâhiresi Havva vâlidemiz... Bizim yanımızda bundan sonra en kıymetlileri, Peygamber SAV Efendimiz'in zevcât-ı tahirâtı... Onlardan sonra, sebebi hayatımız olan annelerimiz --Hayatta olanlara Allah sıhhat afiyet ihsan eylesin, vefat edenleri rahmetine gark eylesin, yüksek makamlar cümlesine ihsan eylesin-- ve çocuklarımızın anneleri, eşlerimiz... Ve gözümüzün bebeği evlâtlarımızın bir kısmı, kızlarımız... Veya kardeşlerimizin evlâtları olan; yakınlarımızın, dindaşlarımızın evlâtları olan bacılar, kardeşler... Yâni bütün bu saydıklarımızın hepsi, bu kimselere ne kadar hürmet etmemiz gerektiğini gösteren hususlar... Kimisi annemiz, kimisi eşimiz, kimisi kardeşimiz ve nüfusun yarısı...

354

Biz İslâmî çalışma yolunda, bu yarı nüfusun, Allah'ın dinine hizmet etmek isteyen öbür yarı nüfusun yanında, aktif olmasını arzu eyledik. Pasif olduğunu görüp üzüldük. Bizim erişemeyeceğimiz sahalarda, bizim yapamayacağımız bazı dini hizmetleri, Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik bir takım çalışmaları, ve biz yapamadığımız için boş kalan bir takım sahaları onların doldurabileceğini; hanımlık şerefini muhafaza ederek, İslâm'ın tesettürünü, tesettürle ilgili emirlerini koruyarak, hanımlık izzetine gölge düşürmeden hizmetler yapabileceğini düşündük ve kardeşlerimize bu fikirlerimizi açtık... Bu hususta onları teşvik eyledik; onların da çalışmaları gerektiğini, onların da hizmetlerinin Ümmet-i Muhammed'e çok faydalı olacağını hatırlattık... Onlardan müsbet bir yaklaşım gördük, teveccüh gördük, hüsn-ü kabul gördük. Ve bugün Türkiye'de birçok nezih, temiz, pak, asil hizmet yapan kadın dernekleri böylece teşekkül eyledi. Hanımların kurduğu, hanımca hizmetleri götüren, hanımların yapabileceği çalışmaları yapan; çocukların eğitimine yönelik, hanımların yetişmesine yönelik dernekler meydana geldi. Biz bu derneklerin her toplulukta; yâni il, ilçe, bucak, belde, köy, mezraa... hizmetler yapılan her yerde; yâni cami ve camia olan her yerde kurulmasını temennî ederiz.

355

Erkek kardeşlerimizden ve hanım kardeşlerimizden bu çalışmalara katkıda bulunmalarını rica ederiz, temennî ederiz, onları teşvik ederiz; çünkü, hakikaten yapılacak hizmetler çok fazla ve iş bölümü şart... Bir takım hizmetleri bütün güçlerine rağmen erkeklerin yapması mümkün değil; çünkü, hanımlarla ilgi ve iletişim, beraber olmak ve onlara hitab edebilmek mümkün değil. O bakımdan bu derneklerin çoğalmasını temennî ediyoruz.

Bu derneklerimizin bugüne kadar parmaklarımızı ısırtan, bizi sevindiren, memnun eden güzel İslâmî faaliyetleri oldu. Bu salonlar da o faaliyetleri geçtiğimiz yıllarda gördü. Başka yerlerde de bu toplantılar yapıldı. Allah hepsinden razı olsun... Derginin bir sayısında da yazmıştım; biz "Kadın ve Aile" dergisini onlar için çıkartıyoruz. Daha doğrusu, onların çıkartması için şartları hazırladık, onlar çıkartıyorlar, hanımlar çıkartıyorlar. Çünkü, "Hanımların meselelerini, en iyi hanımlar bilir." diye düşündük ve yönetimini, yazıların tercihini, hazırlanmasını --külfeti erkeklerde kalmak şekliyle-- hanımlara devrettik; daha kadınca olsun, daha asaletli olsun diye. Bu derginin bir sayısında da üniversitedeyken okumuş olduğum Farsça bir menkıbe vardı, onu yazdım. Burada da anlatmayı bu münasebetle uygun görüyorum:

356

Meşhur Sultan Gazneli Mahmud, Hindistan'ı fetheylemiş, iftihar edeceğimiz çalışmalar yapmış, büyük bir devlet kurmuş; fakat, bugünkü Tahran'ın yakınında bulunan Rey şehri henüz hükmü altında değil. Rey şehrinin hakimi vefat etmiş, yerine bir küçük çocuk tahta oturmuş ama, henüz sabâvette, çocukluk çağında olduğu için, yönetim annesinin elinde... Okuduğum metin diyor ki, afîfe ü zâhide; yâni iffetli, âbid ve zâhid bir yaşlı hanımın elinde. Rey şehrinin yönetimi böyle bir hatunun elinde. Çocuğun annesi, çocuk küçük olduğu için fiilen yönetime nezaret ediyor.

Sultan Mahmud haber göndermiş, demiş ki: "Sikkeyi, parayı benim adıma bassın, hutbeleri de benim adıma okutsun!.." Bu ikisi hakimiyet alâmeti; para hakim olan sultanın adına basılacak, hutbe de ona dua edilerek onun namına olacak ki, hakimiyetin ifadesi bu... Böyle bir mektup yazmış. Cevap güzel olduğu için, teşvikkâr olduğu için burada anlatıyorum. "Ya böyle sikkeyi benim namıma basar, hutbeyi benim namıma okutursun; ya da gelirim Rey şehrini alt üst ederim, taş üstünde taş bırakmam, yakarım yıkarım!" diye tehdit eylemiş. Bu hatun cevap veriyor. Cevabında besmele, hamdele, salâtü selâm vs.den sonra diyor ki:

357

"Ey Sultan Mahmud, böyle bir mektup yazmışsın. Allah şahidim olsun ki, eğer ordunu toplayıp da benimle şavaşmaya gelirsen, ben de seninle çarpışırım, kaçmam senden... İki şey olabilir: Ya senin ordun muhtemelen beni yener; çünkü, kuvvetli bir ordun var, büyük bir sultansın. Ama, bu sana bir şan kazandırmaz, 'Sultan Mahmud bir ihtiyar acuzeyi yenmiş.' derler; bundan ne olacak?.. Ama ikinci ihtimal, ya ben seni yenersem; o zaman, 'Sultan Mahmud, koca sultan, bir acuzeye yenilmiş!' derler. O zaman mahvolursun, perişan olursun!.." diyor. Sultan Mahmud okumuş mektubu; hoşuna gitmiş, gülmüş ve "Peki nasıl isterlerse öyle yapsınlar" diye müsaade eylemiş. Yâni diyor ki, "Arslanın erkeği olduğu gibi, dişisi de olur. Gelirsen çarpışırım; ya yenerim, ya da yenilirim ama, öyle kuru gürültüye pabuç bırakmam!" O hoşuma gitmişti.

Şimdi bu dernekler, kuruldu ve çalışıyor. Fakat, derneklerle beraber, organizasyonlarla beraber gelen bir büyük mesele daha var. O da iletişim, enformasyon, irtibat, haberleşme, birbirleriyle koordinasyon, bilgilerin tebadülü, alışverişi, yardımlaşmanın sağlanması... Organizasyonlar tek tek olursa hizmeti başka türlü, bir arada olursa daha başka türlü olur. O bakımdan, bu toplantıyı yapmışlar. Yâni "Nedir amacınız?" diye sordum, bu mübarek hatunlara... Dediler ki "Bizim, Türkiye'nin muhtelif illerine yayılmış olan kadın derneklerimizin arasındaki irtibatı, dayanışmayı, muhabbeti, tanışmayı, yardımlaşmayı, işbirliğini sağlamak." Bu toplantının amaçlarından birisi bu...Tabi bu çok modern, çok güzel bir anlayış. Bize de bu münasebetle, burada size karşı "İletişim ve Meşveret" konusunda konuşma yapmamızı uygun görmüşler. Ben de buraya gelince öğrendim konuyu. Memnun oldum, onun üzerine konuşuyorum. Allah çalışmalarında Ümmet-i Muhammed için çok büyük faydalar hasıl eylesin, başarılı eylesin... Kendileri için, hanımlar arasında İslâm'ın öğrenilmesi için, yaşanması için; çocukların müslüman yetişmeleri için, toplumun müslüman olması için, İslâm toplumu olabilmesi için gayretlerini ziyade eylesin... Himmetlerini, hizmetlerini kabul eylesin... Kendilerine dünyada, ahirette yüzaklığı ihsan eylesin, büyük dereceler bahşeylesin...

358

Kur'an-ı Kerim'de bir Ayet-i Kerime'de buyuruluyor ki:

(Bismillahirrahmanirrahim. Küntüm hayra ümmetin, uhricet linnâsi, te'murûne bil-ma'rûfi ve tenhevne anil münker) "Hayr" kelimesi Arapça'da ism-i tafdil manâsınadır. "Hayra ümmetin" demek, yâni "En hayırlı ümmetsiniz" demekdir. Çeşitli ümmetler var, çeşitli topluluklar var, insan grupları var, tarihte ve muasır zamanda, yaşanan zamanda. Çeşitli gruplar var ama, bunların en hayırlısı, Ümmet-i Muhammed'dir (SAV). Ayet-i kerime ile sabittir. Allah-u Teâlâ Hazretlerinin beyanıyla tesbit edilmiş bir şereftir. Ümmetlerin en hayırlısıyız. Onun için hamd ü senâlar ediyoruz, onun için şükürler ediyoruz Rabbimize... Bizi başka ümmetlerden eylememiş, Ümmet-i Muhammed'den eylemiş.

Tabii, bu bir mazhariyet ama, herkese açık olan bir kapı... Çünkü, Peygamber Efendimizin devr-i Muhammedîsinin açılmasından sonra bütün insanların ya hükmen ya fiilen, ya bilkuvve ya bilfiil, ya hakikaten, ya da imkân olarak Ümmet-i Muhammed'den olma şansı vardır, imkânı vardır. Eğer,

359

"Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" derse fiilen Ümmet-i Muhammed'den olur. Bütün eski ümmetlerin bunu demesi lâzım ve bu bayrağın altına gelmesi lâzım. Bu dairenin içine adımını atması lâzım. Bu kurtuluş gemisine binmesi lâzım.

Peygamber Efendimiz yeminle bildiriyor ki "Vallahi Musa AS, zamanımda var olsaydı, sağ olsaydı bana ittiba ederdi." İsa AS da öyle, öbür peygamberler de öyle... O halde,

"Lâ ilâhe illallah, muhammedün rasülullah" diyenlerin hepsi bilfiil, hakikaten, gerçekten, Peygamber Efendimizin ümmetindendir. Ötekiler de bilkuvve Ümmet-i Muhammed'den olma şansına sahiptir. Ellerinde o imkan vardır. Bunu kabul ederlerse; kurtulurlar, dünya ve ahiret saadetine ererler. Kabul etmezlerse; İslâm bütün eski dinleri neshetmiş olduğu için, eski bir akideye bağlı olmak onları kurtarmaz. Zaten eskidiği için kurtarıcı vasfı kalmadığı için, Allah İslâm'ı getirmiştir.

Uğur Dündar bize haber göndermiş, "İslâm'da Reform" konusunda bir açık oturum yapmak istiyormuş, bizi davet eylemiş. Ben dedim ki: "Böyle seçilmiş konulara katılmak istemem. Kendim konu seçmek isterim." Çünkü konuların seçilmesinde de güzellikler varken, bunun yerine sabotajlar veya tehlikeler olabilir. Güzel konuları seçmek, önemli konuları seçmek varken, başka konuları seçmek olmaz. Ama burada şunu söyleyeyim ki, İslâm'ın kendisi zaten reformdur. Dinler sahasında İslâm reformdur. Çünkü öbür dinler deforme olmuştur da, İslâm reform için gelmiştir. İslâm Allah tarafından, dinlerin reforme edilmesi için geldiğinden, İslâm'ın içinde insanların bir değişiklik yapmaya da hakkı ve selahiyeti yoktur. Çünkü bu dinin vazıı, kurucusu, koyucusu bizzat Allah-u Tealâ Hazretleridir. Muhammed-i Mustafâ SAV, onun elçisidir, sözcüsüdür. Hüküm Allah'ındır, Allah'ın hükmünü değiştirmeye kul selâhiyetli değildir. Onun için İslâm'da reform olmaz. Din sahasındaki reformu zaten İslâm yapmıştır. Yanlışları düzeltmiş, doğruyu söylemiştir.

360
361 ilâ 380. sayfalar
©2024 Kotku Enstitüsü v2.7.2