• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tebliğ ve İrşad Çalışmaları
  • /
  • 41 ilâ 60. sayfalar
21 ilâ 40. sayfalar

Rusya çok sağlam yapıda değildir. Rusya bu zulmü götürecek kuvvetli şahısların elinde değildir. Rusyanın içinde Tataristan ve diğer özerk cumhuriyetler var... Oralarda eninde sonunda ya harp veya baskı yoluyla üzerindeki Rus zulmünü itecekler. Rusya kafasını değiştirmez, ileriye dönük büyük fedakarlıklar yapmazsa zorla belli bir çizgiye gelmesi sağlanacaktır.

Rusyanın bu zulmü ileriye dönük çok istikrarlı görünmüyor. Kafkas savaşı yıpratacaktır onu... Afgan savaşını durdurmaktan elde ettiği avantajı tekrar kaybedecektir. Rusya federasyonu içinde yeni karışıklıklar olabilecektir diye düşünüyorum. Temenni de ediyorum, çünkü zulüm ve haksızlık vardır. Halkların isteklerine saygı gösterme zamanı gelmiştir. Hak yerini bulsun diye temenni ediyorum. Zulüm sonunda mutlaka felaket getirir. Hadis-i Şeriftir. El adlü esasül mülk yani egemenliğin temeli adalettir. Adalet olmazsa egemenlik devam etmez, sonunda çöker.

--Efendim, sizin Türkiye dışında da hizmetleriniz var mı?

--Türkiye dışında oralara gitmiş olan kardeşlerimizin yürüttüğü faaliyetlerimiz var. Meselâ Avustralya'ya gitmişlerdir. Benim İlahiyat Fakültesinden talebem olan bir takım hocalar da gitmiştir. Onlar muhtelif şehirlerde bazı dini grupların hizmetlerini yüklenmiş ve götürüyorlar. Orada bir takım güzel faaliyetler var. Meselâ Sidney'de bir cami yapmışlar, Mehmed Zahid Kotku Dergâhı kurmuşlar. Beni misafir ettiler. Grafton şehrinde de cami yapmak için faaliyetleri var. Vakıfları dernekleri var.

41

Muhtelif Avrupa ülkelerinde kardeşlerimizin çalışmaları var. İşçi olarak gitmişler. Çeşitli camiler kurmuşlar. O camilerde dini hizmetleri götüren kardeşlerimiz vardır. Muhtelif şehirlerde ve muhtelif Avrupa ülkelerinde. Meselâ İsveç'te, Danimarka'da, Almanya'da, Hollanda'da çok sayıda kardeşlerimiz var... Ziyaret ettim. Fransa'da, İngiltere'de, Amerika'da var. İslâm'ın bütün cihanın halklarına tebliğ edilmesi, duyurulması lâzımdır.

Peygamber SAS Efendimiz hayatında bütün imkânları kullanmıştır. Meselâ çevre ülkelere elçiler göndermiştir. Meselâ Sâsâni, Bizans ve Habeş imparatorlarına, Bahreyn ve Mısır hükümdarlarına elçi göndermiştir. İslâm'ı anlatmıştır, İslâm'a davet etmiştir. O zaman için, o zamanın imkânlarıyla, insanı hayretler içinde bırakacak genişliğe İslâm'ı tebliğ etmiştir. Bizim de onun ümmeti olarak bu işi devam ettirmemiz gerekir. Dünya artık kolayca ulaşılabilen, insanların birbiriyle kolayca buluşabileceği, fikirlerini söyleyebileceği noktaya doğru gitmektedir.

--Efendim, diğer ülkelerin insanlarına İslâm'ı anlatmakta bir zorlukla karşılaşılıyor mu?

42

--Aramızda en büyük engeli ben lisan olarak görüyorum. Meselâ Avustralya'da cuma namazını Goldkost'ta bir camide kılalım dedik. Orada cemaatte başka ülkelerden müslümanlar da vardır diye, bir kardeşimiz hutbeyi İngilizce olarak okudu. O kadar akıcı o kadar tatlı; bizim heyecanla zevkle dinlediğimiz, cemaati coşturan üslupta çok güzel bir hutbe okudu. Buradan şunu anlıyoruz ki dünyada başka milletlerin konuştuğu dillerle çalışmalar yaptığımız zaman faydalı olacaktır. Hiç olmazsa önce yaygın olan dillerle.

Avustralya'da Yunan asıllı, hristiyan iken Müslüman olmuş, bize intisab etmiş kimseler var... Güney Amerika'dan, Avustralya'dan İngiliz asıllı kardeşlerimiz var... Meseleleri anlattığımız zaman kabul ediyorlar. Benim tanıdığım tıp doktoru olan bir Budist vardı, müslüman oldu; şimdi İslâm teşkilâtının içinde bir de aktif görev aldı.

Singapur'da bindiğimiz taksinin şoförü budistmiş. Buda'nın heykelini koymuş taksinin önüne... Beraber seyahat ettiğimiz kardeşimizin İngilizcesi güzeldi. Dedi ki:

43

"--Bu ne?.."

"--Buda'nın heykeli..."

"--Nereden aldın?.."

"--Çarşıdan..."

"--Kim yaptı?.."

"--Birisi yaptı."

"--Elle yapılan şeye tapılır mı?.." dedi.

Güzel şeyler anlattı. Sonunda o şahıs, siz haklısınız dedi. Demek ki biraz daha uğraşsak olacak.

Ben bu çalışmayı yapabilmek için fakültede hoca iken şöyle bir şey düşündüm. Diyordum ki:

"--İçinizden her biriniz bir ülkeyi kendisine ilgi ülkesi olarak seçsin. Meselâ, ben Brezilya'yı seçiyorum; Peru'yu, Meksika'yı, Kanada'yı, İspanya'yı, Güney Afrika'yı seçiyorum desin. O ülkenin dilini, tarihini, aktüalitesini öğrensin. O ülkeyi ziyarete gitsin. O ülkeden dostlar edinsin. Hatta belki orada iyi bir müslüman bulursa, onunla evlensin. Akrabalık tesis etsin ve orada İslâmı anlatacak bir köprü kurulmuş olsun!"

Bunu söylediğim zamandan itibaren 10-15 yıl geçmiştir. Bunu düşünerek hareket etmiş kardeşlerimiz vardır. Evliliğini dışardan yapmış kardeşlerimiz vardır. Malezya'dan, şurdan, burdan evlenmiş kimseler vardır. Bunlar meyve vermeğe başladığı zaman durum daha iyi olacak.

44

Avustralya, Türkiye'ye çok uzak bir ülke... Ben Türkiye'ye daha yakın yerleri düşünüyorum. Bir kere Orta Asya'yı düşünüyorum. Orta Asya için kardeşlerimi teşvik ettim. Bir kere alfabeyi ve dilleri öğrenin dedim. Misal olarak söylüyorum, bir doktor kardeşimiz bu tavsiyemi o kadar güzel benimsedi ki, Özbekçe'yi öğrendi, Özbekçe gramer kitabı yazdı; geçen sene ramazanda Özbekistan'a gitti, vaaz etti.

Orta Asya ülkeleri çok önemli ve çok kalabalık yerler; oralarla ilgi kurmamız lâzım!.. Endonezya 190 milyonluk bir nüfusa sahip; oralarla ilgimizin olması lâzım!.. Afrika ile, Güney Amerika ile ilgimizin olması lâzım!..

Şahsen ben birkaç sene önce Amerika'ya gittim. "Amerika'da nasıl İslâmi faaliyetler yaparız?" diye... İslâmi faaliyetler zaten var da, "Biz nasıl girebiliriz bu faaliyetlerin içine?" diye, o çalışmaları yaptım.

Dış ülkelerde bu tip çalışmalar yapılırsa bunun Türkiye'ye de fayda getireceği kanaatindeyim. Çünkü oradan buraya haber akacak, ekonomik ilişkilere canlılık getirecek, Türkiye kültürel zenginlik kazanacak ve içe kapalı olmaktan kurtulacak; bütün dünya ile ilgili modern bir ülke haline gelecek. Türkiye bu noktaya doğru gidiyor.

45

--Efendim dünya her geçen gün dine daha fazla sarılıyor. Bazıları ise İslâm'dan korkuyor.

--Bizdeki insanlar İslâm'dan korkmuyor. İslâmdan korkan Avrupa, bizdeki bazı insanları kullanıyor. Çünkü Avrupa ile müslümanlar yüzyıllar boyu karşı karşıya gelmişler, aralarında rekabet var. Onların dinleri modası geçmiş ve bozulmuş olduğu için --ama teşkilatları kuvvetli-- İslâm'la boy ölçüşecek durumda değil... Onların dinlerinin mensupları, dinlerini elden bırakmak istemiyorlar, İslâm da bastırıyor. Onlar da müslümanların bastırmasını engellemek için müslümanları zarara uğratmaya ve İslâm'ı doğduğu yerde boğmaya çalışıyorlar. Aracı kullanıyorlar, özel okulları kullanıyorlar.

Bakın Türkiye'de misyonerlerin kurduğu ve işlettiği bir sürü özel okul var... Cizvit tarikatı, Fransisken tarikatı, bilmem ne tarikatı hristiyanlık amaçlı okullar işletiyor. Yetiştirdikleri insanlar içinde onların ilkelerine inanmış kimseler var... Bir de gittikleri İslâm ülkelerinde gayrimüslim azınlıkları organize etmeğe çalışıyorlar. Lübnan'a gittiler, hristiyanları organize ettiler; Mısır'a gittiler, hristiyanları organize ettiler; İran'a gittiler, ateşperestleri organize ettiler... Hangi ülkeye gitmişlerse, o ülkedeki anti-islâm güçleri organize etmeye çalışıyorlar. Onların menfaatlerini ortaya atıp, onlara destek verip bir çalışma yapıyorlar.

46

Türkiye'de perdenin arkasında gayrimüslimlerin, emperyalizmin, Avrupa devletlerinin faaliyetleri var... Ben hatırlıyorum, geçtiğimiz senelerde Rusya'nın Türkiye için bir günde harcadığı para muazzam rakamlara ulaşıyordu. Yazarlara ve yayınlara, müesseselere para vererek Türkiye'de bir şeyler yapmak isteyen dış güçler vardır. Faaliyetlerle biraz ortada görünüyor ama, bunlar yeterli olmayacaktır. Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar ama, onlar istemeseler de Allah nurunu devam ettirecektir, tamamlayacaktır.

--Günümüzdeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

--Onlar bir yekün tutmuyor ama basın var, İslâmî gazeteler, radyolar, televizyonlar var... En çok dinlenilen, seyredilen ve okunan onlardır. Yaygın olarak onlar tesir ediyor. Okul yirmi sene sonra mahsûl verir. Bir insanı yetiştireceksiniz, büyüyecek, hayata atılacak, sonra da meyva verecek... Şimdiki meyvalar, daha acil çalışmalardan...

--Efendim, son olarak tavsiyeleriniz nedir?

--Ben bütün insanları İslâm'ın hizmetlileri olarak görüyorum. Bütün insanların vazifesi Allah'ın dinine hizmettir. Öteki meslekler talîdir. Sanmayın ki, İslâm sadece başında sarık, sırtında cübbe olan insanların omuzuna yüklenmiştir. Bu yanlış bir kanaattir. Her müslümanın İslâm için yapması gereken şeyler vardır. Ve bu, asıl vazifedir. Kendisinin bütün özel faaliyetlerinden önce gelir. Bütün faaaliyetlerin ona göre ayarlanması lâzım!.. Bütün faaliyetlerin altından İslâm'a hizmet çıkarılması lâzım!.. Bütün müslümanlar bu şuura erdiği zaman durum daha iyi olacaktır.

3. 2. 1995 - Türkiye Gazetesi

47

KÖTÜLÜĞÜ ENGELLEME GÖREVİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizi, sevdiklerinizle beraber iki cihanın her türlü hayırlarına sahip ve mazhar eylesin...

Peygamber SAS Efendimiz'in bir veya iki hadis-i şerifini açıklamak istiyorum: Peygamber SAS Efendimiz Cerîr RA'ın rivayet ettiği, İbn-i Ebid Dünyâ'nın kaydettiği bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

(Eyyü mâ kavmin umile fîhim bil meâsî hüm eazzü ve ekser, lem yugayyirû illâ ammehümullahu biikàbihî) Sadaka rasûlüllah.

Sosyal bir konuyu, cemaatle ilgili bir meseleyi anlatan bir hadis-i şerif... Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz: "Herhangi bir kavim ki, içinde kötülükler, günahlar, isyanlar icra olunuyor da; onlar daha çok olduğu halde, daha izzetli, kuvvetli oldukları halde, o isyanları durdurmuyorlar, o kötülükleri, günahları engellemiyorlarsa, muhakkak Allah-u Teâlâ Hazretleri azabını hepsine birden şâmil eder." Yâni, sadece isyanı yapan, günahı işleyenleri değil; isyana sessiz kalanları, aldırmayanları da ikàbına maruz bırakır, cezasını onlara da şâmil kılar, hepsini birden cezalandırır demek...

48

Sadaka Rasûlüllah, Rasûlüllah doğru söylemiştir, ne kadar güzel söylemiştir. İslâm, ferdin kendi hayatına önem verdiği kadar, topluluk hayatına da çok büyük önem veriyor, değer veriyor ve o konuda da nizam getiriyor, ölçü getiriyor, kàide getiriyor, esasları ve usülleri koyuyor.

Şimdi, insanlar şahsen günah işlemeyecekler, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin yapma dediği, yasak ettiği kötülükleri yapmayacaklar. İslâm'ın emirleri ana ölçü olarak beş esası ihtiva ediyor, beş ana hedefe yönelmiş bulunuyor. Bu ana hedeflerden birisi de, toplumun ıslahıdır.

--İslâm dini acaba sadece ferdin dini midir, sadece fertle mi ilgilidir?.. Hani;

Din bir duygu, ona kimse ilişmez,
Lâikliği ben böylece bileyim.

diye şiirler okuturlardı okullarda... Din ferdî bir duygu mudur; sadece fertle, ferdin ruhî hayatıyla mı ilgileniyor?..

--Hayır, bizim dinimiz öyle değil!.. Bizim dinimiz fertle de ilgileniyor, onun ruhuyla da, kalbiyle de ilgileniyor, imanıyla da ilgileniyor... Hareketleriyle de ilgileniyor, toplumla da ilgileniyor. Hattâ toplumun devamı için, nesille ilgileniyor... Hattâ insanların malları ve mülkleriyle ilgileniyor. Malın mülkün telef edilmemesini, zarara uğratılmamasını da, esaslar koyarak gösteriyor.

49

İslâm'ın ana hedeflerinden birisi toplumdur. Emirlerindeki ve yasaklarındaki amaçlardan bir tanesi, toplumun menfaatlerini gözetmek, korumak, kollamaktır. O halde İslâm, aynı zamanda sosyal yönü çok çok kuvvetli olan bir din olarak karşımızdadır.

Bugünkü toplumlarda, hattâ sosyal toplum denilen, Batılıların kendi kendilerine, "İşte biz halkı, toplumu düşünüyoruz, toplumun menfaatlerine önem veriyoruz." diye kurdukları usüllerle yönetilen toplumlarda; veya ferdi ve hürriyetleri toplum için feda etmiş olan komünist toplumlarda bile, nihayet insanların şahsî durumlarıyla ilgilenilmez, onların işledikleri kusurlar ve günahlarla ilgili bir şey söylenmez. Evinde insan ne yaparsa yapar. İsterse herkes için hoş olmayan bir şeyi de yapsa, kimse karışamaz. Çünkü kendisinin evidir deniliyor. İslâm öyle değil...

İslâm insanın kendisiyle, toplumuyla, eviyle, ruhî hayatıyla, aklıyla, kalbiyle her şeyiyle uğraşıyor. İslâm'da bir insan, "Bu benim malımdır, istediğim gibi kırarım, dökerim, yakarım, yıkarım!" da diyemez. Kendi malı olduğu halde, kendi malına telef vermeğe hakkı yoktur. Verdiği takdirde, kadı onu da cezalandırabilir.

50

İslâm'ın bu ana yapısı çok güzel bir yapı, çok muhteşem bir yapı... Bütün beşerî nizamlarla mukayese edilemeyecek kadar, onlardan üstün olan olan bir karakteri bu dinimizin... Elhamdü lillâh ki, Allah bizi müslüman yaratmış.

Şimdi, insan şahsen günah işlemeyecek, günahlardan, haramlardan sakınacak. Ferdî olarak, öz hayatında, hiç kimsenin olmadığı bir yerde, dağın başında, veya bir odanın içinde, veya karanlık bir gecede; kimsenin görmesi ve ilgilenmesi mümkün olmayan bir yerde bile, Allah'a karşı, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek hareket edecek. Allah'ın kendisini gördüğünü bilmesi, o edebe riayet etmesi çok yüksek bir makamdır İslâm'da... Buna makàm-ı ihsân diyoruz. Yâni ibadeti en güzel derecede yapmak makamıdır; çok güzel...

İnsan ferden, yalnız başına, en karanlık yerde, en tenha yerde bile olsa, günah işlemeyecek. Şahsen Allah'ın emirlerini tutacak, sevaplı işleri yapmağa çalışacak, Allah'ın emrine uymağa çalışacak. Ama, bu yetmiyor. Toplulukta başkalarının günah etmesi karşısında da, müslümanın bir tavrının olması lâzım!.. Başkalarının Allah'ın rızâsına uygun olmayan işler yapması halinde de, onlara karşı bir sorumluluğu var... Bu çok yüksek bir sorumluluktur, çok yüksek bir fazilettir. Ne yapması lâzım?.. O kötülüğü yaptırmamağa çalışması lâzım!..

51

Bugün modern ülkelerde, işte vatandaşlık şuuru deniliyor. Nizamları korumak için, onların bazı şeyleri akledip yapmaları gerektiği, vatandaşlığının gereği olan birtakım müdahaleleri yapması; polis olmadan polis gibi, bir suç işleyen, kötü bir şeyi yapan kimseye müdahale etmesi gerektiğini söylüyorlar. Ama İslâm, bu konuda çok daha ileri... Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

"--Bir kavim, bir topluluk, bir toplum, bir insan grubu; belde, kasaba, şehir neyse... Köy veya bir grup insan... Bunların içinde bazıları günah işliyor. Sen işlemiyorsun ama, sen de o gruptasın. Günah işleyenler eğer azınlıkta ise, günah işlemeyenler daha aziz, yâni miktar bakımından daha fazla ise, daha çoksa ve güç yetirebilecek durumda ise; günah işleyenleri engelleyecek, o yapılmaması gereken şeyi yaptırmayacak güçte ise; (ve lem yugayyirû) ve o kötülüğü engellemiyorlarsa..."

Demek ki, ne yapacaklar?.. Elleriyle fiilen müdahale edecekler, derhal tavır alacaklar ve yaptırmamak için fiilî tedbirler nelerse, onları yapacaklar. Çünkü, kötülük bir zarardır, yanlıştır, doğru değildir. Onu yaptırmamak için, elinden geleni yapması, bütün gayreti göstermesi gerekiyor.

52

"Öyle yapmadılar; (ve lem yugayyirû) değiştirmediler o isyan pozisyonunu, o şartları... Yapılan işe müdahale etmediler." "Yapsın, bana ne, ben yapmıyorum ki! Allah ona cezasını verir. İşte ben namaza gidiyorum, camiye gidiyorum." diyemez. Böyle derse ne olur?.. (İllâ ammehümüllàhu li ikàbihî) "Allah o zalimlere, o günahkârlara vereceği cezayı sadece günahkârda bırakmaz; bütün o topluma, o duygusuz topluma, o kötülüğü engellemeğe çalışmayan topluma, o günahkârı günahından vazgeçirmeye fiilen müdahale etmeyen, sözle nasihat etmeyen, engellemeye çalışmayan, tavır koymayan topluma ikàbını, cezasını, azabını umûmî olarak indirir." Yâni, hepsini cezalandırır.

O halde burda İslâm'ın, başka bütün toplumlardan çok daha farklı bir yönünü görmüş oluyoruz. Bütün medenî hukuk sistemlerinden daha üstün bir tarafını görüyoruz. Hiç bir sistemde olmayan bir güzel tarafını görüyoruz: Kendisi günah işlemeyecek, faziletli insan olacak... Şimdikilerin hoşuna gidecek sözü de söyleyelim: İyi bir vatandaş olacak... Amma, yeterli değil!.. Ne olacak?.. İyi olmayan insanların, günah işleyen insanların, kötü vatandaşların o kötülükleri yapmasını engelleyecek şekilde hedef alacak, faaliyette bulunacak ve çalışmalar yapacak!.. Bütün gayretini gösterecek!.. Bu gayreti göstermediği zaman, ceza kendisine de geliyor.

53

Yâni, İslâm'da sadece bir suçu işlemekten dolayı cezâ gelmiyor; suçu işlemediği halde, suça müsamaha etmekten de cezâ geliyor, göz yummaktan da ceza geliyor. Aldırmamaktan, vurdum duymazlıktan da ceza geliyor. Vazifeyi yapmamaktan dolayı da ceza geliyor... Bu çok yüksek bir vasıftır. Dinimizin bizlere yüklediği ödev son derece modern, modernlerin moderni, ilerilerin ilerisi, çağlar üstü güzel bir sistemdir.

O halde nasıl yaşayacağız?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emirlerini öğreneceğiz. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emirlerini nerden biliyoruz?.. Peygamber Efendimiz'e indirmiş olduğu vahiylerin, mesajların toplamı olan Kur'an-ı Kerim'i öğreneceğiz. Allah-u Teâlâ Hazretleri melek vasıtasıyla ve başka usüllerle Peygamber Efendimiz'e kendi mesajını vahyetmiştir, ulaştırmıştır, bildirmiştir. Peygamber Efendimiz de, "Allah bana bu mesajı gönderdi, şu vahiy geldi, bu bana nazil oldu." diyerek etrafındakilere bunu açıklamıştır. Etrafındaki vahiy kâtipleri de, Peygamber Efendimiz'e gelen vahiyleri kaydetmişlerdir.

54

Biliyorsunuz, vahiy kâtipleri arasında Ebû Eyyûb el-Ensârî Efendimiz de var... İstanbul'un medâr-ı iftiharı büyüğümüz... İstanbul'da Haliç'te camisi olan, Eyüb Sultan semtine ismini vermiş olan bir sahabi... İşte böyle, vahiy kâtipleri Allah'ın emirlerini yazmışlar.

Allah'ın emirlerini almış olan Peygamber Efendimiz'in davranışı nedir?.. En güzel şekilde Allah'ın emirlerini uygulamaktır. Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayan kimdir?.. Peygamber Efendimiz... Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlatan insan kimdir?.. Peygamber Efendimiz... Kur'an-ı Kerim'i en iyi yaşayan insan kimdir?.. Yine Peygamber Efendimiz... Yâni, Allah-u Teâlâ Hazretleri hangi emri indirmişse, ilk uygulayan ve en mükemmel tarzda, en güzel, en tam şekilde uygulayan Peygamber SAS Efendimiz'dir.

O halde onun hayatı, davranışları, sözleri, yatışı kalkışı, harekâtı sekenâtı... hepsi aslında Kur'an-ı Kerim'in bir çeşit açıklamasıdır. Çünkü, Allah'ın vahyi ona geliyor; o da Allah'ın vahyine göre hayatını düzenliyor. Onun hayatı, Kur'an-ı Kerim'in uygulanışının modeli olarak, tablosu olarak, manzarası olarak karşımızda bulunuyor.

55

Binâen aleyh, bu açıklamalardan sonra, Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şerifleri de Kur'an-ı Kerim'in en güzel açıklaması durumundadır. O halde Kur'an-ı Kerim'in iyi anlaşılması için, Peygamber Efendimiz'in iyi anlaşılması için, Allah'ın mesajının tam anlaşılması, Allah'a en güzel kulluk edilebilmesi için, bizim Kur'an-ı Kerim'i bimemiz gerekiyor, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini bilmemiz gerekiyor.

Tabii, aynı pozisyonda olan insanlar sadece biz değiliz ki, biz 1400 küsur yıl sonra dünyaya gelmişiz. Bizim gibi ne kadar insan var, aynı durumda... Bizden ne kadar ihlâslı, bizden ne kadar Arapçayı daha iyi bilen; takvâsı ileri, güzel ahlâklı, alim, fâzıl, kâmil insanlar gelmiş geçmiş... Onlar da bu emirlerin karşısında, sorumluluk duygusuyla, iyi müslüman olalım diye çalışmışlar, ömürlerini geçirmişler, çok güzel eserler yazmışlar. Misâl: İmam Gazâlî Hazretleri'nin İhyâ-yı Ulûm'u... Muhteşem bir eser... Bunun gibi çeşitli eserler yazılmış... Büyük tecrübeler geçirilmiş, bir çok dinî meseleler detaylı bir şekilde münakaşa edilmiş, müzakere edilmiş, herkes o konudaki fikrini söylemiş; İslâmî ilimler gelişmiş ve incelikler çok güzel öğrenilmiş ve açıklanmış.

56

İşte bunları şu bakımdan söylüyorum: O büyüklerimizin, o alimlerimizin, müctehidlerimizin, o kâmil evliyâ insanların, sâlih insanların da tecrübeleri, bizim dini daha iyi anlamamız için, kafamıza takılan problemlerin cevabını daha iyi bulmamız için mutlaka gerekli! O halde, alim ve fâzıl selef-i sâlihînimizi de öğreneceğiz, takib edeceğiz. Onlar bizim dinî kültürümüzdür, ordan da İslâm'ın neresinin daha mühim olduğunu, hayata nasıl tatbik edileceğini bileceğiz.

Bunları bildik. Yâni Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerif, icmâ-ı ümmet, kıyas-ı fukahâ, sâlihlerin yaşayışı; tamam, İslâm belli... İslâm mechul değildir; İslâm bellidir, âşikârdır, pırıl pırıldır. Hedefi gün gibi göstermiştir, hiç tereddüt yoktur. Ulemâ arasındaki ihtilâflar detaydadır. Hiç bir kimse kalkıp da: "İçki helâldir." dememiştir. Aklı korumayı hedef alıyor çünkü dinimiz... Hiç bir kimse kalkıp da haksız bir kazancı savunmamıştır. Çünkü, alın terini ve hakkàniyeti esas alıyor dinimiz.

Onun için, bunlara bakarak İslâm'a yaşamağa çalışacağız. Kâfi mi?.. Değil; İslâm'ı yaşatmağa da çalışacağız. Bu yaşatmak iki şekilde oluyor:

57

1. İslâm'ı çoluk çocuğumuza öğretmek şeklinde oluyor, hanımımıza beyimize öğretmek şeklinde oluyor, çevremize öğretmek şeklinde oluyor.

Şimdi ben şu anda seyahat halindeyim. Muhtelif kimselerle de görüşüyorum. Doğu'da görev yapmış bir arkadaşım dün anlattı: "Hocam, biz Doğu'yu dinî bakımdan çok kuvvetli biliriz. Hakîkaten büyük alimler yetişiyor ve onlar da hoca oluyorlar, müftü oluyorlar. Ama halk öyle değil... Halka aşağı indiğiniz zaman, çok cahil oldukları görülüyor. Onların eğitilmesi, öğretilmesi çok önemli!" diyor. Kendisinin hizmet gördüğü bir mahrumiyet bölgesinden böyle bilgiler verdi.

Doğu da öyle, Batı da öyle... İstanbul'da da öyle... Bir çok kimse İslâm'ı seviyor, ben müslümanım diyor. Hakîkaten bildiği kadarıyla da uygulamağa çalışıyor. Ramazanda orucunu tutuyor. Kadir gecesini bildiği için kandil simitlerinden, minarelerdeki ışıklardan, kadir gecesini ihyâ etmeğe çalışıyor. İyi niyeti var ama bilgisi yok ve hayatında uygulaması yok... Bunu halka öğretmemiz lâzım, önce kendi yakınlarımızdan başlayarak herkese öğretmemiz lâzım!.. Tebliğ etmemiz lâzım!..

58

Hattâ İslâm'a karşı olan insanlar var... "Ben ateistim!" diyor, yâni "Allah'ı da tanımıyorum!" diyor. Ona da bunun haksızlığını, yanlışlığını, mantıksızlığını güzelce anlatmamız lâzım!.. Bilmeyene de öğretmemiz lâzım!.. Hiç kimse, bu dairenin dışında mahrum durmasın. Herkes İslâm'ı öğrenecek.

Ayrıca İslâm'ı öğretme çalışması, o da bir teorik çalışma... İslâm'ı öğrenmemiz de teorik, öğretmemiz de teorik... Öğrenmek ve öğretmek... Ne yapacağız?.. Kendimiz de yaşayacağız, öğrettiklerimiz de yaşayacak. Bu da işin uygulama kısmı...

Bir de İslâm'ı yaşamayanların, topluma zarar vermesini engellememiz lâzım!.. Biz buna nehy-i münker tarzı diyoruz. Emr-i ma'ruf, nehy-i münker... "Şu güzel şeyi yap!" demek, yapılması için de destek vermek, hattâ icabında zorlamak... Meselâ: "Kalk bakayım oğlum! Bu vakitte uyunmaz, abdestini al bakayım, sabah namazını kıl!" demek... Bu bir emr-i ma'ruftur. yâni, çocuk kendi haline kalsa --veya hanımı, veya bir başkası-- namazı kılmayacak. Onun için, ona bir zorlama yapıyoruz. Hattâ biraz, "İstemiyorum ya, sonra kılarım!" filân dese, "Hayır olmaz! Sabah namazının vakti budur, illâ kılacaksın!" diyoruz.

59

Bir de nehy-i münker var: "Yok, bunu böyle yapma bakayım, çekil ordan, ayıptır!" demek gerekiyor. Meselâ, komşunun camını kırmağa kalkıyor. Komşunun duvarına tırmanmış, sen de camiye gidiyorsun. Çocuk senin gözüne bakıyor. "İn bakayım ordan! Başkasının meyvası alınır mı, ayıp değil mi?.. Hadi bakayım, babana söylerim sonra!.." diyorsun. Bu nedir?.. Bu da bir nehy-i münkerdir. Yoksa, çocuk ordan elma, erik çalacak. Küçük bir şey ama, alışması doğru değil, yaptığı iş prensip itibariyle doğru değil... Engelleyeceğiz, engellememiz lâzım!..

Onun için, bizim eski toplumumuzda, mahalllelerinde herhangi bir kötülüğü yaptırmazmış mahalleli... Hattâ delikanlılar adetâ sokaklarında nöbet tutarmış; herhangi bir gayrimeşrû iş olmasın, bir kötü insan oralara gelmesin diye gayret ederlermiş.

İşte başkalarına kötülüğü yaptırmamak, iyiliği yaptırmak hususunda da bir fonksiyon icra etmek, bir gayret göstermek; bu da İslâm'ın çok çok önemli bir emridir. İnsan bunu yapacak, sevap kazanacak. Nasıl sevap kazanacak?.. Bir insan bir kimsenin iyi bir şey yapmasına sebep olursa, onun kazandığı sevabın bir misli, ondan hiç eksiltilmeden kendisinin defterine yazılacak.

60
61 ilâ 80. sayfalar